Giriş yapmadınız.

1

21.08.2006, 10:23

Fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar!

Kardeşler 24.sözü okudum bitti. bu ne lezzetli bir sözdür! sözleri 1. okuyuşumda bukadar hisse alamamıştım..okudukça insana açılıyor!


Alıntı

Ey nefisperest nefsim, ey dünyaperest arkadaşım!

Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın râbıtasıdır. Hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. ınsan, kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir. ışte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir Kemâl sahibi olabilir.

ışte ey nefis ve ey arkadaş! ınsanın havfe ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında dercolunmuştur. Alâküllihal o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık'a müteveccih olacak.

Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir. Halka muhabbet dahi, belalı bir musibettir. Çünki: Sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabûl etmez. şu halde havf, elîm bir beladır.

Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allah'a ısmarladık demeyip gider. -Gençliğin ve malın gibi.- Ya muhabbetin için seni tahkir eder.

Görmüyor musun ki, mecâzî aşklarda yüzde doksandokuzu, maşukundan şikâyet eder. !! Çünki: Samed âyinesi olan bâtın-ı kalb ile sanem-misâl dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbûbların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder.

Zira fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (şehvânî sevmekler, bahsimizden hariçtir.)


Demek sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor. Senin rağmına müfarakat ediyor. Mâdem öyledir; bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun. Muhabbetin, zilletsiz bir saadet olsun.




“Yalnız Biri iste; başkaları istenmeye değmiyor. Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor. Biri talep et; başkaları lâyık değiller. Biri gör; başkaları her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar. Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faydasızdır. Biri söyle; Ona ait olmayan sözler malayani sayılabilir.(Mevlânâ Cami)
:cry: :cry:

2

21.08.2006, 11:23

Allah razı olsun.

zaten kalbler Allahı zikretmekle tatmin olur.

başka hiçbir şey kalbi doyurmaz.

sadece Allah doyurur.

onun için muhabbetimizi Allaha vermemiz lazım.
çünkü fıtratımız ona göre programlanmış.

programa uymak icab eder.

3

21.08.2006, 13:47

Evet inşaallah..

Rabbim nurları tam anlayan kullardan eylesin

açılsın nurlar açılsın inşaallah.........
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

4

22.08.2006, 14:22

Allah'ı bulan kalp, her şeyi bulur





Çok hassas ve kâinattaki olaylarla irtibatlı yaratılan kalbimiz, hem sever, hem de sevdiği şeye sımsıkı bağlanır. Dolayısıyla karşılık görmek ister. Bulamayınca yaralanır. Ayrılıktan üzülür ve en derin köşelerinde ayrılık darbesini yer. O hissin baskısından, acıtmasından kurtulmak için de gaflete dalar. Gaflete düşen kalp, ümidi keser ve sahibini elemlere boğar.

Siyah bir gözlüğü takan adam, yani iman nuruyla bakmayan, her şeyi siyah, çirkin gördüğü gibi; basiret gözü nifakla perdelenen kalp de küfürle peçelenirse, bütün eşya çirkin ve kötü görünür. Bu, bütün insanlara, belki kâinata karşı ayrıca bir kin ve düşmanlığa yol açar.1 Bu kadar ağır bir kin ve nefret yığınlarını kalp taşıyamaz, çöker!

Bundan dolayıdır ki, Yaratıcımıza yöneltmemiz ve diğer varlıklara O’nun adına beslememiz gereken sevginin yüzünü başkalarına çevirdiğimizde perişan oluruz. Çünkü;

* Dünya fânidir, kalben bağlanmaya değmez. Zaten her an başka başka hallere girerek yokluğa mahkûm olan yüzünü gösterir bize.

Allah dostlarından birisi, başına geçirdiği dev kavukla gezermiş. Bir sabah evinden çıkmış, dergâha giderken, köşeye saklanmış olan hırsız sarığını kaptığı gibi kaçmaya başlamış. Derviş:

“Dur, sarığı aç, içini gör, öyle götür!” diye bağırmış.

Hırsız, sarığı aça aça kaçmaya başlamış. Sarığın içinde kıymetli kumaş beklerken, bir de ne görsün; işe yaramaz bez ve pamuk parçaları. Sinirlenerek elindeki sarığı yere atmış ve dervişe “Seni hilekâr derviş, ben de içini kumaş dolu sanmıştım!” demiş. O da “Oğlum, işte dünya da tam tamına böyledir!” demiş.

• ınsan, sayısız güzellikler üstünde fanilik damgasını görür, kalbî ilgiyi, bağı keser. Eğer ilgiyi kesmezse, sevgililer sayısınca manevî yaralar açılır.2

• Kalbimiz sonsuza dek sevdikleriyle beraber kalmak ister. Oysa şu karmakarışık, altüst olan âlemde hiçbir şey kararında kalmadığından zavallı insan kalbi her vakit yaralanıyor. Ellerini yapıştığı şeyler parçalıyor, belki koparıyor. Daima ıztırap içinde kalır, yahut (acıları unutmak için) gaflet ile sarhoşluğa dalar.3

Öyle ise, kalp, bu olumsuzluklardan kurtulmak için her şeyi planlayan, programlayan, yaratan, idare eden ve sevk eden sonsuz kudret Sahibini bulmalı, Ona yönelmeli ve Onu sevmelidir. Allah’ı bulan kalp, gıdası dahil her şeyi bulur.4


Dipnotlar:


1- ışârâtü’l-ı’câz, s. 96.; 2- Lem’alar, s., 140, 21.; 3- Sözler, s. 321-322.; 4- Mektubat, s. 444.

5

09.09.2006, 17:15

ışte, ey bedbaht ehl-i dalâlet ve sefâhet!

şu dehşetli sukûta karşı ve ezici me’yusiyete mukabil, hangi tekemmülünüz, hangi fünûnunuz, hangi kemâliniz, hangi medeniyetiniz, hangi terakkiyâtınız karşı gelebilir?

Ruh-u beşerin eşedd-i ihtiyaç ile muhtaç olduğu hakikîteselliyi nerede bulabilirsiniz?

Hem, güvendiğiniz ve bel bağladığınız ve âsâr-ı ılâhiyeyi ve ihsanât-ı Rabbâniyeyi onlara isnad ettiğiniz hangi tabiatınız, hangi esbâbınız, hangi şerikiniz, hangi keşfiyâtınız, hangi milletiniz, hangi bâtıl ma’budunuz sizi, sizce idâm-ı ebedî olan mevtin zulümâtından kurtarıp kabir hududundan, berzah hududundan, mahşer hududundan, Sırat Köprüsünden hâkimâne geçirebilir, saadet-i ebediyeye mazhar edebilir? Halbuki, kabir kapısını kapamadığınız için, siz katî olarak bu yolun yolcususunuz. Böyle bir yolcu, öyle birisine dayanır ki, bütün bu daire-i azîme ve bu geniş hududlar onun taht-ı emrinde ve tasarrufundadır.

Hem dahi, ey bedbaht ehl-i dalâlet ve gaflet!

Gayr-i meşrû bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azab çekmektir” kaidesi sırrınca, siz, fıtratınızdaki Cenâb-ı Hakkın zât ve sıfat ve esmâsına sarf edilecek muhabbet ve mârifet istidadını ve şükür ve ibâdât cihazâtını nefsinize ve dünyaya gayr-i meşrû bir sûrette sarf ettiğinizden, bilistihkak cezasını çekiyorsunuz.

Çünkü, Cenâb-ı Hakka âit muhabbeti nefsinize verdiniz; mahbubunuz olan nefsinizin hadsiz belâsını çekiyorsunuz.

Çünkü, hakikî bir rahatı, o mahbubunuza vermiyorsunuz. Hem onu, hakikî mahbub olan Kadîr-i Mutlaka tevekkül ile teslim etmiyorsunuz, dâimâ elem çekiyorsunuz.

Hem, Cenâb-ı Hakkın esmâ ve sıfatına âit muhabbeti dünyaya verdiniz ve âsâr-ı san’atını âlemin esbâbına taksim ettiniz; belâsını çekiyorsunuz.

Çünkü, o hadsiz mahbublarınızın bir kısmı size Allahaısmarladık demeyip, size arkasını çevirip, bırakıp gidiyor. Bir kısmı sizi hiç tanımıyor, tanısa da sizi sevmiyor, sevse de size bir fayda vermiyor; dâimâ hadsiz firâklardan ve ümitsiz dönmemek üzere zevâllerden azab çekiyorsunuz.

ışte, ehl-i dalâletin saadet-i hayatiye ve tekemmülât-ı insaniye ve mehâsin-i medeniyet ve lezzet-i hürriyet dedikleri şeylerin içyüzleri ve mahiyetleri budur. Sefâhet ve sarhoşluk bir perdedir, muvakkaten hissettirmez. “Tuh onların aklına!” de.

Sözler, 3. Mevkıf, 2. Nokta’nın 2. Mebhası, s. 579

6

09.09.2006, 17:34

insan fıtraten mükerrem olduğundan, hakkı arıyor. bazen batıl eline gelir; hak zannederek koynunda saklar. hakikati kazarken, ihtiyarsız, dalalet başına düşer; hakikat zannederek kafasına giydiriyor.

mektubat

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir