Giriş yapmadınız.

şahan

Orta Düzey

  • "şahan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "şahan"

Mesajlar: 300

Konum: izmir-tire

Meslek: üniversite öğrencisi(erzurum)

Hobiler: müzik(ney), tarih, fotoğrafcılık

  • Özel mesaj gönder

1

15.08.2007, 13:09

aşk ve heyecan, azim ve hamle ruhu

Bizim önceleri sahip olup da sonraları kaybettiğimiz bir kısım yüce değerlerimiz vardır. Bu kaybediş bizlere çok pahalıya mâl olmuştur.

Kaybettiğimiz ve bir an önce kendimizde ve neslimizde diriltmemiz gereken hususların başında, aşk ve heyecan, azim ve hamle ruhu gelmektedir.

Bu ruh, îmânı, aşkı, heyecanı, azmi ve hareketi beraber görme ruhudur. Bu da cihadda aşk ve heyecan, tebliğ ve irşadda azim ve hamle olmak üzere iki kısma ayrılır.

Aşk, sevdiğini ve ona âit her şeyi, ondan başka her şeye tercih etmek, bir kısım şahsî çıkarlar için sevgiliyi unutmamak ve şartlar ne kadar ağır olursa olsun onu hiçbir zaman terk etmemek demektir.


Önce tebliğde aşk ve heyecan, azim ve hamle ruhuna bir örnek verelim:

Mekke’de müşriklerin baskı ve eziyetlerinin çok şiddetlendiği sıralarda her şeyi göze almadıktan sonra, Ka’be’ye gidilip ne namaz kılınabiliyor ve ne de Kur’an okunabiliyordu.

Rahman sûresi inince, Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, “Kim Ka’be’ye gidip de müşriklerin bulunduğu yerde onlara Rahmân Sûresini okur?” buyurdular.

Bunun üzerine Abdullah bin Mes’ûd (r.a.), hemen atıldı ve “Yâ Rasûlallah! ışte ben hemen gidip okuyorum.” dedi ve Ka’be’ye varıp orada bulunan müşriklerin yanlarına gidip oturdu ve besmele çekerek onlara Rahmân Sûresini okuma- ya başladı. Buna dayanamayan müşrikler birden kalkıp Hz. Abdullah’ın başına üşüştüler ve her birisi vurmayı fırsat ve ganimet bilircesine yüzüne gözüne vurmaya başladılar ve onu epeyce hırpaladılar. Ama o, onların hücum ve zorbalık- larını görmezlikten, hakaret ve bağırışlarını duymazlıktan geldi. Onların saldırılarını hiç önemsemedi ve dolayısıyla susmayıp okumasına devam etti.

Daha sonra da verdiği sözü yerine getirmenin huzuru ve sevinciyle oradan kalkıp Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’in bulunduğu yere geldi. Orada bulunan arkadaşları, onun o yaralı bereli hâlini görünce ona acıdılar ve “Biz sana onların yanına gidip okuma; yoksa çok fena döverler dememiş miydik?” dediler.

Bunun üzerine Hz. Abdullah, onlara şöyle mukâbelede bulundu:

“Ben onları kuvvetli ve zorba bir şey zannediyordum. Vallahi benim gözümde, Yüce Allah’ın düşmanları arasında bunlardan daha basit olanı her hâlde yoktur. Bu gün onlar benim gözümde gerçekten çok hafif göründüler. ısterseniz yarın da gidip aynı şeyi yaparım.”

Ama arkadaşları ertesi gün de oraya gitmesine müsâade etmediler.

* * *

şimdi de cihad ile ilgili olan aşk ve heyecan ruhuna ibretli bir örnek verelim:

Abdullah bin Ömer (r.a.), Müslüman olduğunda beş yaşlarında idi. Bedir Savaşı sıralarında büyümüş ve delikanlılık çağına gelmişti. Kalbindeki îmânın şehâmetiyle orduya katılmak ve cihada iştirak etmek istiyordu. Fakat Hz. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, yaşı küçük olanlarla birlikte onun da cihada katılmasına izin vermediğinden ötürü, o kadar istemesine rağmen cihada katılamamıştı. Kendisi daha sonraları o günkü üzüntüsünü anlatırken şöyle diyordu:

“Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, beni ufak tefek bulduğu için Bedir Savaşına katılmama izin vermemişti. Bu yüzden o kadar çok üzülüp ağladım ki, hayatımda sabaha kadar ağlayarak ve üzüntü içinde kıvranarak geçirdiğim başka bir gece hatırlamıyorum.”

* * *

Buhârî ile Müslim’in rivâyet ettiklerine göre, Uhud Savaşı esnâsında bir adam Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’e dedi ki:

“Yâ Rasûlallah! şehîd olursam nerede olacağım hakkında acaba ne buyurursun?

Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem de, “Cennet’te.” dediler. Adam elindeki hurmaları birden attı, sonra da şehid oluncaya kadar savaşmaya devam etti. (Buhârî, meğâzî: 17)

* * *

Yine Buhârî ve Müslim’in rivayet ettiği ve bir ân önce Yüce Allah’a ulaşma aşkı ve şevki ile ilgili olan şu hâdise ne kadar ibret vericidir:

Benî Âmir kabilesi Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’e gelerek, Ondan kendilerine ıslâm dinini anlatacak muallimler istediler. Nebî sallallahü aleyhi ve sellem de özel olarak yetiştirdiği, gözü gibi koruduğu ve Kur’ân’ı en iyi bilip okuyanlardan ve gündüzleri odun taşıyarak geçimlerini sağlayan ve gecelerini ise namaz kılarak geçiren yetmiş Kurrâ’yı onlara gönderdi. Onların içlerinde Hz. Enes’in dayısı olan Harâm bin Milhân da vardı ki, çok güzel Kur’an okur ve çok güzel konuşurdu. Son derece seçkin kimseler olan O Ashâb Efendilerimiz Maûne Kuyusu’na vardıklarında Harâm bin Milhân arkadaşlarına dedi ki:

“Ben sizin önünüzden gideyim. Eğer onlar Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’den öğrendiklerimizi anlatma hususunda bana güven verirlerse, mesele yok. şayet güven vermezler de bir kötülük yapmaya kalkışırlarsa, siz zaten bana yakın bulunuyorsunuz.”

Hz. Harâm bin Milhân (r.a.) önden gitti. Onlar da ona emân ve güven verdiler. Hz. Harâm (r.a.) onlara Nebî sallallahü aleyhi ve sellem’den bahsetmeye ve ıslâm hakkında bilgi vermeye başladığı bir sırada, içlerinden bir adama, saldırıp vurması için işaret ettiler.

O adam da mızrağını arkadan Harâm bin Milhân’a öyle bir vurdu ki, o mızrağı Hz. Harâm’ın göğsünden çıkardı. Yüce Allah’a likâ ve vuslat arzusuyla yanıp tutuşan Hz. Harâm, kalbindeki şevk ve iştiyâkını tatmin etmişçesine ve şehid olarak erdiği vuslat ile hasret ateşini söndürmüşçesine birden,

“Allahü Ekber. Ka’be’nin Rabb’ine yemin olsun ki, ben şehidlik mertebesini kazanmakla gerçek kurtuluşa erdim.” (Buhârî, meğâzî, 28) diye haykırdı ve ânında şehid olarak yüce ruhunu Allah’a teslim etti. Sonra da gözü dönmüş o din düşmanları geri kalan arkadaşlarına saldırdılar ve bir iki kişiden başka herkesi şehîd ettiler. Ancak şehîd olurken hepsi birden Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’e selâmlarını ve bir de Allah katında ulaştıkları yüce mertebelerinden memnun olduklarını bildirmesini Yüce Allah’tan niyâz ederek ruhlarını teslim ettiler.

Hz. Cebrâil (a.s.), Medîne’de bulunan Nebî sallallahü aleyhi ve sellem’e gelerek o mübârek şehidlerin başlarından geçenleri, onların selâmlarını ve Yüce Allah’ın kendilerinden memnun olarak ve onları memnun ederek Rab’lerine kavuştuklarını haber verdi. Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de onların gönderdiği bu selâm ve memnûniyetlerini şerefli Ashâbına bildirdi.

Hz. Enes (r.a.), bu vak’ayı naklettikten sonra diyor ki:

“Biz onların şehîd olunca söyledikleri, “Rabb’imize kavuştuğumuzu, Rabb’imizin bizden memnun oldu- ğunu ve bizi memnun ettiğini kavmimize tebliğ edin.” sözlerini bu vak’adan sonra bir âyet olarak okuyorduk. Ancak daha sonraları bu âyet nesholundu. Nebî sallallahü aleyhi ve sellem bu zulmü reva gören hâin, zâlim ve kâtil müşriklere kırk sabah bedduâ yaptı” (Buhârî, cihâd, 9)

Bu duâ kabul görmüş ve o hâdiseye karışan bütün kabileler çok ciddi kuraklıklara ve kıtlıklara maruz kalmışlardı.

* * *

Îman, aşk ve hareketin mâhiyetini, bir de Esved’er-Râî’nin sahip olduğu îman, aşk, şevk ve heyecânı ile anlamaya çalışalım. Bu zât, Hayber vak’ası esnâsında Hayber’de bir Yahûdî’nin çobanı idi. Ücret karşılığında onun koyunlarını güdüyordu. Harp esnâsında Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’e gelerek dedi ki:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Bana ıslâm’ı arz edip anlat.”

Allah Rasûlü sallallahü aleyhi ve sellem, insanları ıslâm’a davet etme hususunda hiçbir kimseyi küçük görmez ve sosyal bünyedeki seviyesi ne olursa olsun anlayışına ve kapasitesine göre ona ıslâm’ı anlatırdı. Hâliyle ona da ıslâm’ı anlattı. O da hemen oracıkta ıslâm’a girip Müslüman oldu.

Bu zat, Müslüman olunca dedi ki:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Ben şu koyunların sahibi tarafından tutulan ücretli bir çobanım. Bu koyunlar yanımda emânettirler. Ben şimdi bunları ne yapayım? Bunlara bakmaya devam etsem, sizinle birlikte cihada katılmamış olacağım. Cihada katılsam, emânet olan bu koyunları ortada bırakmış ve emanete hıyânet etmiş olacağım. ”

Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular ki:

“Sen onları Allah’a emânet et. Sonra onları yüzleri doğrultusunda bırak. Merak etme; onlar sahiplerini bulurlar.

O zât da kalktı, eline bir taş aldı, onunla onları gidecekleri yere doğru yöneltti ve sonra da,

- Haydi sahibinize gidin; ben artık size sahiplik ve çobanlık yapmayacağım, dedi.

O koyunlar da, sanki arkalarından onları süren bir çoban varmış gibi bir araya gelerek başka bir yere sapmadan dosdoğru kale içindeki ağıllarına gittiler.

Henüz Müslüman olan Esved’er- Râî (r.a.) de, hemen Hayber kalesine doğru ilerledi ve beklemeden Müslümanlar- la birlikte düşmana karşı çarpışmaya başladı.

Ama gel gör ki, karşı taraftan atılan bir taş ona isabet etti ve oracıkta şehid oldu. Halbuki daha yeni Müslüman olmuş ve hatta hiç namaz kılmamıştı.

Henüz yeni şehid olmuş olan mübarek na’şı, Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’in yanına getirilip arkasına konuldu ve üzerinde bulunan bir örtü ile örtüldü.

Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem, beraberindeki- lerle birlikte ona doğru döndüler. Fakat sonra Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem birden yüzünü çevirdi. Berabe-rinde bulunan bazı kimseler,

- Ey Allah’ın Rasûlü! Yüzünüzü niçin çevirdiniz? diye sorduklarında, Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem onlara şu cevabı verdi:

“şu anda onun beraberinde Cennet hûrîlerinden olan iki zevcesi var. Birlikte oturuyor ve sohbet ediyorlar. Ondan dolayı yüzümü çevirdim.” (ıbn-i Hişâm, 3/358)

ışte aşk ve şevkin, azim ve gayretin son derece verimli neticesi olan zevalsiz lezzetler ve işte azimli ve hamleci bir ruhun mazhar olduğu gamsız sürurlar ve sonsuz saâdetler…

vehbi yıldız
Yum gözünü, kalbine heran yokluğa üfür!
'Kendinden geçmek iman, kendinde olmak küfür'

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir