Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

07.12.2010, 11:56

Rabbim, Her Işine Hayretteyim

“Leziz taamları, güzel meyveleri, Cenâb-ı Hakk’ın ihsanı ve o Rahman-ı Rahim’in in’âmı cihetinde sevmek, Rahman ve Mün’im isimlerini sevmektir, hem mânevî bir şükürdür.”

Sözler, Bediüzzaman


Yemyeşil bahçemizdeki, üç dut ağacından en beyazının ve en ballısının altındayım. Var oluşun odak noktasındayım.

Bir merak sardı bugün. Dut ağacının macerasını bir de kendinden duymalıyım dedim. Göz olup görmek, kulak olup dinlemek sevdasındayım. Sakın ola, susuyor sanmayın ağaçları. Bunu aklınızın ucundan bile geçirmeyin sakın. Yaprağıyla, çiçeğiyle, meyvesiyle coşup, konuşuyor ağaçlar. Dallarında şakıyan kuşlarla konuşuyorlar. Hem de ne konuşmak…

Hayretteyim yine Rabbim. Bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş; Senin her işine, her dem hayretteyim.

Bizim dut da bir zamanlar küçücük bir tohumdu. Ağaç olmak istedi Rabbinden, “Senin güzel isimlerinin nakışlarını kendimce, kendi kabiliyetimce göstereyim izin ver” dedi. Ve duâsı kabul olundu. Bu kadarla kalmadı, tohum ağaç oldu, ama ağacın duâsı hiç bitmedi. Bu defa da her bahar, yeşeren ellerini göklere doğru açıp, günler ve geceler boyu hiç aralıksız Rabbini zikretti durdu. Ona devamlı duâlar sundu. Sonunda duâları kabul olundu. Kıyamdan rükûa durdu. “Ağaç, meyvesi olunca başını aşağı salar,” derler, aynen böyle oldu. Ve meyveler olgunlaşmaya, o tatlı, bal gibi dutlar belirmeye başladı. Hem de yüzlercesi, yüz binlercesi birden görünüverdi dallarda.

Gün be gün belirlenen hedefe doğru yürüdüler. Olması gereken büyüklüğe gelince de kokular süründüler, kendilerine has renklere büründüler. Dikkatimizi çekmek, iştahımızı açmak için, dallarının elleriyle uzattılar bize kendilerini; “haydi geliniz, Bismillah deyip yeyiniz” dediler. Bazı gözler görmese, bazı kulaklar duymasa da; kalp gözü ve kalp kulağı açık olanlar bu sesi, bu dâveti duydular. Belki ben de bunun için buradayım, bu ağacın altındayım.

Hayretteyim yine Rabbim! Senin her işine, her dem hayretteyim.

Bahçemizin uzak köşesindeki diğer ağaçta, tek bir dut bile göremedim. Bu ağacın dalları ise, meyvelerinin ağırlığından yerlere sarkmış, âdeta rükûa varmış. Ne güzel söyler rahmetli Arif Nihat Asya, “Bir ağaç ki; / eğile eğile ibadet olmuş. / Bir ağaç ki, / ‘ağaç’ deyip geçmek âdet olmuş.”

Belli ki maharet dallarda, ağaçlarda değil; hepsi birer tablacı. Sen vermezsen, rahmet hazinenden çıkarıp göndermezsen, onlar bize tek bir meyve dahi yüklenip getiremezler. Belli ki her bir ağacın servis penceresi gibi, Senin gönderdiğin nimetlerin takdimini, sunumunu yapmaktan başka bir görevi yok. Yapan, yaptıran Sensin. Ağacın, dalın, çiçeğin, meyvenin, hâsılı her bir sebebin, her bir perdenin arkasında iş gören Sensin. Senin bin bir güzel ismin. Senin emrin, Senin iznin olmadan hiçbir yaprak düşmez, hiçbir ağaç, hiçbir meyveyi veremez.

Yâ Allah, yâ Rahman, yâ Vedûd, yâ Fettâh; bize burada tattırdığın bu leziz nimetlerinin asıllarını membalarını göster, bizi huzuruna ve ebedî ziyafetgâhın olan Cennetine al. Orada yedir, orada da nimetlendir. Biz rızık isteyen âciz kullarınız. Sen ise duâlarımıza en güzel şekilde cevap veren, Rahman ve Rahîm olan Rabbimizsin.

...

Mesnevî’de Habbe’nin başındaki Arapça ibarede belirtildiği gibi; “Ben tevhid meyveleriyle yüklü bir ağacın dalıyım. Tevhid incileriyle dolu bir denizin damlasıyım.” Bir damlacığım amma ummanlara gebeyim. Rahmet sofrandan her zaman lezzet ve âfiyetle yeyip içmekteyim. Sonsuz hamd ve şükürle... Şükürde bir zahmet yok ki... Bilâkis, gönderdiğin nimetlerin lezzeti, hamdle ve şükürle artıyor. Çünkü o şükürle, nimette in’âmı görüyorum. Yani beni nimetlendirenin Sen olduğunu ve o nimetlerin Sen’den geldiğini biliyorum. Ve bütün kâinata ilân ediyorum. Geçip giden hiçbir nimetin ardından elem çekmiyorum. Çünkü Seni Mün’im-i Hakikî bildiğimden hiçbir zaman, hiçbir nimetin yerini boş bırakmıyorsun, daima misliyle doldurup, yeniliyor ve tazeliyorsun.

Kendinden habersiz, içinde ne olup bittiğini bilmeyen kara toprağın bağrından, bu güleç yüzlü rengârenk meyveleri, ağacın yani tatsız tuzsuz bir odunun eliyle bizlere gönderen Sensin.

Güneşten ışık gelmez, Senin emrinle gönderilir. Gökten yağmur inmez, ancak Senin emrinle indirilir. Toprağa emir gelir, “besle” diye; ve toprak, Senin emrinle çekirdeği besler. Bir küçücük çekirdek yüzlerce kiloluk bir ağaç olur; göklere uzanır devrilmez. Köklere emir gelir, “toprağa yapışın” diye ve ağaçlar ayakta kalır; yine Senin emrinle…

Güzel Allahım, güzel Rabbim, Senin emrinle toprak binlerce çiçeği, binlerce yaprağı besler büyütür. Sessiz, gürültüsüz bir fabrika gibi yıllarca çalışır durur. Fakat o topraktan neredeyse hiçbir şey eksilmez. Neden bu böyledir? Bir akıl ve bir iman sahibi çıkıp sormayacak mı? “Kim bu işleri yapan harika san'atkâr” diye bu en hayatî soruyu sormayacak mı? Ve bunu öğrenmeyecek mi? Cevabı açıktır; hepsinin rızkı, onları besleyip büyüten Rabbimizin hiç tükenmeyen rahmet hazinelerinden gelir, yani gönderilir.

Kara toprağın bağrından, tertemiz rızıkları çıkarıp, onları en güzel tat ve kokularla donatan Allahım; en lâtif ambalajlar içinde takdim eden Yüce Rabbim, Senin her işine ve her şeyine, her dem hayretteyim… Varsın Allah’ım varsın ve birsin. Hem birsin, hem teksin, hem en büyük Sen’sin. Allahu ekber’sin. Şinasî’nin o pek nefis tekrarlı ve ikrarlı ifadesiyle, “Ey varlığı, varı var eden Var / Yok yok Sana yok demek ne düşvar.” Yani, “Ey varlığıyla var olan her şeyin var oluş sebebi olan Var; / Yok, yok Sana yok demek hele ne zor şey!..”

Bir meyve deyip geçtiysem, gafletle ya da küçümseyici bir bakışla bu işleri görmezden geldiysem, sonsuz rahmetinle ne olur affet. Bir tek meyve için dahi olsa, Senin dünyalar dolusu şükürlere lâyık olduğunu görüyor ve biliyorum. Bu şükür duâsını, sonsuza kadar hiç bıkmadan ve yorulmadan söylemek istiyorum. Niyetimizi kabul eyle… Ağaçların ve meyvelerin, tohumların ve çekirdeklerin niyetlerini kabul eylediğin gibi, bizim de duâ ve niyetlerimizi kabul eyle.



Her gün son gün gibi geliyor; her akşam son akşam gibi. Her namaz vakti, son namaz vakti gibi; bir telâş, bir heyecan içindeyim. Yapılacak bunca iş, telâfi edilecek bunca zarar ve ziyan varken, sermayem gün be gün erirken, ya kalbim birden duruverirse? Ya aldığım şu birbirinden mukaddes olan nefesler biterse, diye derin düşüncelerdeyim…

Geçen gün, bir dostun cenaze namazında helâllik verilirken hoca efendinin veciz konuşması içimde yer etti: “Bu kardeşimize şahitlikte bulunup, helâllik vermekle görevimizi yapıyoruz, bu gayet güzel; ancak biz de yaşayanlar olarak, yeryüzünde Allah’ın (cc) ve hakkın şahitleri değil miyiz? Bizim de üzerimizde birçok kul hakkı yok mu? Vakit ve fırsat varken, üzerimizdeki haklar ve hukuklar için, onların sahipleriyle şimdiden helâlleşmemiz gerekmiyor mu? İlle de vefat edip, musalla taşına getirilip, helâlliği burada mı almamız gerekiyor? Bunu yaşarken yapmalıyız, mahşere kalırsa işimiz çok zor,” demişti.

Merhum Ali Ulvi Kurucu Bey hatıralarında, rahmetli Bekir Berk Ağabeyin, vefatından önce, iki üç yıl boyunca, uzak yakın demeden bütün tanıdıklarına ulaşmaya çalışıp, herkesten tek tek helâllik almak için sergilediği ince ve hassas davranıştan sitayişle bahseder.

Rabbim, bizi kul hakkıyla huzuruna alma, kimin üzerimizde az ya da çok hakkı var ise, hak ve hukuklarını helâl etmeleri için vekilimiz Sensin. Hasbünallahi ve ni’me’l-vekîl. Sen ki, ne güzel vekîlsin. Rahmetin öylesine kuşatmış ki dört bir yanımızı, zerrece boşluk yok… Rahmetinden uzak tutma bizi…

Hayranım Sana. Her işine, her şeyine, her dem hayretteyim Rabbim. Tekrar tekrar hayretteyim. Abdülhak Hamid’in dediği gibi; “Hayretteyim, hayreti tarif ne mümkün / Hayret ile hayret veririm hayrete tekrar.”

Ey kuru dallara can verip dirilten Rabbim! Bizim de hayatımıza yepyeni bir can bahşeyle. Günahlarımızı rahmetinle affeyle… Belki bu duâ için buradayım, bu dut ağacının altındayım.

Damarlarım boşalmış, kurumuş âdeta. Dolmayı, yeniden doldurulmayı bekliyor. Şu an altında bulunduğum bu bereketli ağacın içimi tazelemesini, ruhumu beslemesini Senden niyaz ediyorum Rabbim.

Yeryüzündeki bütün meyveler, bu bahar da bizden bir şükür ve tefekkür görevi bekliyor. Bunu hiç olmazsa bu dut ağacının altında; bütün yeryüzündeki ağaçlar ve meyveler için yapılmış bir niyaz olarak bizden, tek tek hepimizden, bütün mü’minlerden en samimî bir duâ yerine lütfen kabul eyle. Belki de bunun için buradayım; yeryüzündeki fettahiyet hakikatinin bir ağaçta şahidi olmak için. Hiç olmazsa bu bahar geç kalmamalıyım. Geç kalmamalıyız...

Ey Rabbimin bin bir isminin şahitliğini yapan yerler, gökler, ağaçlar, meyveler hakkınızı helâl ediniz. Ey doğan güneşler, batan aylar, ışıldayan yıldızlar, basıp geçtiğimiz topraklar, hakkınızı helâl ediniz. Ey sesini ve zikrini dinlediğimiz rüzgârlar ve ey yaşadığımız baharlar, ey günler, saatler, anlar hakkınızı helâl ediniz.

Allahım şefkat ve merhametin dünya ve ahireti kuşattığından ve rahmetinin ise çok özel cilveleri olduğundan, Sana sonsuza kadar hamd ve senalar ediyorum. Kalbimize bu sevgiyi koyan ve bize bu dersi veren o biricik Sevgili Peygamberimize de (asm) sonsuza kadar hadsiz salât ve selâm olsun.
Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.

2

07.12.2010, 11:59

“Andıkça Sen’i büyür hayalim”

Bunca güzelliğin ve onca zenginliğin içinde, herkes gibi ben de ‘sevgi fakiriyim,’ diye yakınıp durmaktayım. Nefsim, söylenip duruyor: “Seni seven kim? Biri var mı ki, acaba seni düşünen?” diye delleniyor işte, susturamıyorum. Bari sen konuş, ey kalbim! Ne oldu bu bahar, ne oldu böyle? Duygularım söz dinlemiyor…

Bir küçük el, kapımı tıklasa diyorum, bu bahar sabahlarının birinde. Kimin geldiğini bilmesem, yüzünü de görmesem. Bir avuç çiçekle bir çocuk, kapımda belirse, gülümsediğini hissetsem yeter. Elindeki bahar hediyelerini kokusundan tanısam, bu falan çiçek, şu filan filan çiçek diye tek tek ayırabilsem bu sevgi demetini.

Bir farkında olabilsem… Küçük elin avuçlarında bir bahçeyi tuttuğunun. Kapıma kadar gelen baharla bir uyanabilsem bu rüyadan… Ama olmuyor işte, olmuyor bir türlü, kapım örtülü kaç bahardır. “Sorulmayı sorulmayı, adım neydi unuttum” diyen ozan gibi bencileyin de, bir an yaşamak, hayatı bir nefes gibi içime çekmek ve o nefes ile sevgimin ateşini tutuşturmak isterdim, ama olmadı. Bu bahar da olmadı…

Olmadı, diye hüzünlendiğim bir sabah, penceremde kuşlar, rızkın kokusunu almışlar. Serptiğim küçük kırıntıları, neşeyle yiyip cıvıldaşıyorlar. İçlerinden biri, nöbetçi edasıyla çevreyi kolluyor. Arada bir başlarını uzatıp, camımı tıklıyorlar. Bir yandan rızıkları topluyor, bir yandan da sert zemine o küçük gagalarını ard arda vurup, keyif verici, ahenkli sesler çıkarıyorlar. Görülmeye değer. Neşeden çıldırmışlar. Yerlerinde duramıyorlar. Önce odamın önündeki küçük çınar ağacımın dallarına konuyorlar. Güvende olduklarını hissedince, oradan da hemen penceremin kenarına iniyorlar. Buraya güven duyup gelmeleri, günler sürdü. Yemyeşil bahçelerin gerisinde ise, kurnaz kargalar var. Onlar da telâş içindeler. Ne bulsalar, yuvalarına taşıyorlar. Kelebekler çeşit çeşit, sayıları da az değil. Ard arda sanki resmigeçitteler bu bahar bayramında.

Her şey olması gereken boyda ve boyada. Her şey birbiriyle müthiş bir uyumda. Çiçeklerdeki bin bir renk, kelebeklerdeki âhenk, ne güzel de yakışıyor. Dallardaki yapraklar ve çiçekler hepsi İlâhî bir uyum, bir denklik içinde. Ve penceremde kuşlar. Birbirine çok yakışmışlar. Bir şeyler oluyor buralarda, bu baharda. Bu oluşun habercisi sanki her şey. Adam gibi bir baharı, cennet gibi bir baharı görmeyeli, kim bilir kaç yıl olmuş?

Dağıstanlı o garip adamın yolu buralara düşseydi eğer, çiçeklerle donanmış ovaları, ormanları görünce, çılgına dönüp attığı o hayret nidasını, eminim bu manzara için de söylerdi: “Boyacı!.. Boyacı!.. Sen nerdesin?.. Nerdesin?..” diye.

Şuurla ve dikkatle bakınca, bir el bu esrarlı perdeyi açıyor, eşyayı gözlerimizin önüne seriyor. Dur ve düşün diyor. Düşünmek ve deşmek gerek. Tarlalar, bahçeler coşmuş her yer. Kokusu sinmiş baharın dört bir yana. Gelin gibi beyazlara bürünmüş, çiçek açmış ağaçlar. Bahar ayaklarımızın altına, rengârenk halılarını sere kaldıra geliyor. Öyle bir halı ki, üzerindeki bütün canlılarla beraber renkleri de her an yenileniyor. Kimin için acaba bu hazırlıklar? Kimin için olacak, elbette bizim için. Bu dünyada Rahman’ın, insandan daha seçkin bir misafiri yok ki. Ve penceremde kuşlar. Gör bunları, gör bu baharı diyorlar…

Penceremi tıkladılar bir sabah, “Bu bahar, senin için ve hisseden herkes için özel” dediler. Kapımı çalmayan küçük bir ele inat, bahar, gümbür gümbür girdi odacığıma. Penceremde kuşlar, baharı müjdelediler. “Böyle haksız ve yersiz niye üzülüyorsun ki? Koskoca baharı bir deste gül yapıp, önüne koyan ve dünya kadar büyük o sofranın başına takan bir Sevgilin var, bir Rabbin var ya,” dediler.

Kimse gelmese kapına, çalmasa hiçbir el, gam çekme gönül. Bahar, O’nun adına çiçekleriyle konuşuyor benimle. Çiçekler ki, Rabbimizin hediyeleri. Baharın elleriyle sunuyor. O, kapımızı çaldı mı böyle çalar işte. Bir çiçekle değil; bir baharla, bin bir baharla…

Bir şeyler oluyor bu bahar, buralarda. Bir şeyler oluyor, görmek gerek. Bizi seven Biri var, mesele O'nu fark etmek.

Güzelliklerini hiç esirgemeden sunan Rabbime, bu bahar hediyeleri için şükrediyorum. Topraktan odun, odundan yaprak, yapraktan çiçek, çiçekten meyve çıkaran Sani’im, Hâlıkım, Rezzak’ım, Sevgili Rabbim benim. Kullandığın renkler, açtırdığın çiçekler, seyrettirdiğin bütün güzellikler adedince Sana sonsuz hamd ediyorum.

Ey kalbim artık üzülme, boş yere kederlenme. Kısmetine razı ol. Bak, bu bahar, kırk senenin veremediklerini bir defada verdi. Bütün bu güzellikler senin için değilse, kimin için ey kalbim? Allah’ım dünyan çok güzel. Allah’ım, Sana olan sevgimi coşturuyorsun. Aşkımı arttırıyorsun. Nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Sen hangi dilden ve ne şekilde kabûl ettiysen katındaki makbul bir duâyı, benimkini de lütfen öylece kabûl et.

Kararmıştı dünyam, sönmüştü kalbimde bütün ışıklar. Dalların ucunda beliren tomurcuklar gibi, kalbim bu sabah sevginle uyandı. Sen’in sonsuz nimetlerine ve hediyelerine karşı, kırık dökük bir dille ne diyebilirim ki… Gözyaşlarımı yağmur gibi çiçeklerine akıtsam, sonra da zikreden her çiçeğin diliyle adını ansam, biliyorum azdır ne düşünsem, ne yapsam.

“Allah, gönderdiği çiçekler için bir cevap bekler” diyen Tagore, haksız değilmiş. Beni yarattığı her şeyden, herkesten çok seven Allah’ım! Sana cevabım budur: Dünya sergisi açıldığından beri, yarattığın her çiçek, her çiçekteki bin bir güzellik için sonsuz şükürler ediyorum.

Derdimin dermanı Sevgilim. Sana binler ruhumla ve kalbimle secdeler olsun, şükürler olsun. Bu küçücük ama, yarattığın kocaman kâinattan daha büyük olan kalbimi, sevginle rızıklandır. Ruhumuzu bu baharda doyurduğun gibi, ebedî baharın olan Cennette de doyur. Sevgilinin, Habibinin sofrasında, sevdikleriyle beraber bulundur. Senin için kimi sevdimse, kim varsa kalbimde ve dünyamda, bütün o sevdiklerimle beraber hepimizi orada da buluştur.

Bu susuzluk, bu açlık, bu hüzün başka türlü dinmez biliyorum. Yanlış yollardan ve yerlerden aklımı, kalbimi, ruhumu koru Allah’ım. Bu bahçelerdeki çiçeklerin ümitle beklediği Nisan yağmurları kadar, ben de hasretim, kuruyan kalbim de hasret Senin rahmetine. Rahmetini esirgeme lütfen. Şimdiye kadar hiç esirgedin mi ki? Dilimden öylesine çıktı işte, affet.

Sana ait bu kalpte, Sana ait bir sevgiyi hissetmek ne güzel Allah’ım. Gerçeği de böyle ise, bu güzel rüyadan hiç uyandırma beni. Meleklerinin zikrettiği dillerle, seyrettiği gözlerle şu kâinatta görünen ne varsa, onların adına Sen’i, bu baharda bir de ben anayım dedim… Kim varsa bu duyguyla duâlarıma katılan, onların da selâmını, sevgisini Sevgili Peygamberimin Mi'rac’taki ‘ibadekessalihin’ selâmı gibi, benim de duâmın içinde kabûl et Rabbim.



Bu bahar, bir şeyler oluyor buralarda, evet evet bir şeyler oluyor. Penceremde kuşlar, baharı müjdeliyorlar. Yüreğinizin penceresini siz de açın. Görün, yaşayın bu güzellikleri. Kim bilir kaç bahar oldu? Böylesine bir vuslata hiç ermediğim. Kaçırmayın derim. Sizi bahar kadar, kâinat kadar, belki ondan daha fazla seven biri var. Şefkatli bir Yaratanınız var. Ölümsüz baharı olan Cenneti, sizin için hazırlayan bir Rahman var. Hatırlatıyor kendini, kaçırmayın bu fırsatı, hiç olmazsa bu bahar… Kim bilir belki de bu bahar, son baharımızdır? Belki de dünyaya yeniden doğacağımız, ilk baharımızdır.
Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.

3

07.12.2010, 12:00

Allah'ım, dünyan ne güzel!


Hani insan, binlerce hayal kurar da, bir gün olsun o hayallerinden bir tekinin bile gerçekleşmediğini görünce nasıl üzülür az çok tahmin edebilirsiniz. Aksi de mümkündür. Bu defa da gördüklerinize bir türlü inanamazsınız. İşte ben de böylesine hülyalı duygularla doluyum bu sabah. “Yine bir rüya mı görüyorum acaba?” diye, gözlerimin önündeki güzelliğe bakıyorum, bir türlü inanamıyorum. Bu güzelliği seyretmek için, penceredeyim. Uykularımı kaçırıyor bu güzellikler. “Allah’ım, dünyan ne güzel” diyorum.

Çimenlerin üstünde uçuşan bir çift beyaz kanat görünce, çocuklar gibi çığlık attım. Bu yemyeşil kırlara; uçan, konan, gezen ve gizlenen işte tam böyle ipek kanatlı çiçekler gerekliydi. Öyle de olmuş. Coşku büyük. Can gelmiş ovalara. Kıpır kıpır, her şey. Canlılık ve beyazlık hâkim buralarda. Uçuşlarındaki zarafet, seyreden gözler için bir ziyafet…

İnsanın eliyle okşadığı güzellik sınırlı olsa da, gözüyle yakaladıkları, sayısız…

Evimizin bahçesinde, diz boyu çimenler ve çiçekler arasında ters-yüz edilmiş ceketlerle kelebek avına çıktığımız, çocukluğumun o mis kokulu bahar sabahlarının hatırası, hafızamda saklıdır hâlâ. Hayatımız ümitle, neşeyle doluydu. Bugün, o eski ve mutlu günlerden biri gibi.

İkinci kattaki evimin arka penceresine, çok değil iki metre mesafede bir çınar yavrusu var. Uzansam tutacağım nerdeyse. Gözlerimin hizasına yaklaşması için, tam bir karış kalmış. Bu çınar yavrusu, her daim bir gelişim içinde. Çaktırmadan büyüyor… Santim santim uzuyor…

Güzellikler, gözlerimin önünde, resmigeçitte bu sabah… Serçeler, camın kenarcığına sepelediğim ekmek kırıntılarını, o kuş beyinleriyle (!), nasıl da buluyorlar hayret doğrusu. Her zaman tam vaktinde geliyorlar. Üstelik sayıları da çoğalmış. Aile boyu, çoluk çocuk hepsi rızkın kokusunu almışlar, camdalar.

Kışın yorgunluğunu henüz üzerinden atamamış, birkaç çam ağacından başka, her şey taze ve diri görünüyor. Dallar, eller gibi semaya uzanmış rahmeti alkışlıyor. Küçücük göz bebeğim ise, dünyayı yutuyor. Hani; “İğne deliğinden deve geçer mi?” derler ya. Zorluk mu var Yüce Yaratan’ın kudretine? Bakın, görün işte. Küçücük göz bebeğimden vızır vızır mevsimleri geçiriyor. Göz bebeğimle kâinatı içiyorum. Yeniden bir dirilişe, bahardaki muhteşem yaratılışa, yıllardan sonra ilk defa bu kadar yakından şahit oluyorum. Beton yığınlarına hapsolmuş, yaşıyorduk. Bırakın dalı, yaprağı, ağacı, toprağı her şeye hasret kalmıştık nicedir.

Her şeyin bir bedeli var. Zahmetsiz rahmet olmuyor. Sabredip kışa dayananlar, şimdi baharı yaşıyorlar. Yol kenarındaki papatyalar, “Bizi de görmeden geçme” diyorlar. Sarı sarı çiçekler açmış küçük fidanlar, coşkulu renklerle bezenmiş meyve ağaçları, büyük bayramı kutluyorlar. İlk defa yürüyen, ilk defa konuşan bir çocuk gibi adım adım, hece hece kendilerine sunulan güzellikleri, binler gözlerle görüyor ve gösteriyorlar. Bu sabah böyleyim, iyiden iyiye hayretteyim. Kalbim titriyor, ruhum ürperiyor. Sevinçten ağlamaklıyım. Allah’ım dünyan ne güzel. Ömründe bir kez olsun, bu güzellikleri görmeyen, duymayan bir insanın, ya gözleri kör olmalı ya da kulakları sağır.

Allah’ım korkarım böyle bir zulümden. Gerçekten korkarım… Seni söyleyen, Seni haykıran bu güzelliklerin ve sayısız dillerin duâlarıyla gelmek isterim huzuruna. Biliyorum bu hayat ve bu fırsat, bir daha ele geçmeyecek.

Bazı sabahlar; sanki ölmüşüm de zarar ve ziyanımı telâfi etmek için, bir günlüğüne yeniden dünyaya gönderilmişim gibi hissediyorum kendimi. Ödenecek borçlar da az değil hani. Ne yapacağımı bilemiyorum. Tek çare, tövbelere sarılmak. Dilimde, sevgili Levent kardeşimin her karşılaştığımızda ayrılırken duâ gibi bir sözü var; “Cennette…” Şu an derdimin, tam da dermanı bu söz. Peygamberimiz; “Cennet, onu isteyene verilecektir” demiyor mu? Öyleyse, bana istemeden her şeyi veren Allah, ben istedikten sonra Cenneti niye vermesin? O’na hiçbir şey zor değil ki.

Bu güzellikleri, ebediyet yurdu olan Cennette, bütün sevdiklerimle beraber yaşamak, tek dileğim… Allah’ım, bu güzelliğin sonsuza dek devamını istiyorum. Bunu bütün kalbimle temenni ediyorum. Bu duâyı ederken bile, kalbime huzur doluyor. Allah’ım dünyan ne güzel. Sana el açıp, Senden istemek ne güzel bir duygu.

Üzerinde yaşadığımız bu dünyanın, Cennette özel bir yeri olacağını bilmek, bütün sevdiklerimizle beraber, bu dünyadaki bütün maceraları orada tekrar be tekrar seyredeceğimizi düşünmek; ne ölümden, ne de ötesinden bir korku bırakmıyor ruhumda. Söyleten de Sensin, isteten de Sensin. İşiten de Sen, veren de Sensin Allah’ım. Duâyla çaldığım kapının ardında, Senin olduğunu bilmesem, boşuna çalıp durur muyum o kapıyı. Senin rahmet kapının önündeyim. Binbir ihtiyacımla ve utancımla. Duâlarımla, dileklerimle çalıyorum kapını. Kalbim yanıltmıyor beni. Vicdanım bu kapının arkasında biri var, diyor. Biliyor ki, boş değil.

Dün ve bugün, her ihtiyacıma cevap veren hep Sendin. Duâlarımın yükseldiği yerde, hep Sen vardın. Şimdi içimin huzur dolduğu bu yerde de yalnız ve yalnız Sen varsın. Allah’ım, Sana sunuyorum niyazlarımı. Rabbim, kalbimin Sana kavuştuğu duâ yolu, ne kadar da kısaymış meğer. Yıllar sonra fark ediyorum.

Büyüleyici bir güzellik ve derin bir sessizlik var şimdi kâinatta. Çünkü “Anne toprak hamile.” Kızılderililer, bu mevsim için böyle bir tabir kullanıyorlar. Şu hassasiyete bakınız. Baharda atlarının ayaklarına bezler, çaputlar bağlarlarmış; tazecik çimenler ve tohumlar ezilmesin diye. Bir şefkat ve incelik örneği sergilemişler “anne toprak hamile” diyerek. Şimdi onca yol varken, çimenleri hoyratça basıp çiğneyenlere; “Ne olur yapma! Yolu uzatmamak için binlerce canlının hayatına kastetme,” diye seslenmek geliyor içimden. İnsanlarımızdan Kızılderili inceliğini bekliyorum. Çimenin, yeşilliğin de canı var. Her bir otun da ameli var, zikri var. Kıymayalım; ezip geçmeyelim, ibadetlerine mâni olmayalım. Çok güzellikleri çiğnedik, hiç olmazsa çiçeklere, çimenlere dokunmayalım. Burası, Allah’ın dünyası. “Allah’ım dünyan ne güzel ve Sen ne güzelsin.” Bütün bu güzellikleri Yaratan, güzellerin güzeli Allah’ım. Kim bilir Sen nasıl bir güzelsin? Senin cemâline ve kemâline hayranım. Belki de bunları söylemek için varım… Seyirci aşıkınım.

Bediüzzaman, badem ağaçlarının çiçek açtığı böyle bir mevsimde, âdeti olduğu üzere kırlara doğru yürürken, yol kenarındaki bir bahçeden dışarıya sarkmış bir güle, ilgisiz kalmamıştı. Zarif bir hareketle uzanıp, gülü en narin yerinden tutmuş, ona bir bûse kondurmuştu. Bir bûse de benden Allah’ım, bütün güllerine ve güzelliklerine.

Allah’ım, Seni andıkça ve güzelliklerini seyrettikçe, şair Abdülhak Hamid’in o tek beyti yetiyor, hislerime tercüman olmaya; “Andıkça seni, büyür hayalim.” Hayalim, bu dünyaya sığmıyor.

Ömrümüzün belki de bu en güzel zamanını kaçırmamak için, siz de kırlara doğru bir uzanınız. Kim bilir, ne sürprizlerle karşılaşacaksınız? Belki de bir sarı çiçek, merhaba diyebilmek için sabırsızlanıyordur. Bir kelebek, bir serçecik, hiç olmazsa pencereye kadar teşrif etmenizi bekliyordur. Kaçırmayalım randevuyu.

“Bin bahar görse, taş yeşermez” diyor Mevlânâ… Duygular donmamışsa, taş kesilmemişse eğer, duymalıyız bu sesi. Bu seyrin adabını ise, Mevlânâ bir rubaisinde şöyle açıklıyor: “Kırlara çıkınız, bağa gelmiş ve yeşil giyinmiş tabiatı seyrediniz. Her köşede bir çiçekçi dükkân açmış gibi, Allah’ın san'atını seyrediniz. Güller, gülerek bülbüllere diyorlar ki: Susunuz ve susarak seyrediniz.”

Kalk ey nefsim; eğer çömleğin içindeki balı yemeğe üşeniyorsan, hiç olmazsa dallardan uzanan meyveleri kopar da ye. Haydi, rahmet olup yağalım, su olup akalım. Bahçelere, kırlara çıkalım. Bir ilkbahar sabahında güneşle uyanalım. Haydi çoluk çocuk hep beraber. Yollara düşelim. “Toprak, çocukların baharıdır,” diyor Hz. Peygamber (asm). Unutmayın davetlisiniz. Mevsimler çağırıyor…
Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.

4

07.12.2010, 17:40

Güzel paylaşımlar Allah razı olsun .


Not: demekki isteyince vakit ayırabiliyorsun.devamı olur inşallah.

5

12.12.2010, 09:35

“Leziz taamları, güzel meyveleri, Cenâb-ı Hakk’ın ihsanı ve o Rahman-ı Rahim’in in’âmı cihetinde sevmek, Rahman ve Mün’im isimlerini sevmektir, hem mânevî bir şükürdür.”

Sözler, Bediüzzaman

Allah razı olsun .
Biz nefse köle değil, Allaha kul olmaya geldik.

6

15.12.2010, 11:10

Kalp gözümüz acik olsun hep insaallah, gözümüzün önündeki hayretengiz seylere kör olmayalim.

Allah razi olsun kardes.
Ve asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadakatın şe’nidir.

7

16.12.2010, 08:58

Sen unuttun ama unutulmadın..Vasıtayı iyi seç...

Hepimiz ahiret yolcusuyuz,
inkârı mümkün değil....
Herkes bir sefere giderken yolda ve gittiği yerde kendine lazım olanları alır, diğerlerini almaz. İhtiyaç olmayanı almak ahmaklık olur. Dünyadan da, ahirete lazım olanlar tedarik edilir.
En akıllı insan, ölüme hazırlanandır.
En ahmak, dünyaya tapandır. Ahmaklar olmasaydı, dünya harap olurdu.

İnsan bir yere gitmek için, bir yerde vasıtaya biner, başka yerde iner,
dünya buna benzer.
Yalnız, vasıtayı iyi seç.

Son durakta ya Cennet ya Cehennem vardır...

Şeytan; uzaklaştırıcı demektir. Allahü teâlânın sevgisinden, merhametinden uzaklaştıran şeydir. Üç türlü şeytan vardır.
Birinci şeytan bilinen İblis ve torunlarıdır. İblis; Allah rahimdir affeder diye,
günahları vesvese verir, insan bunu dinlemezse çeker gider, bu şeytanın hileleri zayıftır.

İkinci şeytan nefistir; bu daha kuvvetlidir. Şeytan gibi çekip gitmez. Çok inatçıdır, tekrar tekrar aldatıncaya kadar uğraşır.

Üçüncüsü daha da kuvvetlidir. Bu kötü arkadaştır. Dünyada rezil eder, âhirette Cehenneme götürür. İnsanın imanını öyle çalar ki, o şahsın ruhu bile duymaz. Her türlü bozuk yayınlar da kötü arkadaştır. (Kitap, gazete, dergi, tv, vb.)

İnsanı çevreleyip imanına musallat olan dört düşman vardır;
Sağında şeytan, solunda nefis,
arkasında kötü arkadaş, önde ise dünyadır. Dünya bu zararda rehber olmuştur.

İnsanlar düşmanı dışarıda arıyorlar,
halbuki düşman kendi içimizdedir.
Bu düşman da nefistir.

Kim kime, neye güvenirse, yardımı ondan beklesin...

Kim neye benim demişse o şey ona düşman olmuştur...

Dünyanın en cahil, en ahmak mahluku, insanların nefsidir. Her isteği kendi aleyhinedir.
Gıdası haramlardır. Nefs, daima zararlı şey ister.

Allahü teâlâ buyuruyor ki;

Ey insanlar nefsinize düşman olun. Çünkü nefsiniz, benim düşmanımdır.

Emrime uyan Cennete, uymayan ise Cehenneme gidecektir.

İbadetlerin faydası Allahü teâlâya değil, herkesin kendinedir.
Maaşla çalışan bir doktor, bir hastaya ilaç verse,
ilacın doktora faydası yok diye o ilacı kullanmamak akla uygun değildir.
Zehir içsem doktora ne zararı olur diyerek zehir içmesi de ahmaklıktır.

İşte, günahlarımın Allah’a bir zararı yok diyerek,
her çeşit günahı işlemek akıl işi değildir.

Öldükten sonra başına gelecekleri düşünmeyen kimse akıllı olabilir mi?

Kur’an-ı kerimde sık sık, (Hiç mi düşünmüyorsunuz?) diye ikaz edilmektedir.

Yanlış vasıtaya binen,
istediği yere değil, vasıtanın gittiği yere gider.
Mesela Paris’e giden uçağa binen Kâbe’ye varamaz...

İnsanların çokluğu, dilediklerini yapmaları,
gaflet içinde yaşamaları sakın seni de gaflete düşürmesin.

Sen tek olarak öleceksin,

tek olarak kabre gireceksin,

tek olarak hesabını vereceksin.

Sen dini, imanı, Allah’ın emir ve yasaklarını unuttun.

Sen unuttun ama unutulmadın.

Sırat köprüsünde herkese 7 şeyden sual sorulacaktır,
cevap veremeyen düşecektir.
Bunlar; iman, namaz, oruç, zekat, hac, gusül ve kul hakkındandır.
Yedinci soruya kadar gelebilmek çok zordur.
Yedinci soru da çok zordur.
Peygamberler masum oldukları halde, günahsız oldukları halde burada korkarlar

ya sen?, ya ben?, ya bizler?............

Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.

8

16.12.2010, 09:03



İlahi!hamdini sözüme sertac ettim.zikrini kalbime minhac ettim.

Ben yoktum,var ettin;varlığından haberdar ettin.aşkınla gönlümü bikarar ettin

İnayetine sığındım,kapına geldim.kulluk edemedim affına geldim.

Şaşırtma beni doğruyu söylet,neş’eni duyur hakikatı öğret.

Sen duyurmazsan ben duyamam,sen söyletmezsen ben söyleyemem,sen sevdirmezsen ben sevemem.

Sevdir bize hep sevdiklerini,yerdir bize hep yerdiklerini,YAR ET BİZE ERDİRDİKLERİNİ.





Hiç Birşeyken Yolumu Hissedilenle Buldum Yani bana Hissettirenle

Allahım sen sözümü sözümden öncesini bilirsin,ben diyemem nekadar habersizim kendimden,beni senin gördüğün gibi kul olmaya yakıştırdığın gibi güzel kıl,ağlayışlarım hıçkırıklarım ne güzeldir senin yanında,çirkinliğim sırf sen istediysen bana hayır gelir,güzel gelir sen istediysen bu nasırlı ellerimin kanaması,ne çok hata ne çok günah affet Allahım affet allahım,sen beni çok seversin allahım ne çok seversin,bu güzeller güzeli inancı bana yar eylersin,bu canların cananların ötesi aşkı bana yol eylersin,sevgilerin en görünmeyenini kalbime göz bana dünyayı görünmez eylersin,ben yinede kanarım allahım acizim,sen benim kalbimide oraya yazılanlarıda bilirsin,her nefesimde seni anarsam orayıda temizlersin,ben anlatamamki yüreğimi,şu çırpınan yüreğim ne kadar meraklı ölüme faniyi sevip ölümün ötesi sevgiyi ezip geçmeye,tut Allahım tut yüreğimden bırakma ne olur bırakma Allahım ellerimi,sana ayan sendendir halim senin istediğin hal üzerinde doğru kıl beni,sabrım yok ne kadar şükürsüzüm cefayı bana sana daha çok varayım diye hak görürsün bilirim imtahanın en kolayındayım,ne diyeyim senin kahrında hoş lütfunda,sen hiç dert verirmisin sevdiğin kuluna,sev bizi,sevdir bizi,derdin tadına varmayı dermanı o tatda aramayı nasip et bize,amin Allahım amin
Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.

Bu konuyu değerlendir