Giriş yapmadınız.

1

14.07.2006, 15:52

Allah Nasıl Mekandan Münezzeh Olabilir?

Arş Allah'ın esması ile tecelli ettiği yerdir. Arz ve semavat, alem-i mülk ve melekut belki bir mü'mini kalbi, hepsi Rabb'ül Alemin'in arşı,esmasının tecelligahıdır.
Nasıl güneş senin göz bebeğinde tecelli edip görünse, sen ona güneş gözüme girdi,işte onu makamı benim gözümdür, desen, hata etmiş olursun.Aynen öyle, Arş'a Allah'ın varlığı ile kaim olduğu yer dersen böyle bir muhal söylemiş olursun.

Allah her türlü kusurdan münezzeh;Kuddüs ve Sübhan'dır. Bir mekan içinde olmak bir sınıra dahil olmak ki bu bir sınır ile kayıt altına girmek demektir; buda bir kusurdur. Allah için bunu söylemek muhaldir.
Allah kainatı yaratmasının bir hikmeti ;kendi Cemal'inin ve Celali'nin tecellilerini müştak istihsan edicilerde önce kendi görmek ve göstermek içindir. ışte Rabb'ül Alemin'in esmasının Cemalini ve Celalinin gösterildiği yer ,memeri olan, geçiş yeri olan Arş; Allah'ın varlığı ile kaim olduğu yer değil varlığı ile tecelli ettiği yerdir.

ızahlarınızı bekliyorum
Selam ve dua ile canım kardeşlerim...
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

3

24.07.2006, 15:30

Bir olan Allah aynı anda her şeyi nasıl bilir ve yapar?

ınsan bir anda iki yöne bakamayan gözlerini, iki ayrı konuya birlikte düşünemeyen aklını, bir anda iki şey dileyemeyen iradesini kısacası hepsi noksan ve cüz’î olan kendi sıfatlarını ölçü aldığında, bütün sıfatları sonsuz, küllî ve mutlak olan Allah’ın icraatlarını elbette anlayamaz. Bu noktada hayret etmesi gerekirken nefis ve şeytanın birlikte gayretleriyle bazen inkar yoluna saptığı olur.

Halbuki insan kendini ölçü alacağına Allah’ın yarattığı ve Onun izni ile bir anda sayısız işler yapan mahlukatı düşünse böyle bir soruyu sormasına gerek kalmaz. Bir anda bütün gözlere birlikte giren güneş ışığını, bütün canlıların kanlarını birlikte temizleyen havayı, üzerindeki her varlığı beraber çeken yer çekimini, bir anda bütün kulaklara birlikte giren kelimeyi, bütün yapraklara, meyvelere birlikte rızık gönderen ağaçtaki kanunu, her bedenin her hücresinde birlikte bulunan ruhtaki hayat sıfatını düşünebilse bu mahlukatına bu kabiliyetleri veren Allah, elbette sonsuz işleri birlikte yapabilir ve bilebilir der. Bu konuda hiçbir şüphesi kalmaz.

Bir tek zat çeşitli aynalar vasıtasıyla külliyet kazanabilir. Bütün aynalarda birlikte bulunabilir ve iş görebilir. Bir anda çok yerlerde birlikte iş görmenin çok harika bir misalini Cenabı Hak, görüntü kanunuyla bizim nazarımıza sunmuştur.

ınsan binlerce aynada birden görünür. Mesela, kolunu kaldırsa binlerce kol birden kalkar. Mektup yazsa bütün aynalarda da birer mektup yazılır. Aynı insanın televizyondaki görüntüsü aynadakinden çok ileri bir seviyededir. Ekranlarda sadece sureti değil, sesi de görüntülenir. Ve o insan bir anda milyonlara hitap eder. Bu da Allah ın bu kainatta koyduğu bir kanundan beşerin faydalanmayı bilmesinin bir sonucudur.

Aynalarda görüntülenen varlıkları üç kısma ayırabiliriz. Birincisi, "katı, maddî ve ışıksız" şeylerdir. Bunların görüntüleri bir suretten, bir resim olmaktan öteye geçmez. O şeyin mahiyetini yansıtmaz. Mesela, bir kimse yüz aynalı bir odaya girse, yüz tane görüntü meydana gelir. Fakat o suretler ölüdürler. Görmezler, işitmezler, konuşmazlar, yemezler, içmezler.

ıkincisi, "maddî nuranî" varlıklardır, güneş gibi. Aynasını güneşe çeviren bin tane adam düşünelim. Güneş, bütün aynalarda görünür. O görüntüler güneşin aynısı değildir, ancak güneşin bazı özelliklerine sahiptir. Aynadaki güneş akisleri de, asıl güneş gibi ışık, ısı ve yedi renk sahibidir. Gökteki güneş şuurlu olsaydı, aynamız vasıtasıyla bizimle konuşabilir, çeşitli işler yapabilirdi. Bir iş başka bir işe engel olmazdı.

Üçüncü kısım, "nuranî ruhlar"dır. Bunların görüntüleri, o ruhanî varlıkların özelliklerine sahiptir. Diridirler, görürler, işitirler, konuşurlar, bilirler. Bu noktada aynaların gösterebilme kabiliyeti önem taşır.

Muteber hadis kitaplarında temessülün birçok misalini görmek mümkündür. Mesela, "Hame" isimli bir cin, ihtiyar bir adam halinde temessül ederek Peygamber Efendimizin (asm) yanına gelmiş, şahadet getirerek ıslâm ı kabul etmiştir. Hazret-i Ömer in (ra) anlattığı bu hadise, cinlerin temessülüne güzel bir misaldir.

Hazret-i Cebrail (as) ise, Dıhye isimli bir sahabe suretinde Peygamber Efendimizin (asm) huzuruna gelmiş, “ıman nedir, ıslâm nedir?” Diye sorular sormuştur. Sahabelerin huzurunda meydana gelen bu hadise, meleklerin temessülü hakkında meşhur bir misaldir. O büyük melek, aynı anda daha başka sayısız yerlerde bulunur, çeşitli işler yapar, bir iş başka bir işe mani olmazdı. Hem ruhu, hem de cesediyle, aynı anda birçok yerde bulunabilen bir kısım evliya da vardır ki, bunlara “abdal” namı verilir. Ruhu gibi, cesedi de nuraniyet kazanan bu zatların hali hakikaten harikadır.

Temessül kanununu gereğince değerlendirebilen bir insan, Allah Teala nın, “bir” olduğu halde her şeyi aynı anda nasıl bildiğini, nasıl yarattığını, nasıl idare ettiğini, bir işin başka işlere nasıl mani olmadığını hiç bir şüpheye yer kalmayacak şekilde anlar, tasdik eder.

Bütün kanunları koyan Odur. Nice harikalara mazhar olan bütün cinleri, melekleri ve ruhları yaratan Odur. Bütün nurlar, onun “nur” isminin gölgeleridir. O, maddî olmayan mukaddes zatıyla hiçbir yerde değildir, ancak isimleri ve sıfatlarıyla her yerde hazırdır. Her şeyi bilir ve her işi bizzat icra eder.
Alaaddin Başar (Prof.Dr.)

4

24.07.2006, 15:40

ınsan, ilâhi isimlerin fiilî tecellisi olan kainatın küçük bir nüshası ve gözbebeğidir. Alemin esrarlı derinliklerini mıknatıs gibi kalbinde toplayabilecek bir gönül aynasına sahiptir. Cevherleri kainatın her zerresiyle alakadardır. Ötelere ait sonsuz sırların yumağı­dır. Çünkü ötelerden gelmiş, ötelere gidecek.


Fâtır-ı Hakîm, insanın mahiyet-i maneviyesinde nihayetsiz azim bir acz ve hadsiz cesim bir fakr dercetmiştir. Tâ ki, kudreti nihayetsiz bir Kadîr-i Rahîm ve gınası nihayetsiz bir Ganiyy-i Kerim bir zâtın hadsiz tecelliyatına câmi’ geniş bir âyine olsun.” Sözler


bu dünyada sadece cemalî isimler tecelli etse ve insan sadece bunlara muhatap olsa idi marifeti noksan kalırdı. Bu imtihan meydanında, insanoğlu Allah’ı hem celal, hem de cemâl sıfatlarıyla tanımak durumunda. Ahirette ise, yollar ayrılacak. ınsanların bir kısmı ibadet, ihlas, salih amel ve güzel ahlaklarına mükafat olarak, cennete girecek ve lütuf, kerem, ihsan gibi nice cemal tecellilerine, azami ölçüde ve ebediyen muhatap olacaklar. Küfür ve şirk yolunu tutarak dalalet ve sefahate düşenler ise celal, izzet ve kahır tecellileriyle karşılaşacaklar. Böylece, ahiret yurdunda, Allah’ın hem cemalî hem de celâli isimleri en ileri manada tecelli etmiş olacak.

Nur Külliyatında bir dua cümlesi var:

“Bize gösterdiğin nümunelerin ve gölgelerin asıllarını, menba’larını göster.” Sözler

Lütuf gibi kahrın da aslı ahirette. Burada her ikisi de gölge kadar tecelli ediyorlar. Yani, bu dünyadaki varlıklar, ahirete nispetle, gölge kadar zayıf bir tecelliye muhatap oluyorlar. Ve bu gölge hayatın gereğini yapan ve hakkını vermeye çalışanlar, asıla kavuşuyorlar.
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

5

24.07.2006, 16:20

Çok güzel bir bakış açısı kardeşim. Maaşallah. Seni tebrik ederim.

Selam ve dua ile
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

6

25.07.2006, 16:51

Re: Allah Nasıl Mekandan Münezzeh Olabilir?

Alıntı sahibi ""cevat uykan""

Arş Allah'ın esması ile tecelli ettiği yerdir. Arz ve semavat, alem-i mülk ve melekut belki bir mü'mini kalbi, hepsi Rabb'ül Alemin'in arşı,esmasının tecelligahıdır.
Nasıl güneş senin göz bebeğinde tecelli edip görünse, sen ona güneş gözüme girdi,işte onu makamı benim gözümdür, desen, hata etmiş olursun.Aynen öyle, Arş'a Allah'ın varlığı ile kaim olduğu yer dersen böyle bir muhal söylemiş olursun.

Allah her türlü kusurdan münezzeh;Kuddüs ve Sübhan'dır. Bir mekan içinde olmak bir sınıra dahil olmak ki bu bir sınır ile kayıt altına girmek demektir; buda bir kusurdur. Allah için bunu söylemek muhaldir.
Allah kainatı yaratmasının bir hikmeti ;kendi Cemal'inin ve Celali'nin tecellilerini müştak istihsan edicilerde önce kendi görmek ve göstermek içindir. ışte Rabb'ül Alemin'in esmasının Cemalini ve Celalinin gösterildiği yer ,memeri olan, geçiş yeri olan Arş; Allah'ın varlığı ile kaim olduğu yer değil varlığı ile tecelli ettiği yerdir.

ızahlarınızı bekliyorum
Selam ve dua ile canım kardeşlerim...

7

26.07.2006, 08:45

izah edilecek bir dudum yok.cevat doğru anlatmış.

arş Allahın bütün esmasının azami oalrak tecelli ettiği yerdir.

insanın kalbine de Allahın bütün isimleri tecelli ettiği için kalbde bir arşdır.

ama bu kalb bende arş gibiyim deyemez.çünkü kalbde isimlerin tecellileri başka başka oluyor.

enbiyada başka,evliyada başka ve avamda başkadır.derecelerine ve kapasitelerine göredir.

mesela;peygamber efendimizde bütün isimler azami manada vardır.

musa as da mütekellim ismi vardır.
isa as da kadir ismi hakimdir.

ebu hanife adl,hakem ismini ismi azam görmüş.
Hazreti Ali ra ferd,hayy,kayyum,adl,kuddus ve hakem isimlerini ismi azam görmüş.

Abdulkadir geylani hazretleri hayy ismini
Ve üstadımız Rahim ,hakim ve nur ismini ismi azam görmüşlerdir.

bizim gibi avamlarda ise bu belli değildir.çünkü havas değiliz.

işte bütün bunlar gösteriyorki kalbde başka başkadır.

arşdan tecelli edenlerde başka başka olduğu için mahlukat çeşit çeşit olmuştur.kimisi taş,kimisi ağaç kimisi ahyvan ve bunlarda kendi aralarında başka başka olmuştur.

bütün bu çeşitlik esmadan kaynaklanıyor.
insanların simalarıda ve manevi aşhsiyetleride esmanın tecellisinin ayrı ayrı olmasındandır.

bütün kainat arşdan yönetiliyor.merkez arşdır.Allah arşda azami manada tecelli ediyor.

Allah her yerde hazır nazır olduğunu gibi hiçbir yerde değildir.
onun için arşdadır diyemeyiz.azami manada tecellisiyle orda kaimdir.
selam.

8

26.07.2006, 10:59

Allah'ın her yeri görmesi bir mekanla kayıtlı olmasını gerektirmez. Allah yukardadır, şurdadır,burdadır, her yerdedir demek bir mekanı çağrıştırır. Mekana sahib olmak ise bir kusurdur. Oysa Allah tecelliği ettiği arşında kusursuzluğunu görmek ve göstermek murad etmektedir. Her güzel kendi güzelliğini görmek ve göstermek ister. Ayna ile varlığının güzelliğni seyretmek ve raiyetine seyrettirmek ister. Birisi o güzelin arşı olan aynadaki tecellilerine kendisi dese hakaret olmaz mı?
Nasıl güneş senin göz bebeğine tecelli edince,sana senden daha yakın oluyor. Sen güneşe hadsiz bir uzaklıkta olmana rağmen güneş sana senden yakındır denilebilir. Güneş hadsiz büyüklüğüne rağmen senin gözüne tecelli etmiştir. Artık denilebilir ki güneşin arşı yani tecelli ettiği yer senin gözündür, denir.Güneş benim gözümün içindedir, demen mümkün değildir.

Allah'ın binibir isiminin her birinin veya bir kaçının veya biririni tecelli ettiği yer Allah'ın arşıdır denir. Mesela; hastalandın ve iyi oldun. Rabbimin şafi isminin arşı senin bedenin olmuştur denir. Yada bir annenin evladına şefkat duyan kalbi Allah'ın Vedud isminin tecelligahıdır. Güneş Nur isimini bir tecelligahıdır. Alem-i mülk ve melekut denilen o büyük arşın her milmide Allah'ın isimleri ile tecelli ettiği yerdir.Her yeri görür ve duyar. Bu yüzden ;Allah her yerdedir demek ilk bakışta doğru gibi gelse de yanlıştır. Belki Allah esmasının tecellileri ile her yerdedir. Mevcudata nihayetsiz yakınlığı ile beraber mevcudat ondan nihayetsiz uzaktadır demek daha doğru bir tanımdır.

Selam dua ve muhabbetle canım kardeşim.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

9

26.07.2006, 14:36

Tezahür ve Tecelli
Prof. Dr. Alaaddin Başar


Tezahür ve Tecelli

ALAADDıN BAşAR



TEZAHÜR

"Açığa çıkmak. Görünmek."

TECELLı

"Görünme. Bilinme."

"Gaybî hakikatlerin kalplerde hissedilir hâle gelmesi."

CıLVE

"Tecelliden hasıl olan şey." "Tecelli."


Tezahür ve tecelli kelimeleri, çoğu zaman aynı mânâda kullanılırlar. Tezahür, "zahir olmak, açığa çıkmak, görünmek" gibi mânâlara gelir. Tezahürde, gizli olan bir hakikatin açığa çıkması sözkonusudur. Tezahürün gerçekleştiği mekâna ‘mazhar’ denilir.

Tecelli ise "gaybî hakikatlerin kalplerde hissedilir hâle gelmesi," şeklinde tarif edilir ve kalpteki bu tecelliye ‘cilve’ adı verilir. Cilve için, "ârifin gönlünde parlayan ilâhî nur" denilmiştir.

ınsan kalbi gibi, âlemdeki her varlık da, kendi kabiliyetine göre, ilâhî isimlerden birinin veya birkaçının tecelli mahallidir.

Yakın mânâlar taşıyan ve çoğu kez birbirinin yerine kullanılan bu iki kelime arasındaki ince farkı bir derece ortaya koymak için Nur Külliyatından bir misal verelim:


"Güneşin bekası onunla değil; belki âyinenin hayatdar parlamasının bekası, güneşin cilvesine tâbidir." (Mesnevî-i Nuriye, 176)


Bu cümlede güneşin aynadaki aksine cilve denilmiştir. Yani güneş, aynada tecelli etmiş ve onda güneşin nurundan bir cilve meydana gelmiştir. Bu aksin de kendine göre bir parlaklığı, bir ısısı vardır. Yani güneşin özelliklerinden bir cilveye sahip kılınmış, o da parlamış, o da hararet saçmaya başlamıştır. Öte yandan, meselâ, bir ilmî makalede âlimin gizli olan, görünmeyen ilmi zahire çıkmış, bilinmiştir. Böylece o yazı, müellifin ilmine, bir bakıma, mazhar olmuştur. Ama o yazının kendisinde, yani harflerinde, mürekkebinde ilimden bir cilve bulunmaz. Bu yazıda ilmin görünmesi, aynada güneşin görünmesinden çok farklıdır. Bu bir tezahürdür, güneşinki ise bir tecelli, bir cilve.

Yine Nur Külliyatında şöyle bir ifade geçer:


"...bir cilve-i kudret-i Rabbaniye olan kuvvet."


Burada, tabiattaki kuvvetlerin ilâhî kudretten bir cilve taşıdıklarına işaret edilir; aynadaki parıltının güneş ışığından bir cilve taşıması gibi.

Tecelli kelimesi, daha çok kalb için kullanılır. ılâhî isimlerin ve sıfatların tecellisi en açık bir şekilde insan ruhunda, insan kalbinde görülür. Kâinattaki tecelliler, ona nispetle çok aşağı mertebede kalırlar.

Meselâ, insan ruhunda bir irade sıfatı vardır, işte bu sıfat, ilâhî iradenin bir tecellisidir. Her ne kadar bu irade mahluk ise de ve ilâhî iradeyle hiçbir benzerliği bulunmasa da, "bir şeyi dileme kabiliyetine sahip olması" cihetiyle ilâhî iradeden bir cilve taşır.

Aynı şekilde, insan ruhundaki kudret sıfatı, ilâhî kudretin; ilim sıfatı, ilâhî iradenin; görme ve işitme sıfatları da ilâhî görme ve işitmenin birer cilvesine sahip olmuşlardır.

Bu tecellileri müstakil olarak değerlendirdiğimizde, yani onları da bir çiçek, bir yıldız gibi birer mahluk olarak düşündüğümüzde, Allah’ın ilâhî sıfatları o tecellilerde kendini göstermiş, bu cihetle o tecelliler aynı zamanda ‘tezahür’ olmuşlardır.

Bu misalden de anlaşılacağı gibi tecelli ve tezahür arasında çok yakın ilgi vardır. Ama aralarında böyle bir ince fark da bulunmaktadır.

10

26.07.2006, 15:57

Allah razı olsun çok güzerl izah edilmiş
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

11

26.07.2006, 22:22

Allah Razı Olsun.Çok güzel izah edildi. Sorun yok.
Ben hayatımda ilk kez bir foruma katılıyorum. Klavye kullanmayı bile doğru dürüst bilmem. Yukardaki alıntıyı kaza ile yapmışım. :oops:
Selametle...

Bu konuyu değerlendir