Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

41

11.08.2006, 21:32

Rabbim cümlemzden razı olsun inş abicim..

"ıman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir."

iman hakikatlerinde durmadannn yükselmek nasip etsin! devam edelim inş..ben konuyla alakadar şeyleri başta nurlardan olmak üzere yazmaya çalışacağım..gerçekten çok hayırlı bir iş yapıyoruz Rabbim şu internet ortamında dini islamı yayamak gibi bir fırsat vermiş bizler..binlerce kez şükür,şükür..gerçekten bu konuda çok mühimm konu hakkında aklında binlerce soru olan insan var istiyorumki bu sayfayı açtığında hiç bir soru işareti kalmasın kafasında ve hakiki imanı elde etmiş bir şekilde bilgisayarının başından kalksın..ınşallah,inşallah..

selm dua ve muhabbetle..

42

12.08.2006, 08:22

Nasılki, Güneşe karşı parlıyan ve akan büyük bir ırmağın kabarcıkları ve zemin yüzünün mütelemmi' şeffâfatı, Güneşin aksini ve ışığını göstermek suretiyle Güneşe şehadet ettikleri gibi, o kataratın ve şeffafatın gurubiyle, gitmeleriyle beraber arkalarından yeni gelen katarat taifeleri ve şeffâfat kabileleri üstünde yine Güneşin cilveleri haşmetle devamı ve ışığının tecellisi ve noksansız istimrarı kat'iyyen şehadet eder ki: Sönüp yanan, değişip tazelenen, gelip parlıyan misâli güneşcikler ve ışıklar ve nurlar; bir bâki, daimî, âlî, tecellisi zevalsiz birtek Güneşin cilveleridir. Demek o parlayan kataratlar; zuhu-riyle ve gelmeleriyle Güneşin vücudunu gösteerdikleri gibi; gurublarıyle, zevalleriyle, Güneşin bekasını ve devamını ve birliğini gösteriyorlar.

Aynen öyle de: şu mevcudat-ı seyyale, vücudlariyle ve hayatlarıyle Vâcib-u-Vücdud'un vücub-u vücuduna ve Ehadiyyetine şehadet ettikleri gibi; zevalleriyle, ölümleriyle o Vâcib'ul-Vücud'un Ezeliyyetine, Sermediyyetine, Ehadiyyetine şehadet ederler.

Evet gece gündüz, kış ve yaz, asırlar vbe devirlerin eğişmesiyle gurub ve ufûl içinde teceddüd eden ve tazelenen masnuat-ı cemîle, mevcûdat-ı lâtife, elbette bir âli ve sermedî ve daimü-t-tecellî bir cemal sahibinin vücud ve beka ve vahdetini gösterdikleri gibi; o masnuat, esbab-ı zâhiriyye-i süfliyyeleriyle beraber zeval bulup ölmeleri, o esbabın hiçliğini ve bir perde olduğunu gösteriyorlar.

şu hal kat'iyyen isbat eder ki; şu san'atlar, şu nakışlar, şu cilveler; bütün esmâsı kudsiyye ve cemîle olan bir Zât-ı Cemîl-i Zülcelâl'in tazelenen san'atlarıdır, tahavvül eden nakışlarıdır, taharrük eden âyineleridir, birbiri arkasından gelen sikkeleridir, hikmetle değişen hâtemleridir...

10.lemadan

43

12.08.2006, 08:45

ALLAHIN VARLIğINA DELıL RESıMLER



44

12.08.2006, 08:55

ALLAHIN VARLIğINA DELıL RESıMLER



45

12.08.2006, 11:03

Bütün madde O'nu anlatır!!!!





46

12.08.2006, 11:04

Baya yer kapladı ama :oops: dayanamadım çok güzeller..

Bu kadar resim yeter öyle değil mi canım kardeşlerim :)

Allahu tealanın varlığının delilleri hakkında yazmaya devam inşallah...

47

12.08.2006, 17:22

Konuyla ilgili Asrımızın Kuran Tefsiri Risale-i Nur'dan konuyla ilgili şu damlaları bir okuyalım..

Nekadar güzel izah etmiş Üstadım aman ALLAHIM!! inş bizde canım Üstadımıza layık talebe oluruz :cry:


Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur? (Sözler sh: 49)



Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir Zâtın hârika işlerine bak. Sen başıboş olmadığın gibi, bu hadiseler de başıboş olamazlar. (şualar sh:109)




Birşeyden herşeyi yapmak ve herşeyi birtek şey yapmak, herşeyin Hâlıkına has bir iştir. (Sözler sh: 61)



Güzel bir çiçeğin dakik programını küçücük bir tohumunda derc etmek, büyük bir ağacın sahife-i amâlini, tarihçe-i hayatını, fihriste-i cihâzâtını küçücük bir çekirdekte mânevî kader kalemiyle yazmak, nihayetsiz bir hikmet kalemi işlediğini gösterir. (Sözler sh: 66)



Evet, kemik gibi bir kuru ağacın ucundaki tel gibi incecik bir sapta gayet münakkaş, müzeyyen bir çiçek ve gayet musannâ ve 2 murassâ bir meyve, elbette gayet sanatperver, mucizekâr ve hikmettar bir Sâniin mehâsin-i sanatını zîşuura okutturan bir ilânnamedir. (Sözler sh: 68)




Bir elmayı halk edecek, elbette dünyada bütün elmaları halk etmeye ve koca baharı icad etmeye muktedir olmak gerektir.
Baharı icad etmeyen, bir elmayı icad edemez. Zira o elma, o tezgâhta dokunuyor. Bir elmayı icad eden, bir baharı icad edebilir...
Bugünü halk eden, kıyamet gününü halk edebilir ve baharı icad edecek, haşrin icadına muktedir bir Zat olabilir...
Herşeyi yapamayan hiçbir şeyi yapamaz. Ve birtek şeyi halk eden herşeyi yapabilir. (Sözler sh: 79)





şu acip âlemin elbette bir müdebbiri ve şu muntazam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musannâ sarayın bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız, onu tanımalıyız. Çünkü, anlaşılıyor ki, bizi buraya getiren odur. Onu tanımazsak kim bize medet verecek? Dillerini bilmediğimiz ve onlar bizi dinlemedikleri şu âciz mahlûklardan ne bekleyebiliriz? (Sözler sh: 279)



Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. Ve o usta, herşeyi idare eden yalnız odur. Hiçbir cihetle noksaniyeti yoktur. Bize görünmeyen o usta, bizi ve herşeyi görür ve sözlerini işitir. Bütün işleri mucize ve harikadır. Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahlûklar onun memurlarıdır.
(Sözler sh: 280)




şu zîhayatı halk etmek ve ona Rab olmak, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutmak lâzım gelir. (Sözler sh: 295)




Eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memur kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır. (Sözler sh: 296)



Eğer herşey Kadîr-i Mutlaka verilmezse, birtek Allaha mukabil, nihayetsiz, belki zerrât ı kâinat adedince ilâhları kabul etmek gibi, yüz derece muhal içindeki bir muhali mevcut kabul etmek gibi bir divanelik hezeyanına düşmek lâzım gelir.
(Sözler sh: 297)

48

12.08.2006, 17:30

Kâinat baştan aşağıya kadar hikmetlerle müzeyyen ve gayelerle müsmirdir ve mevcudat, zerrelerden güneşlere kadar vazifelerle muvazzaftır ve evâmir-i ılâhiyeye musahharlardır. (Sözler sh: 386)


Semâda yıldızları kadar, zeminde çiçekleri kadar berâhin-i tevhid görünüyor, okunuyor. (Sözler sh: 387)


Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, intizam zirüzeber olur ve insicam hercümerce düşer. Halbuki, sinek kanadından, tâ semâvat kandillerine kadar, o derece ince bir intizam gözetilmiş ki, sinek kanadı kadar şirke yer bırakılmamış. (Sözler sh: 389)


Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi tezgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif, kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur; bunları size vermiştir. Öyleyse yalnız Rab Odur. Mâbud da O olabilir. (Sözler sh: 416)


Rızkınız yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi ise, bahara bakar. Bahar ise, şems ve kameri teshir eden, gece ve gündüzü çeviren Zâtın elindedir. Öyleyse, bir elmayı bir adama hakikî rızık olarak vermek, bütün yeryüzünü bütün meyvelerle dolduran o Zât verebilir. Ve O, ona hakikî Rezzak olur. (Sözler sh: 418)


Tahavvülât-ı zerrat, Nakkaş-ı Ezelînin kalem-i kudreti, kitab-ı kâinatta yazdığı âyât-ı tekvîniyenin hengâmındaki ihtizâzâtı ve cevelânıdır. Yoksa, maddiyyun ve tabiiyyunların tevehhüm ettikleri gibi tesadüf oyuncağı ve karışık, mânâsız bir hareket değildir. (Sözler sh: 547)


Herbir zerre, eğer memur-u ılâhî olmazsa ve Onun izni ve tasarrufuyla hareket etmezse ve ilim ve kudretiyle tahavvül etmezse,[47] o vakit herbir zerrenin nihayetsiz bir ilmi, hadsiz bir kudreti, herşeyi görür bir gözü, herşeye bakar bir yüzü, herşeye geçer bir sözü bulunmak lâzım gelir. (Sözler sh: 549)


Madem şu kâinat ve mevcudat var ve içinde efal ve icad var. Hem madem muntazam bir fiil fâilsiz olmaz, mânidar bir kitap kâtipsiz olmaz, sanatlı bir nakış nakkaşsız olmaz. Elbette, şu kâinatı dolduran efâl-i hakîmânenin bir fâili ve yeryüzünün mevsim be mevsim tazelenen hayretfezâ nukuşlarının, mânidar mektubatının bir kâtibi, bir nakkaşı vardır. (Sözler sh: 566)


Bütün yıldızları elinde tutmayan, birtek zerreye Rab olamaz. (Sözler sh: 591)




Sinek kanadından tut, tâ semâvat kandillerine kadar, bir sinek kanadı kadar şerike yer yoktur ki parmak karıştırsın. (Sözler sh: 598)




Bütün mevcudat, bütün zerrat, bütün yıldızlar, herbiri Vâcibül-Vücudun ve Kadîr-i Mutlakın vücub-u vücuduna birer burhan-ı neyyirdir. Bütün kâinattaki silsilelerin herbiri Onun vahdaniyetine [58] birer delil-i katîdir. (Sözler sh: 605)




ışte, ey nankörlük içinde kendini başıboş zanneden bedbaht gafil! Bu derece hadsiz lisanlarla kendini sana tanıttıran ve bildiren ve sevdiren bir Kerîm-i Zülcemal, tanımak istenilmezse, bu lisanları susturmalı. Madem ki susturulmaz, dinlemeli. Gafletle kulağını kapasan kurtulamazsın. Çünkü sen kulağını kapamakla kâinat sükût etmez, mevcudat susmaz, vahdaniyet şahitleri seslerini kesmezler. Elbette seni mahkûm ederler. (Sözler sh: 669)



Bir zerreye hakikî rab olmak için, bütün yıldızlara sahip olmak lâzım gelir. Hem, Otuz ıkinci Sözün ıkinci Mevkıfında izah ve ispat edildiği üzere, semâvâtın halk ve tesviyesine muktedir olmayan, beşerin simasındaki teşahhusu yapamaz.
Demek, bütün semâvâtın rabbi olmayan, birtek insanın simasındaki alâmet-i farika olan nakş-ı simâvîyi yapamaz. (Sözler sh: 682)




Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise, elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler Onun mühürleridir, sikkeleridir.
(Sözler sh: 682)



Arkadaş,
Tevhid iki çeşit olur:
Birisi âmiyâne tevhiddir ki, Allahın şeriki yok ve bu kâinat Onun mülküdür der. Bu kısım tevhid sahiplerinin fikirce gaflet ve dalâlete düşmeleri korkusu vardır.
ıkincisi hakikî tevhiddir ki, Allah birdir, mülk Onundur, vücut Onundur, herşey Onundur der; lâyetezelzel bir itikada sahiptirler. Bu kısım tevhid sahipleri, herşeyin üstünde Cenab-ı Hakkın sikkesini görür ve herşeyin cephesinde bulunan mührünü, damgasını okur. Ve bu sayede huzurî bir tevhid melekesi mâliki olurlar ki, dalâlet ve evhamın taarruzundan kurtulurlar.
(Mesnevî-i Nuriye sh: 11)

49

12.08.2006, 17:36

Birşeyden çok şeyleri îcad edip çıkartmak ve çok şeyleri birşeye tahvil etmek, ancak herşeyi halk eden ve herşeyi yapan Sânie mahsus bir sikkedir. (Mesnevî-i Nuriye sh: 12)



Balarısını pek çok şeylere fihriste yapan ve kitab-ı kâinatın ekser mesâilini insanın mahiyetinde yazan ve incir nüvesinde incir ağacının programını derc eden ve insanın kalbini binlerce âlemlere örnek ve pencere yapan ve beşerin kuvve-i hafızasında tarih-i hayatını taallûkatıyla beraber yazan, ancak ve ancak herşeyi yaratan Hâlık olabilir. Ve böyle bir tasarruf, yalnız ve yalnız Rabbül-Âlemîne mahsus bir hâtemdir.
(Mesnevî-i Nuriye sh: 12)



Herşeyin suret-i maddiyesinde, kudret-i Rabbânî ustadır, kader mühendistir. Suret-i mâneviyesinde ise, kader mistardır, yani, teşekkülâtın çizgilerini çizer; kudret mastardır, yani o çizgiler üstünde yapılan teşekkülât, kudretten sudur eder.
Ey kâfir! Bunu işittikten sonra iyice düşün. Bir zerreye bir terzilik sanatını öğretmeye kudretin var mıdır? Kendine hâlık ittihaz ettiğin tabiat ve esbab, herşeyin muhtelif ve mütenevvi suretlerini biçip dikmesine kudretleri var mıdır?
(Mesnevî-i Nuriye sh: 34)




Evet, meselâ, herbir kelimesi bir kitabı ve herbir harfi bir satırı içerisinde tutan bir kitabın, kâtipsiz vücudu mümkün değildir. Kâinat kitabı da Nakkaş-ı Ezelînin vücub-u vücuduna bağlıdır. Sarhoş olmayanlar, ancak Nakkaş-ı Ezelîye iman etmekle kitab-ı kâinata şahit olabilirler. (Mesnevî-i Nuriye sh: 36)



Sâni-i Âlem, âlemde dahil olmadığı gibi, âlemden hariç de değildir. ılmi ve kudretiyle herşeyin içinde olduğu gibi, herşeyin fevkindedir. Birşeyi gördüğü gibi, bütün eşyayı da beraber görür.
(Mesnevî-i Nuriye sh: 62)




Kâinat o Hâlıkın nurunun gölgesi, esmâsının tecelliyatı, efalinin âsârıdır.
(Mesnevî-i Nuriye sh: 62)



Bir kelimeyi yazan harfini yazanın gayrısı ,bir sayfayı yazan satırı yazanın gayrısı, kitabı yazan sayfayı yazanın gayrısı olması mümkün olmadığı gibi; karıncayı halk eden cins-i hayvanı halk edenin gayrısı, hayvanı yaratan arzı yaratanın gayrısı, arzı halk eden, Rabbül-Âlemînin gayrısı olması muhaldir. (Mesnevî-i Nuriye sh: 196)


Basar masnuatı görüp de, basiret Sâni-i görmezse çok garip ve pek çirkin düşer. (Mesnevî-i Nuriye sh: 210)


Sivrisineğin gözünü halk eden, güneşi dahi o halk etmiştir. Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi de o tanzim etmiştir. (Mesnevî-i Nuriye sh: 248)


Herşey herşeyle bağlıdır. Birşey herşeysiz yapılmaz. Birşeyi halk eden, herşeyi halk etmiştir. Öyleyse, birşeyi yapan Vâhid , Ehad, Ferd, Samed olmak zarurîdir.
(Mesnevî-i Nuriye sh: 250)




Müessir-i hakikî yalnız Allahtır. Tesir-i hakikî esbabda yoktur. Esbab, izzet ve azamet-i kudretin perdesidir.
(Mesnevî-i Nuriye sh: 254)



Bizim Hâlıkımız ve Musavvirimiz ve bizi hediye veren Kadîr-i Zülcemâl, Hakîm-i Bîmisal, Kerîm-i Pürneval herşeye kadirdir. Hiçbir şey Ona ağır gelmez. Hiçbir şey daire-i kudretinden hariç olamaz. Kudretine nisbeten, zerreler, yıldızlar birdir. Küllî, cüzî kadar kolaydır. Cüz, küll kadar kıymetlidir. En büyük, en küçük kadar kudretine nisbeten rahattır. Küçük, büyük kadar sanatlıdır; belki, sanatça, küçük büyükten daha büyüktür. (Mektubat sh: 237)



Hayat veren yalnız Odur. Öyleyse, herşeyin Hâlıkı dahi yalnız Odur. Çünkü, kâinatın ruhu, nuru, mayası, esası, neticesi, hülâsası hayattır. Hayatı veren kim ise, bütün kâinatın Hâlıkı da Odur. Hayatı veren elbette Odur, Hayy u Kayyumdur. (Mektubat sh: 238)




Hâlık-ı Rahîm, bir kuşun tüylü libasını hangi kanunla değiştiriyor, tazelendiriyor. O Sâni-i Hakîm, aynı kanunla, her sene küre-i arzın libasını tecdid eder. Hem o aynı kanunla, her asırda dünyanın şeklini tebdil eder. Hem aynı kanunla, kıyamet vaktinde kâinatın suretini tağyir edip değiştirir. (Mektubat sh: 290)


ışte, ey gafil insan! Bu Hâkim-i Hakem-i Hakîm i Zülcelâli vel-Cemal, sana karşı kendisini herbir mahlûkuyla böyle hadsiz ve parlak tarzlarda tanıttırmak ve sevdirmek istediği halde, sen Onun tanıttırmasına karşı imanla tanımazsan ve Onun sevdirmesine mukabil ubudiyetinle kendini Ona sevdirmezsen, ne derece hadsiz muzaaf bir cehalet, bir hasâret olduğunu bil, ayıl. (Lemalar sh: 312)

50

12.08.2006, 17:42

Salomon balığı denilen bir cins balık, doğduktan sonra açık denizlere, okyanuslara açılıp bilerce km. uzaklara yerleşecektir. Yıllarca denizde kaldıktan sonra tam olarak doğduğu ırmağı gidip bulabilmektedir. Bu balığa yol gösteren kimdir?

Ay bizlere 380 bin km. uzaklıktadır. Biraz daha yakın olsa , çekim etkisiyle , denizler kabarıp taşacak hatta damarlarımızdaki kan bile dışarı fırlayacaktı; biraz uzak olsaydı , sular daima daha derinlere çekilecek , damarlarımızdaki kana kadar çekilme devam edecekti. Gel-git olaylarındaki bu dengeyi koruyan ayın bizi tanıyıp sevdiğinden ve bize karşı merhametinden bahsetmek akılsızlık olur. Bu işi ancak Rabbimiz yapabilir!!!



Kelebeğin ağzı yoktur, ayaklarıyla tat alır. ınce hortumuyla beslenir. Eğer insanda bu özellikler olsaydı, çenesiyle 4 ton kaldırabilecek , 100 m. Sıçrayabilecekti. Bu özellikleri bu hayvanlara kazandıran kimdir?


Atom böceği de denilen bir cins hamamböceği, sıkışyığında düşmanlarından korunmak için 100 derece sıcaklıkta bir sıvı üretip püskürtebiliyor. Bir tür mürekkep balığı 300-350 volt elektrik ile yüklüdür. Oysa bu savunma mekanizmaları kullanan hayvanların kendilerine zarar vermiyor. Hayvanları buna benzer silahlarla donatan kimdir?



ınsan aksırırken saatte yaklaşık 165 km. hızla zerrecikleri dışarıya atar. Aksırma esnasında kalp bir an için durur ve sonra çalışmasına devam eder. Her aksırıştan sonra bize yeniden hayatı veren Allaha ne kadar şükretsek az değil midir?


Vücut ısısı 36,5 derecedir.bunu sürekli aynı tutan kimdir?



Güneşimiz kendisi gibi 100 milyar tane güneş ile beraber Samanyolu içerisinde bulunmaktadır. ıki güneş arası roket hızıyla 43 bin yıldır . Samanyolunun uzunluğu 1000 ışık yılı yani yaklaşık 10 üzeri 15 ( 1,000,000,000,000,000) km.dir. Öyle galaksiler vardır ki içlerinde birkaç milyon yıldız bulunur. Bizim komşumuz olan Andromedea Nebulası bizden yaklaşık 750000 ışık yılı uzaklıktadır. Bu kadar geniş ve aklın sınırlarını zorlayan bir alem , ne kendi kendine oluşur ne de tesadüfen meydana gelir. Olsa olsa her şeye gücü yeten Allahın sanatı olabilir.

51

14.08.2006, 09:27

Esselamu aleyküm kardeşlerim Vehbi Vakkasoğlu Hocamız ile bir söyleşi var yine bu konuyla alakadar 3 parça halinde ekleyeceğim inş faydalanılır.

slm dua ve muhabbetle :wink:

Vehbi Vakkasoğlu Hocamız ile Ateizm Üzerine Bir Söyleşi

-Allah'ın varlığını kısaca ispatlarmısınız? Ateizmin sebepleri ve gelişen ilimle beraber çıkmaza girmesi?

-Ateizm inkarcılık demek , malumunuz. Sözlük anlamıyla dünyada inkarcılık yok. Bunu ne anlamda söylüyoruz? Bilimsel bir temele oturan bir ateizm yok. Allah'ın olmadığını ispatlayan bir bilim şimdiye kadar çıkmamış,bir insan çıkmamış. Dolayısıyla ateizm sorunlu bir inanç biçimi.Eğer şimdiye kadar bilimsel bir ateizm inancı olsaydı, bunu tartışmaya gerek kalmazdı. Hala tartışıyoruz.Hala ateizm, Allah inancından bir parça koparmaya çalışıyor.

Ancak şimdiye kadar gücü yetmedi, bundan sonra da yetmeyecek. Çünkü her yeni bilim, ilmin her yeni gelişmesi ve genişlemesi, Allah'ın varlığını ispatlayan yeni bir delil ortaya koyuyor. Yani kainat kitabı ilimlerin eliyle açıklandıkça, Allah'ın varlığı daha açık hale geliyor, ateizm kayboluyor. Dolayısıyla dünyada dinlerin yükseliş trendi başladı. Dinler, özellikle tek Allah'a inanan dinler kendilerini muhafaza ettikleri gibi, artıyorlar. Özellikle de ıslamiyet tevhid inancının, yani Allah'ın varlığını, birliğini akıl, mantık, ilim çerçevesinde ortaya koyduğundan dolayı çok daha ileri aşamalara geldi.

En çok düşmanı olduğu halde, aleyhinde en çok propaganda yapıldığı halde en yükselen din. Bu da gösteriyor ki ateizm yok. Allah nasip ederse böyle bir çalışma yapacağım. "Ateizm Yoktur" olacak çalışmamın adı. Ve bu çok doğru bir tesbit. Ben yurt içinde, yurt dışında ateist diye duyduğum her insana yeni bir ate buldum diye yaklaştım, ama gördüm ki bunlar gerçekten ateist değil. Bizim ülkemizdeki Aziz Nesin'den tutun da, dış dünyadaki insanlara kadar, bunların hepsi ateist geçinen ya da ateist bilinen insanlar. Ama bunlar ateist değiller. Hatta iç dünyalarında kendilerine göre, kendilerine özgü inanç taşıyan insanlar. Ateizmle hiç alakaları yok. Ancak ne var? Agnostik insanlar var. Agnostik ne demek? Normal zamanda ateist olduğunu savunan, ama özel durumlarda da Allah demeye kadar varan insanlar. Yahut ta fikirlerini değiştiren, ateizmle bağlarını kesen insanlar. Agnostik böyle inişli çıkışlıdır; Ateist zannederken bir bakarsın inançlı, inançsız zannederken bir bakarsın az inançlı, belki diyen insanlar. Dolayısıyla bunun adı ateizm değil, agnostiktir. Agnostikler var. şu halde ateizm nereden çıkıyor peki o zaman? Onun sebeplerine bakmamız lazım. Kaynağı nedir? Ateizmin kaynağı özel sebeplerdir, kişiye mahsus sebeplerdir.

Ama derleyip toparlayacak olursak, bunlar genelde subjektif sebeplere dayanır. Yani bir kimse “ilim, mantık çerçevesinde araştırıp da Allah'ın varlığından şüpheye düştüm” diyemiyor. Kainata bakıp kainattaki oluşları, düzeni, harika sistemi inceleyip de, oradan yokluğa bir delil çıkaramıyor. Özel sebeplerden Allah'a kızdığı için “yok” diyor. Bu basit bir benzetme olacak ama babasına kızıp babasını inkar eden çocuğa benziyor. Özellikle Aziz Nesin'de bunu çok gördüm. şöyle hafif tatlı-sert bir tartışma yapmıştık bu konuda. Sonra dedi ki: "Kardeşim bunu keselim artık. Vardır yoktur,beni ilgilendirmiyor.Ben yoktur diyorum yahu.” Yani benim için yoktur. Bu sübjektif bir değerlendirmedir. Bunu herkes söyleyebilir. Dünyayı da inkar eder. Dünyayı inkar eden bir çok şair, filozof çıkmış.

Dolayısıyla gerçek anlamda, bilimsel temele duyarlı bir ateizmden söz edilemez. Sübjektif sebepleri var. Veyahut ta dünyadaki savaşlara akıl erdiremeyip, kana kızarak, akıtılan kanlara kızarak, onların sebeplerine kızacağına, Allah'a kızıp, inkar edenler vardır. Yahut adaletsizliğe, gelir dağılımındaki eşitsizliklere kızarak Allah'a inkarla yaklaşan insanlar var. Ama Allah'a yaklaşıyor inkarla. Yahut geçirdiği kaza, organ kaybı, yaralanma dolayısıyla,iyileşmemesine kızarak inkar edenler var. Yani sübjektif şeyler çok. Ama bütün bunlar Allah'ın varlığında şüpheye düşürmüyor, çok daha tersine, “Ya Rabbi ne kadar varsın deyip” inandırıyor. Neden? Olmayan şeye kızılır mı? Olmayan şey inkar edilir mi? Kaf dağı yoktur diyen bir ilim adamı, bir coğrafya öğretmeni düşünülebilir mi? Coğrafyadan anlayan bilir ki kaf dağı masallarda vardır. Hiçbir bilim adamı da dolayısıyla kaf dağı hakkında bilimsel araştırmalar, incelemeler yapma durumuna düşmez.

şimdi Allah'ın yokluğu konusunda düşünen bir sürü filozof, yani genel anlamda çoğunluk değiller ama azınlık ta olsalar sayıca epeye yakın tutar. Çünkü uzun asırlar içinde birikmiş insanlar, edebiyatçısı, şairi, filozofu, siyasetçisi, sıradan insanları. Peki yoksa bu kadar neden uğraşıyorsunuz? Niye yokun varlığı sizi bu kadar ilgilendiriyor? Demek o kadar var ki ilgilendiriyor. Demek o kadar açık ve zahir ki, asırlar boyu uğraştınız yetmiyor, devam ediyorsunuz. Ve demek ki var. Dolayısıyla gerçek anlamda ateizm olmaz. Hele insanların iç dünyalarına girdiğinizde en çok intihar edenlerin aslında bir bakıma Allah'a en çok yaklaşmak ihtiyacı olduklarını duyarsınız. Ailesine en çok kızan çocuğun onlara hasret taşıması gibi. Ne yapmak lazım? Bizim inanan insanlar olarak Rahman ve Rahim olan, var ve bir olan Allah'a inanan insanlar olarak bu tür insanlara tavrımız tepki olmaz, kızgınlık olmaz,kırgınlık olmaz, düşmanlık hiç olmaz. Onlara acımak ve onlarında bu inancı paylaşıp kendi içlerinde mutluluğu yakalamalarını sağlamak. Bunun dışında bir şey yapılabileceğini sanmıyorum. ınsanlar büyük ölçüde gerçek inancı gördüklerinde hemen teslim olurlar. Ama eğer böyle bir durumda genç arkadaşlarımız netice alamazlarsa üzülmesinler. Dıştan bir değişme gerekmiyor. ıçten, "evet arkadaş doğru söylüyorsun ama sana evet diyecek halim yok" deme durumunda bulunabilirler. Bazı insanlar 10 sene, 20 sene, 40 sene, 60 sene sonra söylenen şeyleri tasdik ediyorlar,Allah ömür verdiyse.

Dolayısıyla inançsızlıkta giderilmesi gereken bilgi eksikliği, duygu eksikliği, kırgınlıklar, kızgınlıklar olabilir. ınançlı insanların, özellikle bu konuda kendisini yetiştirmiş insanların bir doktor gibi yaklaşıp, ağrısız, bıçaksız -kansız ameliyat diyorlar ya- manevi bir ameliyatla, bu şekilde, sevgiyle, dostluk ile bu yaraları gidermeleri lazım. Allah'ı tanıtmak, Allah'ı sevdirmek Allah'ın kullarına yüklediği en önemli görevlerden biri. Madem ki buldunuz, madem ki tanıdınız, sevdiniz o halde bu güzelliği paylaşmak lazım. Çünkü imansız olmak dünyanın en büyük felaketi, helaketi. Bütün nimetlerin kaynağı iman. Dolayısıyla bulduğumuz imanı paylaşmamız lazım kardeşlerimizle, yani ateizme karşı çok bilgili, çok duygulu ve çok hoş- görülü bir yaklaşım içinde olursak -her zaman olduğu gibi- yine Allah'ın varlığı konusuna yakın durmayan, “yok” diyen insanlar olacak ama bunların sayısı çok azalacak.En azından yok diyerek O'nu arayanlara bulma konusunda bir yol göstermiş olacağız.

52

14.08.2006, 09:34

devamı..

Allah’ın varlığını ispatlayan delilleri kısaca açıklar mısınız?

-Bunun özeti, Tabiat Risalesinin özetidir.Ben bunu yazmışımdır,şimdi yeni bir çalışma yapıyorum,oraya da koydum.Baktım,oradan daha kesin ve kestirme bir yol yok.Yani varlık var.

ınkar edemediğimiz işte;sizler,bizler,bütün dünya,insanlar,her şey var.Varlık inkar edilebiliyor mu?Hayır.O halde varlığın var edicisi kimdir?Bu soru ilk insandan son insana kadar akıl sahibi herkesin düşüncesi.O zaman ihtimallere bakalım.Allah demediğimiz takdirde kimi Yaratıcı olarak görüyoruz?Bugün “doğa” yarattı diyorlar,doğanın harikası diyorlar.Kim bu doğa?Eskiden “tabiat” derdik buna.Yani gözle gördüğümüz dağlar,ovalar,denizler.Tabiat yaratıcı olabilir mi? Hayır,ilmi yok,bilgisi yok,yarı cansız vaziyette göz önünde uzanmış bir kütle.Zaten yaratıcılık kabiliyeti olsa kendisini tam canlı ve insandan daha üstün bir varlık haline getirir.Ayağımızın altında kalır mı mesela? Demek ki tabiat yaratıcı değil.Bunu anlatmak çok kolay.O zaman “doğa yarattı,tabiatın işi veyahut evrenin harikası” gibi laflar boşta kalıyor. Bunlar akıl,bilgi sahibi değil,yaratıcılık gücüne sahip değiller.ıkincisi, sebeplere yükleniliyor...

Niye yağmur yağıyor? Yeryüzünde sıcaklık var,buharlaşma var.Yukarda da soğuk hava var. Buharlaşan hava çarptı, soğudu, indi.Çok soğursa kar olur.ıyi,güzel,tamam.Biz de buna tamam diyoruz.Bilimsel açıklama bu,nasılı bu.Peki niçin,kim? Faili kim bu işin,buharlaştıran, sıcağı yaratan,yukarıdaki soğuk havayı denk getiren,oraya koyan kim?Koyan olmadan koyulan bir şey olabilir mi?Kanun koyucu olmadan kanun olabilir mi?Düzenleyen olmadan düzen olabilir mi? Kim
düzenledi,sebepleri peş peşe getirip bu olayı meydana getiren fail, işi yapan kim?Bu soru açıkta bırakılıyor, “bu ilmin işi değildir” deniliyor.O zaman ilim noksan bir ilim olur,sorularımızı cevaplamayan bir ilim olur,çağdaş ilim olmaz.Ama bizim ilmimiz orada durmuyor.Kim? “Allah” diyoruz. Sebepler dediğimizde,sebeplerin de bakıyorsunuz -tabiat için söylediğimiz gibi- aklı,bilgisi yok.Kendileri başına bir sıraya girme, düzenleme, kendilerini hizaya sokma,aralarında iletişim kurma gibi bir becerileri,bilgileri,marifetleri yok.

O zaman sebepler de yaratıcı olamaz.Geriye ne kalıyor?En çok kullanılan ve dilimizde de sıkça yanlış olarak kullandığımız tesadüf kalıyor.Ne sebepler,ne tabiat yaratıcı değildir,bunlar tesadüfen oldu. Evrende tesadüfen büyük bir patlama oldu- Bigbang diyorlar- Halbuki her patlama tahribattır, bozmadır,dağıtmadır.Ama acayip, tesadüf oldu,bu büyük patlamada çözülme,bozulma değil bir oluşum meydana geldi.ışte evren,kainat,dünya ve diğer gezegenler bu patlama sonucunda oluştular.Neden oluştular?Sebebi yok, yapan yok,tesadüfen oldu.

ıyi de tesadüfen şu kağıt bile bir yerin kenarından aşağı düşmez, mutlaka buna bir değen,dokunan lazım,ilk hareketi veren lazım.Ya da onun düşmesini isteyen ve o istikamette hareket eden,buna güç yetiren biri lazımken, evrendeki böyle bir müthiş oluşuma meydan veren,netice veren,sonuç açan bu büyük patlamayı yapıcısız kabul etmek mümkün mü,tesadüfe bağlamak? Ve o kadar ilginç bir tesadüf ki her oluş anlamlı, her oluş bir sonrakini hazırlayan planın bir parçası.Nasıl oluyor bu?ınsan aklını aşan bir şey,insan aklı bu düzeni hala kavrayamıyor,hala sırlarını çözüyor ve belki bütünüyle çözemeyecek.Belki değil,muhakkak ki çözemeyecek,dünyanın ömrü buna yetmeyecek galiba. Bu kadar ilerlemiş ilme rağmen hala yeni sırları ortaya çıkartılıyor.O halde tesadüfen yaratılmış olamaz.

Tesadüfen dünyada güzellikler bir araya geliyor mu?Tesadüfen anlamlı olaylar arka arkaya çıkmıyor.Evet,tesadüflerin de yaratıcı olmadığı açık.O zaman bu üç ihtimal yoksa, dördüncü bir ihtimal var mı?Var tabii; Allah demek zorunda kalıyoruz. Zorunda kalıyoruz, mecburen Allah dedirtiyor olayların gelişimi.Demiyorsak,beşinciyi söylesinler.Kimse bir şey söyleyemiyor.O halde bu kadar basit bir mantıktan da geldiğimizde Allah’ın varlığı apaçık ortaya çıkıyor.ılim zaten Allah'ın varlığını gösteriyor.Yeryüzünde astronomi ilminin,biyolojinin, tıbbın ilim olarak ortaya çıkması Allah’ın varlığını gösteriyor.Neden?şimdi insan vücudu üzerine bir ilim gelişmesi için,diyelim tıbbın ilim olması için,bütün insan vücutlarının aynı olması lazım.Her insanda organlar ayrı bir yerde,ayrı yapıda,değişik biçimde olsaydı tıp ilmi gelişemezdi. şimdi böbrek diyorsunuz pat elini koyup buluyor,bütün böbrekler aynı yerde,bütün kalp yapısı aynı,kapakçığı,kan dolaşımı aynı.

Peki milyarlarca insanda aynı düzeni ve sistemi yapan, “var ve bir” olan bir Yaratıcı yoksa, bu düzenin aynılığı nerden çıkıyor? Bedenlerimiz ayrı bir dünyada anlaşıp mı geliyor, “aman aynı olalım da, tıpçılar şaşırmasın,bir tıp ilmi ortaya çıksın.” Yok böyle bir anlaşma;ama yapan ve yaratan var ve O bir.Dolayısıyla birlik koymuş,düzen koymuş.Yani Allah’ın varlığını anlamak için o kadar çok sebep vardır ki her şey ondan bir eserdir,her şey onu gösterir aslında,anlayan bir gözle bakıldığında. Tabii bakmak yetmiyor,görülebildiğinde.Çünkü ayrıntılarda gizli çok şey.

53

14.08.2006, 09:39

devamı.. :wink: uzun oldu ama faydalı teker teker okuyalım inş :)

selametle canım kardeşlerim..

Bediüzzaman’ın bir yaklaşımı var: Belki Allah inkar edilebilir,metafizik de,insan kendi varlığını bile. ınkar edilemeyen bir hakikat var: “Kabir var,kimse inkar edemez. Herkes ister istemez oraya gidecek.” diyor.Bir ateist için hayat kaos olduğu gibi ölüm de bir kaos,değil mi?

-Tabii,en büyük kaos,hayattan da büyük kaos.Avrupa’da mesela eskiden ölüm korkusu vardı,şimdi yaşama korkusu yerleşti.Kolay değil.ınançlı insanlar bile ancak dayanabiliyorlar.Ben düşünüyorum, inançsızlar ölüme karşı,afete karşı nasıl dayanabiliyorlar,dengeleri nasıl sağlayabiliyorlar?Sağlamaları mümkün değil.

- Üstad Hazretleri bundan 50-60 sene önce:“şu istikbal inkılabatı içinde en gür sâdâ ıslam’ın sâdâsı olacaktır” demiş. Bu sözün değerlendirmesini alabilirmiyiz?

-Benim bunu değerlendirmem şudur:ıslam ilimdir,ıslam akıl,mantıktır.Bediüzzaman Hazretleri görmüş ki gelecekte akıl hakim olacak,dolayısıyla ilim hakim olacak,ilmi gelişmeler artacak.Ve öyle oluyor,daha da artacak.O zaman aklın ve ilmin verileri ıslam’ı destekleyecek.Yani bir şey akla uygunsa,ilme uygunsa,gerçekten ilimse o ıslam’dır aynı zamanda.Çünkü Allah’ın kitabı iki tanedir:Bir Kur’an-ı Kerim -satırlarda-,bir de kainatta yazılan bir kitap.ıkisi birbirini açıklıyor. Dolayısıyla kainat üzerinde çalışan bütün ilimlerin gelişmesi,gerçekten ilim olarak ortaya çıkması ıslam’ın ortaya çıkması demektir. Bir de insanların gerçekten müslüman olup olmaması meselesi.Bugün Avrupa’da birçok insan farkında olmadan müslümandır,adı müslüman olmadan müslümandır. Niye?Doğru yaşıyor,dürüst yaşıyor.ıçkinin zararlarını görmüş,kaçıyor eğlence hayatına sınır getirmiş,insanlara faydalı olmayı amaç edinmiş.Bunların ıslamiyet olduğunu bilmiyor,bunlar ıslam ahlakıdır.Biz bunları işte anlatabilsek,anlatmak öte yaşantımızda gösterebilsek belki onlar “ bizim yaşadığımız hayat hakikaten ıslam’mış” diyecekler.ıslam kendisine etraflı anlatıldığı zaman Goethe’nin söylediği bir söz vardır: “Müslümanlık buysa ben zaten Müslüman’ım”

-Bediüzzaman Hazretlerinin “Bu zamanda ıla-yı Kelimetullah maddeten terakki iledir” sözünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Evet,bu zamanda her şey para Her şey kuruşa bağlı.Kamerayla çekim yapıyor kardeşimiz,bu parayla alınmıştır,çok pahalı. ınternette sayfa açıyorsunuz,paralı.Buraya geliyorsunuz arabayla,para veriyorsunuz.Her şey para.Ama helalinden,dürüstçe para kazanmak ve bu helal ve dürüst kazanılmış paraları da hizmet alanında kullanmak,Allah’a iman için hizmetler açmak çok önemli.Eskiden olduğu gibi bir hırka,bir cübbe,bir asa ile hizmet olmuyor,her şey çok pahalı.Gittikçe standartlar artıyor,hayat pahalanıyor.Bedava su içemiyorsunuz,eskiden şakır şakır akan çeşmelerden,şimdi suyu da parayla alıyorsunuz.Bir tek hava kaldı.Böylesine giderek paranın önemi artıyor,her şey maddeten terakkiye,paraya dayanıyor yani. Para tabii iki tarafı keskin bir bıçak,yani hizmette kullanabilirsin,hezimette kullanabilirsin.Ama hizmette kullanılması için kazanılması gerekiyor.

- Liselerde okuyan kardeşlerimize tavsiyelerinizi nelerdir?Başkalarına hak ve hakikatı ulaştırma yolunda?

-Liselerdeki kardeşlerimiz kendileri ıslam ahlakını bütün güzelliğiyle yaşayacaklar.Hiç kimseye bir şey anlatmakta acele etmeyecekler, dostluk ve de arkadaşlıkları artıracaklar, samimi ilişkileri artıracaklar,yardıma muhtaç arkadaşlarına yardıma koşacaklar.Yani bir insan kendini sevdirdiğinde,ahlakını benimsettiğinde otomatikman onun temsil ettiği dava benimsenir,temsil ettiği inanç,ahlak özenilecek bir şey haline gelir.Ama bunu yapmadığı takdirde, insanlarla doğru düzgün bir sevgi,iletişim kuramıyorsa,bulunduğu konumda başarılı değilse,yardımsever değilse,ıslam ahlakının özellik ve güzellikleri şahsında tam temsil etmiyorsa dünyanın en iyi kitabını okutsa arkadaşına,en güzel şekilde anlatsa,yani bütün yöntemlere başvursa,mümkün değil,başaracağını zannetmiyorum.

(Salih Okurun Vehbi Vakkasoğlu ile röportajından)

54

14.08.2006, 15:38

Allah bize şah damarımızdan daha yakın olduğuna göre Ona yaklaşmayı nasıl anlamamız gerekiyor?

Soruda geçen “yakın” ve “yaklaşma” ifadelerinin mesafe ve mekânla bir ilgisi yoktur. Allah’ın kuluna yakın olması, onun her türlü ihtiyaçlarını bizzat görmesi, bütün hücrelerinde her türlü icraatı kudret ve ilmiyle yapması, ona kendi nefsinden daha merhametli olması gibi manalar taşır. Kulun Allah’a yaklaşması ise onun razı olduğu bir kul olma vadisinde attığı adımlarla ilgidir. ımanındaki inkişaf, ilmindeki terakki, amelindeki ihlas onu Allah’a yakınlaştıran vasıtalardır.

Uzak, yakın, geçmiş, gelecek gibi ifadeler zaman ve mekânla ilgilidir. Maddî olan ve bir mekânda yer tutan varlıklar birbirlerine göre yakında veya uzakta bulunurlar. Maddeden ve mekândan münezzeh olan Allah, mekânın her yerindeki mahlûkatına onların nefislerinden daha yakındır. Keza, zamandan münezzeh olan Allah, zaman nehrinde akıttığı her bir varlığa onun nefsinden daha yakındır.

Allah’ın, mahlûkatına yakınlığı ve mahlûkatın ondan uzaklığı zaman ve mekân ölçüleriyle izah edilemez.

Bir misal: Siz okuduğunuz kitaba ondan daha yakınsınızdır; o kendisinde nelerin yazıldığını bilmez, siz bilirsiniz... Ve kitap sizden çok uzaktır, yani sizi anlamanın, tanımanın, seyretmenin çok gerilerindedir.

Kitabın ilk sayfasındaki bir kelime ikinci sayfadakine yakındır, onuncu sayfadakine ise uzaktır. Ama onları yazan ve bilen müellif, bunların hepsine aynı derecede, aynı seviyede ve aynı ölçüde yakındır. Hepsi, onun ilminde birlikte bulunurlar.

Yakınlık ve uzaklığın bir başka cihetini bize ders veren bir hadis-i kutsî: “Kulum bana nafilelerle yaklaşır...” Yakınlaşmanın mânevî olduğunu, kalbî ve ruhî olduğunu bu kutsî hadis ders veriyor bize... Nafile; farz ve vacipleri işledikten sonra kulun rabbine daha fazla yakınlaşmak, kalbini ulvî feyizlere daha ziyade açmak ve ömrünü rıza yolunda daha verimli harcamak niyetiyle yaptığı ibadetler, tefekkürler, ilticalar, şükürlerdir.

Böyle bir kul, Rabbine yaklaşma konusunda her gün biraz daha mesafe kat eder... Kat ettiği bu mesafeler de mânevîdir, rabbine yaklaşması da...

Büyük bir âlim düşünelim. Bu zâtın öğrencilerinin hepsi aynı mekânda bulunsunlar ve sıra ile ondan ders alsınlar. ılme henüz başlamış bir talebe, onun huzurunda oturup dersini aldığı zaman, o yakınlık içinde bir uzaklık vardır. Çünkü o genç adam, o büyük imamı, o dâhi âlimi anlamanın çok ötelerindedir. ılmi ilerledikçe hocasına daha çok yaklaşacak ve ona olan hürmeti, takdiri, hayreti gittikçe artacaktır...

Tahsilinin her safhasında, hocası o talebeye yakındır, onu yetiştirmekte, ilerletmektedir... Burada uzaklık hoca için değil, talebe için söz konusudur. Kâmil bir velîye mürit olmuş noksan bir insan da öyledir... Mânen terakki ettikçe onun ruh dünyasından, gönül âleminden daha fazla istifade edecektir. O büyük velî ise, o müridini mânevî terakkisinin her basamağında takip etmekle ona daima yakındır. Uzaklık mürşit için değil, mürit içindir.

Misallerden hakikate geçelim: Allah, kulunun madde ve mânâ âlemini daima terbiye etmekle, o kuluna onun nefsinden daha yakındır. Kul ise ancak belli sınırlar arasında iş görebilen noksan sıfatlarıyla, bütün sıfatları sonsuz olan Allah’ı hakkıyla anlamaktan çok uzak.

Okunma Sayısı : 169

Alaaddin Başar (Prof.Dr.)

55

14.08.2006, 16:07

Yazılar ve resimler harika nuraşığı kardeşim Rabbim ebedden razı olsun çok güzel ya dewam inş..

yunusum abi sendende rabbim razı olsun

selametle takipteyiz :)
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

56

15.08.2006, 10:05

Canım kardeşlerim Herşey tesadüfen oldu diyenler bir düşünsünler mesela elimizde boncuklar olsun bu boncukları önümüze atalım hepsi karışık bir vaziyette etrafa dağılır. ya bir insanın yaradılışı nasıl tesadüf olabilir!!! ( haşa) tesadüfse nasıl bukkadar muntazam olabilir! insadaki göz tesafüfen oldu diyelim kulaktamı,ağızdamı tesadüfen oldu! nasıl bu kadar muntazam bir şekilde yerleştirilmiş Bunların tesadüf olduğunu nasıl idda ederiz.binlerce insan var dünyada ve hepsinde kaş,göz,kulak aynı yerde muntazam bir şekilde..sadece insanın yaratılışından bahsettim siz tüm mahlukatı aynı şekilde kıyas edin.. aklı olan insan hiçbirşeyin tesadüf olmadığını anlar ..

57

16.08.2006, 19:25

ıstisnalar hariç, bütün fen adamları, bu kâinatın kendiliğinden var olmadığını, bir yaratıcısının bulunduğunu ittifakla bildirmişlerdir. Fen, ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanların bir karıncayı, bir kuşu, bir balığı yaratması mümkün değildir. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata bakınca, çok intizamlı yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını anlar.


Elektrik, hararet, yani ısı ve mıknatıs gibi enerjilerin [kudretlerin] de mevcut olduklarına inanıyoruz. Çünkü, elektrik akımının hararet ve mıknatıs veya kimya reaksiyonları meydana getirdiğini, ısı gelince sıcaklık olduğunu, ısı azalınca soğukluk olduğunu ve mıknatısın demiri çektiğini his ediyoruz, anlıyoruz. (Ben havanın, ısının, elektriğin mevcut olduklarına inanmam. Çünkü, bunları görmüyorum) sözüne yanlıştır diyoruz. Çünkü, bunlar görülemezlerse de, kendilerini veya yaptıkları işleri, duygu organlarımız ile anlıyoruz. Bunun için de, görülemeyen birçok varlıklara inanıyoruz. Göremediğimiz için, yok olmaları lazım gelmez diyoruz. Bunun gibi, (Ben Allah’a inanmam. Melek, cin gibi şeyler yoktur. Var olsalardı görürdüm) sözü de doğru değildir. Akla, fenne uygun olmayan bir sözdür.



Yağmurlu, şimşekli havalarda, oksijen azotla birleşerek, havada nitrat tuzları hasıl olup, yağmurla toprağa iniyor. Bunlar, nebatatı besliyor. Nebatlar da, hayvanlara, hayvanlar da insanlara gıda oluyor. Görülüyor ki, rızkımız semada hasıl olmakta, göklerden yağmaktadır. Havadaki karbon dioksid gazı, dimâgçedeki kalb ve teneffüs merkezlerini tembih ediyor, çalıştırıyor. Havadaki karbon dioksid miktarı azalırsa, kalbimiz durur ve nefes alamayız. Miktarı artarsa boğuluruz. Karbon dioksid miktarının hiç değişmemesi lazımdır. Bunun için de, denizleri yarattı. Karbon dioksid miktarı artınca, kısmi tazyiki de artıp, fazlası denizlerde eriyerek, sudaki karbonat ile birleşerek, onu bi-karbonat haline çeviriyor. Bu da, dibe çökerek deryaların dibinde çamur tabakası hasıl oluyor. Havada azalınca, çamurdan ayrılıp suya ve sudan havaya geçiyor. Bütün canlılar havasız yaşayamaz. Bunun için, havayı, her yerde, her canlıya çalışmadan, parasız veriyor ve ciğere kadar gönderiyor. Susuz da yaşayamayız. Suyu da her yerde yarattı. Fakat, susuzluğa daha fazla tahammül edildiği için, bunu arayıp bulacak, taşıyacak şekilde yarattı. Fe-tebârekâllahü ahsenül-hâlikin! ınsanlar, bunları yapmak şöyle dursun görebilenlere, anlayabilenlere ne mutlu!

58

16.08.2006, 19:27

Allahü teâlânın, sayamayacağımız kadar çok nizam ve ahenk içinde, halk ettiği [yarattığı] sayılamayacak kadar çok varlıklar tesadüfen olmuştur diyenlerin sözleri cahilcedir. şöyle ki: Üzeri birden ona kadar numaralanmış on taşı bir torbaya koyalım. Bunları elimizde torbadan birer birer çıkararak, sıra ile, yani önce bir numaralı, sonra iki numaralı ve nihayet on numaralı olacak şekilde çıkarmaya çalışalım. Çıkarılan bir taşın numarasının sıraya uymadığı görülürse, çıkarılmış olan taşların hepsi hemen torbaya atılacak ve yeniden bir numaradan başlamak üzere çıkarmaya çalışılacaktır. Böylece, on taşı numaraları sırası ile ard arda çıkarabilmek ihtimali on milyarda birdir. On adet taşın bir sıra dahilinde dizilme ihtimali bu kadar az olursa, kâinattaki sayısız düzenin tesadüfen meydana gelmesine imkan ve ihtimal yoktur.



Daktilo ile yazmasını bilmeyen bir kimse, bir daktilonun tuşlarına gelişigüzel mesela beş kere bassa, elde edilen beş harfli kelimenin Türkçe veya başka bir dilde bir mana ifade etmesi acaba ne derece mümkündür? şayet gelişigüzel tuşlara basmakla bir cümle yazmak istenilse idi, bir mana ifade eden bir cümle yazılabilecek mi idi? Kaldı ki, bir sayfa yazı veya kitap teşkil edilse, sayfanın ve kitabın, tesadüfen belli bir konusu bulunacağını sanan kimseye akıllı denilebilir mi?




Bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir?

Cisimlerin yok olduklarını, başka cisimlerin meydana geldiklerini görüyoruz. Dedelerimiz, eski milletler yok olmuşlar, binalar, şehirler yok olmuş. Bizden sonra da başkaları meydana gelecek. Fen bilgimize göre, bu muazzam değişiklikleri yapan kuvvetler vardır. Allah’a inanmayanlar, (Bunları tabiat yapıyor. Her şeyi tabiat kuvvetleri yaratıyor) diyorlar. Bunlara deriz ki, bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir? Suyun akıntısına kapılan, sağdan soldan çarpan dalgaların tesiri ile bir araya yığılan çöp kümesi gibi bir araya yığılmışlar mıdır? Otomobil tabiat kuvvetlerinin çarpmaları ile mi hareket etmektedir? Bize gülerek, hiç böyle şey olur mu? Otomobil, akıl ile, hesap ile, plan ile, birçok kimselerin, titizlikle çalışarak yaptıkları bir sanat eseridir. Otomobil, dikkat ederek, akıl, fikir yorarak, hem de trafik kaidelerine uyarak, şoför tarafından yürütülmektedir demez mi?



Tabiattaki her varlık da, böyle bir sanat eseridir. Bir yaprak parçası, muazzam bir fabrikadır. Bir kum tanesi, bir canlı hücre, fennin bugün biraz anlayabildiği ince sanatların birer meşheri, sergisidir. Bugün fennin buluşları, başarıları diye öğündüklerimiz, bu tabiat sanatlarından birkaçını görebilmek ve taklit edebilmektir. ıslam düşmanlarının, kendilerine önder olarak gösterdikleri, ıngiliz doktoru Darwin bile, (Gözün yapısındaki sanat inceliğini düşündükçe, hayretimden tepem atacak gibi oluyor) demiştir. Bir otomobilin tabiat kuvvetleri ile, tesadüfen hasıl olacağını kabul etmeyen kimse, baştan başa bir sanat eseri olan bu âlemi tabiat yaratmış diyebilir mi? Elbette diyemez. Hesaplı, planlı, ilimli, sonsuz kuvvetli bir yaratıcının yaptığına inanmaz mı? Tabiat yaratmıştır, tesadüfen var olmuştur demek, cahillik, ahmaklık olmaz mı?

59

16.08.2006, 19:49

Birgün küçük balıklar yaşlı balığın yanına gitmişler ve Allah'ın(c.c.) varlığını bize ispatla; çünkü biz onu görmüyoruz,işitmiyoruz, hissetmiyoruz demişler.. Yaşlı balık bakmış ve şöyle demiş: "Allah-u Teala(c.c) su gibidir, her yerde olduğu için siz onu farketmezsiniz.. Aynı içinde yüzdüğünüz suyu hissetmediğiniz gibi.. :D

Mesajlar: 1

Konum: Hollanda

Meslek: Guzellik uzmani

Hobiler: Ilahi dinlemek kitap okumak

  • Özel mesaj gönder

60

16.08.2006, 19:55

cok guzeldi nurasigi Allah razi olsun....
Ya Rabbî!
Seni tarif etmektir bütün güzel isimler.
Sen güzel isimlerini aşikâr etmesen, ruhum karanlıkta kalır.

Esmâ-i Hüsna'na şâhit yaz beni...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir