Gerek Teizm gerekse Deizm yaratıcı olarak Allah’ı (c.c.) kabul etmekle ortak bir paydaya sahiptirler.
Ben Teizm ile Deizm’i, müstakil birer din olarak görmüyorum; ilahi dinlerden uzaklaşmanın aşamaları olarak değerlendiriyorum. Aslında Ateizm’i (Tanrı tanımazcılığı) de işin içine katarsak ilahi dinlerden uzaklaşmanın üç belirgin evreden oluştuğunu söyleyebiliriz.
Teistler, tek tanrılı dinlerde olduğu gibi Allah’ı (c.c.) bir yaratıcı olarak kabul ederler. Ama tek bir ilahı yaşamlarına gerektiği zaman sokarlar. Dini ibadetler belirli değildir ve dini emir ve yasakların yaşamlarında önemli bir yeri ve yaptırım gücü de yoktur. Allah’a (c.c.) akıl ve sevgi yolu ile yaklaşmayı bir ideal olarak görürler. Bu yolla Allah’ı (c.c.) iç dünyalarında bulacaklarını düşündükleri için ilahi dinlere karşı bir tavır alırlar. İlahi dinlerin dini kurallarla, emir ve yasaklarla kişi ile Allah (c.c.) arasına mesafe koyduğunu düşünürler. Dinin bir vicdan işi olduğuna inanırlar. Dinin kişinin vicdanı dışında kalan diğer yönlerini reddetmeseler de pek de önemsemezler. Sokrat’ın, Platon’un Teist olduğunu iddia ederler.
Büyük bir kısmı açıkça itiraf etmese de tarih boyunca pek çok filozofun Teist olduğu dikkati çeker.
Teistlerin Hıristiyan inancındaki teslis (üçleme:Tanrı, Hz. İsa ve Kutsal ruh) akidesine bir tepki olarak bu inancı savunduklarını düşündürecek pek çok kanıt vardır. Tanrı’ya ve bazı ibadetlere karşı olmamaları bunun en açık belirtisidir. Bu yönüyle Teizm, ilahi dinlerden uzaklaşmanın bir aşaması değil, hak dini arayışın bir çabasıdır.
Günümüzde pek çok Müslüman genç, dinini yeterince öğrenememesi nedeniyle ve yabancı din, felsefe ve kültürlerin etkisi ile farkında olmadan Teist bir inancı savunmakta ve bu tür inançla İslam dinini anlamlandırmaya, yorumlamaya, bağdaştırmaya çalışmaktadır. Elbette bu yönüyle Teizm ilahi dinlerden uzaklaşmanın bir aşamasıdır.
Teizm, Batı’da insanların hak dinin arayışı içerisinde olduğunu gösterirken Müslüman ülkelerde insanların hak dinden uzaklaşmanın bir basamağı olmaktadır.
Aslında Ortaçağ’da Hıristiyanlık inancının kilise tarafından uygulanan baskıcı yönü o dönemdeki aydınları ya dinsizliğe (Ateizm’e) ya Deizm’e ya da Teizm’e zorlamıştı. Bunun doğal sonucu olarak aydın sınıfta bu insan doğasına bir zorba gibi hükmeden Hıristiyanlık dinine karşı kendilerini savunma ve koruma düşünceleri gelişti. Böylece Avrupa ülkelerinde laisizm (laiklik) önce bir düşünce olarak belirmiş, daha sonra da bir inanç özgürlüğü güvencesi olarak yasalara girmiştir. Fakat İslam dini uygulamada Hıristiyanlık gibi böyle bir yanlış yola tarih boyunca hiç sapmamıştır. “Dinde zorlama yoktur (Bakara suresi, ayet 256).”, “Senin dinin sana, benim dinim bana (Kâfirûn suresi, ayet 6).” ayetleri, farklı din ve mezhepte olanlar için inanç özgürlüğünün güvencesiydi. Osmanlı devleti örneğinde görüldüğü üzere farklı din ve mezhep mensuplarına verilen hak ve özgürlükler, gösterilen hoşgörü onların din, mezhep ve kültürlerinin zamanımıza değin bir değişme ve bozulma geçirmeden ulaşmasını sağlamıştır. İslam dininin özünde Hıristiyanlıkta olduğu gibi baskıcı bir yön mevcut değildir. Onun için de bir Müslüman’ın Teist olmasına hiç gerek yoktur. Zaten İslam dini tek tanrı inancıyla, diğer dinlerin mensuplarına sağladığı hak ve özgürlükler ve hoşgörü ile Teistlerin de aradığı bütün dini özellikleri bağrında fazlasıyla barındırmaktadır. Tabii bununla birlikte İslam dininde ibadetlere, emir ve yasaklara önem verilmediği, verilmeyeceği anlamı da çıkarılmamalıdır.
Teizm, Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimizin peygamberliğinden önce Arabistan’da Hz. İbrahim Aleyhisselâmın dininin bir çeşit devamı niteliğinde olan Hanif dinini andırmaktadır. Bilindiği üzere Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz, peygamberliğinden önce Mekkeli Müşrikler gibi Putperest değildi. Hiçbir zaman da putlara tapmamıştı. O dönemde Hz. İbrahim’den (a.s) gelen Hanif dini gereğince tek Allah’a (c.c.) iman ve kendince ibadet ediyordu. Hatta o sıralarda Ramazan aylarında bu ibadetleri için Nur dağında Hira mağarasına çıkıp orada günlerce yalnız kalıp ibadet ettiğini konuyla ilgili bütün kaynaklar belirtmektedir. Kuran-ı Kerim’de peygamberimizin bu hakkı arayışı ve hidayete kavuşması şöyle belirtilmektedir: “Seni dalalette bulup hidayete erdirmedi mi? (Duhâ suresi, ayet 7).” Teizm de tıpkı Hanif dini gibi ilahi bir dinin gölgesinde olma özelliği ile dikkati çekmektedir. İlahi dinlerin değişmesinde, bozulmasında Teizm ilk aşama gibi görünmektedir.
On yedinci yüzyılda Avrupa’nın değişik ülkelerinde kendisini gösteren Deizm ise, aslında Aristo’nun Tanrı anlayışından esinlenmiş bir inanç biçimidir. Deizm’e göre, Allah (c.c.) vardır, ama onun tek görevi her şeyi yaratmaktır. Bunun dışında bizlerle hiçbir ilişkisi kalmamıştır. Allah (c.c.) evreni, dünyayı ve içerisindekileri yarattıktan sonra bir kenara çekilmiştir. Artık insanlarla hiçbir alışverişi olmamıştır. Allah’ın (c.c.) peygamberler göndermesi, ilahi kitaplar indirmesi düşünülemez. O, insanların dünyasını kendi haline bırakmıştır. İnsanlar akılları sayesinde nasıl yaşayacaklarını kendileri belirleyebilirler. Bu nedenle Allah’a (c.c.) dua etmek de yararsız bir şeydir. İbadetler de gereksiz ve anlamsız şeylerdir.
Deizm’in Allah’ı (c.c.) sadece yaratıcı sıfatıyla tanıması, Allah’ı (c.c.) inkar etmenin bir başka yoludur. Evreni, içerisindekileri, yeryüzünü, canlı, cansız varlıkları ve insanı yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) varlığını kabul edip de O’nun insanı bu dünyada başı boş bıraktığını düşünmek büyük bir gaflettir, aldanıştır, iftiradır. İnsan bile bir aleti ve eşyayı bir amaç için yapar. Allah (c.c.) da insanları ve cinleri Kendi’sini tanıması, Kendi’sine ibadet etmesi için yaratmıştır (bk. Zâriyât suresi, ayet 56). Bizi yarattıktan sonra kendi halimize bırakmamış, gönderdiği peygamberlerle ve indirdiği kitaplarla dinimizi (yaşam tarzımızı) tebliğ etmiştir: Peygamberler ve ilahi kitaplar aracılığı ile Allah (c.c.), bu dünyanın bir sınav yeri olduğunu, ölümden sonraki yaşamda ebedi hayatımızın başlayacağını, ebedi yaşamda ödül ve cezanın bulunduğunu, Kendi gösterdiği yola uygun yaşam sürenlerin cennette ebedi mutluluğa ulaşacaklarını, O’nun dinine iltifat etmeyip karşı çıkanların da cehennemde ceza göreceklerini belirtmiştir.
Deizm’de Allah’ı (c.c.), sadece yaratıcı sıfatıyla kabul edip de, O’nun emir ve yasaklarla insanın yaşamına müdahale etmesini kabul etmeme kendi içerisinde bir çelişki ve mantıksızlık da taşımaktadır. Şöyle ki: Yaratıcılık sadece yoktan var etmek, meydana getirmek değildir. Yaratıcılık çok daha geniş bir anlama sahiptir. İnsanın tüm maddi ve manevi ihtiyaçlarını da kapsar. Yaratıcının bunları da yaratması beklenir. Bu açıdan Allah’ın (c.c.) el-Hâlık güzel ismi pek çok güzel ismi de beraberinde taşır. Örneğin Allah (c.c.) insanı beslenmeye muhtaç yarattığına göre er-Rezzâk olmalıdır. Çaresiz bir yavru olarak şefkate muhtaç olarak dünyaya getirdiğine göre er-Raûf olmalıdır. Yine insanın içerisinde ebedi yaşam iştiyakını yarattığına göre el-Bâ’is olmalıdır. Tüm bunlardan öte nasıl bir anne-baba yavrusunu istediği gibi büyütme ve eğitme hakkına sahipse bunların da gerçek yaratıcısı olan Allah (c.c.) tüm insanların yaşam biçimlerini belirlemeye ve onları gönderdiği peygamberlerle ve indirdiği kitaplarla terbiye etmeye, onlara yol göstermeye, doğru ile yanlışı açıklamaya er- Rabb, el- Hakem, el-Hâdî, er-Reşîd güzel isimleri ile hak sahibi olmalıdır.
Deizm’de Allah’ı (c.c.), sadece yaratıcı sıfatıyla kabul edip de, O’nun emir ve yasaklarla insanın yaşamına müdahale etmesini kabul etmemenin elbete psikolojik bir nedeni bulunmaktadır. Allah’ın (c.c.) dininde helal dairesi hayli geniş iken bazı insanlar içgüdülerinin; basit, dünyevi ihtiraslarının esiri olarak yine de kötü yollara, günahlara sapmaktan geri durmazlar. Böyle birisi yaptığı kötü şeylerden ve günahlardan sonra Allah’ı (c.c.) yaratıcı olarak kabul etmenin verdiği bir parça imanla kendisinin affedileceğini düşünmekte, diğer yandan Allah’ı (c.c.) yaşamından uzaklaştırdığı için dinin yasakladığı kötülükleri ve günahları nisbi bir vicdani rahatlık ile işleyebilmektedir. Yani Allah’ı (c.c.) yaratıcı olarak kabul etmek bunların suçluluk duygularını yok etmede yardımcı olurken bunlar Allah’ın (c.c.) birey ve toplum yaşamına müdahale etme hakkı olmadığı iddiasıyla da nefislerinin esiri olarak rahat bir biçimde dinin yasakladığı kötülükleri ve günahları işlemede bir düşünsel ve felsefi zemin bulabilmektedir.
Gerçekten, ne yazık ki, çağımızda pek çok Müslüman’ın Allah (c.c.) ile olan ilişkisi Deist bir karakter arz etmektedir.
Deistlerin Allah’ın (c.c.) sıfatlarını ve güzel isimlerini bilmedikleri, daha doğrusu bilmek istemedikleri düşünülebilir. Allah’ın (c.c.) güzel isimleri (esma-ül hüsna) arasında Deistlerin de inandığı yaratıcı (el-Hâlık) olma yanında O her şeye gücü yetendir (el-Kâdir, el-Muktedir). Ayrıca Deistler inanmasa da Allah (c.c.), peygamber gönderendir (el-Bâ’is). Ahirette bütün ölüleri diriltendir (el- Muhyi). Yine Allah (c.c.), Deistler inanmasa da gönderdiği peygamberlerle, indirdiği kitaplarla insanlara yol gösterendir (el-Hâdî). Mahşerde O’na bu sıfatları ve güzel isimleri ile inanmayanları hesaba çekip cezalandıracaktır (el-Hasîb, el-Kahhâr), Müminleri, affedecek ve esirgeyecektir (el-Gafûr, el-Gaffâr, el-Afüvv, el-Rahîm). Yine Allah (c.c.), Deistlerin sandığı gibi bizi kendi halimize bırakmamıştır. Sıkıntıda olanların imdadına koşmakta, dualarına icabet etmektedir (el-Mucîb). Ayrıca indirdiği kitaplarla, gönderdiği peygamberle hüküm sahibidir (el-Hakem).
Evimize aldığımız basit bir teknolojik ürünün, örneğin bir bulaşık makinesinin bile bir “Kullanma Kılavuzu” vardır. Onda ilgili ürünün kullanımı sırasında nelere dikkat edilmesi gerektiği açıkça belirtilir, maddeler halinde sıralanır. İnsan da Allah’ın (c.c.) yoktan yarattığı bir üründür. Yüce Allah (c.c.) insanı belirli bir amaç için yaratmıştır. Dünyada rızası istikametinde yaşaması için insanlara ilahi kitaplar indirmiş ve peygamberler göndermiştir. Bir firma cansız bir teknolojik ürününü bilgilendirmelerle, teknik servislerle koruma ve gözetleme altına alırken yüce Allah’ın (c.c.) insan gibi dünyanın göz bebeği olan bir varlığı yarattıktan sonra yalnız ve çaresiz bir biçimde bırakması, yaratılış amacı ve nasıl yaşayacağı konusunda bilgilendirmemesi olanaksızdır.
Deizm, Teizm’den daha ileri bir aşamada ilahi dinlerden uzaklaşma özelliği göstermektedir. Artık Deizm’den sonraki aşamada Ateizm gündeme gelmektedir.