Giriş yapmadınız.

301

01.12.2006, 18:32

Ewet gülüm ya ne güzel söylemişsin

Rabbim hakikatı görenlerden eylesin..

Amin.
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

302

07.12.2006, 22:31

Allah'ın zatını kavramak

“Aklımda hep Yüce Yaratıcı var. Rahmetini ve gücünü düşünüyorum. Bu caiz mi? Bu düşündüklerim imanımı ne kadar etkiliyor? ımanımı güçlendirmek için ne yapmam gerekiyor?”


ınsan kendisine verilen sıfatlarla, kendisini Yaratanı bilmek, bulmak, tanımak, sevmek, itaat etmek ve bu istikamette kabiliyetlerini geliştirmekle yükümlüdür. Fakat elbette düşüncede sınırlarımız var. Allah’ın Yüce Zatını düşünmeye güç yetiremeyiz. Biz Allah’ın eserleri üzerinde kafa yorup Allah’ın büyüklüğünü ve rahmetini kavramakla mükellefiz. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm), “Cenâb-ı Hakkın sınırsız nimetlerini tefekkür ediniz. Fakat zatının mahiyetini düşünmeyiniz. Çünkü siz ulûhiyetin esrarını keşfedemezsiniz. Allah’ın azametini hakkıyla takdir ve ihata edemezsiniz”1 buyurmak sûretiyle dikkatimizi Allah’ın rahmet eserleri üzerinde yoğunlaştırmamızı önerir. Kur’ân’ın da tavsiyesi Allah’ın rahmet eserleri üzerinde yoğunlaşmamızdır.2

Risâle-i Nur, Allah’ın rahmet eserleri, varlıklar ve yaratılmışlar üzerinde Kur’ân rehberliğinde yoğunlaşan bir tefekkür hazinesidir. Okudukça imanımızı güçlendirir; taklitten tahkike çıkarır; işiterek inanma seviyesinden, düşünerek, sorgulayarak, araştırarak, görerek ve yaşayarak inanma derecesine yükseltir.

Saîd Nûrsî Hazretleri, Cenâb-ı Hakka “bilinen birisi” çerçevesinden bakılacak olursa bilinemeyeceğini; çünkü böyle bilginin kulaktan dolma ve taklit bilgiden öteye geçmediğini; Allah’ın ancak “bilinemez ve kavranamaz bir mevcut” unvanıyla bakılırsa tanınabileceğini; çünkü baştan, bilinmeyen bir mevcut oluşu kabul edildiği takdirde, Zât-ı Akdesin özünü ve mâhiyetini kavramaya çalışmak yerine, kâinâtı baştan başa kuşatan sınırsız sıfatlarını kavrama gayreti içine girileceğini, böylece Cenâb-ı Hakkı tanımanın ve büyüklüğünü kavramanın mümkün olacağını beyan eder.3

ınsana verilen azıcık ilim, birazcık kudret, küçücük irade ve sair sıfatların Cenâb-ı Hakkın sonsuz ilim, sınırsız kudret ve hadsiz irade gibi eşsiz büyük sıfatlarını anlamamız açısından bulunmaz bir ölçü kabul edilmesi gerektiğini beyan eden Bedîüzzaman Hazretleri; insanın biricik vazifesinin de kendi bünyesine konulan bu ölçücüklerle Hâlık-ı Zülcelâlini tanımak olduğunu kaydeder. Meselâ, der ki: “Sen, cüz’î iktidarın ve cüz’î ilmin ve cüz’î irâden ile bu hâneyi muntazaman yaptığından, şu kasr-ı âlemin senin hânenden büyüklüğü derecesinde, şu âlemin ustasını o nisbette Kadîr, Alîm, Hakîm, Müdebbîr bilmek lâzımdır.”4

ınsanın hiçlik, yoksulluk, zayıflık ve ihtiyaç içinde olmak gibi noksan sıfatlarının da, bu sıfatlardaki eksikliği sürekli olarak tamamlayan Yaratıcının yüce sıfatlarını gösterdiğini nazara veren Saîd Nursî Hazretleri; insanın hiçliğinin Allah’ın sonsuz kudretine; insanın zayıflığının Allah’ın sonsuz kuvvetine; insanın yoksulluğunun Allah’ın eşsiz zenginliğine; insanın ihtiyaç içinde yuvarlanışının ise Allah’ın sınırsız rahmetine en kuvvetli birer işaret olduğunu kaydeder.5

Bedîüzzaman Hazretleri, Allah’ın tüm sıfatlarının tüm kâinatı kuşattığını, Allah’ın varlıklara dayalı ilgi bölünmesinin ve bilgi eksikliğinin imkânsız olduğunu; “koca kâinatı idare edenin, küçük mahlûkatı başka ellere bırakmayacağını” beyan eder.6

Bedîüzzaman, Allah’ın zerre ile güneşi aynı kudretle yarattığını izah eder ve bu izahını şeffaflık, denge, düzen, soyutluluk ve itaat sırlarıyla ispat eder.7

Böylece, Allah’ın küçük şeyleri bilmediğini iddia eden felsefecileri eleştirirerek8;

Sâni-i Kadir’in büyük varlıkları küçük şeyler kadar rahat îcad ettiğini, makro âlemi mikro âlem kadar kolay yarattığını, küçükleri de büyükler kadar sanatlı var ettiğini ispat eder.9

Bedîüzzaman, “Sizi de, yaptıklarınızı da yaratan Allah’tır,”10 ayetini hatırlatarak, kulun kendi fiilinin yaratıcısı olduğunu iddia eden Mu’tezileyi de Kur’ân’la susturur.11

Bedîüzzaman Hazretleri, ne küçük şeylerin, ne de kulun fiillerinin hiçbir şekilde Cenâb-ı Hakkın tasarrufu dışında düşünülemeyeceğini güneş ve nur misaliyle açıklar. Güneş esasen cismanî bir varlık olduğu halde, nuru bütün dünyayı kuşatmaktadır. Tek başına sınırlı bir bölgede bulunuyor iken, ışığı ve parlak eşya vasıtasıyla tüm dünyayı ihata etmektedir. Saîd Nursî burada sorar: “Cenâb-ı Hakkın Nur isminin maddî, cüz’î ve câmid bir âyinesi olan güneş böyle müşahhas iken küllî hükmüne geçebiliyor ise, küllî işlere mazhar olabiliyor ise, Zât-ı Zülcelâl, Ehadiyet-i Zâtiyesiyle beraber nihayetsiz işleri bir anda yapamaz mı?”12

Dipnotlar:
1- Suyûtî, Câmi’üs-Sağîr, 1/132; Aclûnî, Keşf’ul-Hafâ,1/311;
2- Rûm Sûresi, 30/50;
3- Mesnevî-i Nûriye, S. 111;
4- Sözler, S. 118;
5- şuâlar, S. 68;
6- Sözler, S. 381; Mektûbât, S. 62;
7- Sözler, S. 486;
8- Sözler, S. 501;
9- Mektûbât, S. 242;
10- Sâffât Sûresi, 37/98;
11- Sözler, S. 405;
12- Sözler, S. 558; Mektûbât, S. 229

07.12.2006

E-Posta: fikihgunlugu@yeniasya.com.tr

303

08.12.2006, 13:05

belkide cogunuzun bildigi bir hikaye anlatayim hatirladigim kadariyla;

Bir coban dagin yamacinda (eteginde) kuzularini koyunlarini otlatiyormus.sirtini agaca dayamis zikir getiriyormus.ordan gecen bir filozof cobani görünce demis;

-Ne mırıldaniyorsun kendi kendine?demis.

bu soruya karsilik coban; Allah'i zikir ettigini söylemis.

ardindan filozof;

-Olmayan biseye nasil inaniyorsun? demis.

Coban cevap vermis;

-Sen bilgilisin ben cahilim.Su koyunlari görüyorsun bu koyunlar dagin arkasindan gecse kuzularin izlerinin dagin arkasina dogru gittigini gördügün halde sen koyunlar dagin arkasina gecmedi diyebilirmisin? demis.

Ardindan filozof "Hayir, Diyemem cok mantiksiz ve sacma olur!" demis.

Ardindan Coban devam etmis;

-Bu izler koyunlarin dagin arkasina gectini gösterdigi gibi bu dünyada olan hersey Allah'i isaret ediyor her yol Allah'a gidiyor.bunu kabul etmemekte cok sacma ve mantiksiz olur. demis

Ardindan filozof demis ki;

-Sen cobansin ben filozofum, sen cahilsin ben bilgiliyim ama sen beni cobah halinle imana getirdin. demis.
Kula Bela Gelmez Hakk Yazmayinca, Hakk Bela Yazmaz Kul Azmayinca...

304

18.12.2006, 15:02

ınsan Yaratıcıya Meydan Okuyamaz

ısteklerimiz asla Kaderin Sahibine meydan okuyucu bir içeriğe bürünmemelidir. Biz sınırsız bir güç değiliz. Daha doğrusu özümüzden kaynaklanan, Yaratıcı`dan almadığımız zerre kadar gücümüz yoktur. Biz evrenin Sınırsız Sahibi`nin gücüyle koruyup beslediği aciz canlılarız.
Titanic adlı dev geminin kaderini hatırlarsınız. ıngiliz bayrağı taşıyan Titanic, 2.227 yolcusuyla birlikte, ıngiltere`nin Southampton Limanı`ndan New York`a gitmek üzere yola çıkmıştı. Gemiyi yapanlar "Titanic batırılamaz" diyorlardı. Kimi gazetelerin sayfalarında ve pek çok insanın dilinde "Titanic`i Tanrı`nın bile batıramayacağı" iddiaları dolaşıyordu.

Gemi ilk yolculuğuna çıktığı 14 Nisan 1912 gününün bulutsuz bir akşam vaktinde, bir buzdağıyla çarpıştı. Feci kazada 1.522 kişi dondurucu sularda kaybolmuştu. Geminin batmayacağından emin olan yapımcıları, tüm yolculara yetecek botları gemiye yüklemeyi gereksiz bulmuşlardı.

Bu trajik kazanın getirdiği kaybın büyüklüğü, insanlığın kalbinde derin bir iz bırakmıştır. Oysa, tarih, benzeri meydan okuyuşlardan doğan daha pek çok kitlesel veya bireysel göz yaşartıcı felâketlere tanıklık etmiştir.

Bir başka hikâyede, müthiş bir yağmur, sahildeki ilçeyi kuşatmıştı ve topraklar sel olup denize akmaya hazırlanıyordu. ılçenin en zengin ailesinin gururlu oğlu, olup bitenlerle ilgilenmeksizin otomobiliyle geçerken, insanlar durdurup kendisini uyardılar: "Geçme, sel geliyor, ölebilirsin!" dediler. Küçümseyici sözler sarf eden delikanlı, müziğin sesini iyice yükseltti ve şiddetli egzoz gürültüsüyle uzaklaştı. ıki gün sonra otomobilini çamura gömülmüş hâlde bulabildiler; ama, delikanlının cesedine ulaşamadılar.

Liseli bir gencin hikâyesi de ibretlidir. Babasına ait arabanın anahtarını gizlice almış; mahallesindeki arkadaşlarına sürücülüğünü göstererek büyüklenmek istemişti. Yolda gülüşerek yürüyen kızlarla göz göze gelince, dikkat çekmek istedi. Gaza basarak yerinden fırladı ve hemen ileride annesinin okuldan dönüşünü beklediği, sırtında çantasıyla yürüyen önlüklü çocuğa çarpıverdi. Sevimsiz bir meydan okuma ve büyüklenme duygusu uğruna, hayatının baharında, katil olmasına izin verilmişti. Pek çok genç de aynı yöntemi kullanarak kendi kendisini öldürmüştür.

Gücü tükenen bir babanın hikâyesini bilirim. Kendisine büyük bir zenginlik miras kalmıştı. Kazanarak başlamıştı hayata ve kazanmaya devam ediyordu. Çok mutlu ve hareketli görünüyordu; ama, insanlar bu babanın duyarsız olduğunu düşünüyor ve ondan kaçıyorlardı.

Ailesi ve çocuklarıyla birlikte her şey yolunda giderken, önce bir kazada çocuğunu kaybetti, aylar sonra eşiyle boşandılar, aylar sonra şirketi iflâs etti, haftalar sonra evine haciz geldi. Çok geçmeden beş parasız bir evsiz oluverdi.

Eminim gecelerinin sessiz karanlıklarında, iki büklüm boynunu eğip Yaratıcısı`na teslim oluncaya kadar, elindekileri kaybetmeye devam edecektir. ınsanın çöküşünün durdurulduğu an, Sınırsız Kudret`e ihtiyacını itiraf edip, O`nun takdirine teslim olduğu an olacaktır.

Size kendi hikâyemi aktarayım. Liseden mezun olmaya yaklaştığım günlerin birinde, bir gece uyumak üzereyken, lise hayatımı zihnimde canlandırdığımda, kalbimden şöyle geçmişti: "Hayret, yıllardan beri hiç hastalanmıyorum." Sağlığımın hayatım boyunca bozulmayacağı ve keyifli bir hayat yaşayacağım zannıyla, gizli bir meydan okuyuşun içerisine girmiştim. Bu sözden bir gün sonra, aynı yatağın başında, şiddetli bir baş ağrısıyla dengemi kaybettim. Ondan sonraki yıllar boyunca tüm üniversite hayatım baş ağrılarıyla ve hastalıklarla geçmiştir.
Bazen hesapsız sözlerimizin bedelini öderiz. Mutlak karar vericinin ve sınırsız kudretin kendimiz olduğunu sanırız da, Yaratıcının takdirini unutuveririz.
Size, tezkerelerini aldıkları gün vedalaşan biri hâkim, diğeri öğretmen, iki askerin hikâyesini aktarayım. Öğretmenin doğduğu ilçe, Suriye sınırına yakındır ve vedalaşırken arkadaşına şöyle der: "Bizim memlekete beklerim ve eğer gelirsen, mutlaka görüşmek isterim." Hâkim asker kahkaha atar "O uzak dağlara yolum hiç düşmez." der. Aradan 15 gün geçer. "Yolum düşmez." diyen asker, görevine dönmüş; hemen ardından da, tayini yolunun düşmeyeceğini sandığı o ilçeye çıkmıştır.

Bir söz verdiğimizde, bu yüzden "Allah izin verirse" deriz. "ınşallah" demeden verilen pek çok sözün, ne pişman edici zorluklara yol açtığını binlerce insan yaşayarak öğrenmiştir.

şu hâlde, meydan okuyamayız, güçsüzüz ve Yaratıcı`ya muhtacız. Evrenin Sahibi`ne güvenip dayananlar, evrene meydan okuyabilirler. Donan suyun çelik boruyu patlatabilmesi; yumuşacık bitki köklerinin taşları delip geçebilmeleri kendi kudretlerinin eseri değildir.

Biz insanlar, gaflete kapılıp Evrenin Sahibine meydan okursak, dünya sırtımıza bindirilecektir. Gerçek açıktır: Yaratıcı yaratmasa, gözlerimizi bile kırpamayız, bir damla suyu yutamayız. Gurur ve bencillik, aklımızı köreltmemelidir.
Hayata sımsıkı, inançla ve ciddiyetle sarılmalıyız. Bir karınca nasıl ciddî yaşarsa hayatı, biz de hayata en az o kadar ciddî bakmalıyız. Evrenin Sahibi`nin çevirdiği çarkların içerisinde ilerliyoruz. Hayatta eğlenmeye yer var; ama, alaya ve küçümsemeye yer yoktur.



Muhammed Bozdağ (Dr.)
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

305

16.02.2007, 10:14

Öyle de, her şey Cenâb-ı Hakkın nâmına hareket eder ki, zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler, başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. Demek her bir ağaç "Bismillâh" der; hazîne-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor.

Her bir bostan, "Bismillâh" der, matbaha-i kudretten bir kazan olur ki, çeşit çeşit pek çok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor.

Her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübârek hayvanlar "Bismillâh" der, rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere Rezzâk nâmına en latîf, en nazîf, âb-ı hayat gibi bir gıdâyı takdim ediyorlar.

Her bir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları "Bismillâh" der, sert olan taş ve toprağı deler, geçer. "Allah nâmına, Rahmân nâmına" der; her şey ona musahhar olur.

Evet, havada dalların intişârı ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve topraktaki köklerin kemâl-i sühûletle intişâr etmesi ve yer altında yemiş vermesi; hem şiddet-i hararete karşı aylarca nâzik, yeşil yaprakların yaş kalması, tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor. Kör olası gözüne parmağını sokuyor. Ve diyor ki: "En güvendiğin salâbet ve hararet dahi emir tahtında hareket ediyorlar ki, o ipek gibi yumuşak damarlar, birer asâ-i Mûsâ (a.s.) gibi, "Asânı taşa vur!" dedik. (Bakara Sûresi: 60.)
- emrine imtisâl ederek taşları şakk eder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince nâzenin yapraklar, birer âzâ-yı ıbrâhim (a.s.) gibi, ateş saçan hararete karşı, Ey ateş! Serin ve selâmetli ol. (Enbiyâ Sûresi: 69.)
- âyetini okuyorlar."

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=2&l=&p=2
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

306

16.02.2007, 10:16

Mâdem herşey mânen, "Bismillâh" der, Allah nâmına Allah'ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi, "Bismillâh" demeliyiz. Allah nâmına vermeliyiz. Allah nâmına almalıyız. Öyle ise, Allah nâmına vermeyen gàfil insanlardan almamalıyız.

Suâl: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiyat veriyoruz. Acaba, asıl mal sahibi olan Allah ne fiat istiyor?

Elcevap: Evet, o Mün'im-i Hakikî, bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiat ise, üç şeydir: Biri zikir, biri şükür, biri fikirdir.

Başta "Bismillâh" zikirdir. Ahirde "Elhamdülillâh" şükürdür. Ortada, bu kıymettar hârika-i san'at olan nimetler Ehad, Samed'in mu'cize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek fikirdir.

Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de, zâhirî mün'imleri medih ve muhabbet edip Mün'im-i Hakikîyi unutmak, ondan bin derece daha belâhettir.

Ey nefis! Böyle ebleh olmamak istersen; Allah nâmına ver, Allah nâmına al, Allah nâmına başla, Allah nâmına işle, vesselâm.
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=3&a=Allah
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

307

08.03.2007, 09:03

Uyanan insanlığın Allah’ı tanımaktan başka çaresi yok

Hem nev-i beşer, hususan medeniyet fenlerinin ikazatıyla uyanmış, intibaha gelmiş, insaniyetin mahiyetini anlamış. Elbette ve elbette dinsiz, başıboş yaşamazlar. Ve olamazlar. En dinsizi de dine iltica etmeye mecburdur. Çünkü, acz-i beşerî ile beraber hadsiz musibetler ve onu inciten hâricî ve dahilî düşmanlara karşı istinat noktası; ve fakrıyla beraber hadsiz ihtiyâcâta müptelâ ve ebede kadar uzanmış arzularına medet ve yardım edecek istimdad noktası, yalnız ve yalnız Sâni-i Âlemi tanımak ve iman etmek ve âhirete inanmak ve tasdik etmekten başka, uyanmış beşerin çaresi yok...

Kalbin sadefinde din-i hakkın cevheri bulunmazsa, beşerin başında maddî, mânevî kıyametler kopacak ve hayvanatın en bedbahtı, en perişanı olacak.

Hâsıl-ı kelâm: Beşer bu asırda harplerin ve fenlerin ve dehşetli hadiselerin ikazatıyla uyanmış ve insaniyetin cevherini ve câmi istidadını hissetmiş. Ve insan, acip cemiyetli istidadıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmamış. Belki ebede meb'ustur ki, ebede uzanan arzular mahiyetinde var. Ve bu dar, fâni dünya, insanın nihayetsiz emel ve arzularına kâfî gelmediğini herkes bir derece hissetmeye başlamış.

Hattâ insaniyetin bir kuvâsı ve hâdimi olan kuvve-i hayaliyeye denilse: "Sana dünya saltanatı ile beraber bir milyon sene ömür olacak; fakat sonunda hiç dirilmeyecek bir sûrette bir idam senin başına gelecek." Elbette hakikî insaniyetini kaybetmeyen ve intibaha gelmiş o insanın hayâli, sevinç ve beşarete bedel, derinden derine teessüf ve eyvahlarla saadet-i ebediyenin bulunmamasına ağlayacak.

ışte bu nükte içindir ki, herkesin kalbinde derinden derine bir dîn-i hakkı aramak meyli çıkmış. Herşeyden evvel, ölüm idamına karşı dîn-i haktaki bir hakikati arıyor ki kendini kurtarsın. şimdiki hal-i âlem bu hakikate şehadet eder.

Kırk beş sene sonra, tamamıyla beşerin bu ihtiyac-ı şedîdini, dinsizliğin zuhuruyla küre-i arzın kıt'aları ve devletleri birer insan gibi hissetmeye başlamışlar.

ılgili Risale : Hutbe-i şamiye | 30
http://www.risaleara.com/rnkkisakisa.asp?id=149&i=oku

308

08.03.2007, 09:53

Allah razı olsun canım kardeşim.

Böyle yazılar çok iyi geliyor.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

309

24.03.2007, 18:32

Allah'ın varlığına bir delil getirmeye gerek yoktur. Çünkü Allah tan başka var olan hiçbirşey yoktur. Eğer atomları kuantum fiziği ile ilgili çalışmaları okuduysanız yada haklarında bilginiz varsa beni anlayacaksınız demektir. Biliyorsunuz atom altı parçacıklar var.Kuarklar,hadronlar,hiperonlar vs. şimdi biraz düşünelim. Maddenin yapı taşında atom var diyoruz ama bir bakıyoruz atomun da yapıtaşı varmış... Ama birde atomun %99.9999 unun boşluktan ibaret olduğunu biliyoruz. Yani hayat yokluğun bir gölgesi ve tek var olan ise bir ve tek olan Allah tır. ışte bu yüzden yok olan şeyle Allah'ın varlığını ispata ihtiyaç yoktur.
Oturup Mehdiyi beklemek Mümine yakışmaz, mümin en azından bir konuda dahi olsa mehdi olabilmelidir. O da Allah'a halis kul olmak...

310

25.03.2007, 10:19

Alıntı sahibi ""KuLL""

Allah'ın varlığına bir delil getirmeye gerek yoktur. Çünkü Allah tan başka var olan hiçbirşey yoktur. Eğer atomları kuantum fiziği ile ilgili çalışmaları okuduysanız yada haklarında bilginiz varsa beni anlayacaksınız demektir. Biliyorsunuz atom altı parçacıklar var.Kuarklar,hadronlar,hiperonlar vs. şimdi biraz düşünelim. Maddenin yapı taşında atom var diyoruz ama bir bakıyoruz atomun da yapıtaşı varmış... Ama birde atomun %99.9999 unun boşluktan ibaret olduğunu biliyoruz. Yani hayat yokluğun bir gölgesi ve tek var olan ise bir ve tek olan Allah tır. ışte bu yüzden yok olan şeyle Allah'ın varlığını ispata ihtiyaç yoktur.

:?: :?:
Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin. Mektubat - 71

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

311

25.03.2007, 10:32

Birinci nokta : Hava unsurunun yüksek ve ehemmiyetli bir vazifesi "Güzel sözler Ona yükselir." Fâtır Sûresi: 35:10.
âyetinin sırrıyla güzel ve mânidar ve imanî ve hakikatli kelimelerin kalem-i kaderin istinsahıyla ve izn-i ılâhî ile intişar etmesiyle, bütün küre-i havadaki melâike ve ruhanîlere işittirmek ve Arş-ı Âzam tarafına sevk etmek için, kudret-i ılâhî kaleminin mütebeddil bir sayfası olmaktır.
Madem havanın kudsî vazifesinin, hikmet-i hilkatinin en mühimmi budur. Ve rû-i zemini radyolar vasıtasıyla bir tek menzil hükmüne getirip nev-i beşere pek büyük bir nimet-i ılâhiye olmaktır. Elbette ve elbette, beşer, bu pek büyük nimete karşı bir umumî şükür olarak o radyoları herşeyden evvel kelimat-ı tayyibe olan kelâmullahın, başta Kur'ân-ı Hakîm ve hakikatleri ve imanın ve güzel ahlâkların dersleri ve beşerin lüzumlu ve zarurî menfaatlerine dair kelimatları olmalı ki, o nimete şükür olsun. Yoksa nimet böyle şükür görmezse, beşere zararlı düşer.
Evet beşer, hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli hevesata da ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat, beşte birisi olmalı. Yoksa havanın sırr-ı hikmetine münafi olur. Hem beşerin tembelliğine ve sefahetine ve lüzumlu vazifelerinin noksan bırakılmasına sebebiyet verip beşere büyük bir nimet iken, büyük bir nikmet olur, beşere lâzım olan sa'ye şevki kırar.
şimdi gözümün önündeki makinecik ve radyo kabı, Kur'ân'ı dinlemek için odama getirilmişti. Baktım, on hissede bir hisse kelimat-ı tayyibeye veriliyor. Bunu da bir hatâ-yı beşerî olarak anladım. ınşaallah, beşer bu hatâsını tamir edecek. Ve bütün zemin yüzünü bir meclis-i münevver, bir menzil-i âli ve bir mekteb-i imanî hükmüne geçirmeye vesile olan bu radyo nimetine bir şükür olarak, beşerin hayat-ı ebediyesine sarf edilecek kelimat-ı tayyibe, beşte dördü olacak.
ıkinci nokta : Nur Risalelerinde denilmiş ki: "Kâinatı halk edemeyen, bir zerreyi halk edemez. Bir zerreyi tam yerinde halk edip muntazam vazifeleriyle çalıştıran, yalnız kâinatı halk eden Zat olabilir." Bu cümlenin küllî hüccetlerinden bir cüz'î hücceti şudur ki:
Kelimelerin envâının kabı ve mahfazası olan yanımdaki bu radyo makineciğindeki bir avuç hava kat'iyen gösteriyor ki, şimdi elimizde baktığımız radyo "istasyon cetveli" namındaki listede yazılı iki yüze yakın merkezden, bir saatten bir seneye kadar uzak ve muhtelif mesafelerden aynı dakikada birtek kelime-i Kur'âniye, meselâ "Elhamdü lillâh" kelâmı tam hurufatıyla ve şivesiyle ve söyleyenin mahsus sadâsının tarzıyla, bu makinedeki bir avuç havanın zerreleriyle, hiç tegayyür etmeden kulağımıza gelmek için ve muhtelif kelimat-ı Kur'âniyeyi ayrı ayrı sadâ ile, çeşit çeşit şive ile, keza hiç tegayyür etmeden ve bozulmadan bizim kulağımıza getirmek için o bir avuç havanın herbir zerresinde öyle hadsiz bir kuvvet ve ihâtalı bir irade ve bütün rû-yi zemindeki merkezlerde o Kur'ân'ı okuyan hafızların ayrı ayrı şivelerini bilecek ihatalı bir ilim ve onları bütün görecek ve işitecek muhit bir göz ve herşeyi bir anda işitebilir bir kulak olmazsa, elbette bu mucize-i kudret vücuda gelmeyecek.
Demek, bu bir avuçtaki hava zerreleri yalnız ve yalnız bütün kâinatı ihata eden bir ilim ve iradenin, sem' ve basarın sahibi bir Zâtın ve hiçbir şey ona ağır gelmeyen ve en büyük şey, en küçük şey gibi kudretine kolay gelen bir Kadîr-i Mutlakın kudreti ve iradesi ve ilmiyle bu mucizât-ı kudrete mazhar oluyorlar. Yoksa, temevvücat-ı havaiyede mevcudiyeti tevehhüm edilen serseri tesadüfün ve kör kuvvetin ve sağır tabiatın icadına yer vermek, her bir zerreyi, bütün zemin yüzündeki küre-i havaiyede bulunan her şeyi görür, bilir ve yapar hâkim-i mutlak etmektir. Bu ise yüz bin derece akıldan uzak, muhal muhaller içinde bir hurafedir. Ehl-i dalâlet gelsinler, mezhepleri ne kadar akıldan uzak ve hurafe olduklarını görsünler.
Üçüncü nokta : Bu radyo makineciğinde ve mânevî kelimat çiçeklerine saksılık eden bu kapçıktaki bir avuç havanın gösterdikleri mucizât-ı kudretten bu hakikat anlaşılıyor ki, her bir zerre, Cenab-ı Hakkı zâtıyla ve sıfâtıyla târif eder ve ispat eder. Bütün kâinatı teftiş eden hükemalar ve ulemalar, büyük ve geniş delillerle Zat-ı Vâcibü'l-Vücudun vücudunu ve vahdetini ispat etmek için bütün kâinatı nazara alırlar, sonra mârifetullahı tam elde ediyorlar. Halbuki nasıl güneş çıktığı vakit bir zerrecik cam, aynı deniz yüzü gibi güneşi gösteriyor ve o güneşe işaret ediyor. Öyle de, bu bir avuç havadaki her bir zerre de, mezkûr hakikate binaen, aynen kâinat denizindeki cilve-i tevhidi, sıfât ve kemâliyle kendilerinde gösteriyorlar.
ışte, Kur'ân-ı Hakîmin mânevî mucizesinin bir lem'ası olan Risale-i Nur bu hakikati izahatıyla ispat etmesi içindir ki müdakkik bir Nurcu, huzur-u daimî kazanmak ve mârifetullahı her vakit tahattur etmek için ve huzur-u daimî hâtırı için Lâ mevcude illâ Hû demeye mecbur olmuyor.
Ve yine bir kısım ehl-i hakikatın dâimî huzuru bulmak için Lâ meşhûde illâ Hû dedikleri gibi, o Nurcu böyle demeye muhtaç olmuyor.
Belki "Her bir şeyde, Onun bir olduğuna delâlet eden bir âyet vardır." ıbnü'-Mu'tez'in bir şiirinden alınmıştır. ıbn-i Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'ani'l-Azîm, 1:24.
parlak hakikatının kudsî penceresi ona kâfi geliyor. Bu kudsî Arabî fıkranın kısacık bir izahı şudur ki:
Evet, herkesin bu âlemde birer âlemi var, birer kâinatı var. Âdetâ zîşuurlar adedince birbiri içinde hadsiz kâinatlar, âlemler var. Herkesin hususî âleminin ve kâinatının ve dünyasının direği kendi hayatıdır. Nasıl herkesin elinde bir aynası bulunsa ve bir büyük saraya mukabil tutsa, herkes bir nevi saraya, aynası içinde sahip olur. Öyle de, herkesin hususî bir dünyası var. Bir kısım ehl-i hakikat bu hususî dünyasını Lâ mevcude illâ Hû diye inkâr etmekle, terk-i mâsivâ sırrıyla Cenab-ı Hakka karşı huzur-u dâimî ve mârifet-i ılâhiye bulur. Ve bir kısım ehl-i hakikat da, yine dâimî mârifet ve huzuru bulmak için Lâ meşhûde illâ Hû deyip kendi hususî dünyasını nisyan hapsine sokar, fânilik perdesini üstüne çeker, huzuru bulmakla bütün ömrünü bir nevi ibadet hükmüne getirir.
şimdi, bu zamanda, Kur'ân'ın i'câz-ı mânevîsiyle tezahür eden "Her bir şeyde, Onun bir olduğuna delâlet eden bir âyet vardır." ıbnü'-Mu'tez'in bir şiirinden alınmıştır. ıbn-i Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'ani'l-Azîm, 1:24.
sırrıyla, yani, zerrelerden yıldızlara kadar herşeyde bir pencere-i tevhid var ve doğrudan doğruya Zât-ı Vâhid-i Ehadi sıfâtıyla bildiren âyetleri, yani delâletleri ve işaretleri var.
ışte Hüve Nüktesiyle bu mezkûr hakikat-i kudsiyeye ve imaniyeye ve huzuriyeye icmâlen işaretler vardır. Risale-i Nur, bu hakikati izahatıyla ispat etmiş. Eski zamandaki ehl-i hakikat bir derece mücmelen ve muhtasaran beyan etmişler. Demek, bu dehşetli zaman daha ziyade bu hakikate muhtaçtır ki, Kur'ân-ı Hakîmin i'câzıyla bu hakikat tafsilâtıyla ihsan edilmiş, Nur Risaleleri de bu hakikata bir nâşir olmuşlar.

El Baki Huvel Baki
Kardeşiniz
Said Nursî
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

312

26.03.2007, 09:54

Alıntı sahibi ""KuLL""

Allah'ın varlığına bir delil getirmeye gerek yoktur. Çünkü Allah tan başka var olan hiçbirşey yoktur. Eğer atomları kuantum fiziği ile ilgili çalışmaları okuduysanız yada haklarında bilginiz varsa beni anlayacaksınız demektir. Biliyorsunuz atom altı parçacıklar var.Kuarklar,hadronlar,hiperonlar vs. şimdi biraz düşünelim. Maddenin yapı taşında atom var diyoruz ama bir bakıyoruz atomun da yapıtaşı varmış... Ama birde atomun %99.9999 unun boşluktan ibaret olduğunu biliyoruz. Yani hayat yokluğun bir gölgesi ve tek var olan ise bir ve tek olan Allah tır. ışte bu yüzden yok olan şeyle Allah'ın varlığını ispata ihtiyaç yoktur.



yani haşa Allah hiçbir şey yaratmamış mı ki..

hele kuranı bir açın mealine bakın..

gökleri..
yerleri..
devleri..
arıyı ..

vesaire insanı yarattık demesinden tut ....
yıldızlara kadar git...

bunlar yaratılmamışlar mı....

yoksa siz başka birşeymi anlatıyorsunuz...
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

313

26.03.2007, 10:35

Değerli Kull kardeşim, bahsettiğin mesele bizim mesleğimize zıttır.
Üstad demiş, "Madem O var , o zaman her şey var"

Senin bahsettiğin mesele bazı zatların Cezbe halinde iken doğru gördüğü ve yanlış yorumladığı meseledir.

Ben burda kendi yorumu mu katmak istiyorum.

O büyük zatları tenzih ederim.

Ben "Allah'tan başkası yoktur",sözünü akıl dışı görüyorum.Yani, Allah'ta başkası yoksa (haşa) Allah bir şey yaratmaktan aciz midir ki hayali olan, hiç hükmündeki bizlere yarattı. (Haşa) Allah'ı hayal kuruyor,demekle aynı şey. Kudreti olmayan hayal kurar. Benim gibi, şu an bu yazıyı yazarken hayalimde bir kainat inşa edebilirim.
Allah'ın ilmini, kudreti hayali mahluklar temsil edemez.
O büyük Zatlar benden daha akıllı ve zeki iken böyle iltibaslar yapmasının sebebi cezbedir. Zira,cezbede akıl iptal oluyor.

Kull kardeşim Allah'ın varlığına kainattaki zerreler adedince deliller vardır. Risle-i Nur onların üstlerinde yazılı Ehdiyet mühürünü ,sikkesini, yazısını okumayı öğretiyor.
Allah'ın varlığına delil dye bir şey olmasa idi herkez iman etmek zorunda kalırdı.

Eski mesleği bırakmak lazım :P

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

314

26.03.2007, 12:06

Kardeşlerim kusuruma bakmayın ama yukarıdakileri ben yazmadım. Kuzenime üye adımı ve şifremi söylemiştim. "Git bak bu siteye üyelik isteyen yerler var oralarda çok güzel şeyler var" diye. Zannediyorum bunu o yazmış zaten onun böyle fikirleri çoktur. Tekrar özür dilerim kuzenim adına...Keşke vermeseymişim ....
Oturup Mehdiyi beklemek Mümine yakışmaz, mümin en azından bir konuda dahi olsa mehdi olabilmelidir. O da Allah'a halis kul olmak...

315

26.03.2007, 12:13

Alıntı sahibi ""KuLL'un Kuzeni ""

Allah'ın varlığına bir delil getirmeye gerek yoktur. Çünkü Allah tan başka var olan hiçbirşey yoktur. Eğer atomları kuantum fiziği ile ilgili çalışmaları okuduysanız yada haklarında bilginiz varsa beni anlayacaksınız demektir. Biliyorsunuz atom altı parçacıklar var.Kuarklar,hadronlar,hiperonlar vs. şimdi biraz düşünelim. Maddenin yapı taşında atom var diyoruz ama bir bakıyoruz atomun da yapıtaşı varmış... Ama birde atomun %99.9999 unun boşluktan ibaret olduğunu biliyoruz. Yani hayat yokluğun bir gölgesi ve tek var olan ise bir ve tek olan Allah tır. ışte bu yüzden yok olan şeyle Allah'ın varlığını ispata ihtiyaç yoktur.

:?: :?: :)
Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin. Mektubat - 71

MıRZASAıD

Orta Düzey

Mesajlar: 319

Meslek: tecavüz değil tedafüdür.Hem tahrip değil, tamirdir. Hem hâkim değiliz, mahkûmuz

  • Özel mesaj gönder

316

28.03.2007, 16:56

Yaratıcının en büyük delillerinden biri: Kur’ân- 1

Kâinat Yaratıcısının en büyük delillerinden birisi Kur’ân’dır. Zira o, Allah’ın sözüdür. Kelâm sıfatı konuşmaya, konuşma varlığa işaret eder. “Yapan bilir ve bilen konuşur” kaidesince, Âlemlerin Rabbi, Kur’ân vasıtasıyla insanoğluyla konuşmuş; Kendisini tek, sonsuz isim ve sıfatlar sahibi olarak tanıtmıştır.

Kur’ân’ın Kelâmullah olduğu, ılâhî tuğra gibi mu’cizeliği gösteren bir mühürdür. Kur’ân’ın mu’cizeliğinin yedi ana yönü vardır:

1- Nazmındaki belâgat 2- Âyet ve sûreler arası tenasüb (âhenk/uyum) 3- Kendine has insanınkine benzemeyen üslûbu 4- Gaybtan haber vermesi 5- Âyetlerde tenakuz/çelişki ve hata olmaması 6- Ümmî (okuma yazma bilmeyen) bir zattan zuhur etmesi 7- ınsanların gücünün üstünde ilmî hakikatleri ihtiva etmesi.

Bir insan, üstelik o vahşet ve karanlık çağında böyle bir kitap düzenleyemez. Çünkü bu, insan tâkatinin üstünde bir hadisedir. Öyle ise o Allah kelâmıdır.

Öte yandan Kur’ân’da hiçbir hata, eksik bulunmaz ve bulunması da imkânsız. Oysa, hangi seviyede olursa olsun hiçbir beşerî eser, hata ve yanlıştan berî olamaz. Bu da Kur’ân’ın kaynağının ılâhî olduğunu gösterir.1 Zaten Kur’ân, “Eğer bu bir beşer sözüdür diyorsanız, onun bir benzerini yapın!”2 diye on beş asırdır meydan okuyor.

Gerek Müslüman, gerekse gayr-i müslim yazarlar tarafından milyonlarca Arapça kitap yazılmış olmasına rağmen Kur’ân üslûbuna benzer bir eser kimse ortaya koyamamıştır. Bu da beşer değil, Allah kelâmı olduğunu gösterir. Ki, bütün insanlara ve cinlere meydan okuyarak Arap ediplerini ve belâğatinin dahilerini ümmî peygamber vasıtasıyla muarazaya çağıran Kur’ân, onları tahrik etmiştir. Bu nokta bile birkaç yönlü mu’cizedir:

* Gelecekten haber vermiştir, bu yüzden muaraza olamamıştır. * Böyle büyük bir dâvâda onlara “Yapamayacaksınız!” diyerek meydan okuması, yüz de yüz hak olduğuna işarettir. * Kur’ân, belâgatın ve fesahatin zirvesinde olanlara, “Siz bile bunu yapamadınız, diğer insanlar asla muaraza edemezler!” diyerek geçmiş ve gelecek zamanın bundan aciz olacağını da haber verir. Nitekim, bu noktada da mu’cizeliğini serdetmiştir.

Kur’ân’ın diğer mu’cizelik yönü de her zaman yeni kalması, her asırda yeniden nazil oluyor gibi olması, tazeliğini koruması, eskimemesi, ezeli bir hutbe olup bütün insanlara hitap etmesidir. Çünkü, beşerî kanunlar insan gibi yaşlanır. Kökü sağlam olan Kur’ân ise, zaman geçtikçe daha da sağlamlaşır ve hakikatleri yayılır. Demek Kur’ân, Allah kelâmıdır. Evet, bu yönüyle Kur’ân Cenâb-ı Hakkın delillerindendir.

Dipnotlar:
1- Sözler, s. 375-384.
2- Bakara Sûresi: 24.

fersadoglu@yeniasya.com.tr

MıRZASAıD

Orta Düzey

Mesajlar: 319

Meslek: tecavüz değil tedafüdür.Hem tahrip değil, tamirdir. Hem hâkim değiliz, mahkûmuz

  • Özel mesaj gönder

317

28.03.2007, 16:59

Yaratıcının en büyük delillerinden biri: Kur’ân- 2

Kur’ân’ın 15 asır önce, bugün ilmî ve teknolojik gelişmelerle ancak anlaşılabilen keşif ve icadlardan; sosyal hâdiselerden bahsetmesi de mu’cizedir ve bu yönüyle de tevhide delildir. Astronomi, biyoloji, jeoloji, tıp ve sâir ilimlerle ilgili yüzlerce âyette, yüzlerce keşif ve icadlardan, ilmî hakikatlerden haber verir Kur’ân.

Oysa insan, ne kadar akıllı, zekî olursa olsun, değil bin beş yüz sene sonra; bir sene, iki sene sonra (umûmî konular hariç) vuku bulacak husûsî olayları, ilmî gelişmeleri, sosyal hâdiseleri bilemez. Bunların yüzlercesinden birisi, hepimizin bildiği meşhur Râhman Sûresi’nin 19 ve 20. âyetleridir: “O iki denizi salıverdi ki, o denizler birbiriyle kavuşurlar. Aralarında bir engel vardır, birbirine karışmazlar.”

şimdi, “kavuşup-karışmamanın” mu’cizelik cephesine kısa bir nazar gezdirelim: Deniz suları, boğazlar yoluyla birbirine kavuşuyor, fakat suları birbirine karışmıyor! Çelişkili gibi görünen bu mesele; denizaltı araştırmalarıyla meşhur Fransız ilim adamı Kaptan Custeaun’un, 20-25 sene önceki tesbitiyle anlaşılmıştır. şöyle ki:

Önce Akdeniz ve Atlantik okyanusunun kimyevî ve biyolojik yapısının farklılığını tesbit eder. Cebel-i Tarık Boğazında çeşitli araştırmalar neticesinde, “Cebel-i Tarık Boğazından güney yakasına (Fas) ve kuzey yakasından (ıspanya), denizin dibinden akıl almaz şekilde tatlı sular fışkırdığını; her iki kıyının dibinden birbirine doğru 45 derecelik açılar halinde bu dev su kanalların, tarağın dişleri gibi karşılıklı bir baraj yaptığını; bu sebeple Akdeniz’in Atlas Okyanusuna, okyanusun Akdeniz’e karışmadığını”1 keşfeder. Yâni, sular birbirine kavuşuyor, ama karışmıyor!

Diğer yandan inci ve mercanların, denizin kimyevî yapısına göre var veya yok olma meselesi, “O iki denizden inciler, mercanlar çıkar. Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz?”2 âyetleriyle ifâde edilmektedir. Bilindiği gibi, denizler, milyarlarca küçük canlıları, bitki örtüsü, hayvanları, inci ve mercanları barındıran, Allah’ın hikmetlerini sergileyen âlemlerdir. Farklı canlı, farklı bitki örtüleri birbirine karışmamakta ve düzenlerini bozmamaktadır.

Araştırmamız derinleştikçe, hayranlık ve heyecanımız artar, gözlerimiz daha fazla kamaşır.3 Bugün; teknolojinin harika teknik cihazlarıyla ancak keşfedilebilen ilmî-fennî pek çok mevzûun özünün; Kur’ân’da dile getirilmesi; aynı zamanda imân esaslarının hak olduğunu ispat edip ilân eder. Meselâ, “Onun varlığının delillerinden biri de sizi topraktan yaratmasıdır; sonra bir beşer olarak hemen yeryüzüne yayılırsınız”4 şeklindeki hârika tesbiti ele alalım:

Modern ilim ispat etmiştir ki, insan vücûdu, arzda bulunan bütün elementleri ihtivâ etmektedir. Vücût; karbon, oksijen, hidrojen, fosfor, kükürt, azot, kalsiyum, mağnezyum, demir, manganez, bakır, iyot, klor, kobalt, zink, silisyum, aleminyum gibi elementlerden teşekkül eder.

Diğer taraftan, “kara delikler”den bahseden Vâkıa Sûresi’nin 75-76. âyetleri; her şeyin “çift” yaratıldığını; topraktaki dirilik ve hayatın sırlarını açan Yâsîn: 36, 33.; petrolden söz açan Alâk Sûresi’nin 4-5.; yağmurun meteorolojik inceliklerini dikkate sunan Zuhruf: 11.; atom çekirdeğinin içindeki hareketleri nazara veren Tekvîr: 15-16.; kâinatın genişlediğini ifade eden Zariyat: 47; arz ve semanın bitişik iken koparıldığı Enbiyâ: 30; dünyanın dönüşünü gösteren Neml: 88. âyetleriyle; su, oksijen, hava sahifesi, bitki, hayvan ve canlılar; gökyüzü ve sırlarından bahseden modern ilmî buluşlarla örtüşen hattâ, on beş asır evvel onlara işaret eden yüzlercesi; Kur’ân’ın, Allah kelâmı olduğunu ispat eder.

Bir âyet bile yalnız başına Kur’ân’ın Kelâmullah olduğunu gösterir. Çünkü, o karanlık ve cehâlet çağında, herhangi bir ilmî meselenin hayal bile edilemeyeceği bir zemin ve zamanda teknolojik derinlik ve ilmî inceliklerden haber verilmesi; ancak, her şeyi bilen ve tasarrufunda bulunduran Âlim ve Kadîr-i Küll-i şey’in sözü olmalıdır.

ışte Kur’ân buna benzer binlerce teknik meseleyi de bildiğine göre; o insan sözü değildir. Öyle ise, Allah’ın kelâmıdır. Öyle ise, onun bildirdiği gibi, Allah birdir, şeriki, naziri, benzeri, ortağı yoktur; sonsuz sıfat sahibidir.

Dipnotlar:
1- Kur’ân-ı Kerîm’den Âyetler ve ılmî Gerçekler 1: 80.;
2- Râhmân Sûresi: 22-23.;
3- Prof. Dr. Abdüsselâm, ıdealler ve Gerçekler, (Çev. Senâi Demirci, Mesut Toplayıcı) Yeni Asya Yayınları, ıst. 1987, s. 12.;
4- Rûm Sûresi: 20.

fersadoglu@yeniasya.com.tr

MıRZASAıD

Orta Düzey

Mesajlar: 319

Meslek: tecavüz değil tedafüdür.Hem tahrip değil, tamirdir. Hem hâkim değiliz, mahkûmuz

  • Özel mesaj gönder

318

29.03.2007, 10:08

Kâinat Halıkının büyük delili: Peygamberlik müessesesi

Tarihin şahadetiyle sabittir ki, insanların en akıllı, en zekî, en ahlâklı, en dürüst, en masum ve günahsızları ılâhî mesajcılar, yani peygamberlerdir. Dolayısıyla onlar, Allah’ın varlık ve birliğine en büyük belgedirler.

Peygamberin doğruluğuna delil ise, mu’cizedir.

Mu’cize, Allah’ın izniyle, alışılmış tabiat kanunları dışında1 cereyan eden harisedir. Olağandışı olay meydana gelmeden önce peygamberin bildirdiği,2 doğrudan doğruya Allah’ın bir fiilî olup3 elçisinin dâvâsını fiilen tasdik4 ettiği; yani onun peygamber olarak görevlendirildiğini bildiren beşer üstü bir olaydır.

Bir devlet başkanının huzurunda, “Başkan beni şu işle görevlendirdi” diyen birinden doğru söylediğine dair delil istenildiğinde, Başkanın “Evet” demesi, o kişinin doğruluğunu tasdik etmesidir. Ayrıca başkanın âdet ve vaziyetini onun için değiştirmesi, “Evet” sözünden daha kesin ve sağlam bir şekilde, o elçinin dâvâsını doğrular.5 ışte mu’cize de, peygamberlerin kendilerinin Allah’ın elçileri olduklarını insanlara ispat edebilmeleri için Allah’ın onlar üzerinde gösterdiği beşer üstü hallerdir. Yâni, diğer insanların yapması imkânsız olan hayret verici işlerdir.

Bunun mantığı şudur: Peygamberler insandır. Fakat, Allah’ın elçileridir. Özel bir görev ile, Onun mesajlarını, diğer insanlara bildirirler. Onların doğru söylediklerinin anlaşılabilmesi için, belgeleri olması gerekir. ışte, doğruluklarına dair işâret, belge ve göstergeye mu’cize deniyor.

Mu’cizeyi, Allah’ın izniyle yalnız peygamberler gösterirler. Çünkü, Cenâb-ı Hak, tabiatta her şeyi bir kanuna, bir prensibe, bir düzene bağlamıştır. Zira, insanlar, asalarıyla (bastonlarıyla) işaret edip denizi yaramazlar, taştan su çıkaramazlar, ağır hastaları elleriyle sıvazlayıp tedâvi edemezler, elleriyle demiri hamur gibi yoğuramazlar, elbiseleriyle ateşe atıldıklarında yanmaktan kendilerini kurtaramazlar, hiçbir vasıta kullanmaksızın rüzgâra binip üç aylık yolu bir günde katedemezler, çok uzaklardaki tahtı ışınlayarak getiremezler, güneşi durduramazlar, ayı ikiye bölemezler, ağaçları yürütemezler, bir porsiyon yemekle 300 kişiyi doyuramazlar, bir sürâhi dolusu sudan 1500 kişiye su içiremezler.

Eğer bir insan bu mu’cizelerden birisini veya birkaçını gösteriyorsa o; bütün unsurları yaratan ve kudret, ilim gibi sıfatları sonsuz olan birisinin izniyle yapıyordur. Bütün peygamberler birer mu’cize göstemiştir. Öyle ise, onların söyledikleri doğrudur. Öyle ise, Allah vardır ve birdir.

Öte yandan, bir insan olarak Hz. Peygamberin (asm) dâvâsının tazeliğini koruyan prensipleri, sözleri, fiilleri, tavsiyeleri yanında bizzat şahsiyeti de mu’cizedir. şahsiyeti, kendi peygamberliğine delil olduğu gibi, hem tevhîde, yâni, Yaratıcının varlık ve birliğine, hem diğer imân şartlarına asla çürütülemez bir belgedir. Bunun ispatlarından birisi, insan dimağından dökülmesi mümkün olmayan ve asırları tarayan sözleri, hem o çağın kalıp ve birikimine sığmayan harika tavrı, üstün ahlâkı ile fen ve sosyal ilimlere getirmiş olduğu fezlekeler, prensipler ve açılımlardır.

Peygamberler Allah’ın elçileridir, söyledikleri şeyler doğrudur. Öyle ise, kâinatın Sahibi Vahid’dir, Ehad’dir, Samed’dir...

Dipnotlar:
1- Lem’alar, 60-61.;
2- şuâlar, 355;
3- ışârâtü’l-ı’câz, 314; Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 121;
4- Asâ-yı Mûsâ, 98; şuâlar, 99;
5- Mektûbat, 91.

fersadoglu@yeniasya.com.tr

YaMusaB

Stajyer

Mesajlar: 154

Konum: KaFKasYa

Meslek: TaleBe

  • Özel mesaj gönder

319

29.03.2007, 20:07

Alıntı sahibi ""yunusum""

evet vicdanda var.adam Allahı inkar ediyor.otobüsde.
ne yapıyorlar inanmıyor.
sonra şöfür şaka olarak lastik patladı diye otobüsü hızla aşağıya doğru sürüyor.

inkarcı adam aniden Allah diyor.sonra diyorki inanıyorumda
farkında değilim.

hakikaten vicdan devamlı Allahı hatırlatıyor.
başka örneği olan varmı.


abi benim de bir arkadaşım var Allah a inanmıyor. Bir gün dedim ki, göreceksin bi gün ıslam diyeceksin ve belki hepimizden daha dindar olacaksın inşaAllah dedim.

O da inşaAllah dedi : )

320

21.11.2007, 15:42

Allahın varlığına deliller nelerdir?ne gibi örnekleriniz vardır..Burda paylaşırmısınız..

çünkü konu çok önemlidir..bu konudan daha önemli ne vardır..
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

Bu konuyu değerlendir