Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

08.05.2006, 14:48

İsm-i Azam

ısm-i azam konusunda yoğun araştırmalar yapıyorum.En ilgimi çeken ısm-i Adl oldu.
Ciddi olarak; Altı ısim-i Azam'dan biri olan bu mübarek isim,bana ısm-i Azam görünüyor.Yardım ve tafsiyelerinizi ve yorumlarınızı bekliyorum
Selam ve muhabbetle canım kardeşlerim!

2

08.05.2006, 15:22

Mektubunda ısm-i Âzamı sual ediyorsun. ısm-i Âzam gizlidir. Ömürde ecel, Ramazan’da Leyle-i Kadir gibi, esmâda ısm-i Âzamın istitarı, mühim hikmeti var. Kendi nokta-i nazarımda hakikî ısm-i Âzam gizlidir, havassa bildirilir. Fakat her ismin de âzamî bir mertebesi var ki, o mertebe ısm-i Âzam hükmüne geçiyor. Evliyaların ısm-i Âzamı ayrı ayrı bulması bu sırdandır. Hazret-i Ali’nin (r.a.) Ercûza namında bir kasidesi Mecmuatü’l-Ahzab’da var. ısm-i Âzamı altı isimde zikrediyor. ımam-ı Gazâlî onu Cünnetü’l-Esmâ namındaki risalesinde, Hazret-i Ali’nin zikrettiği ve ısm-i Âzamın muhîti olan o esmâ-i sitteyi şerh ve hassalarını beyan etmiştir. O altı isim de ’tur.

3

08.05.2006, 15:33

Yunusum Rumuzlu Kardeşim ilgin beni mutlu etti.Teşekkür Ederim.
Pekala; ısm-i Azam ile meşguliyet caizmidir?Çünkü -Riya olmasın-
okuduğum her Ayet,Hadis-i şerif ve Risale; "bana ısm-i Azam manamda gizli bak ",diyor.Bakıyorum,ısm-i Adl bana güneş gibi parlak gözüküyor.Her şeyde
ısm-i Adl'ın gizli bir manasını ve tecellisini görür gibi oluyorum.Bir kaç örnek yazmak istiyorum lakin; biraz toparlamak ve sizlerin yorum ve yardımlarınıza göre şekil vermek niyetiyle erteliyorum.
Selametle

4

08.05.2006, 15:47

ismi azam herkese göre değişir.
Abdulkadir geylani hazretlerinin ismi azami Hay.
Bediüzzaman hazretlerininki ismi hakim ve Rahimdir.
Ey insan kendini oku.sen kendini okuyorsunki ismi adl görüyorsun.
sende en çok hüküm süren isim o olduğu için.mesela bazı aşıklar ismi vedudu görüyorlar.
ama asıl ismi azam hangisi onuda üstad gizlidir diyor.caiz olacak bir yönü yoktur.çünkü gizlidir.nasılki veli aşikar olsa o nedese onu yaparsın.yoksa tehlikeli olur.buda öyle.gizli olduğundan caizdir.
birinci mektubda deniliyorki kendi dünyanla umumi dünyayı karıştırma.
senin aleminde o isim parlıyor.ama umumi alemde başka.insanlar adedince.ama herkes görmez.kendini okumaya başlayan görür selam.örneklerini bekliyorum.

5

09.05.2006, 20:03

Sevgili Kardeşim;kesin ve çok doğru tespitlerin biraz aklımı başıma getirdi.Ama inan ki; ısm-i Azam meselesini açmamdaki maksadım, benim karışık hislerime gelen ısm'i kabul ettirmek değildi.-velev akıl olsun- Gayem; ısm-i Azam'ın gizlenmesi hikmetlerinden biri olan,araştırma meylini, artırmaktı.ısm-i Azam'dan kabul edilen ısm-i Adl'ın kainattaki tecellilerinden ilham alarak Allah'ı tefekkür etmekti.
Allah'ın her bir isminin manasını ancak temsil ve mecazla akıla yaklaştırabiliriz. Yoksa Üstad'ın dediği gibi merhamet ve şefkat kalb inceliğinden meydana gelen bir kusurdur.Allah her kusurdan münezzeh ise,sahip olduğu isimler asıl mana itibariyle de kusursuzdur.Fakat ne edelim ki;Allah aklımızıkendi isimlerini ancak misal ve mecaz ile anlamamıza müsait bir şekilde yaratmış.
ışte bu gerçeklerden yola çıkarak; geçende bir kardeşimle-karşılıklı- bu meselede konuştuğum gibi, sizinle de konuşmayı murat etmiştim.Yoksa size ısm-i Azam burdadır gelip alınız,demek istemedim.
Özür diliyerek bu konuyu kapatıyorum.Aklımı başıma getirdiğin için teşekkür ederim, canım kardeşim.
Selam ve muhabbetle.

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

6

09.05.2006, 20:21

benimde en çok ilgimi çeken isim de Haakim ismi herşeyi hikmetle yaratan ve yapan..
Çok guzel bir konuya değinmişsiniz.Marifetullah ilmi gerçekten muhteşem...

7

14.05.2006, 23:58

ism-i azam hakkında

Alıntı sahibi ""yunusum""

Mektubunda ısm-i Âzamı sual ediyorsun. ısm-i Âzam gizlidir. Ömürde ecel, Ramazan’da Leyle-i Kadir gibi, esmâda ısm-i Âzamın istitarı, mühim hikmeti var. Kendi nokta-i nazarımda hakikî ısm-i Âzam gizlidir, havassa bildirilir. Fakat her ismin de âzamî bir mertebesi var ki, o mertebe ısm-i Âzam hükmüne geçiyor. Evliyaların ısm-i Âzamı ayrı ayrı bulması bu sırdandır. Hazret-i Ali’nin (r.a.) Ercûza namında bir kasidesi Mecmuatü’l-Ahzab’da var. ısm-i Âzamı altı isimde zikrediyor. ımam-ı Gazâlî onu Cünnetü’l-Esmâ namındaki risalesinde, Hazret-i Ali’nin zikrettiği ve ısm-i Âzamın muhîti olan o esmâ-i sitteyi şerh ve hassalarını beyan etmiştir. O altı isim de ’tur.



Yunusum adlı kardeşim konuya farklı bir eleştiri yapmışsın. Allah c.c. isimleri silsile halinde bir birlerinin içine gizlenmiş hakikatlerdir. Söylediklerin doğru fakat bu kısım avamı ilgilendiren konulardır. Risale-i Nur talebelerinin daha derin düşünmesi gerektiğine inanıyorum. Cevatuykan kardeşimizin yazdığını tam anlamıyla araştıran da olmamış, acaba bu kadar basit bir konu mu ki cevap yazılsın, çok mu zor ki birşeyler yazalım fikrinde olan kişiler var galiba.

Tüm isimleri sıralı halde yazıp hangi isim kime direkt ve endirekt bağlantıda olduğunu ( Allah c.c. tüm isimlerinin manalarını ve kuşattığı herşeyi bilmek gerek ) kalem kağıt ile çizip görerek daha iyi anlarız.

Benim de kanaatim cevatuykan kardeşimizin birşeyler gördüğüdür.
Aynı fikirde olduğumu beyan ederim.

Dua ile...

8

24.05.2006, 08:58

Hayat tek başıyla bir Hayy-ı Kayyum’u bütün esma ve şuunatı ile bildirir. Çünki hayat, pek çok sıfâtın memzuç bir macunu hükmünde bir ziya, bir tiryaktır.
“Bir şey mutlak zikredilince kemâline masruftur,”; yani, o şeye sahip olan en mükemmel fert anlaşılır. Bu kaideye göre, hayat denilence de insan hayatı akla gelir.

Bizim, diğer hayat çeşitleri hakkındaki bilgimiz özet bir bilgidir; tahminlere dayanır. Kendi hayatımız hakkında ise vicdanımıza dayanan doğru bilgilere sahibiz. Bu sebeple söz konusu vecizeyi, insan hayatını esas alarak anlamaya çalışmamız daha doğru olur.

Hayat, ruhun bir sıfatıdır. ırade, görme ve işitme de ruhun sıfatlarıdır. Fakat, hayatın bu noktada ayrı bir yeri vardır. Ruh, hayat sahibi olduğu için görmekte, işitmekte, irade etmektedir. Kaynak sıfat, ‘hayattır. Yoksa, ruh, işitme sıfatına sahip olduğu için görüyor, yahut irade sıfatına sahip olduğu için işitiyor değildir.

ışte hayatta bütün sıfatlar memzuç, yani birbiriyle mezc olmuş, karışmış, bitişmiş ve bir tek şey haline gelmiş olduğu içindir ki, ılâhî sıfatlar gibi, esma ve şuunat da hayat ile bilinmektedir.

Hayat sıfatı, Allah’ın ‘Hayy’ yani ‘hayat sahibi’ olduğunu açıkça gösterdiği gibi, O’nun ‘Kayyum’ olduğunu da bildirir.

Hayatın gitmesiyle, beden hiçbir vazife göremez hale gelir; yıkılıp dağılır. Bu hal gösteriyor ki, hayat Kayyum isminin de bir cilvesini taşımaktadır.

Bu âlemdeki her mahluk da, varlığını Allah’ın Kayyum isminin bir tecellisiyle devam ettirmektedir.

ınsanın bütün organları gibi, bütün duyguları ve bütün his dünyasının da faaliyet göstermesi hayat sıfatı sayesindedir. Elimizi kaldırıp indirmemiz, yürümemiz, kalbimizin, midemizin ve diğer organlarımızın çalışmaları hep hayata dayandığı gibi, sevmemiz, korkmamız, istek duymamız, heveslenmemiz, öfkelenmemiz, şefkat etmemiz de hayat iledir. Hayatsız cisimlerde bunların hiçbiri görülmez.

“Ruhumuzun işleri” diyebileceğimiz bütün bu faaliyetler, ılâhî “isimlerden ve şuunattan” haber verirler.

Üstadımız “kâinatı bir ağaca, elementleri onun dallarına, bitkileri yapraklarına, hayvanları çiçeklerine, insanları ise meyvelerine” benzetmiştir.

Hayat mahsulü veren şu kâinat tezgâhının en mükemmel neticesi insan hayatıdır. Bu hayat, tek başıyla, bütün kâinatta tecelli eden isimleri, sıfatları ve ılâhî şuunatı gösterebilecek bir mahiyete sahiptir.

Üstadımızın hayat için kullandığı şu ifadeler, konunun daha iyi anlaşılmasına ışık tutar:



“Hem Rahman, Rezzak, Rahîm, Kerim, Hakîm gibi çok esma-i hüsnanın cilvelerini câmi’ ve rızk, hikmet, inayet, rahmet gibi çok hakikatleri kendine tabi eden ve görmek ve işitmek ve hissetmek gibi umum duyguların menşei, madeni bir acube-i hilkat-i Rabbaniyedir.” (Lem’alar)



Rızık, hayat sahiplerine lazımdır.

Hikmet, hayat sahibinin her hücresinde, her organında çok net olarak görülür ve okunur.

ınayet ve rahmet, ancak hayat sahiplerine yapılır.

Örnekleri artırabiliriz:

şifa ancak hayat sahipleri için geçerlidir.

Tevbe etmek ve affedilmek de yine günahkâr hayat sahipleri için söz konusudur.

Gazap, kahır ve ceza verme de yine hayat sahiplerinde bulunan özelliklerdir.

şükür ve hamdi hayat sahipleri yaparlar.

ıman, marifet, muhabbet gibi ulvî meziyetler ancak hayat sahiplerinde bulunabilir.

ılim, irade, görme, işitme gibi sıfatlar hayat sahiplerine mahsustur.

ızzet ve zillet, tevazu ve kibir hayat sahiplerinde bulunur.

9

24.05.2006, 19:07

Ah Kardeşim; çok güzel yazmışsın. Bende El-Adl'ın bana neden ısm-i Azam gözüktüğünü yazmak isterdim ama; ne aklım,ne vaktim, ne keyfim müsait değil. ısm-i Hayy hakkında bir şeyler yazsam sanki aynı şeyleri yazardım gibi geliyor. Maaşallah bu tip Deneme yazılarına devam etmek elzemdir.
Hizmet fehm'den geçer. ıfham dahi şarttır.
Bazen bir meseleyi fehm edersin ifham edemezsin. Bu tip çalışmalar ifham için şarttır. Akıllı olan odur ki; bu dostlar forumunda korkusuzca, deneme yazıları yazarak, Hizmet adına kendini eğite..Hem meselelere Risalelerden cevap vermeye çalışmak çok mühimdir.Zira; ister istemez Risaleleri karıştırmak zorunda kalıyorsunuz. Bir meseleyi araştırırken çok önemli başka meseleleri görme imkanı da doğuyor. Dolayısıyla -şaka ile karışık(!)- bazen zıtlaşmak dahi eğitimimiz için iyidir.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

10

25.05.2006, 09:38

sana ip uçları risaleden cevat dikkatle oku.tefekkür et.


Otuzuncu Lem’anın ıkinci Nüktesi
âyetinin bir nüktesi ve bir ısm-i Âzam veyahut ısm-i Âzamın altı nurundan bir nuru olan Adl isminin bir cilvesi, Birinci Nükte gibi, Eskişehir Hapishanesinde uzaktan uzağa göründü. Onu yakınlaştırmak için yine temsil yoluyla deriz:
şu kâinat öyle bir saraydır ki, o sarayda mütemadiyen tahrip ve tamir içinde çalkalanan bir şehir var. Ve o şehirde her vakit harp ve hicret içinde kaynayan bir memleket var. Ve o memlekette her zaman mevt ve hayat içinde yuvarlanan bir âlem var.
Halbuki, o sarayda, o şehirde, o memlekette, o âlemde o derece hayretengiz bir muvazene, bir mizan, bir tevzin hükmediyor; bilbedâhe ispat eder ki, bu hadsiz mevcudatta olan hadsiz tahavvülât ve vâridat ve masarif, herbir anda umum kâinatı görür, nazar-ı teftişinden geçirir birtek Zâtın mizanıyla ölçülür, tartılır. Yoksa, balıklardan bir balık, bin yumurtacıkla ve nebâtattan haşhaş gibi bir çiçek, yirmi bin tohumla ve sel gibi akan unsurların, inkılâpların hücumuyla, şiddetle muvazeneyi bozmaya çalışan ve istilâ etmek isteyen esbab başıboş olsalardı veyahut maksatsız, serseri tesadüf ve mizansız, kör kuvvete ve şuursuz, zulmetli tabiata havale edilseydi, o muvazene-i eşya ve muvazene-i kâinat öyle bozulacaktı ki, bir senede, belki bir günde hercümerc olurdu. Yani, deniz karma karışık şeylerle dolacaktı, taaffün edecekti. Hava gazât-ı muzırra ile zehirlenecekti. Zemin ise bir mezbele, bir mezbaha, bir bataklığa dönecekti. Dünya boğulacaktı.
ışte, cesed-i hayvânînin hüceyrâtından ve kandaki küreyvât-ı hamrâ ve beyzâdan ve zerrâtın tahavvülâtından ve cihazat-ı bedeniyenin tenasübünden tut, tâ denizlerin vâridat ve masarifine, tâ zemin altındaki çeşmelerin gelir ve sarfiyatlarına, tâ hayvânat ve nebâtâtın tevellüdat ve vefiyatlarına, tâ güz ve baharın tahribat ve tamiratlarına, tâ unsurların ve yıldızların hidemat ve harekâtlarına, tâ mevt ve hayatın, ziya ve zulmetin ve hararet ve burudetin değişmelerine ve döğüşmelerine ve çarpışmalarına kadar, o derece hassas bir mizanla ve o kadar ince bir ölçüyle tanzim edilir ve tartılır ki, akl-ı beşer hiçbir yerde hakikî olarak hiçbir israf, hiçbir abes görmediği gibi, hikmet-i insaniye dahi herşeyde en mükemmel bir intizam, en güzel bir mevzuniyet görüyor ve gösteriyor. Belki, hikmet-i insaniye, o intizam ve mevzuniyetin bir tezahürüdür, bir tercümanıdır.
Hiçbirşey yoktur ki, hazineleri bizim yanımızda olmasın. Herşeyi biz belirli bir miktar ile indiririz

11

25.05.2006, 09:40

ışte, gel, Güneş ile muhtelif on iki seyyarenin muvazenelerine bak. Acaba bu muvazene, güneş gibi, Adl ve Kadîr olan Zât-ı Zülcelâli göstermiyor mu? Ve bilhassa, seyyarattan olan gemimiz, yani küre-i arz, bir senede yirmi dört bin senelik bir dairede gezer, seyahat eder. Ve o harika sür’atiyle beraber, zeminin yüzünde dizilmiş, istif edilmiş eşyayı dağıtmıyor, sarsmıyor, fezaya fırlatmıyor. Eğer sür’ati bir parça tezyid veya tenkis edilseydi, sekenesini havaya fırlatıp fezada dağıtacaktı. Ve bir dakika, belki bir saniye muvazenesini bozsa, dünyamızı bozacak, belki başkasıyla çarpışacak, bir kıyameti koparacak.
Ve bilhassa zeminin yüzünde, nebâtî ve hayvânî dört yüz bin taifenin tevellüdat ve vefiyatça ve iaşe ve yaşayışça rahîmâne muvazeneleri, ziya güneşi gösterdiği gibi, birtek Zât-ı Adl ve Rahîmi gösteriyor.
Ve bilhassa o hadsiz milletlerin hadsiz efradından birtek ferdin âzâsı, cihazatı, duyguları o derece hassas bir mizanla birbiriyle münasebettar ve muvazenettedir ki, o tenasüp, o muvazene, bedâhet derecesinde bir Sâni-i Adl ve Hakîmi gösteriyor.
Ve bilhassa her ferd-i hayvânînin bedenindeki hüceyrâtın ve kan mecrâlarının ve kandaki küreyvâtın ve o küreyvattaki zerrelerin o derece ince ve hassas ve harika muvazeneleri var; bilbedâhe ispat eder ki, her şeyin dizgini elinde ve her şeyin anahtarı yanında ve bir şey birşeye mâni olmuyor, umum eşyayı birtek şey gibi kolayca idare eden birtek Hâlık-ı Adl ve Hakîmin mizanıyla, kanunuyla, nizamıyla terbiye ve idare oluyor.
Haşrin Mahkeme-i Kübrâsında, mizan-ı âzam-ı adaletinde cin ve insin muvazene-i a’mâllerini istib’âd edip inanmayan, bu dünyada gözüyle gördüğü bu muvazene-i ekbere dikkat etse, elbette istib’âdı kalmaz.
Ey israflı, iktisatsız, ey zulümlü, adaletsiz, ey kirli, nezafetsiz, bedbaht insan! Bütün kâinatın ve bütün mevcudatın düstur-u hareketi olan iktisat ve nezafet ve adaleti yapmadığından, umum mevcudata muhalefetinle, mânen onların nefretlerine ve hiddetlerine mazhar oluyorsun. Neye dayanıyorsun ki, umum mevcudatı zulmünle, mizansızlığınla, israfınla, nezafetsizliğinle kızdırıyorsun?
Evet, ism-i Hakîmin cilve-i âzamından olan hikmet-i âmme-i kâinat, iktisat ve israfsızlık üzerinde hareket ediyor, iktisadı emrediyor.
Ve ism-i Adlin cilve-i âzamından gelen kâinattaki adalet-i tâmme, umum eşyanın muvazenelerini idare ediyor. Ve beşere de adaleti emrediyor. Sûre-i Rahmân’da, âyetindeki, dört mertebe, dört nevi

Göğü yükseltip aleme nizam ve ölçü verdi. Ta ki adaletten ve dinin emirlerinden ayrılarak ölçüde sınırı aşmayın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle yerine getirin ve tartıyı eksik tutmayın. (rahman Sûresi: 6-7)


mizana işaret eden, dört defa mizan zikretmesi, kâinatta mizanın derece-i azametini ve fevkalâde, pek büyük ehemmiyetini gösteriyor. Evet, hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbir şeyde de hakikî zulüm ve mizansızlık yoktur.
Ve ism-i Kuddûsün cilve-i âzamından gelen tanzif ve nezafet, bütün kâinatın mevcudatını temizliyor, güzelleştiriyor. Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor.
ışte, hakaik-i Kur’âniyeden ve desâtir-i ıslâmiyeden olan adalet, iktisat, nezafet hayat-ı beşeriyede ne derece esaslı birer düstur olduğunu anla. Ve ahkâm-ı Kur’âniye ne derece kâinatla alâkadar ve kâinat içine kök salmış ve sarmış bulunduğunu ve o hakaiki bozmak, kâinatı bozmak ve suretini değiştirmek gibi, mümkün olmadığını bil.
Ve bu üç ziya-yı âzam gibi, rahmet, inâyet, hafîziyet misilli yüzer ihatalı hakikatler haşri, âhireti iktiza ve istilzam ettikleri halde, hiç mümkün müdür ki, kâinatta ve umum mevcudatta hükümfermâ olan rahmet, inâyet, adalet, hikmet, iktisat ve nezafet gibi pek kuvvetli, ihatalı hakikatler, haşrin ademiyle ve âhiretin gelmemesiyle merhametsizliğe, zulme, hikmetsizliğe, israfa, nezafetsizliğe, abesiyete inkılâp etsinler?
Hâşâ, yüz bin defa hâşâ! Bir sineğin hakk-ı hayatını rahîmâne muhafaza eden bir rahmet, bir hikmet, acaba haşri getirmemekle, umum zîşuurların hadsiz hukuk-u hayatlarını ve nihayetsiz mevcudatın nihayetsiz hukuklarını zayi eder mi? Ve, tabiri caizse, rahmet ve şefkatte ve adalet ve hikmette hadsiz hassasiyet ve dikkat gösteren bir haşmet-i Rububiyet ve kemâlâtını göstermek ve kendini tanıttırmak ve sevdirmek için bu kâinatı hadsiz harika san’atlarıyla, nimetleriyle süslendiren bir saltanat-ı Ulûhiyet, böyle, hem umum kemâlâtını, hem bütün mahlûkatını hiçe indiren ve inkâr ettiren haşirsizliğe müsaade eder mi? Hâşâ! Böyle bir cemâl-i mutlak, böyle bir kubh-u mutlaka, bilbedâhe, müsaade etmez.
Evet, âhireti inkâr etmek isteyen adam, evvelce bütün dünyayı bütün hakaikiyle inkâr etmeli. Yoksa, dünya bütün hakaikiyle, yüz bin lisanla onu tekzip ederek bu yalanında yüz bin derece yalancılığını ispat edecek. Onuncu Söz katî delillerle ispat etmiştir ki, âhiretin vücudu, dünyanın vücudu kadar katî ve şüphesizdir.

12

25.05.2006, 09:46

cevat ismi adli anlaman için fiilini bilmen lazım.hani fiilden isme ,isimden sıfata ,sıfattan şuunata, şuunattan ,zata doğru bir sıra var.risalede.şimdi sana risaleden onun fiilini vereyip ona göre tefekkür et.ve ilerle selam.

ism-i Adl ve Âdilin bir cilvesi olan fiil-i tevzin ve mizan

demek fiili tevzin ve mizan dır.buna göre tefekkür et.

13

25.05.2006, 12:40

Allah;Hizmet adına ifa ettiğin gayretini artırsın. Hizmette muvaffak etsin. Rabbim'in Tevfiki üzerine olsun. Senin gibi gayretli talebeleri gördükçe Nurların parlayacaklarına dair olan inancım ziyadeleşiyor. Allah senin gibilerden razı olsun.
Sanki hiç Risale okumamışım gibi geliyor bu aralar Yunusum. Kafam durdu.
Hiç bir şey hatırlamıyorum. Tek hatırladığım Risalellerin bana öğrettiği Sabır.
Onuda yapabiliyormuyum bile bilmiyorum. şu an başımdaki musibetler bir sınav;biliyorum.ınşaallah sınavı kazanabilirim.
Kendi samimiyetimden endişe duymaya başladım.
Ama;Risale-i Nur'un büyüklüğüne geçen gün birkez daha şahit oldum.
Sabah uyanmıştım. Henüz namaz vaktini geçmemişti. Çok üşeniyordum.
Çok yoğun bir vesvese bana; "Yat ne işin var" ,diyordu ve daha söylenilmeyecek isyan için teşvik eden bir sürü vesvese. Teslim olmak üzereydim. Direnmeye gücüm yoktu. Risallerin öğrettiklerini kullanarak savaşamıyordum. Sonra tarif edemiyeceğim yerlerimden belkide tırnaklarımdan şeytanın vesveselerine cevap veren, onlarla mücadele eden Risaleleri duyar gibi oldum. "Fesübhanallah, bu manalar aklıma nerden geliyor", diyordum.Herhalde Üstadın dediği gibi "Risaleleri anlamasanızda kalbiniz ruhunuz anlar" sözü gerçek olmuştu. Rabbim o zatı bana karşı yalancı çıkarmadı.
Namaza kalkmak için ikna olmuştum. Elhamdülillah bu Rabbimin fazlından.
Riyadan Allah'a sığınırım.
Halim bu kardeşim. Tavsiyelerinize ihtiyacım var. şu aralar, herhalde, sadece okuyucu makmında kalmak durumundayım.
Selam dua ve muhabbetle kardeşim.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

14

25.05.2006, 15:06

Anlıyorum.kardeşim.Allah yardımcın olsun.
nefsine ve şeytana karşı sana ve bize güç versin.
nefis ve şeytanın bizleri yenmesine izin vermesin.

kardeşim ne kadar okusak o kadar istifade ederiz.
şimdi bol bol okuyalım.bende okuyorum.
ama ben biraz fazla okuduğumdan dolayı meseleleri risaleden bulup aktarıyorum.
meseleler anlaşılsın diye.riya olmasın.külliyatı 25 defa okumuşum.hala okuyorum.ne kadar okusak okadar anlarız.
şimdi okumalı.hemen hepsini bitirmeli.
5 defa külliyatı bitirmişsen eğer lügatlı çalış.
imtihan dünyasındayız.en büyük düşmanımız nefsimiz.
hadi yenmeye.selam.dua.

15

25.05.2006, 15:53

Gerçekten mi yafw? Fesübhanallah. Maaşallah. Yahu biz işin çok başındayız desene. Ben 1.5 sene oldu düzenli okumaya başlayalı. Teşbihte hata olmasın; ikinci hatimi yapıyorum. şu halde dahi ben, ben değilken senin ulaştığın kemelatı tahayyül edemiyorum. Rabbim herkeze bu yolda sebat versin. Daim hizmette kılsın. Biliyorum ki;Rabbim katında, ibadetin dahi azda olsa sürekli olanını makbul sayıyor.

Bana verdiğin şevk hürmetine Rabbim ihtiyacını gidersin. Amin
Selam ve dua ile..
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

16

23.01.2009, 12:49


“ısm-i Azam nedir? Cenâb-ı Hakk’ın ısm-i Azam’ı hakkında bilgi verir misiniz? Tek midir? Tek ise hangisidir? Veya birden fazla olup, herkes için farklı mıdır? Yoksa kesin olarak bilinemez mi?“


ısm-i Azam, en büyük isim demektir. Allah’ın isimlerinden birisi, ya Kendi Zât-ı Akdes’ini ifâde cihetiyle, ya tecellîsinin şümûlü ve bize bakan yönü, yani mazhar olduğumuz hakikat cihetiyle, ya ıslâm dinindeki tecellisi cihetiyle, ya îmân ve Tevhîd hakikatlerine olan yakın alâkası cihetiyle, ya da bilmediğimiz sâir sırlar cihetiyle ısm-i Azamdır, yani en büyüktür. Ya da her bir isim, bir yaratıkta ısm-i Azam olabilecek bir mahiyet arz eder.

Allah’ın isimlerinin hangisinin ısm-i Azam olduğu konusunda net bir delilimiz yoktur. Kur’ân’a bakıyoruz; şu âyette konu ile ilgili bir işaret yer alır gibidir: “Zü’l-Celâl-i ve’l-ıkram olan Rabb’inin ismi ne yücedir!”1 Kimileri bu âyetten hareketle, ısm-i Azam olarak Zü’l-Celâl-i ve’l-ıkram ismi üzerinde yoğunlaşmışlardır.

Peygamber Efendimiz (asm) bir hadislerinde: “Allah’ın, kendisi ile duâ edildiğinde kabul edilen ısm-i Azamı şu üç sûrededir: ‘Bakara, Âl-i ımrân ve Tâ hâ.’ buyurdu.2

Bir diğer hadislerinde: “Allah’ın ısm-i Azamı şu iki âyettedir: “Biri, ‘Sizin ılâhınız tek bir ılah’tır. Ondan başka hiçbir ılâh yoktur. O Rahman’dır, Rahîm’dir.’ (Bakara, 2/163). Diğeri de Âl-i ımrân’ın başı olan, ‘Elif Lâm Mîm. O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. O Hayy’dır. Kayyum’dur.”3

Bir başka hadislerinde: “Allah’ın, kendisiyle duâ edildiğinde kabul edilen ısm-i Azamı şu âyettedir: ‘De ki: Ey mülkün Malik’i olan Allah’ım. Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden de çeker alırsın. Sen dilediğini aziz eder, dilediğini alçaltırsın. Bütün hayır Senin elindedir. Sen her şeye Kadir’sin.”4

Bu hadisleri bir araya getirdiğimizde: Baştaki hadiste ısm-i Azamı bulmak için Bakara, Al-i ımran ve Taha Sûrelerini incelememiz öngörülürken, sonraki hadislerde biraz daha detaya inilir, konu sanki belirginleştirilmek istenir ve ilgili âyetler verilir. Bu âyetlerde, Lâfza-i Celâl olan “Allah” ismi, “Rahman” ve “Rahîm” isimleri, “Hayy” ve “Kayyum” isimleri ve “Kadir” ismi ısm-i Azam olarak ön plâna çıkar.

Kimi âlimler bu ihtimaller üzerinde görüşlerini yoğunlaştırırken, kimileri de Allah’ın isimlerinin hepsinin “azam”, yani “en büyük” olduğunu, bunlardan birinin seçip alınarak “azam” denilmesinin caiz olmadığını beyan ederler.

Nitekim Üstad Bedîüzzaman Hazretleri hadislerden süzüp çıkardığı namaz tesbihatının zikir bölümünde “ısm-i Azam” özel başlığı altında yüz civarında isme yer vermekte, hemen hepsini de bir bölümde “Allah” ismi ile diğer bölümde ise “Rahman” ismi ile ilişkilendirmektedir. Ki bu isimler, insan üzerinde eseri en çok görülen isimlerdendir.

Öyleyse ısm-i Azam’ı, insana bakan yönüyle, yani insanın “mazhar” bulunduğu “hal” ve “hakikat” açısından incelemek, en azından bizi konu ile ilgili daha belirli, daha anlamlı ve daha özel bir sonuca götürecektir. Öyle ki Üstad Hazretlerinin de, ısm-i Azam’ı daha çok “mazhariyet” çerçevesinde ele aldığını görürüz. Bedîüzzaman, kişiler ve mazhar olduğu halleri, Allah’ın o kişide tezahür eden ismi ile, yani o şahsa göre ısm-i Azam olan bir isim ile açıklar. Meselâ, Otuzuncu Lem’a’da ısm-i Azam veya ısm-i Azam’ın altı nûrundan birer nûru olarak altı isim nazara verilir. Bunlar: 1- Kuddûs 5, 2- Adl 6, 3- Hakem 7, 4- Ferd 8, 5- Hayy 9, 6- Kayyûm 10 isimleridir.

Üstad Hazretleri bu isimlerin bir kısmının veya hepsinin farklı birer insan nazarında ve şahsında ısm-i Azam olduğunu beyan eder. şöyle ki: Bunların altısı da Hazret-i Ali (ra) hakkında ısm-i Azam’dır. Bunlardan Hakem ve Adl isimleri ımam-ı Azam Ebû Hanîfe hakkında ısm-i Azam’dır. Bunlardan Hayy ismi Gavs-ı Azam Abdülkadir Geylânî (ks) hakkında ısm-i Azam’dır. Bunlardan Kayyûm ismi de Müceddid-i Elf-i Sânî ımam-ı Rabbânî hakkında ısm-i Azam’dır. Hazret-i Üstad, daha başka zatların daha başka isimleri ısm-i Azam olarak gördüklerini de kaydeder.11

Bedîüzzaman’a göre, Rahmân ismi ıbrâhim Hakkı gibi bir çok hakikat ehline ısm-i Azam’dır12, Züleyhâ’nın Hazret-i Yûsuf’a (as) karşı beslediği duygularda Vedûd ismi hâkimdir13, Hazret-i Yâkub’un (as) oğlu Hazret-i Yûsuf’a (as) karşı yaşadığı yoğun duygu ve şefkatte Rahmân ve Rahîm isimleri hâkimdir.14 Üstad Hazretleri, kendisinin de Kur’ân hizmeti ile ilgili olarak Rahîm ve Hakîm isimlerine mazhar olduğunu, bütün Risâle-i Nûr’un o mazhariyetin cilvelerinden ibâret bulunduğunu kaydeder.15

Bununla berâber Üstad Saîd Nursî’ye göre ısm-i Azamın diğer isimler arasında net delillerle öne çıkarılmaması ve belirtilmemesi, Allah’a bütün isimlerle ilticâyı netice vermiştir; doğru olan da budur. ısm-i Azam açıkça belirginleştirilmiş olsaydı, insan bilinçsizliği sebebiyle Allah’ın sair isimlerini kıymetten düşürürdü. Oysa bu durum, kulluğa ve Allah’a yaklaşma ruhuna hiç de yakışmazdı.16

Demek ısm-i Azam’ın gizli bırakılması, başımız her dara girdiğinde, her sıkıntımızda, her derdimizde, her hâlimizde, Allah’tan her isteyişimizde “halimize” uygun bir ısm-i ılâhî ile Allah’a sığınmamıza, duâ etmemize ve Allah’tan istememize imkân veren bir tecellîdir.



DıPNOTLAR:



1. Rahmân Sûresi, 55/78
2. Câmiü’s-Sağîr, 1/592
3. Câmiü’s-Sağîr, 1/593; Tirmizî, Daavât, 3705
4. Âyet: Âl-i ımrân Sûresi, 3/26, hadis: Câmiü’s-Sağîr, 1/594
5. Lem’alar, s. 298
6. Lem’alar, s. 302
7. Lem’alar, s. 305
8. Lem’alar, s. 312
9. Lem’alar, s. 322
10. Lem’alar, s. 333
11. Lem’alar, s. 332
12. Barla Lâhikası, s. 188
13. Mektûbât, s. 34
14. Mektûbât, s. 35
15. Mektûbât, s. 24
16. Sözler, s. 662; Sünûhât, s. 19



Copyright © www.fikih.info - Kaynak gösterilerek veya izin alınarak yayınlanabilir.
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir