Giriş yapmadınız.

MeRCaNDeDe

Stajyer

  • Konuyu başlatan "MeRCaNDeDe"

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

1

15.06.2004, 14:41

I. Gül Buketi



Gönül Kâbe’sinin Ebrehe’lerine Ebâbil Hatırası
II.GÜL BUKETı



ıbrahim!
ıçimdeki putları devir
Elindeki baltayla.
...
ıbrahim!
Gönlümü put sanıp da kıran kim?
Asaf Halet

1. Hz. EBU BEKıR GÜLÜ
Tarihî süreçte üzerine en çok nesirler yazılmış, nazımlar dizilmiş, kitaplar te’lif edilmiş, güfteler kaleme alınmış, besteler yapılmış, şarkılar söylenmiş ve ağıtlar yakılmış olan insan uzvu, sanıyorum ki kalptir. Bu zengin birikim ve tarihî insanlık mirası içinde ise “gönül incitmek, kalp kırmak” konusu gerçekten çok ciddi bir yekûn tutar. Kalp kırmanın kötülüğünü anlatabilmek için de dinî ritüellerden ve kutsal mefhumlardan istifade etmekten daha isabetli bir tercih olmazdı. Olamayacağı için de, belağat ve fesahat sanatının ve sanatkarlarının ifade acziyeti yaşadığı böyle bir durumun betimlemesini Hz. Ömer(e nisbet edilen bir söz), yeryüzündeki Sidre-i Müntehâ’nın izdüşümü en kutsal âbideye vurgu yaparak gayet veciz biçimde sehl-i mümteniyle beyâna dökmüştür:
“Ey Kâbe! Seni bin kez yıksam, yeniden yapabilirim; ama kırılan bir kalbi asla!” Mevlânâ Celâleddin er-Rûmî’nin de benzer içerikli bir sözü vardır: "Bir kez gönül yıkmak, Kâbe'yi yıkmaktan daha kötüdür. Çünkü Kâbe'yi Hz. ıbrahim yaptı. Gönlü ise Allah (cc) yarattı." Hele bir de bu kırılan, salih bir mü’minin kalbi ise? ıhlal edilen hukuk samimi bir müslümanın hukuku ise? Gıybetle çiğnenen et, makbul bir kulun eti ise? "Allah'ın yeryüzü ehli içinde kap (mesabesinde bazı kul)ları vardır. Evet Rabbinizin kapları, salih kullarının kalbleridir. Onlar içinde Allah'a en sevgili olanlar da; (ahlak itibariyle) en yumuşak, en ince ve en narin olanlardır." [Taberânî].


Salih mü’minlerin kalplerini kıran, garazlı kâl ve hâlleriyle onları dâğidâr eden kişiler, Padişahlar Padişahı’nın yeryüzündeki en özel mülküne hasar veren âsîler gibidirler. Bu Peygamber buyruğundan irşadını almış bir insan, “Her geceyi kadir, her geleni Hızır bil”me terbiyesi içinde herkese karşı olabildiğince nezaket, nezahet, nefaset ve asalet çizgisinde hareket eder; ve avamdan herhangi bir mü’min hakkında bile vicâhî söyleyemeyeceği birşeyi, büyükler hakkında hele gıyâbî olarak katiyen söylemeye kalkışmaz. Zira gönlü lâhûtî nurlara, kutsî feyizlere, ledünnî ziyalara, ilâhî ilhamlara, ihlaslı aşk ü irfana ve ulvî ahlak-ı hamîdeye bir kâse haline gelmiş, yerde yürüyen semavîlere uzanacak dil, tıpkı Rasulullah’a uzandığı için kuruyan Ebu Leheb eli gibi kurur; ya bu dünyada, ya da ukbâda. Ağzı bal yiyesi Gevherî dediği üzere:
"Gam değil, her kişi itdüğün bulur
Sanma kim zerresi yanına kalur."
Tokâdizâde şekib’in de ağzından şeker-şerbet akıyor:
"Her kim bu dünyada keskindir dişi
Mutlak bir belaya çatar dimişler."
Konuyu teşbih-i beliğle vurgulu biçimde seslendirmek gerekirse, şöyle denilebilir: Gönül Kâbe’dir, onu yıkmaya teşebbüs edenler de Ebrehe’dir. Nasıl ki enaniyet tanrılığı Fir’avun’da, servet deliliği Kârun’da sembolleşmiştir, öyle de gönül kâbe’sini yıkmaya çalışanlar Ebrehe’ye benzetilebilir; Kâbe’yi yıkmaya teşebbüs eden ve muazzam fil ordusuyla Mekke yakınlarına kadar gelince, Allah’ın gönderdiği Ebâbil kuşlarının attığı pişmiş kızgın taşlarla helak edilen Ebrehe’ye... Kor gibi yakıcı, ağu gibi zehirleyici, mızrak gibi delici ve balyoz gibi kırıcı sözlerle insanların gönüllerine saldıran gözü kara, gönlü kızıl bu yabanî ve vahşî mahluklar, bir nevi Ebrehe’lerdir ki, çoğunlukla ilahî kader tarafından başlarına mağma-misal kızgın musibetler yağmadan ölmezler, üstelik de küçüle küçüle, can çekişe çekişe.. bu dünyada zahiren belaya uğramayanlara gelince, onlara da ukbada cehennem ateşi kifayet edecektir ziyadesiyle...


Nefis, şeytan ve enaniyetine kapılarak kalben ve kasten bir müslümana sırf çıkarı için, keyfi olarak saldıran, rûberû veya gıyâbî olarak onu rencide eden, su-i zanla tecessüslere giden, oradan da iftiralara, en azından gıybetlere giren bütün gönül düşmanlarına mingayrihaddin sorabilir miyim: Gönül Kâbe’sinin Ebrehe’leri, helak olmak için acaba Ebâbil’leri mi bekliyorlar? diye. Sözü geri alıyorum. Bana düşmez kimsenin muhasebesini yapmak veya kimseye murakabe yaptırmak. Allah beni hiçkimsenin başına savcı veya yargıç olarak yaratmadı. Kendi nefsimin hakkından geleyim yeter, diye inanmışım. Bir hatayı elle, dille veya kalple düzeltme çizgisi. O Peygamber emri. Nasihat, ıslam’ın kendisi. Sorumu ötekilerden geri alıp berikilere veriyorum ve: Gönül Kâbe’sinin Ebrehe’lerine Ebâbil hatırası birer gül buketi sunmaya ne dersiniz? diyorum. Diyorum, zira herkes heybesinde olanı ikram eder, etmek ister. ınşallahurrahman –diliyelim O’ndan- heybemiz rengarenk güllerle dolu olmuş olsun. Yunus gibi:
Yûnus bu sözleri çatar
Sanki balı yağa katar
Halka metâların satar
Yükü cevherdir tuz değil.


Evet gönül Kâbe’sine nefis ve şeytan ordularıyla taarruz eden Ebrehe’lerin üzerine hemen Ebabil Kuşlarınızı göndermeyin; gönderilmesini de talep etmeyin, kalben dahi arzulamayın; tel’in ve beddua etmediğiniz gibi, edilene de “amin” bile demeyin; siz sadece hükmü Allah’a havale edin; gerisine karışmayın... Gönül Kâbenize nefis ve şeytan ordularıyla hücum eden o Ebrehelere siz birer gül buketi gönderin; koca bir orduya yetecek zenginlikte bahar bahar bir gül bahçeniz olduğunu, gül gibi bir insan olduğunuzu ortaya koyun; kendi gül-endam karakterinizi sergileyin ve gülistanınızdaki güllerle gülümseyin her doğan güne ki gülücükler yağsın göğünüzden bütün gönlü kırıkların üzerine sağnak sağnak...
17 Aralık 2001 Pazar
Pensilvanya / Amerika


MUSA HUB
Bir Savaşçıdır Kalbim...

MeRCaNDeDe

Stajyer

  • Konuyu başlatan "MeRCaNDeDe"

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

2

15.06.2004, 14:43

Gonul Kabesinin Ebrehe’lerine Ebâbil Hatırası
II. GÜL BUKETı



“Muhabbet bir Süleymandır
Gönül taht-ı revân olmuş”
Alvarlı Efe Hazretleri
1. Hz. ÖMER GÜLÜ


Adına Sevgi denilen Sultan’ın üzerine oturduğu taht gönüldür. "Akıl bir vezirdir, gönül padişah" cümlesi de dilde çok meşhur, ama dîlde pek meçhul bir atasözüdür. ınsanın bedenî-ruhî mahiyet ülkesine eğer gönül Sultan olur ise, artık o kişi insanın tâ kendisi olmuş demektir, yani tam bir “er kişi” kesilmiştir. Gönlü sultan olanın aklı vezir, diğer duyguları da teb’a olur ve olmalıdır. Böyle bir gönül sultanı, hak, hakikat ve adaletin mücessem vücudu, kanun koyucusu ve uygulayıcısıdır, asîle niyâbeten. Katiyen mübalağaya, müdaheneye, münakaşaya, yalana-dolana ve hatta dil kırmaya bile gelemez, katlanamaz; bundan ruhen, kalben ve hissen ziyadesiyle rahatsız olur. ınsan onuruyla bağdaşmayan her türlü söz ve davranışlar, onun yapısına ters gelir; ona karşı en büyük eziyetten daha ağır, daha şiddetli te’sir icra eden ise hakaret-âmiz beyanlardır.


Hani Yesârî ne güzel der: "Nâmerdin zehirden acıdır dili / Acı söz er belin büker demişler." Büker, çünkü er olana doğru söz yeter, ayrıca içine acı katmaya lüzum yoktur. Vâkıa dostun dosta acı sözü, irşad olur, ikaz olur ve hatta vefanın ta kendisi olur kimi zaman; ama kalben dost olmayanın acılığı ağız yakar, mide bulandırır; ve dayanılır gibi değildir hemen her zaman. Ölçüyü bir kere daha yâd edelim: Acı ama haklı sözler, yerinde şifadır, yersizliğinde ise ezadır. Acı ve haksız sözler ise hem belâdır, hem ibtilâdır. Hani Yunus ne güzel dillendirmiş:


"Taş gönülde ne biter
Dilinde ağu tüter
Nice yumuşak söylese
Sözü savaşa benzer."


Kem söz, görünüşte muhatabın gönlünü yaralar; ama hakikatte ise sahibinin kalbini paslandırır; ve zamanla adeta o kötü kâl ü hâl ile o kişinin kalbi mühürlenir.


Nitekim Kelâmullah’ta bu ve benzeri insanlar hakkında: "Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir." [Bakara 2/7] buyrulmuştur. Rasulullah Efendimiz de kalbin mühürlenmesinin nasılını şu hadisleriyle açıklamışlardır: "Kul bir hata yaptığında kalbinde siyah bir leke olur, eğer günah işleyen döner, tevbe ederse kalbi parıldar. Eğer tekrar günah işlerse bu siyahlık kulun bütün kalbini kaplar. ışte bu, Allah Teâlâ'nın" Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler kalplerinin üzerine pas olmuştur, kalplerini paslandırmıştır." [Mutaffifin, 83/14] âyetinde anlatılandır." [Tirmizi, Tefsiru Sûre 83, 1]. ışte kalbin mühürlenmesi bu şekilde olur. Başlangıç itibariyle ve sebep olması cihetiyle, kalbin mühürlenmesi kulun kesbidir. Yaratan Allah olması cihetiyle Allah'ın yaratmasıdır [Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 1/214, ıstanbul, 1935]. Canım diliyle kendi kalbinin can damarına kastedenler, mutluluk nedir bilmeyen, muhabbet, meveddet, hıllet, uhuvvet ve sadakatten anlamayan, duygusuz ve ruhsuz birer yarı canlı cenazeler sayılırlar.


Dünyanın manevî merkezi Kâbe olduğu gibi, insanın da manevî merkezi kalbidir. Kalp, insan ülkesinin padişahıdır; ona saldırı, bütün bir ülkeye yapılmış sayılır. Dil oku, kalbi vurur, dili değil. Dilin yıktığını dil düzeltemez; fiil gereklidir. Bir sözle yıkılan gönül, bir “özür”le onarılmaz. On ayda, on yılda kurulan bir dostluk kâşânesi, on saniye tutmayan bir sözle, bir saniyelik kem bir gözle yıkılabilir; fakat tamiri bazen günler, bazen aylar, bazen de yıllar be yıllar alır; hatta yüzeydeki izleri silinse bile, içerdeki çatlaklık baki kalır.


Cevzân el-Küfi radıyallahu anh’ın bildirdiğine göre: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurmuşlar ki: "Kim (din) kardeşine bir özür beyan eder de kardeşi bu özrü kabul etmezse, onun üzerinde meks sahibinin günahı kadar vebâl olur." [Kütüb-i Sitte, Hadis no: 7069]. Özür dileyeni bağışlamak bir emr-i nebevî, âmenna ve kabilnâ, fakat özür dileyen nerede, gönül almasını bilen nerede? ınsan olan insan özrü özünden diler, fakat insan olan insan özden olmasa bile sözden bir özrü dahi kabul eder, ne çâre ki hata eden yok, herkes doğru, herkes haklı illâ ene...


Muhakkak ki sözler kaderi belirler. Bazen önemsenmeyen bir güzel söz, kişinin ebedî rıza-i ilâhîyi kazanmasına sebep olabileceği gibi, bir kötü söz de üzerine sermedî gazab-ı ilâhîyi celbedebilir, ol Rasûl’ün ihbârıyla. [Tirmizi, Zühd 10; Muvatta]. Herhalde böylesi kaderdenk sözlerin başında Allah ve Rasûlü’nü doğrudan alakadâr eden beyanlar gelse gerektir. Yerinde bir güzel kelam, kişiyi Cennetlik edebilir, evet. “Bir (mü’min) kalbi sevindiren, Rasulullah’ı sevindirmiş demektir.” [Münavi, Künûz'ül-Hakâik, 135].


Kim istemez ki ol Rasul-i Ekrem’i tebessüm ettirmeyi, yüreğine sevinç göndermeyi. Gülünce gözlerinde güller açan o gül yüzlü Nebi’yi memnun ve mesrur etmek ise, ebedî memnuniyet ve sürura mazhar kılan Allah hoşnutluğunu kazanmak demektir. Fakat ümmetin tek tek herbirinin kalbi ile Rasulullah’ın kalbi arasındaki bağlantıyı bilmeyen cahilleri, bilse de gereğince hareket etmeyen gâfilleri bekleyen mahşerdeki büyük hayal kırıklığından hıfz-ı ilahîye sığınmalı ve “Allahümmeslıh bâlî. Allahım gönlümü ıslah eyle!” nebî duasıyla özümüzün salahat ve selametini niyaz etmeliyiz ki sözümüzün vesileliliğinde sonsuz saadetimizi kazanabilmiş olalım.
Bir Savaşçıdır Kalbim...

MeRCaNDeDe

Stajyer

  • Konuyu başlatan "MeRCaNDeDe"

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

3

15.06.2004, 14:44

2. Hz. OSMAN GÜLÜ

Bir mü’mini incitmek, Kâbe’yi yıpratmak gibi; bir gönlü kırmak, Kâbe’yi yıkmak kadar kötü bir fiildir. Bu benzetme yoluyla vurgulanan manadan daha ihlaslı ve daha tesirlisini ise adı güzel, kendi güzel Allah’ın Sevgilisi Peygamberimiz Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) teşbih ötesi hakikatin tâ kendisi olarak ifade buyurmuşlardır ki esasen ârif olanı, sadece şu tek Nebi sözü bile yüzlerce veli sözünden müstağni kılar: “Kim bir mü’mini incitirse beni incitmiş demektir; kim de beni incitirse, Allah’ı incitmiş olur.” [Keşf'ül-Hafa 2/2349]. Evet mü’minin kalbi doğrudan Rasulullah’ın kalbiyle, onun kalbi de Allah ile merbuttur. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir müslüman üzülse, Medine’de Kubbe-i Hadrâ’nın altında Ruh-u Seyyidi’l-Enâm âh eder inler. Kutuplarda bir mü’min üşüse, çöl ateşinde o tir tir titrer. Ümmetiyle adeta et-kemik, ruh-ceset gibi özleşmiş, kaynaşmış, birleşmiş ve bütünleşmiş böyle bir Merhamet Peygamberi’nin küçücok bir âhı ise anında Arş’a yükselir, Allah’a ulaşır. Âhı Arş’a ulaşan mazlumların bedduası ise zâlimleri, ya burada, yahut ötede hâk ile yeksân eder, mahv ü perişân eder.


Asr-ı saadette de Hz. Rasulullah’a hayatı zehir etmeye kalkışanlar, bunu kılıçlarıyla değil, dilleriyle yapıyorlardı ekseriyetle. Ve imdada Allah yetişiyordu: “Ey Rasûlüm! Üzülme sen onların laflarına, (sakın nâsezâ ve nâbecâ sözleri seni üzmesin)! Biz, onların içlerinde gizlediklerini de biliriz, açıkladıklarını da.” [Yasin 36/76]. Demek Rasulullah’ın, onların yakışıksız sözlerinden, saldırgan tavırlarından, tenkit, tahkir ve iftiralarından dolayı haklı olarak alınıyordu, gönlü inciniyordu, çok ciddi rahatsız oluyordu ki bu âyet-i kerime bir teselli sadedinde indirildi. Yeşil Kubbe’nin altında bedeniyle medfun, Ruhaniyetiyle ise bütün ümmetiyle beraber olan o ıyilik, ıncelik ve Güzellik Peygamberi (sas), vefatından sonra üzenlerin, hayatta iken üzenlerden farkı nedir? Nebiy-yi Ekrem’i, Ashâb-ı Kirâm’ı ve mükerrem Mü’minleri incitmek, ancak şeytanın işidir, ve şeytana aldanmış talihsiz ins ü cinlerin özelliğidir.


ınsanın en kıymetli ve en ehemmiyetli uzvu kalbidir ve en büyük zulüm de, kalbe yönelik işlenendir. Küfür, şirk, nifak, fısk u fücûr ve sefahet, bir kalpte yer ettiği ölçüde yakîn, iman, marifet, muhabbet, safvet, huşû, feyiz, nur, hassasiyet, nezaket ve asalet gibi manalar uçup giderler. Dolayısıyla en büyük zulmü, En Büyük’e, Onun En Sevgilisi’ne ve sevgili kullarına karşı iktiraf eden kişilerin âkıbetini tahmin etmek insanın hayal gücünü aşan bir hadisedir. Bir tarafta ufak bir hatasını sırtında dağ gibi taşıyan ve altında ezildiğinden dolayı küçüldükçe küçülürken ındallah Everest gibi yücelen hakiki tövbekâr mü’minler.. diğer tarafta ise devasa cürümlerini dahi, çakıl taşı gören ve gösteren nifak ehli cür’etkârlar var. Dün zalim kılıçların yaralarından akan kanlar, bedenleri süzüm süzüm öldürürken, o bedenlerin sahiplerini de ya şehitlik, ya da gazilik makamına kanatlandırıyordu. Dil kılıçlarının saplandığı yaralı ruhlarda ise sicim sicim gözyaşı yağıyor, sızım sızım ızdırap kaynıyor ve adavet ısırganlarının tohumları atılıyor insanlık tarihinin başlangıcından bugüne. Ahirzamanda göklerötesinin izdüşümü yeryüzü cennetini ahlak-ı ilahîyle mütehallık Allah Gülleri kuracaklardır, vesselam.
Bir Savaşçıdır Kalbim...

MeRCaNDeDe

Stajyer

  • Konuyu başlatan "MeRCaNDeDe"

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

4

15.06.2004, 14:47

Gönül Kâbe’sinin Ebrehe’lerine Ebâbil Hatırası
II. GÜL BUKETı




Gönül derler buna, sırçadan ince
Vurma, o kırdığın şişe değildir.
Açar çiçeğini bahar gelince
Kesme o gördüğün meşe değildir.
......


1. Hz. ALı GÜLÜ
“Nefsini/kendini tanıyan insan, diline hâkim olur, temkinli konuşur.” [Keşfü’l-Hafâ, 2/362]. Rasul-i Ekrem’e nisbet edilen bu hak söze göre: Demek ki insanın benliğini ve sırlarını tanıması ile diline hâkimiyeti arasında bir doğru orantı var, biri arttığında diğeri de artıyor. Sözünü düzelten insanlar, özünü de düzeltebilirler. ıçin tamiri önce dıştan başlar. Zevâhiri kurtaracak ölçüde olsun ıslamî hayatı olmayanın dahilî imanı kendisini ne derece kurtarır, üzerinde tartışılabilir.


Yunus Emre boşuna söylememiş: “Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil.” diye. Atalarımız da “Ağzından çıkanı kulağın duysun!” demişler. Duymuyorsa, “Hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme, ardınca gitme! Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri yaptıklarından sorumludurlar.” [ısra 17/36] âyetinde ihtar ve ikaz edilen sorumluluktan gaflete ma’ruziyet mi sözkonusu yoksa sorusu geliyor akla. Duymuyorsa, elindeki dolu silahla etrafa rastgele ateşler açan haylaz çocuk gibi, böyle bir kişi de silah-vâri diliyle sürekli birilerini yaralamaya, birilerini de öldürmeye devam edecektir. Kalbe indirgenmemiş sözler, özsüz demektir; dostluk mayalayamaz. Başta söyleyenini etkilemeyen beyanlar, cansız demektir; ölüleri diriltemez.


Nefsini tanıyan, diline hakim olabilir, evet. Nefsi tanımak için ise kalbi tanımaya lüzum vardır. Nitekim ımam Gazali Hazretleri: “Kalp o nesnedir ki, insanoğlu onu tanıdığı zaman nefsini tanımıştır. Nefsini tanıdığı zaman da muhakkak Rabbini tanımıştır. Kalp o şeydir ki, insanoğlu onu tanımadığı zaman kendi nefsini tanımamıştır. Nefsini tanımadığı zaman da Rabbini tanımamıştır.” [ımam Gazali, ıhya 6/6]. buyurmuşlardır.
Bir Savaşçıdır Kalbim...

MeRCaNDeDe

Stajyer

  • Konuyu başlatan "MeRCaNDeDe"

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

5

15.06.2004, 14:48

“Ahsen hasenin adüvvüdür.” denilmiş. Yani “En güzel, güzelin düşmanıdır.” Bunu “Ekmel, mükemmelin düşmanıdır.” şeklinde ifade etmek de mümkün. Farklı ifadelerde tezahür eden müşterek mana ise herkes için yeterince açık ve anlaşılabilir. Ne var ki çokları en aşkın idealin ardında normal reelden bile yoksun kalabiliyorlar. Mümkün olan en harikayı talep yolunda, olmazsa olmazlardan herhangi bir nesneyi bile bulamayabiliyorlar.
Evet “Hez külle şey’in ahsenehû. Herşeyin en güzelini al.” Almaya çalış. Hem “Allah Teala (da), yaptığı işi îkân ile yapanı sever.” Yani gönlü yatacak şekilde, hakkını vere vere, özene-bezene yapanı sever. Fakat bazen bu özentinin ve hassasiyetin şiddetinden dolayı neticeden mahrumiyete varan bir handikapı olur, bazen de ucb hastalığına dönüşen bir vartası. Dolayısı ile normalde nötr olarak ele aldığımızda katiyen çok güzel bir haslet olan “mükemmeliyetçilik” vasfı da bir takım ifrat veya tefritlere çekilebilir bir hususiyeti hâizdir. Her güzel şey gibi onun da kötüye sapma noktaları vardır.
Maalesef kendi şahsî hayatımda çok önemli gördüğüm nice işlerimi sırf “en ideal zaman, en müsait mekan ve en zengin imkanları” elde ettikten sonra bütün cühdümü ortaya koyarak en güzel şekilde yerine getirme düşüncem ve meylim sebebiyle hep bugüne kadar yapamamışımdır. Pirincin peşinde bulgurdan da olmuştum. En güzelin derdinde güzelden de mahrum kalmışımdır. Tıpkı şu dünyalar güzeli kızcağız gibi. Buyurun birlikte belki gerçek, belki hayal bir hikayecik okuyalım:
“Zamanın birinde bir kasabada yaşayan dünyalar güzeli bir kız varmış. Bu kız öyle güzelmis ki çok uzak şehirlerden ve ülkelerden çok zengin, çok yakışıklı, asıl pek çok delikanlı onu görmeye gelirmiş. Kendisiyle evlenmek isteyen nice prensi nice sövalyeyi reddeden güzel kız kimseleri beğenmezmiş. Bu arada aynı kasabada yaşayan ve bu kıza aşık olan genç bir delikanlı da bu kızı istemiş. Ama kız onu da reddetmiş.
Aradan uzun yıllar geçmiş. Bizim delikanlı kasabadan ayrılmış. Kendine başka bir hayat kurmuş ve evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış. Bir gün yolu bir zamanlar yaşadığı güzel, küçük kasabaya düşmüş. Orada tanıdık birine rastladığında aklına bir zamanlar orada yaşayan dünyalar güzeli kız gelmiş ve ona ne olduğunu sormuş. Yaşlı adam önünde gül bahçesi olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş. Bizimki bir zamanlar herkesi reddetmiş olan kızın kocasını pek merak etmiş.
Bir gün gizlenip kocasını evden çıkarken görmüş. Kızın kocası şişman, kel ve çirkin mi çirkin bir adammış. Üstelik zengin bile değilmiş. Çok merak eden adam kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış. Kız kapıyı açınca kendini tanıtmış ve neden böyle bir adamla evlenmiş olduğunu sormuş. Kız da ona arkasındaki gül bahçesinden en güzel gül'ü koparıp getirirse cevabı vereceğini bu arada tek şartının bahçede ilerlerken geriye dönmemesi olduğunu söylemiş.
Adam da bunun üzerine yüzlerce güzel gülün olduğu bahcede ilerlemeye baslamış. Birden cok güzel sarı bir gül görmüs. Tam ona doğru eğilirken biraz ilerde kocaman pempe bir gül gözüne çarpmış. Tam ona uzanırken daha ilerde muhteşem güzellikte kırmızı bir gül goncası görmüş. Derken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş ve mecburen oradaki bir gül'ü koparıp kıza götürmüş. Bahçenin en güzel gülünü getirmesini beklerken kız bir de ne görsün yaprakları solmuş cılız bir gül. Bunun üzerine adama dönen kız söyle demiş; "Bak gördün mü? Her zaman daha iyisini bulmak isterken ömür gecer ve sen en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın. Bu yüzden gençlik gitmeden elindekiyle yetinebilmeyi öğrenmek gerekir."
Zaman kısa, işler çok. ımkanlar sınırlı, idealler sonsuz. şimdiye kadar zayi ettiğimiz ömrümüzü, bundan sonra olsun en önemli işlere, ama yeterinceden başlamak üzere sarfetmeliyiz. Yeterinceye ulaştıktan sonra daha ötelerine, daha ziyadesine doğru kemal yolunda ilerlemeye çalışmalıyız. Çalışmalıyız, çünkü: Sonu gelmemiş onlarca, yüzlerce mükemmel plandan daha hayırlısı, elde edilmiş müşahhas ve mücessem normal, sıradan neticelerdir. Yeterle yetinilmeksizin niyeten yüce ve yüksek mefkûrelerin adamı olmak ise realitelere riayetkâr idealist bir insanın şiârıdır.

Musa Hûb
13.02.2004 Cumartesi
Palmers Green / London
Bir Savaşçıdır Kalbim...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir