Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

21

27.07.2006, 10:47


.......ALLAHIN VARLIğI......

Bir profesörün mezun etmeye hazırladığı öğrencilere verdiği son ders:

“Bilgisayar mühendisi arkadaş!
ıNşALLAH iyi bir donanımcı, iyi bir programcı, iyi bir networkcu veya iyi bir sistem operatörü olacaksın. Yalnız şu mühim meseleleri sakın aklından çıkarma.

Bu kâinatın öyle bir donanımcısı vardır ki, bütün mevcudatı ve içinde yeryüzünü create etmiş (yaratmış) , güneşi bir power source (güç kaynağı) , ayı bir system clock (sistem saati) yapmış. O power sourcedir ki kesintiye uğramaz ve o system clocktur ki şaşmaz ve şaşırmaz. O donanımcının ilmini ve sanatının nihayetsizliğini gösterir. Bu zât aynı zamanda öyle yüce bir programcıdır ki, şu muazzam hayat programını yazmış, yüz binlerce yıldan fazladır error (hata) verdirmeden, crash ettirmeden (kesintiye veya kırılmaya uğramadan) çalıştırıyor.

EğER onun ne kadar iyi bir programcı olduğunu anlamak istersen, önce kendine bak. Gözünle görmediğin küçücük bir hücrene bütün kodunu save etmiş (kaydetmiş) ve yine o küçücük hücreden execute ettiriyor (icra ediyor) .

MADEM ki DNA’nın bir program olduğu apaçıktır ve bir program programcısız olamaz; demek ki senin programcılığın o büyük zatın programcılığına ancak bir ayna hükmündedir. Yine senin hücrelerinden oluşturduğu networkun içine hadsiz protokollerle o hücreleri konuşturduğu gibi, seni de diğer insanlarla türlü dillerde ve protokollerde konuşabilmen için gerekli donanımı yanına vermiştir, öylece de gördürüyor, konuşturuyor ve dinletiyor. Ve sen etrafındaki bütün cisimlerden haber alasın diye ışık, ses gibi türlü medyayı hazırlamış kullandırıyor. Ve sen bunları keşfeder, kullanır, fakat bir yenisini ekleyemezsin. O halde öyle büyük bir network uzmanı zât vardır ki, senin her türlü ihtiyacını bilir ona göre techizatını verir. Senin networkculuğun ancak onun sonsuz ilminden sana verdiği bir küçük parça ve bir büyük nimettir.

ARKADAş aldanma!
Bu güzel dünya hayatı, programı bir limited trial versiyondur (kısıtlı kullanım versiyonu) . Görüyorsun ki elde ettiğin malı mülkü hiçbir suretle save edemiyorsun (saklayamıyorsun) . Öyle ise bu kâinat yazılımını yazanı tanı. Hem hiç mümkün müdür ki bir programcı bu kadar güzel program yapsın ve yaptığı programlarda about (Programların içine konulan ve programcısını tanıtan açıklama) koyup kendini tanıttırmasın. Öyle ise bu kâinatın en büyük donanımcısı, programcısı, networkcusu ve sistem operatörü olan zatın, her yere işlediği about kesimlerini gör, öğren, full versiyonunu (sınırsız kullanım versiyonu) kazanmak için çalış. Unutma ki hiçbir hareketin atlanmadan çok dikkatli loglar (kayıtlar) tutuluyor. Bu loglar her şeye gücü yeten o sistem yöneticisi tarafından kontrol edilecektir.

EY insan! ....

ıNSAN isen şu güzel işlere,
Tesadüfü, abesiyeti, delaleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin alma.”….



alıntıdır
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

22

27.07.2006, 10:53

Alıntı sahibi ""bir_damla_nur""

limited trial versiyondur

sınırlı, deneme amaçlı versiyon...

Güzel kıyas :wink:
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

23

27.07.2006, 11:09

allah razı olsun

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

24

27.07.2006, 12:15

bir damla nur kardeşim ben de bu yazıyı arıyordum.Bayılıyorum bu yazıya benn:)sağolasın

25

27.07.2006, 14:57

Allah razı olsun devam.inşaallah.
bu tür paylaşımlar çok kıymetli.

imanın zerre kadar artmasını bütün zikirlere ve manevi zevklere tercih ederim.diyor imamı rabbani hazretleri.
selam.Kandiliniz mübarek olsun.kardeşlerim.

26

28.07.2006, 14:23

Yirmi Yedinci Pencere


Allah her şeyin yaratıcısıdır ve O her şey üzerinde hakkıyla görüp gözeticidir. (Zümer Sûresi: 62.)



Kâinatta, esbâb ve müsebbebât görünen eşyaya bakıyoruz ve görüyoruz ki, en âlâ bir sebep, en âdi bir müsebbebe kuvveti yetmiyor. Demek, esbâb bir perdedir; müsebbebleri yapan başkadır.

Meselâ, hadsiz masnuâttan yalnız cüz’î bir misâl olarak, insan başı içinde bir hardal küçüklüğünde bir yerde yerleştirilen kuvve-i hâfızaya bakıyoruz, görüyoruz ki; öyle bir câmi’ kitap, belki kütüphâne hükmündedir ki, bütün sergüzeşt-i hayatı, içinde karıştırılmaksızın yazılıyor. Acaba şu mu’cize-i kudrete hangi sebep gösterilebilir: telâfif-i dimağiye mi, basit şuursuz hüceyrât zerreleri mi, tesadüf rüzgârları mı? Halbuki, o mu’cize-i san’at, öyle bir zâtın san’atı olabilir ki, beşerin haşirde neşredilecek büyük defter-i a’mâlinden muhasebe vaktinde hatıra getirilecek ve işlediği her fiilleri, yazıldığını bildirmek için bir küçük sened istinsah edip, yazıp, aklının eline verecek bir Sâni-i Hakîmin san’atı olabilir.




ışte, beşerin kuvve-i hâfızasına misâl olarak bütün yumurtaları, çekirdekleri, tohumları kıyas et; ve bu câmi’, küçücük mu’cizelere sâir müsebbebâtı da kıyas et. Çünkü, hangi müsebbebe ve masnua baksan, o derece hârika bir san’at var ki; değil onun âdi, basit sebebi, belki bütün esbâb toplansa, ona karşı izhâr-ı acz edecekler. Meselâ, büyük bir sebep zannedilen güneşi ihtiyârlı, şuurlu farz ederek ona denilse, "Bir sineğin vücudunu yapabilir misin?" Elbette diyecek ki: "Hâlıkımın ihsanı ile, dükkânımda ziyâ, renkler, hararet çok. Fakat, sineğin vücudunda göz, kulak, hayat gibi öyle şeyler var ki, ne benim dükkânımda bulunur ve ne de benim iktidarım dahilindedir."

Hem, nasıl ki müsebbebdeki hârika san’at ve tezyinât, esbâbı azl edip, müsebbibü’l-esbâb olan Vâcibü’l-Vücuda işaret ederek, Bütün işler Ona [Allah’a] döndürülür. (Hud Sûresi: 123.)
sırrınca, Ona teslim-i umûr eder; öyle de, müsebbebâta takılan neticeler, gâyeler, faydalar, bilbedâhe perde-i esbâb arkasında bir Rabb-i Kerîmin, bir Hakîm-i Rahîmin işleri olduğunu gösterir. Çünkü, şuursuz esbâb, elbette bir gâyeyi düşünüp çalışmaz. Halbuki, görüyoruz; vücuda gelen her mahlûk bir gâye değil, belki çok gâyeleri, çok faydaları, çok hikmetleri takip ederek vücuda geliyor. Demek, bir Rabb-i Hakîm ve Kerîm, o şeyleri yapıp gönderiyor, o faydaları onlara gâye-i vücud yapıyor.

Meselâ, yağmur geliyor. Yağmuru zâhiren intâc eden esbâb, hayvanâtı düşünüp, onlara acıyıp, merhamet etmekten ne kadar uzak olduğu mâlûmdur. Demek, hayvanâtı halk eden ve rızıklarını taahhüd eden bir Hâlık-ı Rahîmin hikmetiyle imdada gönderiliyor. Hattâ, yağmura "rahmet" deniliyor. Çünkü, çok âsâr-ı rahmet ve faydaları tazammun ettiğinden, güyâ yağmur şeklinde rahmet tecessüm etmiş, takattur etmiş, katre katre geliyor.

Hem, bütün mahlûkatın yüzüne tebessüm eden bütün zînetli nebâtât ve hayvanâttaki tezyinât ve gösterişler, bilbedâhe, perde-i gayb arkasında bu süslü ve güzel san’atlar ile kendini tanıttırmak ve sevdirmek ve bildirmek isteyen bir Zât-ı Zülcelâlin vücûb-u vücuduna ve vahdetine delâlet ederler. Demek eşyadaki süslü vaziyetler, gösterişli keyfiyetler, tanıttırmak ve sevdirmek sıfatlarına katiyen delâlet eder. Sevdirmek ve tanıttırmak sıfatları ise, bilbedâhe, Vedûd, Mâruf bir Sâni-i Kadîrin vücûb-u vücuduna ve vahdetine şehâdet eder.




Elhâsıl: Sebep gayet âdi, âciz ve ona isnad edilen müsebbeb ise, gayet san’atlı ve kıymetli olduğundan, sebebi azl eder. Hem, müsebbebin gâyesi, faydası dahi cahil ve câmid olan esbâbı ortadan atar, bir Sâni-i Hakîmin eline teslim eder. Hem, müsebbebin yüzündeki tezyinât ve maharetler, kendi kudretini zîşuurlara bildirmek isteyen ve kendini sevdirmek arzu eden bir Sâni-i Hakîme işaret eder.

Ey esbâbperest bîçare! Bu üç mühim hakikati ne ile izah edebilirsin? Sen nasıl kendini kandırabilirsin? Aklın varsa, esbâb perdesini yırt, -1- Allah birdir, bir olur. Her şeyin anahtarı onun yanında, her şeyin dizgini Onun elindedir. Rububiyetin de, icraatında ve icatlarında hiç bir şeriki yoktur1- de, hadsiz evhamdan kurtul.

27

28.07.2006, 19:01

ALLAHU TEÂLÂ’NIN VARLIğININ ıSPATI “Süphe yok ki göklerde ve yerde mü’minler için (Allah’ın varlığına dair) deliller vardır. “ (Casiye : 3)

Resim...............Ressam Aslı..................Yaratan Nasıl bir resim gördüğünüz zaman o resmi yapan bir ressam oldugunu kabul edersek kâinattaki resimlere de bakacak olursak kâinattaki varlıkları da bir yaratanın oldugunu kabul etmemiz gerekir. Kâinattaki varlıklara (resimlere) bir bakalım: Dünyamız güneşin etrafında dönmektedir. Eğer dünyamız güneşe biraz daha yakın dönseydi yanacaktı. Biraz daha uzak dönseydi donacaktı. Dünyamızı tam dengede döndüren kimdir?

Bazen ufacık füzelere ,uçaklara dahi hakim olamazken o akıl almaz hız ve büyüklükteki yüz milyonlarca kütlenin (gezegen,yıldız,nebula...) en ufak bir hata dahi yapılmadan gezdirilmesine neden olan kimdir? Parçalanan, yaşlanan, gezegenler, çürüyen bitki hayvan ve insanlar ile her yer (gökyüzü, yeryüzü) çöp pislik olacağına, bir düzen içinde çöpleri temizlik görevlilerine (kara delik, böcek, kurt,solucanlara...) toplatan kimdir?

Atmosferdeki su, karbondioksit, oksijen ve azotun devredilmesindeki ahengi, nizam ve intizami bildigimiz için, yagmur yerine “kezzap” adını verdigimiz nitrik asitin yağabileceği aklımıza dahi gelmez, degil mi?Oysa ki, atmosferin % 80’ini teşkil eden azot gazı, yıldırım ve şimşeklerin tesiri altında oksijenle birleşir. Bu oksitlenme sonucunda, nitratların meydana gelmesine yarayan azot oksitleri teşekkül eder. Yani ilmen, havadaki her elektriklenmede, nitrik asit yağmurunun meydana gelmesi için bütün şartlar hazırdır....

Ancak şimşek çaktığında , damla damla merhamet ve rahmet yağar. Ve bize haddimizden fazla değer veren yüce kudrete bütün mahlûkat sükreder. Üzerimize her an kezzap yagabilmesinin mümkün oldugunu bilen kimya âlimi Prof. Dr. Arthur Macomb bu konuda sunlari söyler: “Ne zaman şimşek çakıp gök gürlese, semâdan yağmur yerine nitrik asit yağacak diye soluğum kesilir, rengim kaçar, sığınacak bir yer ararım. Çünkü havada nitrik asit teşekkülü için bütün şartlar hazırdır.” H2 + O = su ( söndürücü ) H (Hidrojen) yanıcı O (Oksijen) yakıcı Yanıcı ve yakıcı iki madde bir araya gelince yangın olacağına tam tersine , söndürücü olmaktadır. Bunu ayarlayan kimdir?

Diş doktoru yıllarca okuyup makineler yardımı ile takma dişler yapmaktadır. Bu dişler kırılsa bize haber veremez. Fakat binlerce senedir ağzımızdaki dişler çürümeye baıladığı an alarm sistemi (sinir sistemi) ile bize haber vermektedir. Takma dişi doktor yapabiliyorsa çok daha ileri teknolojiye sahip ağzımızdaki dişleri yapan kimdir? Ağzımızdaki dişlerin sıralanısı: 32122123 = üst çene 32122123 = alt çene Dişlerimizi böyle simetrik olarak dizen kimdir?

Gazete yaprakları ile aynı kalınlıkta olan ağaç yaprakları fabrika gibidir. Oksijeni alır, karbondioksit verir, içinde damarlar vardır, içinde yeşil renk veren klorofil maddesi vardır . Yaprağı “ oksijen fabrikası” şeklinde yaratan kimdir? ınsanlar henüz ot ve suyla çalışan karşılığında süt veren bir fabrika yapamamışlardır. Fakat milyonlarca senedir milyarlarca, çoğalan, yürüyen, büyüyen, duvarlarından (derisinden) faydalanılan, makinelerden (etlerinden) yemek yapılan sadece ot ve su karşılığında bize süt veren fabrikaları yaratan kimdir?

ınsanlar, Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı odundan ancak tahta, tahtadan masa ve sandalye gibi seyler yapabilmektedir. O Kadîr-i Mutlak ise odundan meyve yapıyor, yaprak ve çiçek çıkarıyor. Demek ki iş odunda değil, ustadır. Bir iplik fabrikasi düşünelim; irili, ufaklı, yürüyen, çoğalan, incecik fakat çok sağlam iplikler üreten bir fabrika. Insanlar nokta büyüklügünde böyle fabrikalar yapamamışlardır. Fakat binlerce çeşidiyle milyonlarca, bir yaratıcı tarafından yaratılmıştır ; ipek böceği , örümcek!... O , kimdir? Yağmur gökyüzünden tane tane yagmaktadır, damlacıklar birleşip sel olarak yağmamaktadır. Buna engel olan kimdir?

Her yıl yağan kar tanecikleri milyonlarcasını her seferinde her biri ayri ayri desenlerle gökyüzünden bize yollayan, gökyüzünde birleştirip çığ olarak göndermeyen kimdir? Uzayın akıl almaz derinlikleri içinde günesimiz gibi 200 milyar günesi ihtiva eden Samanyolu Galaksisi’nde yaşıyoruz. Samanyolu ise, varlığı kanıtlanabilen en az 300 milyar galaksiden sadece bir tanesidir. Bu dev evreni düzen ve uyum içinde yaratan , yaşatan kimdir? “Dünyada hiçbir delil kalmasa bile, bir mikrobun hayati bana Allah’i ispat etmeye yeter. “
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

28

28.07.2006, 19:06

Allah razı olsun arzucan biraz önceki yazının çıktısını alırken bu yazın ile karşılaştım onunda çıktısını alıyorum :)

29

28.07.2006, 19:08

yunusum demişki

Alıntı

Bütün insanlar bir araya gelse o çocuğa lazım olan sütü yaratabilirlermi.
Peki yaratan kim.
Daha bunun gibi sorular sorarsak cevabımız.Kerim,Rahim.Mürebbi ve Müdebbir bir zatı gösteriyor.
Çünkü burada ikram görünüyor ,çocuğa süt ikram ediliyor.burda kerim ismi görülüyor.
Annesine şefkat verilerek çocuğa şefkatle muamele ediliyor.bur dada Rahim ismi görülüyor.



Allah razı olsun

30

09.08.2006, 15:16

Hem meselâ, nasıl ki bir kitap bulunsa ki, bir satırında bir kitap ince yazılmış ve herbir kelimesinde ince kalemle bir sûre-i Kur’âniye yazılmış. Gayet mânidar ve bütün meseleleri birbirini teyid eder ve kâtibini ve müellifini fevkalâde maharetli ve iktidarlı gösteren bir acîp mecmua, şeksiz, gündüz gibi kâtip ve musannifini kemâlâtıyla, hünerleriyle bildirir, tanıttırır. Mâşâallah, bârekâllah cümleleriyle takdir ettirir.
Aynen öylede, bu kâinat kitab-ı kebîri ki, birtek sayfası olan zemin yüzünde ve birtek forması olan baharda, üçyüz bin ayrı ayrı kitaplar hükmündeki üç yüz bin nebatî ve hayvanî taifeleri beraber, birbiri içinde, yanlışsız, hatasız, karıştırmayarak, şaşırmayarak, mükemmel, muntazam ve bazan ağaç gibi bir kelimede bir kasideyi ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabın tamam bir fihristesini yazan bir kalem işlediğini gözümüzle gördüğümüz bu nihayetsiz mânidar ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan şu mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur’ân-ı ekber-i âlem, mezkûr misaldeki kitaptan ne derece büyük ve mükemmel ve mânidar ise, o derecede sizin okuduğunuz fenn-i hikmetü’l-eşya ve mektepte bilfiil mübaşeret ettiğiniz fenn-i kıraat ve fenn-i kitabet geniş mikyaslarıyla ve dürbün gözleriyle bu kitab-ı kâinatın Nakkaşını, Kâtibini hadsiz kemâlâtıyla tanıttırır, Allahu Ekber cümlesiyle bildirir, Sübhânallah takdisiyle tarif eder, Elhamdülillâh senâlarıyla sevdirir.
ışte bu fenlere kıyasen, yüzer fünûndan her bir fen, geniş mikyasıyla ve hususi aynasıyla ve dürbünlü gözüyle ve ibretli nazarıyla bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâlini esmâsıyla bildirir, sıfâtını, kemâlâtını tanıttırır.

31

09.08.2006, 17:55

Adamın biri her zaman gittiği berbere tıraş olmaya gitti.bir sohbete başladılar. Değişik konular üzerinde konuştular. Birden Allah ile ilgili konu açıldı...

Berber: " Bak adamım, ben senin sÖylediğin gibi Allah´ın varlığına inanmıyorum."

Adam: " Peki neden bÖyle düşünüyorsun?"

Berber: " Bunu açıklamak çok kolay. Bunu gÖrmek için dışarıya çıkmalısın. Lütfen bana sÖyler misin, eğer Allah var olsaydı, bu kadar çok hasta insan olur muydu, terkedilmiş çocuklar olur muydu? Allah olsaydı, kimse acı çekmezdi. Allah olsaydı, bunların olmasına izin vereceğini sanmıyorum..."

Adam bir an durdu ve düşündü, ama gereksiz bir tartışmaya girmek istemediği için cevap vermedi. Berber isini bitirdikten sonra adam dışarıya çıktı. Tam o anda caddede uzun saçlı ve sakallı bir adam gÖrdü. Adam bu kadar dağınık gÖründüğüne gÖre belli ki tıraş olmayalı uzun süre geçmişti. Adam berber dükkanına geri dÖndü.

Adam: " Biliyor musun ne var, bence berber diye bir şey yok"

Berber: " Bu nasıl olabilir ki? Ben buradayım ve bir berberim."

Adam: " Hayır, yok. çünkü olsaydı, caddede yürüyen uzun saçlı ve sakallı adamlar olmazdı."

Berber: " Hımmm... Berber diye bir şey var ama o insanlar bana gelmiyorsa, ben ne yapabilirim ki?"

Adam: " Kesinlikle doğru! Püf noktası bu! Allah var, ve insanlar ona gitmiyorsa, o ne yapabilir ki? işte dünyada bu kadar çok acı ve keder olmasının nedeni!"

32

10.08.2006, 00:22

ewet nuraşığı kardeşim çok güzel

Mesela şu dünyada gelmiş geçmiş hiçbirinsanın parmak izleri birbirinin aynısı deil.Hırsızlık oluyo hemen parmak izi alınıyo ewet çok ilginç ve hikmet dolu.Ayşenin fatmanın parmak izini yapan elbetteki bundan önceki ve bundan sonra ki parmakları yapandır ki hiçbiri birbirinin aynısı deil..

Allahu Alem

Allah çok güzel be canlar çok güzel.....
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

33

10.08.2006, 09:29




Canım kardeşlerim Bir hadîs-i şerîfte meâlen şöyle buyurulur:

"Allah'ın varlığını, birliğini anlamak için göklere bakın, yere bakın, kendi nefsinize bakın ve bütün bunların yaratılışındaki akıllara hayret veren incelikleri, bunların kendilerinden olamıyacağını düşünün. Çünkü bunlar, Allah'ın varlık ve birliğini gösteren alâmetlerdir. Fakat Allah'ın zâtını, mâhiyetini düşünmeyin. 'Allah acaba şöyle midir, böyle midir? O'nun görmesi, işitmesi nasıldır?' diye düşünmeye kalkışmayın. Zira buna kudretiniz yetmez. Ne kadar çalışsanız da bunu hakkıyla bilemezsiniz, idrâk edemezsiniz. şaşırırsınız. Bilgi ve görgü ölçüleriniz buna yetmez."


Mehmed Kırkıncı bu hususu şu şekilde izah etmektedir:

"Bir insanın mağarada büyüyüp hiç ışık yüzü görmediğini ve kendisinin bir gün sabahın erken saatlerinde ve daha güneş doğmadan dünya yüzüne çıkarıldığını farzediniz. Her tarafı dolduran ışıktan derhal gözleri kamaşan bu şahsa, bu ışığın bir güneşten geldiği söylense o adam güneşi ziyadesiyle merak edecek ve onu tanımaya çalışacaktır.

şimdi bu adamın, hayâlinde nasıl canlandırırsa canlandırsın, güneşi kat'iyyen anlayamayacağı ve her defasında güneş yerine başka şeyler tahayyül edeceği âşikârdır. Çünkü, güneşi etrafında gördüğü şeylere kıyas edeceğinden yapacağı her kıyas yanlış olacak ve isabet kaydetmiyecektir.

Güneşe inanmak o adam için îmanın bir rüknü olsa, o, güneşi her nasıl tasavvur ederse etsin her hâlükârda şirke düşecektir. Onun yapacağı tek şey, bu ışığın bir güneşten geldiğini ve fakat o güneşin mahiyetini bilemeyeceğini idrâk etmektir. Zaten ondan istenen îman da bundan ibarettir.

Temsildeki adamın güneşi anlayamaması gibi, her bir insan da kendi beden memleketini idare eden ve ruh denilen sultanın mahiyetini bilememektedir. Bizler, bedenimizin ruhla kaim olduğunu, onun bu bedenden ayrılması hâlinde bu binanın yıkılacağını ve o sultanın göz penceresiyle bu âlemi seyrettiğini, kulak cihazıyla sesler âlemini temaşa ettiğini, dil terazisiyle de bütün tadları tarttığını... bildiğimiz hâlde, ruhun mâhiyetini bilemiyoruz. Onun mâhiyeti hakkında her ne söylesek, hilâf-ı hakikat olacağı gibi, ruhun zâtını her ne tarzda tahayyül veya tasavvur etsek onun hakkında yanlışlığa düşmüş olacağız.

ışte, görmediği bir güneşin zâtını anlamaktan âciz ve kendi ruhunun mâhiyetini bilmekten eli kısa olan insanın, zaman ve mekândan münezzeh, umum âlemlerin Hâlik-ı Zülcelâlini ve Mâlik-i Zülkemâlini (hâşâ) zâtiyle anlamaya çalışması, ne derece büyük bir dalâlet dîvâneliğidir ve insanı başaşağı şirke yuvarlayan bir düşünce sapıklığıdır, kıyâs ediniz." (Hikmet Pırıltıları)

34

10.08.2006, 12:55

Allâh’ı ınkâr Eden Adamın Kıssası

Allâh’ı inkâr eden adamın biri halifeye gelerek şöyle dedi: ” Bu zamanın âlimleri, bu kainatın bir yaratıcısı olduğunu söylüyorlar. Ben de onlara bu kâinatın yaratıcısı olmadığını ispat etmeye hazırım.” Halife büyük bir âlime haber gönderip bu inkârcı adamla insanların önünde mücadele etmesini söyledi. Mücadele vakti gelince âlim bilerek ve kasıtlı biraz geciktikten sonra geldi. Orada âlimler ve büyük insanlar da toplanmıştı. ınkârcı, âlime “niçin geciktin” dedi. Âlim ” Bende çok acayip bir iş oldu. Evim Dicle Nehri’nin karşı yakasındadır. Nehri geçip tam geleceğim sırada eski bir gemi gördüm. Parçaları dağılıp kırıldıktan sonra yeniden parçaları birleşip kendiliğinden ustası, marangozu olmadan çakıldı. Yepyeni sağlam bir gemi oldu. Ben de o gemiye binip buraya geldim. Ondan geciktim” dedi.

ınkarcı: “Ey insanlar! Âliminizin söylediğine bakın, bundan daha yalan bir söz duydunuz mu? Gemi ustası, marangozu olmadan kendi kendine olur mu? Bu apaçık bir yalandır” dedi. Âlim adama şöyle cevap verdi: “Ey kâfir! Bir geminin ustasız ve marangozsuz olacağına akıl erdiremiyorsun da nasıl bu âlemin yaratıcısız meydana geldiğini söylüyorsun.” Adam sustu , delil aleyhine oldu. Halife de onun bozuk ve kötü itikadından dolayı onu cezalandırdı

35

11.08.2006, 13:09

aLLAH RAZI OLSUN çOK güzel dewam inş.
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

36

11.08.2006, 18:09



ÜSTADIMA GÖRE ıSBÂT-I VÂCıB

Lügatte burhan, delil, beyan, sübut, karar kılma, yerleşme gibi manalara gelen isbat, terim olarak, bir düşüncenin doğrulugunu veya yanlışlığını ortaya koymaya yönelik akil yürütme sürecine denilmektedir. Vâcib ise; zâtı varlığını gerektiren, vücudu zâtının muktezası olan, yokluğu aklen mümkin olmayan mâlumdur.

Bu öncüllerden hareketle isbât-ı vâcibi, zâtı varlığını gerektiren, vücudu zâtının muktezası olan, yokluğu aklen mümkin olmayan, varlığı kendinden olan ve var oluşunda başkasına muhtaç bulunmayan bu zatın var olduğunu delillendirmek şeklinde tarif edebiliriz.

Risale-i Nur’da isbât-ı vâcib delilleri, kelam kitaplarında olduğu gibi sistematik bir şekilde işlenmemektedir. Müellif, isbât-ı vâcib delillerini eserlerinde bazen bütün delilleri aynı yerde, bazen de müstakil olarak farklı yerlerde izah etmektedir.

O, Allah’ın varlığını ispat eden delilleri temelde, bütün peygamberlerin marifetini şahsında toplayan “Hz. Muhammed (s.a.s)”, bütün mahlukatı içeren “kâinat”, bütün semavî kitapların ders verdiği hakikatin en yüce ifadesi olan “Kur’an” ve insanın Allah’ı tanıma kabiliyeti taşıyan tüm duygularının merkezi hükmündeki şuur sahibi fıtrat olarak “vicdan” olmak üzere dört kategoride mütalaa etmektedir.

şimdi Said Nursî’nin isbât-i vâcib mevzuunda ortaya koymuş oldugu bu delilleri incelemeye çalişalim.

37

11.08.2006, 18:10

1. Hz. Muhammed Delili

Said Nursî’ye göre Allah’ın varlık delillerinden birincisi Hz. Muhammed’dir (s.a.s). Nitekim asırlar boyu bütün düşünen insanların kafasını meşgul eden, her bir mevcud için sorulabilen ve her zaman cevabı aranan “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” sorularına bozulmamış her aklın kabul edeceği şekilde hakkıyla cevap veren Hz. Muhammed olmuştur. Zira o, Allah’ın rahmetinin sembolü, Hakk’ın en nurlu delili, hakikatin en parlık lambası, yaratılış bilmecesinin keşfedicisi, kâinat hikmetinin açıklayıcısı ve mevcudattaki kemâlatın en mükemmel örneğidir.

Nursî’ye göre Hz. Muhammed (s.a.s), herşeyden önce, imanda bir mürşiddir. Kâinat, daima tazelenen nakişlarla, her biri birbirinden güzel çeşit çeşit varlikla süslenmiş oldugu halde, insanlarin akil gözünde tesadüfe bagli bir oyuncak gibi görülürken; o zatin getirdigi tarif ile nurlanmiş ve anlam kazanmiştir. Herşey ölümle birlikte yokluga ve hiçlige gidiyor görünürken; o zatin âlemde yaptigi inkilab ile âlemin şekli degişmiştir. Onun tarifi ile insanlarin gözünde herşey canlanmiş; hiçlige atilan zavallilar degil, ebedî hayat yolundaki yolcular haline gelmiştir. Onun getirdigi nur sayesinde, her şey, birbirinin düşmani olarak görülmekten kurtularak, ayni Yaraticinin kendisini tanitmak üzere görevlendirdigi birer vazifeli memur, birbirinin yardimina koşan birer dost ve kardeş olarak görülmeye başlanmiştir. Ki, onun getirdigi iman nuru olmasaydi, tam bir yardimlaşma içinde görev yapan mevcudat sahipsiz, ehemmiyetsiz ve yok olmaya mahkum zavallilar olarak görünecekti.

Allah Rasulü, dost ve düşmanin ittifakiyla mahlukat içinde en yüksek ahlak sahibidir. O, uluhiyete karşi en parlak bir şekilde ubudiyette bulunmuş, en yüksek bir ses ile tevhidi ilan ve Allah’in isimlerine en yüksek mertebede âyinedarlik etmiştir. Allah’i en iyi bilen ve bildiren yine O’dur. Said Nursî, Allah Rasulü’nü, bir “marifetullah muallimi” olarak isimlendirmektedir. Bu öyle bir muallimdir ki, öğrettiği her bir şeyin özünde tevhid vardır. Nitekim o, bütün peygamberler gibi tevhid davasında bulunmuş ve tevhid hakikatlerini tafsil etmiştir.

Netice itibariyle Said Nursî, risalet semasının güneşi, bütün peygamberlerin efendisi, Kur’an’ın tercümanı, şaşirmaz ve şaşirtmaz en dogru rehber ve en mükemmel üstad olan Muhammed-i Arabî’nin (s.a.s) her söz ve hareketinin Cenab-ı Hakk’ın varlığını ispat ettiğini ifade etmektedir.

38

11.08.2006, 18:11

2. Kâinat Delili (Kozmolojik Delil)

Said Nursî’ye göre Allah’ın varlık delillerinden ikincisi mükemmel bir şehir, muhteşem bir âlem, ezel ve ebed sultanı Cenab-ı Hakk’ın sınırsız ordularının muhteşem bir kışlası ve sınırsız antika ve harika ve kıymetli şeylerle süslenmiş bir saray olan kâinattır.

Said Nursî, kâinatı büyük bir kitap veya büyük bir insan olarak tarif etmektedir. Bu kitabın her kelimesi, hatta her harfi öyle mucizeli bir şekilde yaratılmıştır ki, en küçük bir zerresini dahi tam yerinde yaratabilmek için, bütün kâinatı yaratabilecek sonsuz bir kudret lazımdır. Allah’ın dışında, bütün tabiî sebeplerin, farz-ı muhal olarak iradeye ve güce sahip olsalar dahi bu kitabın bir harfini bile yaratmaları mümkün değildir. Çünkü bu harf, özellikle canlı bir mevcut olsa, kâinat kitabının bütün kelimeleri ile doğrudan ilgilidir. Hayat, bir şeyi herşeyle ilgili kılmaktadır. Kâinatta, bütün mevcudatı kapsayan ve her bir mevcudu ayrı ayrı bir ağ örer gibi diğer tüm mevcudata bağlayan öyle bir nizam vardır. Kör, nereye ve niçin gittiğini bilemeyen, kendileri yapılmaya muhtaç basit cansız tabiî sebeplerin bu mükemmel nizamın sebebi olduklarını düşünmek, muhal içinde bir muhaldir.

Buradan da anlaşilmaktadir ki, “Her şey herşeyle baglidir. Bir şey herşeysiz yapilmaz. Bir şeyi halkeden her şeyi halketmiştir. Öyle ise, bir şeyi yapanin Vahid, Ehad, Ferd ve Samed olmasi zaruridir.” Kâinat kitabinin bütün harfleri ve hatta noktalari, tek tek veya birleşmiş halleriyle yani kelime, cümle, paragraf oluşturmuş şekilleriyle yüce bir Zat’in varligina ve birligine şahitlik etmekte ve “O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur” hakikatini haykırmaktadırlar. Çünkü kâinat, ılâhî sanatın sergisi, büyük bir insan ve Allah’ın varlığını ilan ve ispat eden en büyük muvahhiddir. Kâinattaki varlıklar ise, Allah’a ayna olan ılâhî birer memur, anlamlı birer harf, birer sanat mucizesi ve nihayetsiz kudret sahibi bir sanatkarın mukaddes isimlerinin cilveleri (tecellileri)dir. Said Nursî “Âyetü’l-Kübrâ” isimli risalesinde bir yolcuya hayâlî bir kâinat gezisi yaptırmakta ve bu şekilde kâinatın Allah’ın varlığını ispat delillerden birisi olduğunu ifade etmektedir. Bu yolcu, bulut, rüzgar, yağmur, şimşek, hava, deniz, dağ gibi her bir mahlûkat taifesine Hâlıkını sormakta ve herbirinin fıtrat lisanları ve yaratılış tavırlarıyla dile getirdikleri şehadetlerden Allah’ın varlığına ulaşmaktadır. Yine o yolcu, mahlukatı kendi görmek istediği veya hayal ettiği gibi değil de olduğu gibi müşahede ederek kâinatı, yazarını anlatan bir kitap olarak görmekte ve “La ilahe illallah=Allah’tan başka ilah yoktur” neticesine varmaktadır.

Said Nursî, Sözler isimli eserinde Yirmiikinci Söz’ün birinci makamında kâinatın Allah’ın varlığını ispat ettiğini on iki delille izah etmektedir. O, kâinatı idare eden gizli bir kudret sahibinin olduğunu, kâinattaki her bir zerrenin gaybî bir zatı işaret ettiğini, mevcudattaki muhteşem nakışın bir nakkaşı olması gerektiğini ve kâinatın bizzat kendi varlığıyla bu zatın varlığını ispat ve ilan ettiğini ifade etmektedir.

39

11.08.2006, 18:12

3. Kur’an Delili

Said Nursî Kur’an’ı, Allah’ın varlığına delalet eden üçüncü delil olarak zikretmektedir. Said Nursî, dünyaya ait hükümleri ve gayba uzanan hakikatleriyle tevhidin temel taşi olan ve şuur sahibi insanlari mevcudata kendileri için degil, o mevcudata vücud veren Yaraticilarini tanitmak için bakmaya davet eden Kur’an’da, Allah’in varligini ispat eden delilleri “Inayet ve gaye delili”, “hüdus ve ihtira delili” ve “imkân delili” olmak üzere üç başlik halinde mütalaa etmektedir. Bu üç delili kelamcilarin ve filozoflarin da kullandigini ifade eden müellif, bu delilleri farklı bir yaklaşımla “kâinat” başlığı altında değil de “Kur’an” başlığı altında değerlendirmektedir.

a. ınâyet ve Gaye Delili
Said Nursî, risalelerinde Allah’ın varlığı konusunda daha çok inayet ve gaye delili üzerinde durmuş ve Kur’an’ın da önem verdiği bu delile yönelmek gerektiğini ısrarla vurgulamıştır ki, çağdaş düşünürlerin de aynı yöneliş içinde olduğu görülmektedir.

Bu delilin özeti, kâinatın mükemmel nizamının gösterdiği üzere, yaratılışta kusursuz bir sanat sergilenmiş ve hikmetli faydalar gözetilmiş olmasıdır. Bu ise kâinatın Saniinin kasd ve hikmetini ispat etmekte; tesadüfen yaratılmış olma vehmini kesinlikle reddetmektedir. Çünkü, mükemmellik ve kasd, irade ve ihtiyarsız olamaz. Kâinatın bütününde ve ayrıca her bir parçasında bulunan inayet ve gaye, bu düzeni onlarda düzenleyen varlığa, her varlıkta görülen hikmetli işler ve güzellikler bunları yaratan bir Zât’a açıkça işaret etmektedir. Bu varlığın üstün sıfatlara, sınırsız ilme, sonsuz kudrete sahip olması gerekir ki kâinatta hüküm süren hayret verici intizam ve hikmet dolu işler makul bir şekilde açıklanabilsin. Üstün nitelikleri bulunan bir yaratıcıyı inkar etmek, kâinattaki düzeni, insanı hayrette bırakan engin sanatı, varlıklardaki gaye ve hikmeti inkar etmek anlamına gelir ki, bu mümkün değildir. Diğer ıslam düşünürleri gibi Said Nursî de, inayet ve gaye delilini takrir ederken güneş, ay ve yıldızların belli bir yörüngede dönmelerine, çekim gücüyle birbirlerine bağlı bulunmalarına, dünyanın her bakımdan insan hayatının yanısıra, bitki ve hayvanların yaşaması için elverişli bir mekan oluşuna dikkat çekerek bunun Allah’ın varlığına dair çok açık bir delil teşkil ettiğini göstermeye çalışmıştır.

Said Nursî, kainatta böylesine muhteşem bir nizam oldugu halde niçin insanlarin bu nizami görmeyip Allah’in varligini inkar ettikleri mevzuunda güneş örnegini vermektedir. Zira güneşin varligi o kadar açik ve belirgindir ki, bu açiklik onun görünmesine mani olmaktadir. O, kainata hikmet gözüyle bakilmasi gerektigini ifade etmekte ve bu şekilde kainatta görülen nizamin bir nizam koyucunun varligina delil teşkil edecegini belirtmektedir.

b. Hüdûs ve ıhtira Delili

Said Nursî, hüdûs delilini asrın aklına uygun bir üslup çerçevesinde ele almış ve insanların Cenab-ı Hakk’ın marifetine ulaşabilmesi için delil-i mahsus (maddi deliller) seviyesine indirgemiştir.

Hüdûs konusunda kelam âlimleri özetle şunu söylemektedir: Âlemin degişken oldugu apaçik ortadadir. Bir şey, degişken ise, ayni zamanda hâdistir; yani sonradan vücut bulmuştur. Bir şey hâdis ise, onun bir muhdisi, yani mucidi vardir. Öyle ise bu kâinatin kadîm bir Mucidinin olmasi mantikî bir zorunluluktur. Kelam âlimlerinin geliştirdigi; kâinatin bir yoktan var edicisinin olmasi gerektigini mantiken izah eden bu usul için, Said Nursî şu degerlendirmede bulunmaktadir: “...sebepleri, nihayet-i âlemde teselsül ve devrin muhaliyeti ile kesip, sonra Vâcibü’l-Vücud’un vücudunu onunla ispat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor.” Bu noktada, Said Nursî, ayrıca önemli bir hatırlatmada daha bulunmaktadır: Kâinatın bir Yaratıcısının olması gerektiği hükmüne mantıken ulaşıp, “Allah’ın varlığını bilmek” tam bir marifetullaha ulaştırmamaktadır. Allah’ın varlığını bilmenin yanında, “Allah’ı bilmek” gerekir. Bunun için ise imanı yalnızca ilimden ibaret bırakmamak lazımdır. Çünkü insan yalnızca akıldan ibaret değildir. ınsandaki ruh, kalb, sır, nefis gibi pek çok şeylerin de hissesini alması gerekmektedir.

Nursî’ye göre insan, “şimdi” ve “burada” yaşamaktadir. Onun sinirsiz duygu ve kabiliyetleri vardir ve gözü önünde, akil, kalb, dil, göz gibi kabiliyet ve duygulariyla muhatap oldugu eşşiz bir âlem uzanmaktadir. Bu eşşiz âlemin her bir mevcudu, kendi varligiyla, insana birşeyler söylemektedir. Kâinat tarafsiz ve isteyenin istedigi gibi yorumlayabilecegi bir alan degildir. Insan ya kâinatin her bir mevcudunun hal diliyle söyledigini işitecek veyahut kendi vehmince bir yoruma kalkişacaktir. Gözlemledigi şu mevcudat âlemi, bakip da görebilen her insana, her bir mevcudun yoktan var edilişini anlatmakta ve üzerinde görünen özelliklerle onu var edeni tanitmaktadir.

Yine ona göre, kâinattaki bütün varlıkların değişken oluşu onların ezelî değil hâdis olduklarını göstermektedir. Zira her varlık ya hareket veya sükun halinde bulunmaktdır. Hareket ve sükun birer araz olup hâdistir, her hâdisin de bir yaratıcısı olması gerekir ki o da Vâcibü’l-Vücud olduğundan kadim olan ve tegayyür ve tebeddülü mümkün olmayan Allah’tır.

ıhtira deliline gelince, Said Nursî’ye göre, şuursuz, camid, basit olan sebeplerin, bütün insanları hayrette bırakan, her biri bir kudret mucizesi, harika bir sanat eseri olan mevcudatın mucidi olmaları mümkün değildir. Kendileri de yaratılmış olan sebepler, mevcudatı yeniden icad ederek yaratamazlar. Mutlak kudret sahibi Allah, her bir mahluğun kabiliyetlerine uygun ve yalnızca o cinse has müstakil bir vücud vermiş; böylece onu kendi Zatına mahsus bir delil kılmıştır.

Ayrıca sebeplerin yaratıcı olabilmeleri için onların her birinin hayat sahibi ve şuurlu olmaları ve küçük bir zerreyi yaratabilmeleri için hepsinin de aynı noktada birleşmeleri gerekmektedir ki, bunun gerçekleşmesi mümkün değildir. Çünkü sebepler basit ve aciz olup onların herhangi birşeyi yaratmaları imkânsızdır. Buradan da anlaşılmaktadır ki, bütün sebeplerin yaratıcısı olan bir zat vardır ki o da Allah’tır.

c. ımkân Delili

Kaniattaki varlıklardan her birinin zat ve sıfat itibariyle sonsuz sayıdaki alternatiflerden sadece birine uygun halde bulunması onların mümkin olduklarını göstermektedir. Ölenin öldüreni, sanatın sanatkarı ve çocuğun babayı gerektirdiği gibi kâinatın mümkin oluşu onun vacib bir varlığın eseri olduğunu göstermektedir.

Daha çok hüdûs ve nizam delilini andıran bir şekilde takrir ettiği delile imkân delili adını veren Said Nursî, devir ve teselsülün iptal edilmesine dayandığından kelamcıların imkân delilini beğenmeyip ona farklı bir açıklama getirmeye çalışmıştır. Ancak imkân delili denilince bundan, “varlıkların yokluğu düşünülmesi halinde aklî bir imkânsızlığın doğmaması” fikrinden yola çıkılarak takrir edilen delil anlaşılmaktadır ki, Bediüzzaman’ın imkân deliline bakışı bundan oldukça farklı görünmektedir.

ımkan delilini Said Nursî şöyle özetlemektedir: ımkân, “mütesâviyyü’t-tarafeyn”dir. Yani, bir şey mümkin ise, o şeyin yokluğu ve varlığı eşittir. Dolayısıyla varlığını yokluğuna tercih edecek bir tercih edici, bir tahsis edici, o şey yok iken onu yoktan icad eden bir mucid gerekir. Çünkü mümkinat, birbirini icad edip teselsül edemez. Yahut, o onu, o da onu icad edip devir suretinde dahi olamaz. Öyle ise vücudu mümkin değil, vâcib olan bir Vâcibü’l-Vücud vardır ki, bu zatında mümkin olan eşyayı icad etmektedir. Böylece, devrin ve teselsülün aklen muhal olduğu pek çok delillerle gösterilip, Vâcibü’l-Vücud’un mutlak var olması gerektiği ispat edilmiş olunmaktadır.

Kelam âlimleri imkân delilini “Değişik yollardan deliller getirerek, her şey zatında mümkin olduğu için bunları ilk başta bir yoktan var edenin olması gerekir demek ve sebepleri âlemin nihayetinde kesmek” şeklinde izah etmektedirler. Bunun yerine, Said Nursî, her bir şeyde Vâcibü’l-Vücud’un marifetine yol açan, Hâlık-ı Külli şey’e has işareti, delil göstermektedir. Nursî bu yolun daha kolay, daha kat’î ve Kur’an’in anlatim tarzina da uygun oldugunu ifade etmektedir.

d. Vicdan Delili

Said Nursî, Allah’ın varlığını ispat eden delillerden dördüncüsü olarak vicdanı zikretmektedir. Ona göre, vicdanın derinliklerinden insanı kuvvetli bir şekilde kâinatın yaratıcısına yönelten, onu huşu içinde sena ettiren bir ses yükselmektedir. Özellikle günahlardan uzak kalınıp, tefekkür yoluna girildiğinde vicdan ve şuur sahibi herkeste bu anlayış kendini gösterecektir. ışte Said Nursî, derin tecrübelere dayanarak bu hakikate yönelmiş ve bunu Allah’ın varlığına dair önemli bir delil olarak kabul etmiştir.

ıman hakikatlerinin aklı muhatap alarak izah ve ispatının yapıldığı her yerde, Said Nursî, bu hakikatlerin gerçekliğini insanın kendi nefsinde de hissetmesi için vicdana atıfta bulunmaktadır. ınsanın fıtratı ve vicdanı da akla bir pencere olmaktadır. Vicdanı bir ölçü birimi olarak kullanıp, gelen hakikati ona tasdik ettirdikten sonra duyguların merkezi olan kalb tatmin olacaktır. Çünkü vicdan Sâniini unutamaz. Kendi nefsini inkar etse de O’nu görür, O’nu düşünür ve devamlı O’na yönelmiştir.

Cenab-ı Hakk’ı tanımada çok önemli bir vazife gören vicdan, Risale-i Nur’da, gayb âlemi ile şehadet âleminin birleştiği ve bu iki âlemden birbirlerine gelen düşünce ve ilhamların buluştuğu bir geçiş yeri olarak tanımlanmaktadır. Said Nursî, vicdanı fıtrat kanunlarına benzetmektedir. Zira, fıtrat yalan söylemez. Bir avuç su donduğu zaman, fıtratındaki genişleme eğilimi onun daha fazla yer kaplamasını gerektirir. Bu su, bir demir içerisinde olsa bile genişler ve demiri parçalar. Sert demir, suyun fıtratının gereğini yapmasına engel olamaz. Mevcudattaki bu eğilimler, Allah’ın iradesiyle koyduğu yaratma ile ilgili emirlerin görüntü ve tecellileridir.

40

11.08.2006, 20:35

Nurışığı Kardeşim Allah razı olsun. Senin imanından rabbim hepimize bir şemmecik koklatsın.
Muhabetle canım kardeşim, muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir