Risalet ciheti nerelerde geçiyor?
Miraç risalesinden;
ıkinci Temsil:
Nasılki bir zât-ı zîfünun, mu'ciznüma bir kitabı te'lif edip yazsa.. öyle bir kitap ki, her sahifesinde yüz kitap kadar hakaik, her satırında yüz sahife kadar lâtif mânalar, herbir kelimesinde yüz satır kadar hakikatlar, her harfinde yüz kelime kadar mânalar bulunsa; bütün o kitabın maânî ve hakaikları, o kâtib-i mu'ciznümânın kemalât-ı mâneviyyesine baksa, işaret etse, elbette öyle bitmez bir hazineyi kapalı bırakıp abes etmez... Her halde o kitabı, bâzılara ders verecek. Tâ o kıymetdar kitap, mânasız kalıp, beyhude olmasın. Onun gizli Kemalâtı zâhir olup, kemâlini bulsun ve cemâl-i mânevîsi görünsün. O da sevinsin ve sevdirsin.
Hem o acîb kitabı bütün meânisiyle, hakaikıyla ders verecek birisini, en birinci sahifeden, tâ nihayete kadar üstünde ders vere vere geçirecektir.
Aynen öyle de: Nakkaş-ı Ezelî, şu kâinatı, kemalâtını ve cemâlini ve hakaik-i esmâsını göstermek için, öyle bir tarzda yazmıştır ki; bütün mevcudat, hadsiz cihetlerle nihayetsiz kemalâtını ve esmâ ve sıfâtını bildirir; ifade eder.
Elbette bir kitabın mânası bilinmezse hiçe sukut eder. Bâhusus böyle herbir harfi, binler mânayı tazammun eden bir kitap, sukut edemez ve ettirilmez... Öyle ise: O kitabı yazan, elbette onu bildirecektir, her tâifenin istidadına göre bir kısmını anlattıracaktır. Hem umumunu, en âmm nazarlı, en küllî şuurlu, en mümtaz istidadlı bir ferde ders verecektir. Öyle bir kitabın umumunu ve küllî hakaikını ders vermek için, gayet yüksek bir seyr ü sülûk ettirmek hikmeten lâzımdır. Yâni, birinci sahifesi olan tabakat-ı kesretin en nihayetinden tut, tâ münteha sahifesi olan daire-i Ehadiyyete kadar bir seyeran ettirmek lâzım geliyor... ışte şu temsil ile Mi'racın ulvî hikmetlerine bir derece bakabilirsin.
Bu parça sadece bir kısmı tamamını aşağıdaki linkten takip edebilirsiniz
http://www.risaleinurenstitusu.org/index…Sozler&Page=526
yine mirac risalesinden:
.......
Öyle ise: şu kâinatın (mevcûdâtı Onun emrine bakar ve imtisal eder) perde-i gayb arkasında bir Hâkim-i Mutlakı vardır. Hem madem o Hâkim, bütün yaptığı icraat-ı hakîmane şehadetiyle, hem gösterdiği âsâr-ı haşmetle bir Sultan-ı Zülcelâldir. Hem gösterdiği ihsanat ile, gayet Rahîm bir Rabdir. Hem izhar ettiği güzel san'atlarıyle san'atperver ve san'atını çok sever bir Sâni'dir. Hem gösterdiği tezyinat ve merak-aver san'atlarıyle zîşuurların nazar-ı istihsanını âsârına celbetmek isteyen bir Hâlık-ı Hakîmdir. Hem hilkat-i âlemde gösterdiği muhayyir-ül ukul tezyinatın ne demek olduğunu ve mahlûkat nereden gelip, nereye gideceğini, Rubûbiyyetinin hikmetiyle zîşuura bildirmek istediği anlaşılıyor. Elbette bu Hâkim-i Hakîm ve Sâni-i Alîm, Rubûbiyyetini göstermek ister. Hem madem bu kadar gösterdiği âsâr-ı lûtuf ve merhamet ve garâib-i san'at ile zîşuura kendini tanıttırmak ve sevdirmek ister.
Elbette, zîşuurlardan arzularını ve onlardaki marziyyatı ne olduğunu bir mübelliğ vasıtasıyla bildirecektir. Öyle ise; zîşuurlardan birisini tâyin edip, onun ile o Rubûbiyyetini ilân edecektir. Ve sevdiği san'atlarını teşhir için, bir dellâlı kurb-u huzuruna müşerref edip teşhire vasıta edecektir. Ve o ulvî makasıdını sâir zîşuurlara bildirmekle Kemalâtını izhar etmek için, birisini muallim tâyin edecekdir. Ve şu kâinatta dercettiği tılsımı ve şu mevcudatta gizlediği muamma-i Rubûbiyyeti mânasız kalmamak için, herhalde bir rehber tâyin edecekdir. Ve gösterdiği ve enzarın temâşâsına neşrettiği mehasin-i san'at; faidesiz ve abes kalmamak için, onlardaki makasıdı ders verecek bir rehber tâyin edecektir. Hem marziyyatını zîşuurlara tebliğ etmek için, birisini bütün zîşuurların fevkinde bir makama çıkaracak ve marziyyatını ona bildirecek, onlara gönderecektir. Madem hakikat ve hikmet böyle iktiza ediyor ve şu vezaife en elyak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Çünki; bilfiil en mükemmel bir sûrette o vazifeleri yapmıştır. Teşkil ettiği âlem-i ıslâm ve gösterdiği nur-u ıslâmiyet, bir şahid-i âdil ve sâdıktır. Öyle ise O Zât, doğrudan doğruya bütün kâinatın fevkine çıkıp, bütün mevcudattan geçip, bir makama girmek lâzımdır ki;:Bütün mahlûkatın Hâlıkı ile umumî, ulvî, küllî bir sohbet etsin. ışte Mi'rac dahi, bu hakikatı ifade ediyor.
11.sözden
11.sözün en başındaki temsil okunduktan sonra şu gelen parça meseleyi izah ediyor.
"Ey benimle bu hikâyeyi dinleyen arkadaş! Elbette anladın ki: O Hâkim-i Zîşan; bu kasrı, şu mezkûr maksadlar için bina etmiştir. şu maksadların husûlü ise, iki şey'e mütevakkıftır:
Birisi:
şu gördüğümüz ve nutkunu işittiğimiz üstadın (ASM) vücududur. Çünki: O bulunmazsa, bütün maksadlar beyhûde olur. Çünki: Anlaşılmaz bir kitab, muallimsiz olsa; mânâsız bir kâğıttan ibaret kalır.
ıkincisi: Ahali, o Üstadın (ASM) sözünü kabûl edip dinlemesidir. Demek, vücûd-u Üstad vücud-u kasrın dâîsidir ve ahalinin istimâı, kasrın bekasına sebebdir. Öyle ise denilebilir ki: şu Üstad (ASM) olmasaydı, o Melik-i Zîşan şu kasrı bina etmezdi. Hem yine denilebilir ki: O Üstadın (ASM) tâlimatını ahali dinlemedikleri vakit, elbette o kasr tebdil ve tahvil edilecek."
külliyatta daha başka yerlerde var