Giriş yapmadınız.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

1

29.05.2008, 01:17

Tevbe..!

Ey insan! Senin elinde gayet zayıf, fakat seyyiâtta ve tahribâtta eli gayet uzun ve hasenâtta eli gayet kısa cüz-i ihtiyârî nâmında bir irâden var. O irâdenin bir eline duâyı ver ki, silsile-i hasenâtın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiâttan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin bir meyvesi olan zakkum-u Cehenneme yetişmesin.
Demek, duâ ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.

----------------------------------

Ey sersem nefsim, ne zaman uyanacaksın?

Ömür bir asır da olsa, her canlının kabre seferi gerekiyor.
Namaza kalk, ney gibi inleyerek niyaz eyle:

Yâ Rab! Pişmânım, utanıyorum, sayısız günahımdan ar ediyorum, zelîlim. ıstikrarsız yaşamaktan göz yaşı döküyorum. Garibim, kimsesizim, yalnızım, zayıfım, güçsüzüm, hastayım, âcizim yaşlıyım, ihtiyârsızım. "El-amân!" diyorum, af diliyorum, dergâhından yardım istiyorum, ey Allah’ım!.

----------------------------------

Ey kavmi içinde Nuh’un duasına icabet eden, ey düşmanlarına karşı ıbrahim’e yardım eden, ey Yusuf’u tekrar Yakub’a kavuşturan, ey Eyyüb’den zararı kaldıran, ey Zekeriya’nın duasına cevap veren, ey Yunus ibni Mettâ’nın tevbesini kabul eden Allahım! Bu müstecap duaların sahiplerinin hürmetine, beni, bu risalenin naşirini ve arkadaşlarını ins ve cin şeytanlarının şerlerinden muhafaza etmeni, düşmanlarımıza karşı bize nusret vermeni, bizi nefislerimize terk etmemeni, sıkıntılarımızı kaldırmanı ve kalblerimizin ve onların kalblerinin hastalıklarına şifa vermeni Senden istiyoruz. Âmin, âmin, âmin.

----------------------------------

Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerîmim!

Benim sû-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zayi olup gitti. Ve o ömür ve gençliğin meyvelerinden elimde kalan, elem verici günahlar, zillet verici elemler, dalâlet verici vesveseler kalmıştır. Ve bu ağır yük ve hastalıklı kalb ve hacâletli yüzümle kabre yakınlaşıyorum. Bilmüşahede, göre göre, gayet sür’atle, sağa ve sola inhiraf etmeyerek, ihtiyarsız bir tarzda, vefat eden ahbap ve akran ve akaribim gibi, kabir kapısına yanaşıyorum.

O kabir, bu dâr-i fâniden firâk-ı ebedî ile ebedü’l-âbâd yolunda kurulmuş, açılmış evvelki menzil ve birinci kapıdır. Ve bu bağlandığım ve meftun olduğum şu dâr-ı dünya da, kat’î bir yakîn ile anladım ki, hâliktir gider ve fânidir ölür. Ve bilmüşahede, içindeki mevcudat dahi, birbiri arkasından kafile kafile göçüp gider, kaybolur. Hususan benim gibi nefs-i emmâreyi taşıyanlara şu dünya çok gaddardır, mekkârdır. Bir lezzet verse, bin elem takar, çektirir. Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur.
Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerîmim!

Her gelecek şey yakındır sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki, yakın bir zamanda, ben kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarımla veda eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken, Senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kàliyle bağırarak derim: "El-aman, el-aman! Ya Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın hacâletinden kurtar!"

ışte kabrimin başına ulaştım, boynuma kefenimi takıp kabrimin başında uzanan cismimin üzerine durdum. Başımı dergâh-ı rahmetine kaldırıp bütün kuvvetimle feryad edip nidâ ediyorum: "El-aman, el-aman! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın ağır yüklerinden halâs eyle!"

ışte, kabrime girdim, kefenime sarıldım. Teşyîciler beni bırakıp gittiler. Senin af ve rahmetini intizar ediyorum. Ve bilmüşahede gördüm ki, Senden başka melce ve mence yok. Günahların çirkin yüzünden ve mâsiyetin vahşî şeklinden ve o mekânın darlığından, bütün kuvvetimle nidâ edip diyorum:
"El-aman, el-aman! Ya Rahmân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Yâ Deyyân! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlettir! ılâhî, Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten li’l-Âlemîn olan Habibin, Senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekvâ değil, belki nefsimi ve halimi Sana şekvâ ediyorum.

"Ey Hâlık-ı Kerîmim ve ey Rabb-i Rahîmim!

Senin HASAN ismindeki mahlûkun ve masnuun ve abdin, hem âsi, hem âciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelîl, hem müsi’, hem müsin, hem şakî, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedamet edip Senin dergâhına avdet etmek istiyor. Senin rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatîatlarını itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlerle müptelâ olmuş, Sana tazarru ve niyaz eder. Eğer kemâl-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen, zaten o Senin şânındır. Çünkü Erhamürrâhimînsin. Eğer kabul etmezsen, Senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki dergâhına gidilsin. Senden başka hak mâbud yoktur ki ona iltica edilsin."
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

2

29.05.2008, 01:36

Kul tevbe ettiğinde Rabbini sevindirir

Hedef Allah’ın sevgisini kazanmak olunca, bunun yollarından birinin de tevbe etmek olduğunu görürüz. Bizzat Allah Yüce Kitabında tevbe eden kullarını sevdiğini bildirmektedir: “Muhakkak ki Allah çok tevbe edenleri ve temiz olanları sever”1 buyurarak içtenlik, samimiyet ve pişmanlıkla hatadan, yanlıştan dönen kullarını sever. Hata işlemek insana mahsus. “Beşer şaşar” demişlerdir. şaşar; hatalar, kusurlar işler, kendisine yazık eder. Önemli olan, hatada ısrar etmemek, dönüş yapabilmektir. Bedenimizi kirlerden, paslardan temizlediğimiz gibi ruhumuzu, kalbimizi, aklımızı da günah kirlerinden temizlemeye ne kadar muhtacız. Resûl-i Ekrem (asm), günahsız olduğu halde günde yetmiş defadan fazla tevbe ederek2, tevbeye olan bu ihtiyacımıza dikkat çekmektedir.

Asıl olan iyiye, güzele, mükemmele ulaşmak, o yolda olmaktır. ınsan günah ve hatalarla bu yoldan saptığında hedeften uzaklaşmış olur. ışte bu noktada bir nev'î sapmadan dönüş, doğru yola giriş olan tevbe yeniden aynı yolda devam etme gayreti içine girme demektir. Kişi, artık Allah’ın rızası yolunda yürümeye başlar. Buna hepimizin ihtiyacı var. Onun içindir ki Kur’ân tevbeye davet eder bizleri: “De ki: Ey günahta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlar. şüphesiz ki O çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.”3 “Rabbinizden bağışlanma dileyiniz ve tevbe ediniz.”4 Tevbenin de, bir daha o kötülüklere dönmemek üzere yapılması gerektiğini emreder: “Ey iman edenler! Allah’a tam bir ihlâsla tevbe edin.”5 Bu aynı zamanda kurtuluş yoludur. Bunu ise Kur’ân şöyle anlatır: “Ey iman edenler! Hepiniz Allah’a tevbe edin, tâ ki kurtuluşa eresiniz.”6 Hz. şuayb da isyan ve günahlar içinde yüzen kavminden dönüş yapmalarını istemiş, onları bu kurtuluş yolu olan tevbeye çağırmıştı: “Rabbinizden af dileyin, sonra da günahlarınızdan vazgeçmiş olarak O'na dönün. Muhakkak ki Rabbim çok merhamet edicidir ve kullarını çok sever”7 diyordu.

Tevbe sadece kulu sevindirmez. Allah’ı da, zâtına yakışır şekilde sevince gark eder. Cenâb-ı Hak, kullarının bu dönüşlerinden o kadar kudsî bir sevinç duyar ki bunu Peygamberimiz (asm) bir hadis-i şeriflerinde, “Kulunun tevbesinden dolayı Allahu Teâlânın sevinci sizden birinizin ıssız çölde devesini kaybedip de tekrar bulduğundaki sevincinden fazladır” buyurur. ışte kul tevbe ettiğinde, Allah’ın zatına mahsus sevinci o adamın sevincinden çok daha fazladır.8

Tevbede asıl olan günahtan tamamen dönüş yapmak, pişman olmak, bir daha dönmemek üzere gayret göstermek; kul hakkıyla ilgili bir meseleyse hakkını ödemek, onunla mutlaka helâlleşmektir. Gerçek anlamda tevbe eden kullarının günahlarına Cenâb-ı Hak bir sünger çeker. Tevbe kapısı her zaman açıktır. Vakti saati olmaz. Gece gündüz her an, her saat ve her yerde tevbe edilebilir.

ışte Allah’ın sevdiği kullardır böyle kullar.

şaban DÖğEN

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi: 222., 2- Riyazü’s-Salihîn Terc., 1:18 (Buharî’den.), 3- Zümer Sûresi: 53., 4- Hud Sûresi: 3., 5- Tahrim Sûresi: 11., 6- Nur Sûresi: 31., 7- Hûd Sûresi: 90., 8- Riyazü’s-Salihîn Terc., 1:20 (Müslim’den.)

http://www.yeniasya.com.tr/2008/05/09/yazarlar/sdogen.htm
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

3

29.05.2008, 01:46

Günahlar ayrılmaz parçalarımız

Biz insanlar günah işlemeye meyyal bir şekilde yaratılmışızdır. Günah işlemek adeta insanlığımızın önemli bir yönünü ortaya koymaktadır. Zira günah olmasaydı imtihana tabi oluşumuzun da bir anlamı olmayacaktı. “Her şey zıddıyla bilinir” kaidesi gereğince günah olmasaydı, günahlardan korunmak için gösterilen ve insanların kabiliyetini müsbet bir şekilde geliştiren çabalarımız da olmayacaktı.

Günah olmasaydı tevbe ve istiğfar için Rabb-i Rahime yönelmenin gereği de kalmazdı. Günah, Cenâb-ı Hak’kın, Gafur, Tevvab, Rahman ve Rahim gibi birçok isimlerinin insanlarda tecelli etmesi için bir zemin hazırlamaktadır. Bu duruma göre, bizlerin kendimizi tamamen günahlardan arınmış bir insan olarak görmemiz yaratılış sırrına aykırı düşecektir.

Günahları tamamen yok etmek, günahsız bir hayat oluşturmak mümkün olmayacağına göre, günahlarla mücadele azmimizi geliştirmemiz gerekmektedir. Küçük olsun, büyük olsun her günahtan sonra tevbe ve istiğfarla gösterilecek olan pişmanlık hali, varılmamız istenen hedeftir. ınsanlar hiç günah işlememekle değil, günahlarından samimi bir şekilde tevbe etmekle manevî açıdan yükselebilirler.

“Ben günah işlemem” ifadesi, nefis ve şeytanın insanlara kendini inkar ettirmesi anlamına gelecektir ki, böyle bir anlayışta büyük bir tehlike bulunmaktadır. Zira şeytanın en büyük hilesi kendini inkar ettirmektir. şeytanı önemsiz gören, nefsinin düşmanlığını hafif gören bir insan kendini şeytan ve nefsin hücumlarından korumak için bir çaba ve gayret içine girmeyecektir. Böyle olunca da o insanın dünyasında meydan şeytan ve nefise kalacaktır.

Allah’ın rızasını kazanmak o kadar büyük incelikleri gerektiriyor ki, her anımızda günah işlediğimizi düşünmemiz gerekecektir. Böyle düşünürsek, her anımızda gelmesi muhtemel günahlara karşı siper alma ihtiyacı içine gireceğiz. “Su uyur düşman uyumaz” atasözü nefis ve şeytanlar için söylenmiş olmalıdır. Zira fiili olarak kendimizi günahlardan korusak bile, kafamızda oluşturulacak bazı düşüncelerle nefis ve şeytanlar bizlere günah işletebilirler.

Gurur, kin, ucb gibi hallerle işlediğimiz günahlar başkalarıyla görüşmeden de işlenebilir günahlardır. Diyorum ki, bizler kendimizi hiç günah işlemeyecek bir şekilde programlamak yerine, kendimizi, her an günahlardan korunmak ve işlediğimiz günahlardan dolayı tevbe etmek üzere ayarlayalım.

Günahsız bir hayat bizim için mümkün olmadığı için, bizlerden öncelikle “günah-ı kebair” diye ifade edilen büyük günahlardan uzak durmamız istenmektedir. Büyük günahları işlemedikten sonra, küçük günahlardan dolayı, yapma imkânı bulabileceğimiz güzel amellerimizle, ibadetlerimizle kendimizi affettirebiliriz belki.

Günahlardan dolayı korkunç tehlike, büyük olarak ifade edilen günahlarla karşımıza çıkabilir. Bu tür günahlardan korunmak için azamî çaba gösterdiğimiz ve bunda muvaffak olduğumuz zaman, diğer günahlardan kurtulmanın en önemli yolu, Allah’ın rahmet hazinesinden yardım istemek olacaktır.

“Nasıl olsa günah işlememiz insanlığımızın bir gereğidir” diyerek isteyerek günah işleme tehlikesini de unutmamamız gerekir. Küçük olsun, büyük olsun “sonra tevbe ederim” diyerek günah işlemenin, insanı günah bataklığına düşürebilir bir tehlikesi vardır. Günaha niyet tehlikeli bir yaklaşımdır. Günahlardan çekinme niyetine rağmen, insanın bir derece elinde olmadan işlenen günahlardan kurtulmak için yapılan duaların makbuliyeti daha çok umulabilir.

Elhasıl, aslında en büyük vazifemiz, olabildiğince az günah işlememiz ve her an kendimizi günahkâr olarak bilerek Allah’a yalvarmalarda bulunmamızdır. Günahları unutmak, günahkâr olabileceğimiz ihtimalini düşünmemek, önümüzde kurulmuş şeytanî tuzaklardır. Öyle çok günah çeşitleriyle karşı karşıyayız ki, bilhassa ahirzaman olan zamanımızda masum olmak kolay olmamaktadır. Tamamen masum olma imkânımız yoksa da, her an kendimizi günahkâr bilmek imkânına sahibiz. Unutmayalım ki, insanın kendini günahkâr bilmesi, günahlardan kurtulmanın önemli bir başlangıcı olabilir.

Nimetullah AKAY

E-Posta: akay@yeniasya.com.tr

http://www.yeniasya.com.tr/2007/08/21/yazarlar/nimetullahakay.htm
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

4

29.05.2008, 02:07

Affedildiğimizi anlamak

*“Tövbe ettiğimizde Allah’ın bizi affettiğini nasıl anlarız?”

Bu konuyu değişik açılardan ele almak gerekir:

1- Her şeyden önce, bizi tövbe etmeye çağıran bizzat Cenâb-ı Hak’tır. ışte bazı âyetler:

“Hepiniz Allah’a tövbe ediniz ey mü’minler! Tâ ki, kurtuluşa erebilesiniz.”1

“Bu kitap size gönderildi ki, Rabb’inizden af dileyin. Sonra günahlarınızdan vazgeçmiş olarak O’na dönün. O da sizi takdir edilmiş olan ecelinize kadar güzel bir şekilde yaşatsın. Ve her fazilet sahibine lütuf ve ihsanıyla mükâfatını versin. Yüz çevirirseniz, muhakkak ki, ben büyük bir günün azabının size gelmesinden korkarım.”2

“Ey iman edenler! Allah’a tam bir ihlâs ile tövbe edin. Umulur ki Allah günahlarınızı bağışlar. Ve sizi altından ırmaklar akan Cennetlere koyar. O gün Allah’ın, Peygamberi ve beraberindeki mü’minleri utandırmayacağı gündür.”3

2- Kur’ân’ın yaşayan müfessiri olan Peygamber Efendimiz (asm) tövbeye çok önem verir, kendisi de günde yüz defa tövbe ederdi. Buyururdu ki:

“Ey insanlar! Allah’a tövbe ediniz ve O’ndan mağfiret isteyiniz. Muhakkak ki ben günde yüz defa tövbe etmekteyim.”4

“Allah, gündüz günahkârları tövbe etsin diye geceleyin elini açar. Gece günahkârı tövbe etsin diye gündüz elini açar. Ta güneş batıdan doğuncaya kadar bu böyle devam eder.”5

“Kim, güneş batıdan doğmadan önce tövbe ederse, Allah tövbesini kabul eder.”6

3- Bedîüzzaman Hazretleri makbul bir tövbenin formülünü şöyle açıklıyor: “Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. ıstiğfar eden, istiâze eder. ıstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstahak olur.”7

4- Biz, geçmiş ve gelecek günahları bağışlandığı halde, günde yüz defa tövbe eden bir Peygamberin (asm) ümmetiyiz. Tövbe etmek bizim vazifemiz. Hulûs-u kalbimiz ve samimiyetimiz nispetinde tövbemizin kabul edilmesini Rahmet-i ılâhiyeden umarız. Ümit kapısı açıktır ve ümit etmekle emr olunduk. Ümitsizlik bizim dinimizde yoktur. Öyleyse, tövbe yaptığımızda doğru olan, affedildiğimizi ümit etmektir.

5- Tövbemizin kabul edildiğini bilmemize gerek yoktur. Esasen hiçbir ibadetin kabul edildiğini bilmemize imkân da yoktur. Biz Allah rızası için ibadet yaparız, tövbe yaparız. Cenâb-ı Hak dilerse kabul eder. Takdir kendisinindir.

6- Esâsen tövbemizin ve ibadetlerimizin kabul edildiğini bilmek bizi amelde riyaya ve ucba, yani amelimize güvenmeye götürür. Oysa amele güvenmek tehlikelidir. Amele güvenemeyiz. Biz yalnızca Allah’ın rahmetine, lütfuna ve merhametine güveniriz. Ölünceye kadar tövbe etmek ve tövbemizi bozmadan Allah’a itaat ederek haramlardan uzak durmaya çalışmakla yükümlüyüz. Biz yükümlülüğümüzü Allah’ın yardımıyla yerine getirmeye çalışırız. Allah’ın rahmetini umarız.

7- Tövbe için en mühim adım, niyettir, kararlılıktır, pişmanlıktır, affedilmeyi cidden ummak ve istemektir, Allah’ın rızasına talip olmaktır, bu amaca ulaşmak için harekete geçmektir, yöneliştir, Allah’a müteveccih olmaktır. Unutmamalı ki, Peygamber Efendimiz (asm) “Pişmanlık tövbedir” buyurmuştur. Eğer günahımızdan gerçek pişmanlığımız varsa, bu, “affedilirliğimizin” de tescili hükmündedir. Yani pişmanlığımız, Allah’ın bizi affedeceğinin bir işaretidir.


Dipnotlar:

1- Nûr Sûresi: 31

2- Hûd Sûresi: 3

3- Tahrim Sûresi: 8

4- Riyâzu’s-Sâlihîn, 14

5- Riyâzu’s-Sâlihîn, 16

6- Riyâzu’s-Sâlihîn,17

7- Lem’alar, s. 91

Süleyman KÖSMENE

E-Posta: fikihgunlugu@yeniasya.com.tr
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

5

29.05.2008, 02:09

Günahları eriten ateş: Tövbe

“Tövbe-i nasuh nedir? Günahlardan uzak durmanın ve tövbenin makbul yaşı var mıdır?”


ünyanın öyle baş döndürücü kıskaçları ve tuzakları var ki, insanın, Allah’a sığınmaktan, ehl-i iman lehine “imdat!” demekten ve mağfiret istemekten başka hiçbir çaresi kalmıyor. Çünkü bütün kıskaçlar, bütün tuzaklar, şeytanın yolumuz üzerindeki duraklarından ve tezgâhlarından başka bir şey değildir.

Kötü yollara ve günahlara karşı duyarlı olmak, uzaklaşmaya çalışmak, bunu gündemimizin ilk sıralarına almak ve bu uğurda gayret sarf etmek şüphesiz amellerimizin en hayırlılarındandır. Bediüzzaman Hazretleri bu tahribât, sefahet ve cazibedar hevesât zamanında davranışlarımızda temel hareket noktamızın şerleri def etmek ve günahları terk etmek olduğunu beyan eder ve takvanın tanımını buna göre yapar. Bediüzzaman’a göre takva, yüreğimizde Allah korkusunu duyarak kötülüklerden ve günahlardan kaçınmaktır. Bunu başarmak ise, zamana, yere, çevreye, isteğimize, niyetimize, duâmıza ve temâyülümüze doğru orantılı gayretlerimize bağlıdır. Binlerce günahın kendiliğinden hücumda bulunduğu bu zamanın ağır şartlarında, Bediüzzaman’a göre: 1- Az bir salih amel, çok hükmündedir. 2- Farzları yapan, günahlardan kaçınan kurtulur. 3- Bir haramın terki vaciptir ve bir vacibi işlemek çok sünnetlere tercih edilir. 4- Az bir amel göstererek yüzlerce günahı terk etmekle, yüzlerce vacip işlenmiş olur. 5- Böylece takva namıyla ve günahlardan kaçınmak niyetiyle hareket etmek, bu zamanda salih ameldendir.1

Bu zamanda tövbe, bu beş maddeden geçiyor. Tövbe-i Nasuh budur. Gerçek ve içten tövbe! Sadık kalınan ve ölüm gelinceye kadar istikamet içinde olunan tövbe!

Tövbede makbul olan yaş değil, baş değil, tövbe için adım atmak ve muvaffak olmaktır. Yaşın hiç mi hiç önemi yoktur. Henüz gençliğimizin baharında da yaşıyor olabiliriz. Kırkında veya altmışında da yaşıyor olabiliriz. Tövbe etmek için ne yirminci yaş erkendir; ne de altmışıncı yaş geçtir! Yaşadığımız, nefes alıp verdiğimiz, dünya gemisinin seyahatinde göz karartan bir hızla ilerlediğimiz, Azrail’in (as) henüz kapımızı gelip çalmadığı her an ve her saniye; günahlardan vazgeçmek için, pişmanlık için, Allah’a sığınmak için, tövbe için, arınmak için en bulunmaz fırsattır, en vazgeçilmez zaman dilimidir, en elde edilmez rahmet saniyeleridir!

Az sonra hangi tecellînin bizi kuşatacağını... Az sonra ölüm meleğinin kapımızı çalıp çalmayacağını... Az sonra, şu an elimizde bulunan sayısız fırsatları kaçırıp kaçırmayacağımızı... Bilebiliyor muyuz?

Biz hep dünlerin ve bu günlerin aynasında, yarınların hayalleriyle yaşıyor ve avunuyoruz! Yarınlar sadece hayal dünyamızı süsleyen birer kurgu senaryoları! Dünyanın gayr-i meşrû zevkleri bize onun için cazip geliyor. Ya yoksa! Ya yarın bizim için yoksa?

Ancak uhrevî istikbal, ebedî hayat ve öldükten sonra yeniden diriliş, herkes için, Kur’ân’ın taahhüdü altındadır! Daimî Cennet, Kur’ân’ın müjdesidir! Cehennem, Kur’ân’ın uyardığı akıbettir! Bunları yok sayabilir miyiz?

Günahlardan kendimizi alıkoymak için, bizi günahlara sürükleyen sebepler üzerinde yoğunlaşmamız lâzım. Gençlik sarhoşluklarına hemen son vermeli ve helâl daireye dönmelidir. Söz gelişi nikâhlanmak etkin ve kesin bir çözüm neden olmasın? Ve meselâ, günahlarla uğraşmaktansa; nikâhlanmanın önünde—kendi şartlarımıza göre—var olduğu düşünülen engelleri aşmak için çaba sarf edilse daha isabetli olmaz mı? Çok sıradan sebeplerle nikâh ve evlilik geriye bırakılıyor; diğer yandan günahların maneviyâtımızı alıp götürmesine ya sadece seyirci kalınıyor, ya da böyle tek yanlı ıztıraplarla psikolojik bir yıkım ve tahribat içine giriliyor. Kendimize yazık ediyoruz.

Günahlardan sakınmak için, içinde bulunduğumuz çevreyi sorgulamamızda da yarar vardır. Bizi günahlara sürükleyip giden ve bize günahları mubah gösteren bir çevre veya arkadaş grubumuz varsa; onların içinde bulunmaya devam ettiğimiz sürece işimiz zor demektir. Biz yine günahların ıztırabını tek başımıza çekmek zorunda kalırız. Her defasında da günahkâr olduğumuz hissi dünyayı bize dar eder. Altında eziliriz. Bu durumda ilk yapacağımız şey, bu grup ile aramıza mesafe koymak ve kendimize yalnızca Allah’a kulluğu önemseyen yeni bir arkadaş grubu bulmak olacaktır. Daha sonra inşallah eski arkadaşlarımızın da elinden tutarız.

Günahları elimizin tersiyle itecek bir çözüm her zaman vardır ve aslında bize çok yakındır. Biz yeter ki Allah’ın rahmetinden ümidimizi kesmeyelim ve Allah’a, mutlaka, Allah’a sığınalım!

Dipnotlar:

1- Kastamonu Lâhikası, s. 110

Süleyman KÖSMENE

E-Posta: fikihgunlugu@yeniasya.com.tr

http://www.yeniasya.com.tr/2008/05/04/yazarlar/skosmene.htm
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir