Giriş yapmadınız.

321

21.11.2007, 15:44

Alıntı sahibi ""YaMusaB""

Alıntı sahibi ""yunusum""

evet vicdanda var.adam Allahı inkar ediyor.otobüsde.
ne yapıyorlar inanmıyor.
sonra şöfür şaka olarak lastik patladı diye otobüsü hızla aşağıya doğru sürüyor.

inkarcı adam aniden Allah diyor.sonra diyorki inanıyorumda
farkında değilim.

hakikaten vicdan devamlı Allahı hatırlatıyor.
başka örneği olan varmı.


abi benim de bir arkadaşım var Allah a inanmıyor. Bir gün dedim ki, göreceksin bi gün ıslam diyeceksin ve belki hepimizden daha dindar olacaksın inşaAllah dedim.

O da inşaAllah dedi : )


çok güzel nasılda inşaallah demiş..
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

322

21.11.2007, 15:47

Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de, zâhirî mün'imleri medih ve muhabbet edip Mün'im-i Hakikîyi unutmak, ondan bin derece daha belâhettir.
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

323

16.07.2008, 10:03

Allahın varlığına delil arayanlar buraya bakmalıdır..

324

20.02.2009, 14:01

Fotosentez Mucizesi
ısmail Kocaçalışkan, Prof. Dr.


Fotosentez Mucizesi

Prof. Dr. ısmail Kocaçalışkan


ESKıDEN beri esma-i ilahiye nasıl tecelli eder, bunu akla yaklaştıracak misaller var mıdır diye düşünürdüm. Bugün fotosentez konusu üzerine kafa yorarken esmanın tecellisi ile bu olay arasında bir benzerlik olduğunu farkettim.

şöyle ki; fotosentez olabilmesi için ışık gereklidir. Işık fotosentezin motor gücüdür. Yaprakta hücreler içinde kloroplast adı verilen ve ancak mikroskopla büyütüldüğü zaman görülebilen küçük fabrikalar bulunur. Bunlar gerçek bir şeker fabrikasıdır. Burada önce glukoz, fruktoz ve sakkaroz gibi şekerler sentezlenir, sonra bunlar protein ve yağ gibi diğer besin maddelerine çevrilir.

Ya da bitkinin her tarafına uzanmış olan ve kalbur şeklinde deliklere sahip olan iletim boruları vasıtasıyla yaprak sapından, daldan, gövdeden geçerek bitkinin her tarafına dağıtılırlar. Ancak çoğunlukla meyvelere ve toprak altı kısımlara taşınarak buralardaki hücrelerde depolanırlar.

Yani, meyvedeki besinlerin kaynağı yapraklardaki kloroplast isimli şeker fabrikalarıdır. ınsanoğlunun yapmış olduğu şeker fabrikalarına ‘şeker ayırma fabrikası’ demek daha doğru olur. Zira bunlar pancar kökünde depolanmış olan şekerin suyunu uçurarak mevcut olan şekeri ayırırlar. Yoksa şeker yapan bir fabrika değillerdir.

Meyvelerdeki gıdalar bir çeşit kimyasal enerji formlarıdır. Bu enerjinin kaynağı yapraklardaki kloroplast fabrikaları ve sonuçta bu fabrikalarda emilen güneş ışınlarıdır. Yani, güneşten gelen ışığın fizik enerjisi önce yapraktaki kloroplastlarda, sonra da meyve-lerde de kimyasal enerji olarak tezahür etmektedir. Sonra bu enerji meyvelerini yiyen insan ve hayvanların hücrelerine taşınarak onların hayatiyetinin devamında kullanılır.

Böylece bütün canlıların hayatı güneşten gelen ışınların yapraktaki tecellisine bağlıdır ki buna kısaca fotosentez diyoruz. Yapraktaki kloroplasta ışık çarptığında kloroplasttaki pigment sistemlerini etkiler. Yüzlerce klorofil moleküllerinin organize edilmiş bir kümesi olan pigment sistemlerini bir motordaki irili ufaklı dişlilere benzetebiliriz. Nasıl ki bir dişlinin döndürülmesiyle buna bağlı olan diğer dişli mekanizmaları da harekete geçiyorsa, aynen bunun gibi bir pigment sisteminin ışık tarafından uyarılmasıyla bu uyarılma enerjisi diğer pigment sistemlerine de yayılarak sistemi çalıştırır ve bir çok reaksiyon sonucu elektronların sistemde akışı ve buna bağlı olarak ATP adı verilen kimyasal enerji paketçikleri oluşturulur.

Bu ATP’ler kullanılarak yine kloroplastta fakat bu kez pigment sisteminde değil kloroplastın stroma denilen sıvı kısmında Rubisko adı verilen bir enzim vasıtasıyla havadan gelen karbondioksit (CO2) gazı yakalanarak topraktan gelen suyun (H2O) hidrojenleriyle birleştirilir ve bir çok reaksiyon sonucu önce üç karbonlu şekerler sonra da glukoz ve fruktoz gibi altı karbonlu şekerler sentezlenir. Yukarıda bahsedildiği gibi, bu şekerler ya başka besin madde-lerine çevrilir ya da bitkinin kök, gövde ve meyvelerine taşınarak oralarda depolanır.

Dolayısıyla meyveler yaprak mutfağında, kloroplast tence-relerinde, ışık ve ATP ateşinde pişirilerek kalburlu borulardan meyvelere taşınarak burada paketlenen gıdalardan meydana gelir.


BU harika işlerin ar-kasındaki gizli eli görmek lazım. Nasıl ki barajlarda elektrik tribünlerini harekete geçiren güç baraj üstünden aşağıya hızla akan su ise, aynen bunun gibi, özetleyerek ve basite indirgeyerek anlatmaya çalıştığımız fotosentez olayında da pigment sistemlerini çalıştıran güneş ışığıdır. Işık dediğimiz şey ise çeşitli dalga boyunda ışınların bir araya gelmesinden oluşmuş bir hüzme, yani ışın demetidir. Yani ışınların toplamına ışık diyoruz. Güneşten gelen ışığın bünyesinde ultravioleden itibaren mavi, mor, yeşil, sarı, kırmızı ve kızıl ötesi ışınlar gibi çok çeşitli ışınlar bulunur. Her bir ışının dalga boyu farklı olduğundan biz onları farklı renklerde görmekteyiz.


BAZI zamanlar gökyü-zünde su buharının kırmasıyla oluşan gökkuşağında veya ışığı prizmadan geçirdiğimizde ışınları ayrı renkler halinde görebiliriz. Işınlardan ultraviolenin dalga boyu çok kısa ve kızılötesi ışınların dalga boyları da çok uzun olduğundan bunları insan gözü göremez. Yaprağa çarpan güneş ışığının içinde kloroplast fabrikasının çarklarını çalıştıran ışınlar mavi ve kırmızı ışınlardır. Demek ki güneşten gelen ışınların içinde sadece iki tanesi kloroplastta tecelli ediyor. Diğerleri ise bitkinin başka işlerinde tecelli eder.

Buradan şunu anlayabiliriz. Cenabı Hakk’ın yüzlerce esması var. Bu isimlerin kainatta tecellileri ile icraat yapılıyor. Ancak isimler birer sebeptir. Zira, “Bütün varlıkların hakikati, esma-i ilahiyeye dayanır. Eşyanın mahiyeti ise o hakikatin gölgeleridir”. Nasıl ki ışığın yapısındaki farklı ışınları çıplak gözle göremiyorsak ancak prizmadan geçtiğinde bir kısmını görebiliyorsak, esmanın varlığını da ancak tecellileri ile anlıyoruz. Bir meyvenin yok iken varlık alemine çıkması Halık (yaratan) ismini, her meyvenin kendine mahsus özel bir yapıda yaratılması Nakkaş (şekil veren) ismini, yine her meyvenin kendine mahsus renkler ile süslendirilmesi Müzeyyin (süsleyen) ismini gösterir. Bunlar gibi yüzlerce esma tecelli ediyor.

Nur isminin kesif bir aynası olan güneş memuruna ışık parmakları ile yapraktaki kloroplast fabrikalarında fotosentez adı altında iş yaptırılıyorsa ve biz bunu gözle göremiyor ancak bu işin neticesinde ortaya çıkarılan meyvelerde görebiliyorsak; esma da yüce yaratanın gizli elinin ışık parmakları gibi kainattaki fiillerinde tecelli ediyor.

Tecellinin mahiyetini tam anlayamıyorsak da neticesi olan varlıklara bakarak bir gizli elin varlığını anlıyoruz ve bu el sahibi-nin isimlerinden onun marifetini kazanmaya çalışıyoruz. Maddi sebepler birer perde olduğu gibi, esma da perde, melekler de birer perde olarak yaratılmış.

Yetmişbin perdeden bahsedilir. Perdeler arkasında yaratanın gizli elini görmek tefekkürle olur. Sebebi yaratan da müsebbebi yaratan da Yüce Allahtır. Buna iktiran denilir. Hakim ismi gereği bu dünyada her müsebbebi bir sebebe takarak yarattığı için ve daima sebeple müsebbeb birlikte görüldüğü için tabiatçılar müsebbebin yaratılışını sebebe verip hata ediyorlar.

Evrende canlı cansız her varlık bir meyve gibidir ve çeşitli isimlerin tecellilerine mazhardır. Bu bakışla baktığımızda her varlık bir tefekkür vesilesi olur ve marifetullahta terakkimize yardımcı olur. Tefekkür ise akıl nimetinin bir zekatıdır. Bahar ve yaz mevsimi de bu zekatı vermenin en münasip zamanıdır.

ıyi tefekkürler.


zaferdergisi

325

20.02.2009, 14:12

ınsan Kelimesi
Mehmed Kırkıncı


ınsan Kelimesi
Mehmet Kırkıncı


ıNSAN kelimesindeki herbir harf, tek başına bir mânâ ifade etmediği halde, bir intizam ile bir araya geldiklerinde mezkûr kelime meydana geliyor. Bir harfin dahi kâtipsiz olamayacağı bedihî olduğundan, elbetteki bu beş harfi bu tarz ile bir araya getiren bir zat olacaktır. Zira, bu harfler birbirini tanımadıkları, bilmedikleri ve bir araya gelmeyi düşünemeyecekleri gibi her bir harf de ıNSAN kelimesinden ve onun ifade ettiği mânâdan bihâberdir.

ışte bütün bu keyfiyetler, bu kelimenin mutlaka hem harfleri, hem de kelimeyi bilen kâtip tarafından yazıldığını göstermektedir.

ıNSAN kelimesi yerine şimdi de bir insanın şahsını düşünelim. ıNSAN kelimesi beş harften teşekkül ettiği gibi, bir insan da kâinattaki bütün unsurlardan yazılmıştır. Bu unsurlardan herbiri, kelimedeki harfler kadar şuursuz ve cahil olduklarına ve hiçbirisi insaniyet mânâsından haberdar olmadıklarına göre, elbette ki bu anâsır harflerinden bu zi-hayat kelimeyi yazan bir Hakîm-i Zülkemâl vardır.

Tek başına kalmış bir “ı” veya “S” harfiyle ıNSAN yazmanın mümkün olmaması misâli, kâinatta da hikmet-i ılâhiye’nin iktizasınca tek bir unsurdan ıNSAN yazılmamaktadır.

ıNSAN kelimesindeki herbir harf, birçok noktalardan meydana geldiği gibi bir insanın herbir azası da milyarlarca hücreden teşekkül etmiştir. Bu mânâda, insanın kafasını bir harf, kollarını, gövdesini ve ayaklarını da birer harf olarak düşündüğümüzde, herbir insan bu büyük harflerle yazılmış bir kelime hükmünü alır.

ıNSAN kelimesinde “N” harfi başa “ı” harfi ise sona konulduğunda bu kelimeye artık ıNSAN denilemeyeceği gibi, bir insanın da başı ayaklarıyla yer değiştirirse ona ıNSAN demek mümkün değildir. Aynı şekilde, “ı” harfinin “S” harfiyle yer değiştirmesi halinde de mânâ bozulduğu gibi baş gövdenin yerini, gövde de başın yerini aldığı takdirde ıNSAN’ın mânâsı kalmayacaktır.

Büyük harfler üzerinden verdiğimiz bu misâlleri, her bir azayı meydana getiren esas rükünler, meselâ elin parmakları veya gözün beyaz ve siyah kısımları için düşünebileceğimiz gibi, bir hücrenin yapısı için de tatbik edebiliriz. Bu durumda el, göz ve hücre de ayrı birer kelime olarak düşünülecektir.

ışte, herbir harfinde binlerce kitap bulunan bu zi-hayat ıNSAN kelimesinin de elbetteki âlim ve hakîm bir kâtibi ve nakkaşı olacaktır.

326

03.08.2010, 16:24

Firavunâne Bir Suale Cevap!...
Yazar: Mehmed Kırkıncı, 05-7-2010
Seksen vagonlu bir tren düşününüz. Bu vagonlardan her birisini bir öndeki vagonun çektiğinden bahsedilir. Ve nihayet iş lokomotife dayandı­ğında artık, “lokomotifi kim çekiyor?” diye bir sual sorulamaz. Zira, çekip fakat çekilmeyen bir lokomotif olmazsa bu nizam bozulur ve hareket mey­dana gelmez.

Aynı şekilde, bir şekerin nasıl yapıldığını sorsak bize cevaben, şeker fabrikasında yapıldığı söylenecektir. Şeker fabrikasında ki aletlerin nerede yapıldığını sorduğumuzda onların da tezgâhları izah edilecektir. Neticede mes’ele bir zihne dayanmazsa, tezgâhın da tezgâhı, onun da tezgâhı soru­lacak ve teselsüle gidilecektir.

Diğer taraftan bir elma, elma fabrikası olan ağacında yapılmaktadır. Bu ağaç ise kâinat fabrikasında inşa edilmiştir. Eğer elma ağacının da, kâinatın da yapılması nihayetsiz bir ilim ve kudret sahibine verilmezse, kâinat fab­rikasına da bir fabrika, o fabrikaya da bir fabrika icab edecek ve mes’ele muhale düşecektir.

Bir yazıyı kalemin yazdığından, kalemi elin tuttuğundan, elin de bir kola bağlı olduğundan bahsetmekle yazıyı izah etmiş olamayız. Hakikatte, mes’ele bir ilme ve kudrete dayanmakta, el de kalem gibi o ilmin tecellisine vasıta olmaktadır. Artık “ya ilmi kim yazdı?” diye bir soru sorulamaz.

Bir nefer emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve nihayet başkumandan da emri padişahdan alır. “Ya padişah kimden alıyor?” şeklinde bir soru sorulamaz. Zira padişah da birinden emir alsa o da raiyyet derecesine iner ve emir aldığı zat padişah olur. Bu halde birinci şahıs padişah değildir ki: “Padişah kimden emir alıyor,” diye bir soru sorabilelim. Padişah denilince, emir veren, fakat emir almayan bir zat hatıra gelir.

Devir ve teselsülün muhaliyetini izhar babında verdiğimiz mezkûr misâllerden anlaşıldığı gibi, bu kâinatın yaratılışının; zatı, esmâsı ve sıfat­larıyla ezelî ve ebedî Allahü Azîmüşşân’a dayanması zaruridir.

Umum mahlûkat, yaratıp fakat yaratılmayan bir Zat-ı Zülcelâl’in kudre­tiyle “yokluk karanlıklarından ziyâdar varlık âlemine” getirilmişlerdir. Yani, umum mevcûdat hususları itibariyle kadîm bir Zat-ı Zülcelâl’; imkânları ci­hetiyle ezelî ve ebedî bir Müreccihi gösterdikleri gibi, mahlûkiyetleriyle de bir Hâlik-ı Ezelî’yi bedahaten gösterirler.

Bu hakikata karşı artık “Cenâb-ı Hakk’ı (hâşâ) kim yarattı?” diye firavunâne sual soranlar devir ve teselsülü ve bunların muhaliyetini bil­memekle cehl-i mürekkep içinde bulunduklarını ve nefisleriyle mugalâta yaptıklarını ifade etmiş olurlar.

327

03.08.2010, 16:33

Allah razı olsun kardeşim güzel bir konuya değinmişsin.


“Der tarîk-ı acz-mendi lâzım amed çâr çiz.Fakr-ı mutlak acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz.”

328

03.08.2010, 16:37

Varlıkların Kendi Kendine Teşekkülü Mümkün Mü?
Yazar: Mehmed Kırkıncı, 05-7-2010
Hiçbir suret kendi kendine teşekkül edemez. Bir kimse, zihninde bir makale tasavvur etse ve bu makaleyi yazmak için yerlere kağıt döşeyip, eli­ne aldığı bir şişe mürekkebi bu kâğıtlar üzerine serpse, bir tek harfin dahi yazılamayacağı aşikârdır. O halde makaledeki mânâ, mürekkebi faillikten tard ederek kendisinin ihtiyar sahibi bir âlim tarafından yazıldığını ifade eder.

Bir makaledeki kelimelerle mânâlar arasındaki münasebet, aynen ce­setle ruh arasında da mevcuttur. Buna göre makale, sûretimiz; mânâsı ise ruhumuzdur. Makale dilimiz; mânâ ise tad almamızdır... Misâlleri siz ço­ğaltabilirsiniz.

Bu harika makalelerin unsurlar denilen mürekkeplerden kendi kendine teşekkülü imkân haricidir.


Her bir ağaç ve hayvan da zemin sahifesinde yazılmış birer makaledir. Bu makaleleri, fikirsiz, bilgisiz, kör olan ve sel gibi şuursuz akan unsurlara nasıl verebiliriz?

329

03.08.2010, 16:38

Şirkin Muhaliyeti
Yazar: Mehmed Kırkıncı, 05-7-2010
Kâinatın iki ilah tarafından idare edilmesi muhâldir. Bu muhâlin bir vec­hini izaha çalışacağız.

Bu kâinatta her şeyde bir intizam ve birlik müşahade edilmektedir. Bu intizamın konulması iki İlâha havale edildiği takdirde, şu iki halden birisi­nin kabulü gerekecektir: Ya bu iki İlah, kâinattaki intizam hakkında zıt ira­delerde bulunmuşlardır. Bu takdirde sözü tutulan ve iradesi tahakkuk eden İlâhtır; diğeri İlâh olamaz. Veya bu nizam istişare ile tahakkuk ettirilmiştir. Bu ise her iki İlâha da cehil isnad etmek demektir.

Böyle olmasa dahi zaten istişare sonunda sözü tutulmayan, hükmü isa­betli görülmeyen İlâh olamaz. Cehil ancak mahlûkatın şe’nidir.

Bu mes’eleye şöyle bir açıdan da bakabiliriz: Kâinatın tedbirinde hüküm ferma olan bu ulûhiyetin lâzımı bulunan nihayetsiz kudrete kim sahip ise, bu kâinatın Hâlikı da O’dur.

Binaenaleyh iki İlâhın tasavvur edilmesi halinde, her ikisinin de kudret­leri mahdut olacaktır. Birinin kudreti bir noktaya kadar, diğerinin kudreti ise o noktadan sonraya nüfuz edebilecektir. Kudrete nihayet verildiği tak­dirde, nihayet verilen noktadan sonrası için, kudret sahibi âciz demektir. Âciz olan, İlâh olamaz.

Diğer taraftan, sonu olan bir kudretin mutlaka evveli de vardır. Evveli olan kudret ise mahlûk kuvvetidir. Hâlik odur ki; kudreti nihayetsiz ve zatı ezelî ve ebedî ola.

330

03.08.2010, 16:42

Kudret Kaleminin Mürekkebi
Yazar: Mehmed Kırkıncı, 05-7-2010
Yüz cahil bir araya gelse, yüzü birden bir âlim olamazlar. Yani ilim sı­fatı onlarda tecelli etmez. Yine hiç parası olmayan yüz kişinin ittifakından zenginlik ve servet teşekkül etmez. Matematik diliyle ifade edersek, yüz sıfır toplansa, netice yine sıfırdır, sıfır olacaktır. Halbuki, hiçbirisinde hayat, ilim, irade, hissiyat, mâneviyat, şuur, akıl, sevgi, korku... bulunmayan yüz küsur elementin bir araya gelmesiyle onlarda mevcut olmayan bu sıfat ve hususiyetlere sahip hadsiz mahlûkların, zemin yüzünde vücuda geldiğini müşahede ediyoruz.

Demek ki, bu elementler Âlim-i Mutlak, Kâdir-i Mut­lak, Hayy ü Kayyûm bir Zâtın kalem-i kudretinin mürekkebi hükmünde­dirler.

331

13.05.2011, 15:25

http://www.okyanusum.com/belgesel/noktadan_evrene.html

Bu linke bakarak insanın evrendeki yeri,bir hiç mesafesindedir.

İlerledikçe dünya da bir hiç,

daha ilerledikçe güneşde bir hiç,

daha da ilerledikçe samanyolu galaksimizde bir hiç mesafesinde....

şimdi miraca farklı bakışla bakalım.

insanın evrendeki yerine bakalım..

düşünelim..

bir de 18 bin alem değilde..sayamayacağımız kadar alemlerin var olduğunu düşünelim...

sonra da bu büyüklük karşısında Allahu Ekber diyelim..

332

13.05.2011, 15:26

"Allah herşeyin yaratıcısıdır. Ve O her şey üzerinde hakkıyla görüp gözeticidir." Zümer Sûresi: 39:62.
"Göklerin ve yerin tedbir ve tasarrufu Ona aittir." Zümer Sûresi: 39:63.
"Şanı ne yücedir Onun ki, herşeyin hüküm ve tasarrufu elindedir." Yasin Sûresi: 36:83"
Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın." Hicr Sûresi: 15:21.
"Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın." Hud Sûresi: 11:56.

Evet, her bir ferd, sâir efrâda mümâselet ve misliyet lisânı ile der: "Kim bütün nevime mâlik ise, bana mâlik olabilir; yoksa, yok." Her nevi, sâir nevilerle beraber yeryüzünde intişârı lisâniyle der: "Kim bütün sath-ı arza mâlik ise, bana mâlik olabilir; yoksa, yok." Arz, sâir seyyârât ile bir güneşe irtibâtı ve semâvât ile tesânüdü lisâniyle der: "Kim bütün kâinata mâlik ise, bana mâlik o olabilir; yoksa, yok."
Evet, farazâ zîşuur bir elmaya biri dese, "Sen benim san'atımsın"; o elma lisân-ı hal ile ona "Sus," diyecek. "Eğer bütün yeryüzünde bütün elmaların teşkiline muktedir olabilirsen, belki yeryüzünde münteşir bütün hemcinsimiz olan bütün meyvedarlara, belki sefinesiyle hazîne-i rahmetten gelen bütün hedâyâ-i Rahmâniyeye mutasarrıf olabilirsen, bana rubûbiyet dâvâ et." O elma böyle diyecek ve o ahmağın ağzına bir tokat vuracak.

Risale-i Nur Klliyat Arama Motoru

333

13.05.2011, 15:39

http://www.okyanusum.com/belgesel/noktadan_evrene.html

ÇOK DEHŞETLİ OLACAK İNŞAALLAH...


Evet, zeminin diriltilmesinde, üç yüz bin haşrin numûnelerini, birkaç gün zarfında yapan, gösteren Kudret-i Fâtıraya, elbette insanın haşri, ona göre kolay gelir.

Meselâ, Gelincik Dağını ve Süphan Dağını bir işaretle kaldıran bir zât-ı mu'ciznümâya, "Şu dereden yolumuzu kapayan şu koca taşı kaldırabilir misin?" denilir mi?

Öyle de, gök ve dağ ve yeri altı günde icad eden ve onları vakit bevakit doldurup boşaltan bir Kadîr-i Hakîme, bir Kerîm-i Rahîme, "Ebed tarafından ihzâr edilip serilmiş, kendi ziyâfetine gidecek yolumuzu seddeden şu toprak tabakasını üstümüzden kaldırabilir misin? Yeri düzeltip bizi ondan geçirebilir misin?"

İstib'âd sûretinde söylenir mi?

22.SÖZ

334

13.05.2011, 15:40

Ey mülkünden başka memleket bulunmayan Zât,
Ey kullarının senâlarıyla Onu övmekte âciz kaldıkları Zât,
Ey mahlûkatı Onun yüceliğini vasfedemeyen Zât,
Ey künhüne vehimler bile yetişemeyen Zât, (bu cümle Cevşen'in 54. ukdesinde yer almaktadır.)
Ey kemâli gözle idrak edilemeyen Zât,
Ey sıfât-ı kudsiyesine fehimler ulaşamayan Zât,
Ey kibriyâsına fikirler erişemeyen Zât,
Ey evsâf-ı cemâliyesini insanların vasfedemediği Zât,
Ey hüküm ve kazâsı kullar tarafından geri çevrilemeyen Zât,
Ey herbir şeyde âyetleri zâhir olan Zât,
Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki bize imdad etsin. El-aman, el-aman! Bizi azap ateşinden ve Cehennemden kurtar.

335

13.05.2011, 15:42

video izledikten sonra okuyalım..

Meselâ; Allahu ekber'in bir vech-i mânâsı Cenâb-ı Hakkın kudreti ve ilmi herşeyin fevkinde büyüktür; hiçbir şey daire-i ilminden çıkamaz, tasarruf-u kudretinden kaçamaz ve kurtulamaz. Ve korktuğumuz en büyük şeylerden daha büyüktür.

Demek haşri getirmekten ve bizi ademden kurtarmaktan ve saadet-i ebediyeyi vermekten daha büyüktür. Her acip ve tavr-ı aklın haricindeki herşeyden daha büyüktür ki, âyetinin sarahat-i kat'iyesiyle, nev'i beşerin haşri ve neşri, birtek nefsin icadı kadar o kudrete kolay gelir. Bu mânâ itibarıyledir ki, darb-ı mesel hükmünde büyük musibetlere ve büyük maksatlara karşı, herkes "Allah büyüktür, Allah büyüktür" der, kendine tesellî ve kuvvet ve nokta-i istinat yapar.

336

13.05.2011, 15:43

Allahın kudretini,ilmini,ekberiyetini çok güzel gösteriyor.

İnsan Allahın ekberiyetini görünce derinden derine haşyet duymaya başlıyor.

Allah kadirdir,herşeye gücü yetendir.

Tüm sistemi düzenleyen,koruyan,idare eden birisi vardır.

Hiçbir şey ustasız olmaz.

Hiçbir uçak pilotsuz uçmaz.

Yıldızların herbiri birer gemi,birer uçak gibidir.

Gemi kaptansız gitmez,sahile varamaz.

Bu yıldızlarında tabiri caizse kaptanları vardır.Kadiri Mutlak olan Allahdır.

Allahu Ekber diyelim..derinden derine...

338

16.05.2011, 10:17

Ya İlâhî ve yâ Rabbî!

Ben îmanın gözüyle ve Kur’ânın ta’limiyle ve nuruyla ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın dersiyle ve İsm-i Hakîm’in göstermesiyle görüyorum ki:

Semâvâtta(göklerde) hiçbir deveran(dönme) ve hareket yoktur ki; böyle intizamiyle(düzeniyle) senin mevcûdiyetine(varlığına) işâret ve delâlet etmesin.

Ve hiçbir ecram-ı semaviye(gökdeki yıldızlar,samanyolu,gök adaları) yoktur ki; sükûtuyla(sessiz) gürültüsüz vazife görerek direksiz durmalariyle, senin rubûbiyetine(terbiye etmene,kemale erdirmene) ve vahdetine(birliğine,hepsini döndüren sadece sen olduğuna) şehâdeti ve işâreti olmasın.

Ve hiçbir yıldız yoktur ki; mevzun(ölçülü) hilkatiyle(yaratılmasıyla), muntazam(düzenli) vaziyetiyle ve nurânî tebessümüyle ve bütün yıldızlara mümaselet(benzer,misli) ve müşâbehet (benzemesinin)sikkesiyle(mühürüyle) senin haşmet-i ulûhiyetine(ilahlığının büyüklüğüne,Allahu Ekber olmana) ve vahdaniyetine(tek senin olduğuna,senin tüm işleri yaptığına,iki ilahın olmayıp sadece senin olduğuna) işâret ve şehâdette bulunmasın.

Ve on iki seyyareden(gezegenden) hiçbir seyyare (gezen) yıldız yoktur ki; hikmetli hareketiyle ve itaatli musahhariyetiyle(boyuneğmesiyle,sadece kendi yörüngesinden hareket etmesiyle) ve intizamlı vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle(uydularıyla) senin vücub-u vücûduna(varlığının olduğuna) şehâdet ve saltanat-ı ulûhiyetine işâret etmesin!..

3.şua-münacat risalesi

339

16.05.2011, 10:18

Evet gökler; sekeneleriyle(oturan yıldızlarıyla), herbiri tek başiyle şehâdet ettikleri gibi, heyet-i mecmûasiyle(bütün yıldızlar,samanyolu,gökadaları) derece-i bedahette(açık derecede), -ey zemin ve gökleri yaratan yaratıcı!- senin vücub-u vücûduna (senin varlığının olduğuna) öyle zâhir şehâdet.

. -ve ey zerratı(atomları,atom altı parçaçıkları,kuarkları), muntazam (düzenli)mürekkebatiyle(atomları molekül haline getirerek) tedbirini gören ve idâre eden ve bu seyyare (gezen,dolaşan,hareket eden) yıldızları manzum peykleriyle(uydularıyla) döndüren, emrine itaat ettiren!

- senin vahdetine ve birliğine öyle kuvvetli şehâdet ederler ki, göğün yüzünde bulunan yıldızlar sayısınca nurânî bürhanlar ve parlak deliller o şehâdeti tasdik ederler.

Hem bu safi, temiz, güzel gökler; fevkalâde büyük ve fevkalâde sür’atli ecramiyle(cisimleri,yıldızları,güneşleri ile) muntazam(düzenli) bir ordu ve elektrik lâmbalariyle süslenmiş bir saltanat donanması vaziyetini göstermek cihetiyle, senin rubûbiyetinin(terbiye etmenin) haşmetine(büyüklüğüne) ve her şeyi îcad eden kudretinin azametine zâhir delâlet..

ve hadsiz semâvâtı ihata eden hâkimiyetinin ve herbir zîhayatı kucağına alan rahmetinin hadsiz genişliklerine kuvvetli işâret..

ve bütün mahlûkat-ı semaviyenin bütün işlerine ve keyfiyetlerine taallûk eden ve avucuna alan, tanzim eden ilminin her şeye ihatasına ve hikmetinin her işe şümûlüne şüphesiz şehâdet ederler.

Ve o şehâdet ve delâlet o kadar zâhirdir ki; güya yıldızlar, şahid olan göklerin şehâdet kelimeleri ve tecessüm etmiş nurânî delilleridirler.

Hem semâvât meydanında, denizinde, fezasındaki yıldızlar ise; muti’ neferler, muntazam sefineler, hârika tayyareler, acâib lâmbalar gibi vaziyetiyle, senin saltanat-ı ulûhiyetinin şa’şaasını gösteriyorlar.

Ve o ordunun efradından bir yıldız olan Güneşimizin seyyarelerinde ve zeminimizdeki vazifelerinin delâlet ve ihtariyle, Güneşin sâir arkadaşları olan yıldızların bir kısmı âhiret âlemlerine bakarlar ve vazifesiz değiller; belki bâki olan âlemlerin Güneşleridirler.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir