Giriş yapmadınız.

1

14.06.2007, 00:42

Cennet hakkında soru ve cevaplar

Ayşe Öztürk: “Deniliyor ki Peygamber Efendimiz (asm) Mi'raca çıktığında Cennet ve Cehennemi görmüştür. Peki, hadislerde bahsedilen Cennet ve Cehennem kıyamet koptuğunda kurulacak deniliyor. Beni aydınlatırsanız çok sevinirim.”

Cennet ve Cehennem kurulmuştur ve şu anda mevcuttur. Âyet ve hadislerden anlaşılan kıyamet sonrası kurulacağı değil, şu an kurulmuş olduğudur. Bildiğiniz gibi Hazret-i Âdem de (as) yaratıldıktan sonra Cennette ikamete tabi tutulmuştu.

Fakat Cennet ve Cehennem sekenelerini, yani sakinlerini şu an almış değildir. Cennet ve Cehennem mahşerdeki büyük yargılamadan sonra dolacaktır. şu an ölmüş insanlar berzah âlemindedirler. Hadislerde anlatılan budur.


Diyarbakır’dan okuyucumuz: “şu an Cennet mevcut mudur? Mevcutsa, Cennette insan var mıdır? şehitler Cennette midir? Yasin Sûresinde Habib-i Neccâr’ın şehit edilişi anında ‘Cennet’e gir!’ hitabına mazhar oluşu anlatılır. Öyleyse şu an Cennette insanın olduğu söylenebilir mi?”



Cennet şu an mevcuttur. Cenâb-ı Hakk’ın, “Rabbinizin mağfiretine ve genişliği göklerle yer kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan Cennet’e koşun!”1 ve “Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten sakının”2 hitab-ı ılâhîleri ile Cennetin de, Cehennemin de şu an var olduğunu ve insanlar için hazırlanmış bulunduğunu anlıyoruz. ımam-ı Gazali (ra), âyette geçen “üıddet” (=hazırlandı) kelimesinin mazi siygasından gelişini, Cennet ve Cehennemin hâlen yaratılmış ve mevcut bulunduklarına delil olarak zikreder.3 Kur’ân, Hazret-i Âdem (as) yaratıldıktan sonra, Hazret-i Havva ile birlikte Cennete yerleştirildiklerini ve orada kendilerine bir ağacın dışında diledikleri gibi yiyip içebileceklerinin emredildiğini beyan eder.4

Cehennemin sonradan halk edileceğini söyleyen Mutezile imamlarının yanlış ve galat içinde olduklarını beyan eden Bediüzzaman Hazretleri (ra); Cennet ve Cehennemin şu an mevcut olduğunu ve hatta dünyamızla yakın ilgili bulunduğunu; Cenâb-ı Hakk’ın göklerin âhirete bakan yıldızlarına kemal-i hikmetiyle Cennetten nur, Cehennemden de nâr ve hararet verdiğini kaydeder.5 Yıldızların iki âlemi de gördüklerini ifade ederek6, “Ecel ve kabir nasıl insanı beklediği gibi” der, “Cennet ve Cehennem de insanı bekliyor ve gözlüyor.”7

Ancak Bediüzzaman (ra), Cehennemin hâl-i hazırda tamamıyla sakinlerine münasip bir tarzda genişçe açılıp yayılmadığını8; çünkü kâinatın da, birbiriyle karışık yoğrulmuş olan zıtlardan ayrıştırmak için derin bir ameliyata uğrayacağını; kötülük, şer ve zararlı maddelerin bir tarafa çekilmesiyle Cehennem'in; iyilik, hayır ve faydalı maddelerin de diğer tarafa çekilmesiyle Cennetin tamamlanacağını ifade eder.9 Dolayısıyla kıyamet ve diriliş günü ile beraber başlayan haşir ve mahkeme-i kübrâdan sonra, Cennet ve Cehennem cinlerle ve insanlarla doldurulacaktır.

Ölmüş insanlar şimdilik kabir hayatındadırlar; yani âlem-i berzahtadırlar. Kabir hayatında, amelleriyle orantılı bir şekilde Cennet hayatına mahsus bir lezzet veya Cehennem hayatına mahsus bir azap tadarlar ve mahkeme-i kübrâyı beklerler.

şehitler ölü değildirler; diri ve hayattadırlar. Cenâb-ı Hak, “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Onlar diridirler, fakat siz hissetmezsiniz” buyurur.10 şehitler kabir ehlinin üstünde bir hayat tabakasındadırlar. Burası da âlem-i berzah olmakla beraber; kedersiz ve zahmetsiz bir hayattır. şehitler ölüm acısını tatmamışlardır ve diridirler.11

Yasin Sûresinde şehit edilmiş olan Habib-i Neccâr’a12, Fecir Sûresinde imanla olgunlaşmış nefse “Cennetime gir!” hitabı13; Hicr Suresinde Allah’a karşı gelmekten sakınanlara14, Kaf Sûresinde Allah’a yönelen ve görmediği Rahman’dan korkanlara15 “Cennete selâmetle girin!” hitabı gaybî birer emirdir. Cenâb-ı Hakk’ın hitabı ezelîdir. Âlem-i gaybta zaman kavramı, geçmiş ve gelecek mefhumu, dün, bugün ve yarın zaman-değer dilimleri yaşadığımız âlemdeki değerlerden çok farklıdır. şehitler âlem-i berzahta da Cennetin nimetlerinden istifade ederler. Bu ezelî hitaplar mü’minlerin, şehitlerin, müttakîlerin, sâlihlerin Cennet’e mahşerden sonra girecekleri hakîkatı ile çelişmez. Bu müjdenin, şehitlere bu dünyayı terk etmeleri ile beraber hemen verilmiş olması, onların dünya hayatlarını ve canlarını Allah rızası için hak yolda feda ettiklerinden dolayı Cenab-ı Hakk’ın merhamet ve şefkatine mazhar oldukları içindir.


ızmir/Bornova’dan Salih SÜTÇÜOğLU: “Cennetler ve Cennetin sekiz kapısı ve bunların özellikleri hakkında bilgi verir misiniz? Kimler hangi kapıdan girecekler? Bir insan birden fazla kapıdan girebilir mi?”



Cennetler, Kur’ân’ın, Allah’a inanan ve kötülük yapmaktan sakınanlara vaad ettiği ebedî mülkler, memleketler ve yurtlardır. Bu konuda söz Kur’ân’ın ve Kur’ân Peygamberinindir (asm). “Allah’a karşı gelmekten sakınanlara vaad edilen Cennetin altlarından ırmaklar akar, yiyecekleri ve gölgelikleri daimîdir”1 buyuran Kur’ân bize Adn, Firdevs, Me’vâ ve Naim Cennetlerinden haber verir.

Adn Cenneti, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için hazırlanmış, ebedî, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde muhteşem köşkler bulunan, Allah’ın rızasının her an beraber bulunduğu2; Rablerinin rızasını dileyerek sabredenlerin, namaz kılanların, zekât ve sadaka verenlerin, iyilik yaparak kötülüğü ortadan kaldıranların babalarıyla, eşleriyle ve çocuklarıyla girecekleri, meleklerin her kapıdan girerek selâm verecekleri3; diledikleri her şeyin içinde bulunduğu4; altın bilezikler takınacakları, ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler giyerek tahtlar üzerinde oturacakları5; yanlarında gözlerini eşlerine dikmiş yaşıt güzellerin bulunduğu6 ebedî mekânlardır.

Firdevs Cenneti, iman edip sâlih amel işleyenlerin içlerinde konaklarıyla birlikte ebedî kalacakları7; huşu içinde namaz kılanların, boş şeylerden yüz çevirenlerin, zekâtlarını verenlerin, iffetlerini koruyanların, emanetlere riayet edenlerin, sözlerini yerine getirenlerin içlerinde temelli kalacakları ve vâris olacakları8 ebedî mülklerdir.

Me’vâ Cenneti, iman eden ve sâlih amel işleyenlerin varacakları, Allah’tan korkanların, Allah’ın verdiği rızklardan sarf edenlerin9 girecekleri; Hazret-i Muhammed’in (asm) gözünün gördüğünü gönlünün yalanlamadığı, Cebrail (as) ile birlikte Sidre-i Münteha’da Allah’ın varlığının büyük delilleriyle (Âyetü’l-Kübra) beraber gördüğü10 baki memlekettir.

Naim Cenneti, Allah’a içten bağlı olan kulların girecekleri ve karşılıklı tahtlar üzerinde kurulacakları, kendilerine sayısız rızk ve meyvelerin ikram edileceği, baş ağrısı vermeyen, sarhoş etmeyen, içenlere zevk veren bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kadehlerin sunulacağı, yanlarında iri gözlü, bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş zevcelerinin bulunacağı11; hayırda ve iyilikte önde olanların12; ve Allah’a en çok yakın olanların girecekleri ve süslenmiş tahtlara karşılıklı olarak yaslanacakları, ölümsüz gençlerin yanlarında baş ağrısı ve baş dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kâseler, ibrikler, kadehler, seçecekleri meyveler ve arzu duyacakları kuş etleriyle dolaşacakları, yanlarında inciler gibi ceylan gözlülerin bulunduğu, boş ve günaha götüren bir söz duymayacakları, sadece selâma karşılık “selâm” sözü duyacakları, dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölgeler altında, çağlayarak akan sular kenarlarında, bitip tükenmek bilmeyen ve yasak da edilmeyen meyveler arasında, yüksek döşekler üzerinde ebedî ziyafetlere konacakları13 baki diyarlardır.

Bunlar, Kur’ân’ın Cennet ayetlerinden sadece bir kaçı. Peygamber Efendimiz (asm) sekiz cennetten haber veriyor ve meselâ abdesti tam ve kâmil alarak, abdestin sonunda “şehâdet Kelimesi” getirenlerin sekiz Cennetin kapısından dilediklerinden girebileceklerini müjdeliyor.14 Bir diğer hadislerinde Allah Resulü (asm) cennetin kapılarını şöyle adlandırıyor: Namaz Kapısı: Namaza bağlı olanların girecekleri kapı. Cihat Kapısı: Mücahitlerin girecekleri kapı. Zekât Kapısı: Zekât ve sadaka verenlerin girecekleri kapı. Reyyan Kapısı: Oruç tutanların girecekleri kapı.

Hazret-i Ebû Bekir (ra), “Ya Resulallah! Bir mü’min bu kapıların sadece birinden mi girmek zorundadır? Her kapıdan çağırılması mümkün müdür?” diye sordu. Peygamber Efendimiz (asm): “Evet, hepsinden davet olunabilir. Senin, bunlardan olmanı dilerim.” Buyurdu.15

Cennetin sekiz tabakasının sekizinin de damının Arş-ı Azam olduğunu beyan eden Bedîüzzaman Hazretleri, ehl-i Cennetin, bulundukları Cennetler ayrı ayrı da olsa, beraber bulunmalarına mâni olmadığını, çünkü Cennetin sekiz tabakasının da derece bakımından birbirinden yüksek bulunduğunu kaydediyor.16

Malatya’dan Erkan Akgül: “Marifetullah’ta terakkî Cennette de devam edecek mi?”



Mârifetullah, Allah’ı bilmek, Allah’ı tanımak, Allah’ı bilme yolu demektir. Dünyaya geliş gayemiz Allah’ı bilmek, Allah’ın sevdiği güzel ahlâk ile ahlâklanmak ve Allah’ı bilmekte terakkî etmek, yani yükselmektir. Nitekim Cenâb-ı Hak: “Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım” buyuruyor.

Terakkî imanla, ibadetle ve imtihanla elde edilir. ıman, ibadet ve imtihan yeri ise dünyadır.

Bir öğrencinin iyi not alıp yükselmesi de, kırık not alıp düşmesi de öğretmenlerinin derslerine girip durduğu, eğitimin verildiği, öğrencinin imtihanlara tabi tutulduğu öğretim dönemi içinde olur. Öğretim dönemi kapandıktan sonra, karneler dağıtıldıktan sonra, öğretmenleri tatile çıktıktan sonra bir öğrenci yüksek not almak istese, karnesini, diplomasını veya derecesini yükseltmek istese, artık buna imkân bulamaz. Öğretmenin olmadığı, eğitimin yapılmadığı, imtihanların açılmadığı tatil döneminde artık derecesini yükseltemez. Hangi derecede karne veya diploma almışsa, artık o onun başarı derecesidir.

Marifette terakkî yurdu cennet değil, dünyadır. Çünkü peygamberlerin gönderildiği, vahyin gelip durduğu iman ve imtihan yeri cennet değil, dünyadır. “Cennetten daha güzel, hurilerinden daha lâtif, selsebilinden daha tatlı olan”1 Kur’ân’ın indirildiği yer, cennet değil, dünyadır. Allah’ın insanları defalarca tövbeye çağırdığı, gece gündüz tövbe edeni bağışlayacağını bildirdiği yer, cennet değil, dünyadır.

Cennette zaten—tabir caizse—beş duyumuzla Allah’ın varlığını bilme imkânımız olacaktır. Hatta orada—dünyada kazandığımız dereceye göre—duygularımız ve kabiliyetlerimiz daha fazla inkişaf ve terakkî etmiş şekilde bulunacaktır. Bu bize sonsuz huzur verir, saadet verir, sevinç verir, marifet verir. Bu tamam.

Fakat marifette terakkî apayrı bir olgudur. Dünyada yaşayıp geçtikten sonra, bunu Cennetten beklemeye hakkımız olabilir mi? Çünkü terakki için imtihan şarttır. Cennet ise imtihan yurdu değildir. Terakkide çaba vardır, gayret vardır, niyet vardır, bedel vardır. Bunlar için biçilmiş kaftan ise dünyadır. Çünkü esasen, bu açıdan, dünya mü’minin terakkisi için yaratılmıştır. Dünyada bu fırsatı kaçırıp da makbul bir şeyler yapamayanların, yarın ahirette, derece elde etmek için dünyaya dönmek isteyeceklerini Kur’ân bildiriyor.2

Cennette kişi dünyadan getirdiği derecesi ile bulunacaktır. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin “Cennette kişi sevdiği ile beraber olacaktır” hadisinde verdiği bahçe misalinden de bunu anlamamız mümkündür. Bahçeye giren bir kör, bir sağır ile bir güzel zevk sahibi insan aynı sofrada beraber yemek yiyebiliyorlar. Birlikte sohbet edebiliyorlar. Fakat bahçeden her birisi kendi konumuna göre, kendi zevk derecesine göre zevk alıyor. Ve bu konum değişmiyor. Çünkü herkes konumunu, derecesini, makamını, mertebesini dünyadan getiriyor.3

şöyle de düşünelim: Eğer Cennette terakkî olsaydı tembel insan dünyada terakkî için çaba göstermezdi. Çünkü dünyada terakkî bedel istiyor, alın teri istiyor, emek istiyor. Bu da insanı yoruyor, yıpratıyor, hırpalıyor. Tembel insan dünyada yorulmaktansa, ‘Cennete bir kapağı atayım da, nasıl olsa orada terakkî var’ der ve iyi insan olmaya bile çalışmazdı. Oysa dünyaya gelmekten murad, terakkîyi dünyada elde etmektir. Bunu Peygamber Efendimiz (asm) şu hadislerinde de mânen bildiriyorlar: “Allah Teâlâ altmış yıla ulaşasıya kadar ecelini geciktirdiği kimseye (neden terakkî etmediği hususunda makbul görülecek) bir özür bırakmamıştır.”4

Bir diğer husus: Cennette sevindireceğin bir fakir yok, iyilik yapacağın bir muhtaç yok, karnını doyuracağın bir aç yok, su vereceğin bir susuz yok, elinden tutacağın bir yaşlı yok… Ne ile terakkî edeceksin? Bunların hepsi dünyada vardı ve dünyada kaldı. Eğer dünyada bu fırsatları değerlendirmiş isen ne âlâ! Cennette—tabir caiz ise—senin de, insanların da bir eli yağda, bir eli balda olacak. Kimsenin sana ihtiyacı olmayacak! Öte yandan, bir elin yağda, bir elin balda olduğun makama zaten terakkî ile gelmişsin. Ve gelebileceğin noktaya, istidadının kaldırdığı noktaya gelmişsin.

Ölümle tedennî bittiği gibi, terakkî de bitiyor. Mahşerle de bu, tescillenmiş oluyor. Peygamber Efendimizin (asm) ifadesiyle, “Kul ne hal üzere ölürse, Allah onu artık o hal üzere diriltiyor”5 Sadaka-i cariye gibi mü’mine sevap akıtan musluklar hariç sevap defteri ölümle kapanıyor. Sadaka-i cariye muslukları ise zaten Cennet ile değil, dünya ile bağlantılı musluklardır. Fakir fukara dünyada vardır; Cennette yoktur. Cennet değil, dünya sevap kazanma imkânları ile lebalep doludur. Her bir sevap, bir terakkî basamağı hükmündedir.

En iyisi biz; Allah’tan Cenneti isteyelim, Cennete girebilecek amel yapmaya da gayret edelim. Allah’ın rızasını kazanmaya çaba gösterelim. Allah’ın zulmetmeyeceğinden de emin olalım. Gerisini Allah’ın takdirine, keremine ve lütfuna bırakalım. Eğer biz Cennette yükselmek istersek, Allah’ın bizi—yine dünya amelimizle orantılı olarak—yükselteceğini umalım. Bunda da bir sakınca yok. Fakat yeter ki, dünyada yaşadığımız sürece, Cennette yüksek dereceler elde etmek istediğimizi aklımızın köşesinden çıkarmayalım. Ve hep bunu gözeterek ve umarak yaşayalım!

Diğer soru ve cevaplar ayrıca yazılarda geçen kaynaklar için: http://www.saidnursi.de/fikih/index.php?…t&katagori_id=6

2

14.06.2007, 08:33

Paylaşımınız için Allah razı olsun.Sorularıma cevap buldum .
Dost Pervasız Felek Acımasız Zamanın da Dur Durağı Yok ..Derd Çok Derd Ortağı Yok Düşman Kuvvetli Talih Düşkün ...

3

14.06.2007, 18:21

Emeğinize sağlık ...ALLAH razı olsun...
şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir.Barla -247

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir