Giriş yapmadınız.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

24.09.2010, 16:39

Nur mesleğinin: İhlâs Risâlesi - 1

Nur mesleğinin: İhlâs Risâlesi - 1Süleyman KÖSMENE




















Abdullah Bey: “Bazen olmadık zamanlarda ortaya çıkan ve
hizmetlerimize doğrudan zarar veren kini, öfkeyi, tarafgirliklerin
doğurduğu soğuklukları kardeşler arasında nasıl öldürebiliriz?”

İçtikçe içtiğimiz, doyamadığımız ve başkalarına da ulaştırmakla
mükellef olduğumuz safi ve tatlı pınar suyunun bazen neden sıradan
kırılganlıklarla, sürtüşmelerle, münakaşalarla ve ihtilâflarla
bulanmasına izin verdiğimizi anlamak mümkün değildir! Sebep olarak dönüp
dolaşıp tekrar şeytana geliyoruz. Ve demek bizimle her hal ve her
şartta şeytanın uğraştığını ve başa da geçtiğini titreyerek görüyoruz.
Şeytanın bizlere sûret-i hak tarafından gelmesi de en dehşetli
handikabımızı oluşturmaktadır. Çünkü başka taraftan yutmuyoruz. Demek,
bize sokulmak ve hayırlı amellerimizi iptal ettirmek isteyen şeytan, hak
görüntüsüyle geliyor ve bizi fesada uğratıyor.

Üstad Bedîüzzaman Hazretleri İhlâs Risâlesine başlarken, mühim
bir uyarı yapıyor: “Bu Lem’a lâakal her on beş günde bir defa okunmalı”
diyor. Kendimizi sorgulamaya buradan başlayalım: Okuyor muyuz?

Okumayınca uygulama da olmuyor veya uygulamada aksamalar
görülüyor. İhlâsta aksamalar olunca, bu, hizmetimize ve amelimize
doğrudan yansıyor. Adâvet ve husûmet de bu boşluktan fırsat bulup
kalbimize sokuluyor ve yerleşiyor. Ondan sonra bizler, ne acıdır ki,
Üstad Hazretlerinin idealindeki “Muhabbet fedaîleri” değil, şeytanın
hain emelindeki “Adâvet ve husûmet fedâileri” durumuna düşüyoruz.

Üstad Hazretleri İhlâs Risâlesinin Birinci Düsturunda halkın
beğenisiyle hakkın beğenisini mukayese ediyor. Buna göre, hareket
noktamız ya halkın beğenisi olacaktır, ya da hakkın beğenisi. Halkın
beğenisini esas alırsak orada adâvetin ve husûmetin bulunması olağan bir
şeydir. Bundan şikâyet etmemize gerek yoktur.

Hakkın beğenisini esas aldığımızda ise, buraya adâvet ve husûmet
girmemelidir. Çünkü burada hakem Hak'tır, yargıç Hak'tır, yaratıcı
Hak'tır, sorgu sahibi Hak'tır, rıza sahibi Hak'tır. O’nun rızası ise
birbirimizi itham etmekte, suçlamakta ve gıyaben mahkûm etmekte değil;
affetmekte, bağışlamakta, sineye çekmekte, Allah’a havale etmekte ve
uhuvveti bozucu tavırlardan uzaklaşmaktadır. Eğer bunun tersini
yapıyorsak orada ihlâs, yani Hakk'ın rızasını kazanma endişesini
arayabilir miyiz?

İhlâs Risâlesinin İkinci Düsturunda Üstad Bedîüzzaman Hazretleri,
hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerimizi tenkid etmemeyi ve onların
üstünde fazilet satıcısı durumuna düşerek onların gıpta damarını tahrik
etmemeyi ısrarla ve bir prensip çerçevesinde işliyor.

Bu düsturun aksine olarak; eğer birbirimizi tenkid ediyorsak,
eğer birbirimizin fazîletini yetersiz görüp kendi fazîletimizi öne
sürüyorsak, onların gıpta damarını tahrik etmiş oluruz. Burada ise
adâvet ve husûmet yol bulup kalbimize girer. Bir yerde tenkid varsa,
fazîlet satıcılığı varsa, orada adâvet, haset, husûmet, fitne…vs. de
vardır. Olmasın dersek, tenkîdden ve fazîlet satıcılığından vazgeçmemiz
gerekecektir. Vazgeçmiyorsak, adâvetten ve husûmetten boşuna ne diye
şikâyet ediyoruz? Boşuna ne diye yoruluyoruz? Boşuna ne diye barış
bekliyoruz? Boşuna ne diye cemaatin huzurunu bozuyoruz? Boşuna ne diye
kendimizi aldatıyoruz? İkinci Düsturu tersine işlettikten sonra? Ne
diye? Ne diye? Ne diye?

İhlâs Risâlesinin Üçüncü Düsturunda Üstad Bedîüzzaman Hazretleri,
bütün kuvvetimizi ihlâsta ve hakta bilmemiz gerektiğini bildiriyor. Bu
düstura göre, kardeşlerimizin nefislerini şerefte, makamda, halkın
beğenisinde, hattâ maddî menfaat gibi nefsimizin hoşuna gidecek şeylerde
nefsimize tercih etmeliyiz.

Aksi olursa, yani kendi nefsimizi şerefte, makamda, halkın
beğenisinde veya maddî menfaatlerde tercih edersek orada adâvet başlar,
husûmet başlar, kin başlar, fitne başlar, fesât başlar. Kendi nefsimizi
tercih etmemizin normal ve tabiî sonucu budur çünkü. O zaman da bütün
bunlardan şikâyet etmeye hakkımız olmaz. Kardeşler arasında neden
husûmet var? Neden adâvet var? Neden barış gerçekleşmiyor?...vs.
Sorularının hepsi boşlukta kalır. Bütün barış çabaları sonuçsuz kalmaya
mahkûm olur. Çünkü Üçüncü Düstur tersine işletilmektedir. Bu durumda, ne
provokatör arayalım ne de başka bir şey! Dert bizim kendi içimizde,
derman da kendi içimizdedir. Görünen diğer sebepler boştur!



24.09.2010

"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

2

25.09.2010, 08:20

Nur mesleğinin rüknü: İhlâs Risâlesi - 2

Süleyman KÖSMENE



Nur mesleğinin rüknü: İhlâs Risâlesi - 2
















Abdullah Bey: “Bazen olmadık zamanlarda ortaya çıkan ve
hizmetlerimize doğrudan zarar veren kini, öfkeyi, tarafgirliklerin
doğurduğu soğuklukları kardeşler arasında nasıl öldürebiliriz?”

İhlâs Risâlesi’nin Dördüncü Düsturunda Üstad Bedîüzzaman
Hazretleri, nefsimize kabul ettirmek açısından en zor prensipleri vaz
ediyor. Buna göre kardeşlerimizin meziyetlerini şahıslarımızda
göreceğiz, fazîletlerini ve üstünlüklerini kendimizde bileceğiz ve
kardeşlerimizin şerefleriyle övüneceğiz.

Biz ise kendi kişisel beğenilerimizi öylesine ön plâna
çıkarıyoruz ki, bu prensip neredeyse mâlâyutak kalıyor. Yani hatırsız
nefsimizin yanımızdaki hatırından dolayı bu prensibi tersine işletiyoruz
ve bu prensibin uygulanırlığını ortadan kaldırıyoruz. İşte düşmanlık
da, adâvet de, husûmet de buradan sonra sökün edip geliyor. Biz
muhabbete liyakat göstermeyince, adâvet, husûmet, ihtilâf ve ikilik bir
İlâhî tokat olarak geliyor. Kaynaşma ve kardeşlik sünnetini böylece rafa
kaldırmış oluyoruz. Şüphesiz bunun âhiretteki vebali ve günahı
başkadır!

Bizim bu düsturda tersine işlettiğimiz bir prensip de, “fena
fi’l-ihvan” prensibidir. Eğer sırf bu prensibi işletsek, emin olun
aramızda hiçbir dert, hiçbir iddia, hiçbir tartışma, hiçbir nizâ, hiçbir
münâkaşa, hiçbir husûmet, hiçbir kin, hiçbir garaz, hiçbir nefret ve
hiçbir fitne kalmayacak! Çünkü zaten kardeşimizde fena olmuşuz! Bunun
gereği olarak kardeşimizin meziyetini meziyetimiz saymışız, kardeşimizin
kusurunu ve hatasını da kusurumuz ve hatâmız bilmişiz. Tefânî sırrı
budur! Bediüzzaman Hazretleri tefani sırrını şöyle açıklıyor:
“Birbirinde fâni olmaktır. Yani, kendi hissiyât-ı nefsaniyesini unutup,
kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.” 1 Burada
eleştirmek ve suçlamak yoktur. Eleştirmek ve suçlamak olmayınca fıtrî
olarak adâvet de olmayacaktır, husûmet de olmayacaktır, kin de
olmayacaktır, garaz da olmayacaktır! Çünkü şeytan fırsat bulup kardeşler
arasına giremeyecektir!

Oysa bu sırrı tersine işlettiğimizde, yani ya yalnız nefsimizle
fânî olduğumuzda, ya da yalnız sevdiğimiz ve tercih ettiğimiz
kardeşlerimizle fânî olduğumuzda, diğer bir grup kardeş dışarıda
kalmaktadır! Ne var ki buna da hakkımız ve haddimiz bulunmamaktadır. Bir
grup kardeşi dışarıda bırakmayı ihlâs prensipleri ile izah etmek mümkün
değildir.

Dışarıda bıraktığımız bu bir kısım kardeşlere karşı tefânî
sırrını işletmemekteyiz. İşte burada da kin ve garaz, adâvet ve husûmet,
nefret ve ihtilâf yol bulup girebilmektedir.

Burada Üstad Hazretleri kesin bir dil ile şu uyarıyı yapıyor:
“Evet, yol iki görünüyor: Cadde-i Kübrâ-yı Kur’âniye olan şu
mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine
bilmeyerek yardım etmek ihtimâli var. İnşâallah Risâle-i Nur yoluyla
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın daire-i Kudsiyesine girenler, daima nura,
ihlâsa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut
etmeyeceklerdir.” 2

Ve Bediüzzaman’ın, İhlâs Risâlesindeki can alıcı uyarısı: “Evet,
Risâle-i Nur şakirtlerinin kalbi, aklı, ruhu böyle aşağı, zararlı, süflî
şeylere tenezzül etmez. Fakat herkeste nefs-i emmâre bulunur. Bazı da
hissiyat-ı nefsiye damarlara ilişir, bir derece hükmünü kalb, akıl ve
ruhun rağmına olarak icra eder. Sizlerin kalb ve ruh ve aklınızı itham
etmem. Risâle-i Nur’un verdiği tesire binaen itimad ediyorum. Fakat
nefis ve hevâ ve his ve vehim bazen aldatıyorlar. Onun için bazen
şiddetli ikaz olunuyorsunuz. Bu şiddet, nefis ve hevâ ve his ve vehme
bakıyor; ihtiyatlı davranınız.” 3

Neticede insanız; melek değiliz. İnsanız, ama imtihandayız!
İhtiyatlı davranmak ve ihlâsı ve uhuvveti hiçbir şeye feda etmemek
mesleğimizin rüknüdür, özüdür, esasıdır! Nefsimizdeki ukdeleri aşmak
için İhlâs Risâlesini sık sık okumaya ve uhuvvete zarar vermeden her
işimizde İhlâs Risâlesini hakem kılmaya çok ihtiyacımız vardır.

Dipnotlar:

1- İhlâs Risâlesi: 166.

2- Lem’alar, s. 163-167.

3- İhlâs Risâlesi: 170.


25.09.2010

"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bu konuyu değerlendir