Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

13.10.2005, 12:41

"Futbol sadece futbol değildir !.."

" FUTBOL SADECE FUTBOL DEğıLDıR !..."

BUNDAN YILLAR ÖNCE şanlıurfa’da akraba ziyaretindeydim. Nazik rahatsızlığım nedeniyle çayımı açık istiyor, mırrayı üç kereden fazla içemiyor ve nihayet çok sevdiğim çiğ köfteyi sadece birazcık yiyebiliyordum. Durumun farkına varan, ama rahatsızlığımı bilmeyen kuzenim kendi şivesiyle patlamıştı:

“Koyu çay içmisen, mırra içmisen, çiköfte yemisen! Lo, sen ne biçim erkeksen?”

şimdilerde, şâfî-i Rahim’e şükürler olsun, hemen herşeyi yiyip içebiliyorum. Gelgelelim, fazla futbol seyretmek veya futbol sohbeti dinlemek hâlâ ruh sağlığıma dokunuyor. Bir futbol takımına hâlâ tarafgirlik edemiyorum. Ve hangi takımı tuttuğumu soran erkek öğrencilerime “hiçbirini” dediğimde, dudaklarından hayal kırıklığıyla dökülen “Nasıl yani?” sorusunun, aslında kuzenimin “Ne biçim erkeksin?” tepkisinin saygılı bir versiyonu olduğunu biliyorum.

“Takım tutmuyorsun, futbola ilgisizsin! Sen nasıl erkeksin?”

Haftanın en az üç gününde gündemin baş maddesini futbol oluşturuyor. Öncesinde, sırasında ve sonrasında, futbolla yatıp futbolla kalkıyoruz. Neredeyse bütün televizyon kanalları o akşamlar futbol üzerine yayın yapıyor. Otoriter ve sivri dilli eski hakemler “Oynat, dur, tekrar et!” komutlarıyla pozisyonlardaki görünmeyen incelikleri anlatıyor. Tartışmalar kanallardan evlere dökülüyor, oradan işyerlerine, okullara, telefon sohbetlerine ve derken futbol topu şeklinde bir uğultu bütün ülkeyi istila ediyor.

Size tavsiyem, maça giderseniz, yeşil sahadakileri değil, onları seyredenleri seyredin. O ne vecddir, o ne hamiyettir, o ne adanmışlıktır, o ne çoşkudur öyle! Veya futbol tartışma programlarını, âletin sesini tamamen kapatarak seyredin. Konu önemini kaybeder, geriye dünya siyasetini konuşurcasına gösterilen fevkalâde bir ciddiyet, kılı kırk yaran bir titizlik ve işin felsefesini yapmaya varan bir “derinlik” kalır.

Bazen düşünmeden edemiyorum: Gerçek anlamda dindar birkaç televizyon kanalı olsa, “prime time” dedikleri vakitlerde haftanın üç akşamı--“rating" kaygısı gütmeden--bütün bu kanallarda din üzerine sohbetler edilse, âhiret konuşulsa, esma-ı hüsnanın tecellilerinden bahsedilse, hocalar fıkhî konularda tartışmalar yapsalar, birileri nasıl tepki gösterir? Herhalde, “Bu kadar da olmaz ki canım!” derler. Ama, iş futbola gelince, sanki eşyanın ve insanın tabiatındaki anasır-ı erbaadan biriymiş gibi normal kabul ediliyor.

Futbol, rasyonalist geçinen ve dini irrasyonel diyerek hayatın dışına itmeye çalışan modern dünyanın irrasyonalist yüzünden başka bir şey değil aslında. Bir insanın, ne dünyasına ne de âhiretine faydası olmayan bir şeye duygularını, düşüncelerini ve hatta gereğinde canını feda edebilmesi akıldışılıktan başka ne ile izah edilebilir yoksa?

Bir kitabın başlığının da belirttiği gibi, futbol asla sadece futbol değil. Futbolun kapitalizm tarafından milyarlarca dolarlık bir sektör haline getirilmesini, futbolcuların birer köle gibi alınıp satılmasını, futbol mafyasını ve şikeleri, otoriter yönetimlerin futbolu bir çeşit uyuşturucu gibi kullanıp kitlelere sorunlarını unutmaya teşvik etmesini (Eski ıspanyol diktatörünün 30 küsur sene nasıl hüküm sürebildiğini izah ederken, “Halkımı 40 bin kişilik beşiklerde salladım” lafını unutmadan) vs. geçtik diyelim.

Ama futbolu kendisinden öte yapan bir şey var. Futbol, birey ve “cemaat” düzleminde “laik bir din” olma özelliklerinin hepsini taşıyor üzerinde. Hagi’nin bir sözünü hatırlıyorum. “Futbol Türkiye’de ikinci din gibi kabul görüyor” demişti sanırım. Akademisyen Yusuf Kaplan’a soracak olursanız, “din-dışı kutsallık” kavramını anlamadan futbolu ve etkilerini anlamak mümkün değil. Kaplan’ın yaptığı analize göre, din insan ve toplum hayatından uzaklaştırılsa da, insanların ve toplumların kutsala ve dine duydukları ihtiyaç ortadan kalkmadı. ışte bu ihtiyaç, modern ve postmodern çağda, din-dışı kutsallık yüklenen futbol gibi araçlarla karşılanmaya çalışılıyor.

Sahiden de, en mutedilinden en “fanatiğine,” siz hiç takımına “inanç” duymayan bir taraftara rastladınız mı? Takım değiştirenlere “dininden dönen” muamelesi yapılıyor desek, herhalde abartı olmaz. Stadlarda, insanların birbirlerini hiç tanımadıkları halde, kol kola girip haykırmaları, takımları gol attığında kırk yıllık arkadaş ve kardeş gibi birbirlerine sarılmaları “cemaat” ruhundan başka ne ile izah edilebilir? Sanki bir mabede dönüştürülen stadlarda amigoların birer rahip gibi taraftar “cemaat”lerini yönlendirirken “vecd” halinde bağrışılan sözler birer “zikr”i akla getirmiyor mu? Hançereler parçalanırcasına söylenen “En büyük…!” sloganları, size de mü’minlerin “Allahuekber!”nidalarını hatırlatmıyor mu? Evine götürecek ekmeği olmadığı halde, son parasıyla bilet alan bir taraftar “hamiyet ve himmet”in en uç örneğini göstermiyor mu? Maç öncesinde ve sonrasında kimi fanatikler “cihad”a gidiyormuş gibi, ellerinde sopalar ve bazen döner bıçaklarıyla diğer taraftarlara--gariptir, ama bazen “Allah Allah” nidalarıyla--akınlar düzenlemiyor mu? Televizyonda pozisyonları tartışan ve hükümler veren otoriteler, fakihleri ve müçtehidlere yakışacak bir titizlik ve ciddiyet sergilemiyor mu?

Sakın, futbol düşmanlığı yaptığımı sanmayın. Hayır. Ama ortada yanlış birşeyler var. Kutsalını kaybeden insanlar futbola sarılırken ve neredeyse bütün insanî duygularını onun yolunda harcarken, ve bazen uğrunda kan dökerken, futbolu “masum” bir spor olarak görmek mümkün değil. En azından bunu bilelim. Ve futbol uğruna sarfettiğimiz duygularımızın ve vaktimizin farkına varalım. Bu bile başlangıç için yeter!

Murat Çiftkaya
Güzellik ne oradadır, ne burada; ne şu zamanda, ne bu zamanda; ne Roma’da, ne Atina’da. Güzellik, hayran olabilen bir ruh neredeyse oradadır. Başka yerde ararsanız, nafile!
-Henry David Thoreau-

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir