Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

04.07.2006, 12:00

Bir sevda da kestanenin sobaya yandığıdır

Deneme




Bir sevda da

kestanenin sobaya yandığıdır


CıHAT ZAFER



“Dünya değişiyor dostlarım,” diyordu şair...

Halimizi görse, “Hayır, değişmiyormuş,” derdi mutlaka, “Hayır, daha kötüye gidiyormuş...”

Niye böyle?

Daha yenisi, diyoruz...

Daha rahatı, diyoruz...

Daha hızlı, daha kolay, daha çok...

Daha, daha, daha...

Ne yeni yetiyor bu yeni yetme çağın maymun iştahına, ne rahat, ne hız, ne çokluklar, ne de olmamış, olgunlaşmamış kolaylıklar...

Daha yenisi dediğimiz, çabucak geçecek bir moda...

Daha rahatı, balı arıda kalmış balmumu petek...

Daha hızlı ama nereye? Sahi nereye? Varacağın yine aynı can sıkıntısı...

Daha kolayı da var...Daha çok için azalmak, erimek, tükenmek...

Yorgunluğumuzdan söz ediyorum...

Dinlenemediğimizden...

Kaç göç içinde bir telaş...

Hangimiz, bunca koşuşturmacadan sonra, şöyle köşemize kurulup, bir gün daha insanca yaşamış olmanın sevincini ve huzurunu duyabiliyoruz?

Çayınızı getirelim mesela, çayınız “of course” poşettedir, demini çekeceğine, dem hasreti çekmekte...

Yanına biraz da eğlencelik lazım, televizyonunuz güldüremiyor, ayrıca ne kadar da gülünç içindekiler...

Neyse, siz söyleyin eğlenceliğinizin paketi ne renk olsun?

Dışının içinden pek farkı yok çünkü, ikisi de sentetik...

Sanayi tipi, acaba kaç kere kaynamış bir yağda kızarmış, çıtırdak, içi boş, tamamen naylon...

O kadar çok, o kadar çeşitli, o kadar yabancı...

...

Kestaneleri hatırlıyor musunuz?

Köşe başında, nasılsa uluslararası gıda teröristlerine, afedersiniz, tröstlerine, harfler işte, karışıyor, sonra düzeltiyorsunuz...

ışte onlara rağmen karşımıza hala çıkan, bizi, o çocukluğumuzun erken uyunan, mutlaka bir duayla yorganlara, atlaslara, kuş tüyü yastıklara karışan gecelerine götüren kestaneleri...

...

Ne diyorum, biliyor musunuz?

ıçinde kurt yaşa(ya)mayan şeylerden yememeli insan...

Kurt bile yaşa(ya)mıyorsa bir şeyin içinde, onda hayat yok demektir...

Bir küçük kurdu besle(ye)meyenden ne hayır gelir?

...

Farkında mısınız bilmem, bu kış daha bir kere bile kestane kebabı yapmadınız...

Önceki kışı da böyle eğlencesiz geçirmiştiniz...

Zaten nicedir bozacı da geçmiyor sokağınızdan...

Sinemaya götürdünüz çocuklarınızı, doğru, bu defa da “pop corn”lar kesti yolunuzu...

Ne yani, siz şimdi, torunlarınıza, sobanın üzerinde nasıl kestane pişirdiğinizin

anlatılamayacağı, bunu hiç yaşamamış, hiç yaşatmamış biri mi olmak istiyorsunuz?

ınanmıyorum size.

O koyu kahve yuvarlakların, boyundan büyük işler başardığını, ruhumuzda büyümeye meyyal mutlulukları ısıttığını bir gün anlayacağız...

Kaloriferde kestane pişirilemediğini ben de biliyorum...

Kestanenin ahde vefalı olduğunu da...

Kendini, sobadan, ateşten, közden başkasına kolay kolay vermeyeceğini de...

Çocuklarınıza, çeşnicibaşı kurtları, kestaneyi sevdirin...

Annenizin ateşle oynamanıza nasıl da kızdığını, küçük kız kardeşinizin,“Her akşam kestane yiyelim mi” diye sorduğu afacan soruyu, o geceleri, kışın kış gibi, isle, pusla ve fakat ne kadar net geldiği o günleri anlatma fırsatı da bulmuş olursunuz...

Nerede mi pişireceksiniz?

Garip gelmesin, ben elektrikli ızgarada yaptım, ocakta da pişirilebilir, nihayet sıcak bir zemin arıyor, öyle mangal diye tutturmayacak kadar özlemiş bizi, fena da sayılmaz hani, en azından kalorifer, evin tek ısı kaynağı olmadığını görüyor...

Henüz evlerinde sobayla ısınanlar...

Aman içli sobalarınızın kıymetini bilin.

Evinizde her akşam bir aşk öyküsü yaşanabilir...

Bir sevda da kestanenin sobaya yandığıdır çünkü...

...

Kestaneleri dostlarım...

Kıymetini bilmediğimiz şeylerin adına da yanan kestaneleri, başka türlü görelim, bir başka türkü sevelim...

Uygarlık, sıcak anıları olmaktır...

Hatıraları sürdürebilmektir.

Marketlerde satılan bir şey değildir, mangal gibi bir yürek ister, ateş ve köz ister, kestane gibidir uygarlık, insanın elleriyle pişirilmek ister...

Torunlara anlatılabilmeyi, yüzyıllarca, bize, hayatımıza eşlik eden ağaçlardan, rengi, şekli, kokusu, mevsimi değişmeden odalarımıza gelebilenler hak eder, naylon paketler değil.


“Kestane kebap,

Yemesi sevap...”


Meğer bu da hakiki bir şiirmiş, şimdi anladım.



(Bu yazı, Samanyolu Televizyonunda, Telve adlı sohbet programında klip olarak yayınlanan metinlerden biridir...Yazarımızın, yayına hazırlanan Mektup Meşgul Çalmaz adlı kitabından alınmıştır...)

cihatzafer@zaferdergisi.com

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

2

04.07.2006, 12:09

hoş bir yazı...Sağolasın(biraz uzun ama akıcıydı) :oops:

3

04.07.2006, 12:27

Alıntı sahibi ""insirah""

hoş bir yazı...Sağolasın(biraz uzun ama akıcıydı) :oops:



evet biraz :!: uzun :D ama gerçekten hoş bir yazı..bana küçüklük yıllarımı hatırlattı kestaneleri sobada pişirdiğimiz yılları..zamanında tattığım için bu duyguları çok şanslı hissediyorum kendimi neyse...:wink:

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

4

04.07.2006, 15:50

Ben hiç pişirmedim:(

6yaşından beri kaliferli evimiz ve hala aynı evdeyiz:S :)
ocakta bir abla pişirmişti ozamanben kucuktum hiç beğenmemiştim :D

5

04.07.2006, 15:56

8 yaşına kadar o duyguyu çok iyi yaşadım :lol: :lol: ...

taki kaliferli ewe taşınana kadar insan hiç sobalı ewde yaşamak istermi..ben sırf bu yüzden ağlamıştım :cry: :D
:wink:

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir