Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

10.04.2009, 08:11

Esma-ül Hüsnayı Anlamak ıçin

Allahın isimlerini anlamak için yapılacak ilk iş..risalei nurun bunu nasıl işlediğini öğrenmek..her ismin cilvesi vardır..bu cilveleri bulmak bizi o cilve ile alakalı isme götürür...mesela;kuddus ismini anlamak için tanzif cilvesi veya fiilini anlamalıyız..tanzif (temizleme)manasında ..bu tanzifi kainatta göreceğiz..üstad 30.lemada 1.nüktede bunu anlatmış...oraya bakılmalı..taki ne demek istediğimiz anlaşılsın..yani üstad orda tanzif fiilinden kuddus esmasına intikal ederek..kainatı bu ismin cilvesinde okumuştur...Mesela;adl isminde tevzin ve mizan fiiline bakıyor..bu fiilleri kainatta görerek adl esmasını okumuş..

2

10.04.2009, 08:12

Bu konuyu açmaktaki amacımız;esmayı yakalayabilmek..anlayabilmek..okuyabilmek..bunu yapabilmek içinde elimizde risalei nur vardır..biz burda isimlerin üzerinde fazla durmayacağız..sadece isimleri anlamamıza yardımcı olan,fiilleri nazara vereceğiz..bazende icmalen esmadan örnek ekleyeceğiz...inşaallah faydalı olacak..taki esma ile kainatı okuyabilelim...

3

10.04.2009, 08:13

El Kuddus Esmasının Fiili ve Okunması

Mesela;ism-i Kuddûsün bir mazharı ve bir cilvesi olan fiil-i tanzif ve tathir dahi,..........bakınız burda kuddus isminin fiilini verdi...sonra bu fiil ile okumaya başlıyor...bakınız nasıl okuyor...........Bu kainat ve küre-i arz, daim işler ve büyük bir fabrika ve her vakit dolar boşalır bir han, bir misafirhanedir. Halbuki böyle işlek fabrikalar, hanlar ve misafirhaneler müzahrefatla, enkazlarla, süprüntülerle çok kirleniyorlar, bulaşık oluyorlar ve ufunetli maddeler her tarafında teraküm ediyorlar. Eğer pekçok dikkatle bakılmazsa ve tanzif edilmezse ve süpürülüp temizlenmezse, içinde durulmaz; insan onda boğulur. .......Halbuki bu fabrika-i kainat ve misafirhane-i arz o derece pak, temiz ve naziftir ve o kadar kirsiz ve bulaşıksızdır ve ufunetsizdir ki, bir lüzumsuz şey ve bir menfaatsiz madde ve tesadüfi kir bulunmaz, Zahiri bulunsa da, çabuk bir istihale makinesine atılır, temizlenir. Demek bu fabrikaya bakan Zat, çok iyi bakıyor. Ve bu fabrikanın öyle tanzifçi bir Sahibi var ki, o koca fabrikayı ve o büyük sarayı küçük bir oda gibi süpürtür, temizler, tanzim ve tanzif eder. Ve o pek büyük fabrikanın büyüklüğü nisbetinde muzahrafatı ve enkazından kalma kirli maddeleri, süprüntüleri bulunmuyor. Belki büyüklüğü nispetinde temizliğine ve nezafetine dikkat ediliyor. 30.lema.1.nükte

4

10.04.2009, 08:16

Bir insan, bir ayda yıkanmazsa ve küçük odasını süpürmezse çok kirlenir, pislenir. Demek bu saray-ı âlemdeki paklık, sâfilik, nuranîlik, temizlik, mütemadiyen hikmetli bir tanziften, bir dikkatli tathirden ileri geliyor. Ve eğer o daimî tathir ve süpürmek ve dikkatle bakmak olmasaydı, bir senede bütün hayvanların yüz bin milletleri arzın yüzünde boğulacaklardı. Ve semâvâtın fezasında tahribe ve mevte mazhar olan kürelerin ve peyklerin, belki yıldızların enkazları, başımızı ve diğer hayvânâtın başlarını, belki küre-i arzın başını, belki dünyamızın başını kıracaklardı, dağlar büyüklüğündeki taşları başımıza yağdıracaklardı. Ve bizi bu vatan-ı dünyevîmizden kaçıracaklardı. Halbuki, eskiden beri o yukarı âlemlerdeki tahrip ve tamirden, medar-ı ibret olarak, yalnız birkaç semâvî taşlar düşmüşse de, hiç kimsenin başını kırmamış.

5

10.04.2009, 08:18

Hem zeminin yüzünde her sene mevt ve hayatın değişmeleri ve döğüşmeleri yüzünden, yüz binler hayvânat milletlerinin cenazeleri ve iki yüz bin nebâtâtın taifelerinin enkazları, berr ve bahrin yüzlerini fevkalâde öyle kirleteceklerdi ki, zîşuur, o yüzleri değil sevmek, âşık olmak, belki öyle çirkinlikten nefret edip mevte ve ademe kaçacaklardı. Bir kuş kolayca kanatlarını ve bir kâtip rahatça sayfalarını temizlediği gibi, bu tayyare-i arzın ve bu tuyur-u semâviyenin kanatları ve bu kitab-ı kâinatın sayfaları da öylece temizleniyor, güzelleşiyor ki, âhiretin hadsiz güzelliğini görmeyen ve imanla düşünmeyen insanlar, dünyanın bu temizliğine, bu güzelliğine âşık olurlar, perestiş ederler. Demek bu saray-ı âlem ve bu fabrika-i kâinat, ism-i Kuddûs'ün bir cilve-i âzamına mazhardır ki, o tanzif-i kudsîden gelen emirleri, değil yalnız denizlerin âkilü'l-lâhm tanzifatçıları ve karaların kartalları, belki kurtlar ve karıncalar gibi, cenazeleri toplayan sıhhiye memurları dahi dinliyorlar.
.......arzu edenler ilgili risalede yani 30.lemadaki kuddus bahsini sonuna kadar okuyarak tanzif fiilinden ,kuddus esmasına intikal eder...yeterki okuyup,anlıyalım..30.lema.1.nükte

6

13.04.2009, 14:39

El Adl esmasının okunması

El adl esmasının(isminin) fiilini ise üstad veriyor;30.lemanın birinci nüktesinde..ve ism-i Adl ve Âdilin bir cilvesi olan fiil-i tevzin ve mizan; işte burda mizan ve tevzin fiiliyle okumaya başlamış..30.lemanın 2.nüktesinde..

birde bu gözle bakalım:Hem, adâlet ve mîzan ile iş görüldüğüne bürhan mı istersin? her şeye hassas mîzanlarla, mahsus ölçülerle vücud vermek, sûret giydirmek, yerli yerine koymak, nihayetsiz bir adâlet ve mîzan ile iş görüldüğünü gösterir. 10.söz..3.hakikat



burdaki mizan kelimesine dikkat edelim..mizan demek ölçü manasında..ölçünün olduğu yerde adalet vardır..ve orda adl esması tecelli etmiştir..mesela;gözümüzü ,kulağımızı,elimizi,ayağımızı,beynimizi,ağzımızı hep olması gerken yerde,en mükemmel şekilde tam ölçü dahilinde yerleştirmiştir Adili hakim olan Allah ..diğer mahlukatı düşünelim..dünyanın dönmesindeki tam ölçüye..güneşin oniki gezegeniyle tam ölçülü bir şekilde uzaya yerleştirilmesiyle,tam ölçü halinde gezmesine,dönmesine bakalım..adl ismini tefekkür edelim...

7

13.04.2009, 14:41

Hem, her hak sahibine istidadı nisbetinde hakkını vermek, yani vücudunun bütün levâzımâtını, bekâsının bütün cihazâtını en münâsip bir tarzda vermek, nihayetsiz bir adâlet elini gösterir.YANı VARLIğI ıÇıN NE ıHTıYACI VARSA ONU VERMış..MESELA;arının bal yapabilmesi için ne lazımsa vermiş..karıncayada vermiş..bülbülede hele çorap gibi yuvasını yapmasını için ,ne lazımsa vermiş..balığın suda yaşaması için ne lazımsa vermiş..insanın yeryüzünde yaşaması için ne lazımsa vermiş...daha hakeza..

Hem, istidad lisâniyle, ihtiyac-ı fıtrî lisâniyle, ıztırâr lisâniyle suâl edilen ve istenilen her şeye dâimî cevap vermek, nihayet derecede bir adl ve hikmeti gösteriyor. BURDADA ÜÇ NEVı DUAYA CEVAP VEREREK ADALETı GÖSTERMış..kim ne istemişse ,o istediği onun için gerekliyse vermiş ona...çekirdek ağaç olmak istemiş...ağaç olarak yaratmış..yumurta civciv olmak istemiş..vermiş..su çok yer kaplamak istemiş..demiri parçalayarak isteğini vermiş..


Ve bu manalarla bakınca kainatı adl esması kaplamış..elbette birisi varki adaletini bize gösteriyor..yoksa bu adaletle iş görmek sağır,cansız,akılsız kanunlar denilen tabiatın,serseri tesadüfün işi olamaz...demek Allah var ve adaletiyle iş görüyor..demek ahirette var..azabı hakedenlere cezasını ve mükafatı hak edenlerede mükafatını verecektir.




şimdi, hiç mümkün müdür ki, böyle en küçük bir mahlûkun, en küçük bir hâcâtının imdadına koşan bir adâlet ve hikmet, insan gibi en büyük bir mahlûkun bekâ gibi en büyük bir hâcetini mühmel bıraksın, en büyük istimdâdını ve en büyük suâlini cevapsız bıraksın; Rubûbiyetin haşmetini, ibâdının hukukunu muhâfaza etmekle, muhâfaza etmesin? Halbuki, şu fânî dünyada kısa bir hayat geçiren insan, öyle bir adâletin hakikatine mazhar olamaz ve olamıyor. Belki bir mahkeme-i kübrâya bırakılıyor. Zîrâ, hakiki adâlet ister ki, şu küçücük insan, şu küçüklüğü nisbetinde değil, belki cinâyetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin azameti nisbetinde mükâfat ve mücâzât görsün. Mâdem, şu fânî, geçici dünya, ebed için halk olunan insan hususunda öyle bir adâlet ve hikmete mazhariyetten çok uzaktır; elbette, Âdil olan o Zât-ı Celîl-i Zülcemâlin ve Hakîm olan o Zât-ı Cemîl-i Zülcelâlin dâimî bir Cehennemi ve ebedî bir Cenneti bulunacaktır.
__________________
iman insanı insan eder, belki sultan eder..

8

13.04.2009, 14:44

şıMDı ADALETıN ıKı TARıFı VAR....Evet, adâlet iki şıktır: Biri müsbet, diğeri menfîdir.BıRıNCıSı... Müsbet ise, hak sahibine hakkını vermektir. şu kısım adâletin bu dünyada bedâhet derecesinde ihâtası vardır. Çünkü, "Üçüncü Hakikat"te ispat edildiği gibi, herşeyin istidad lisâniyle ve ihtiyac-ı fıtrî lisâniyle ve ıztırâr lisâniyle Fâtır-ı Zülcelâlden istediği bütün matlubâtını ve vücud ve hayatına lâzım olan bütün hukukunu, mahsus mîzanlarla, muayyen ölçülerle bilmüşâhede veriyor. Demek, adâletin şu kısmı, vücud ve hayat derecesinde katî vardır.

ıKıNCı KISIM TARıFı ıSE;ıkinci kısım menfîdir ki, haksızları terbiye etmektir. Yani, haksızların hakkını, tâzib ve tecziye ile veriyor. şu şık ise, çendan tamamıyla şu dünyada tezâhür etmiyor, fakat o hakikatin vücudunu ihsâs edecek bir sûrette hadsiz işârât ve emârât vardır. Ezcümle, Kavm-i Ad ve Semûd'dan tut, tâ şu zamanın mütemerrid kavimlerine kadar, gelen sille-i te'dib ve tâziyâne-i tâzib, gayet âlî bir adâletin hükümran olduğunu hads-i katî ile gösteriyor. 10.SÖZ..SÖZLERDEN

şıMDı BU ıKı TARıFDEN ÇIKARAK ADALETı ANLAMAYA ÇALIşALIM...mesela müsbet adalette her hak sahibine hakkını vermek vardır..bir koyuna ne lazımsa onu veriyor..mesela koyuna akıl verseydi koyunun eli olamdığından yazı yazamıyacaktı..çok sıkıntı çekecekti..bunda zülüm görünecekti..mesela;her insan her ilmi anlıyamaz..kapasitesi ne kadarsa ona o kadarı verilir..kaldıramıyacağı ilim ona verilmez..verilse zülüm olur..

diğeride azabı hak kazananlara ceza vermek..mesela birisi birini vurup .öldürüyor..adam vicdan azabına dayanamayarak ya gelip teslim olup,cezasını çekmek istiyor yada intihar ediyor...işte buna bu hak verilmezse yani cezası çektirilmezse zülüm olur...çünkü vicdanın sesi kesilmez..kesilmeyince insan dayanamaz..
__________________
iman insanı insan eder, belki sultan eder..

9

13.04.2009, 14:48

ve ism-i Adl ve Âdilin bir cilvesi olan fiil-i tevzin ve mizan;30.lema..birinci nükte.ışTE BU CÜMLEDE ADL ıSMıNıN CıLVESı,KAıNATTAKı CıLVESı MıZANDIR.TEVZıNDıR..mizan ile tevzin aynı manaya geliyor.herşeyde bir ölçü,bir denge var...bir ilacda bile ölçü var..ilaçda bile adl isminin cilvesi var..şimdi BU MANA ıLE ıNCELEYELıM KAıNATI VE ARTIK ıNTıKAL EDELıM ADL ESMASINA...

BıZE BU LıNKTEKı KONU YARDIMCI OLUR..yeterki anlıyalım..bu linkteki konuyu iyice anladıktan sonra etrafa bakalım..herşeyde adaletin cilveleri var...http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1524

10

13.04.2009, 14:53

adl ismini anlamak için bu kadar sanırım yeter..inşaallah faydalı olur..diğer isimlere de bakacağız..sonra ama..

11

16.04.2009, 09:39

risalei nurda diğer esmaları anlamamız için bize lazım olan fiilleri göreceğiz..bu fiilleri iyi anlasak,fiillerin karşılığı olan esmayıda iyi anlamış olacağız...nerde temizleme fiilini görsek ordan hemen kuddus ismini anlamış olacağız..bu kainatı temizleyen kim...hatta insanın damarlarında bile kirli kan temizleniyor..göz kapakları gözü temizliyor..daha derin düşünürsek bu temizleme fiiliyle..göreceğizki kainatı kaplamış El kuddus ismi...yeterki anlıyalım...Adl esmasınıda mizanın(ölçünün )olduğu yerde göreceğiz..herşey bir ölçü varsa orda El Adl esması tecelli ediyor demektir...

12

16.04.2009, 09:41

Fettah esması

FETTÂH : Fetheden, açan.

FETTÂH-I ALLÂM : Herşeyi en ince ayrıntılarına varıncaya kadar bilen ve herşeye ayrı ayrı sûretler veren.

FETTÂHıYET : Fethedicilik. Cenâb-ı Allah`ın herşeye lâyık bir şekilde açma ve suret verme sıfatı.

FETTAHıYYET : Fethedicilik. Her şeye lâyık bir şekil açmak ve suret vermek sıfatı. (Yâni, Fettah isminin tecellisi ile basit bir maddeden ayrı ayrı çeşit çeşit, hadsiz muntazam suretlerin, beraber, her tarafta bir ânda, bir fiil ile açılmasıdır. ş.)

13

16.04.2009, 09:46

Birinci Hakikat: "Fettâhiyet" hakikatıdır...........; Yani Fettâh isminin tecellîsiyle, basit bir maddeden ayrı ayrı, çeşit çeşit, hadsiz muntazam(düzenli) suretlerin, beraber, her tarafta, bir anda, bir fiil ile açılmasıdır. Evet, nasıl ki umum kâinatın bağistanında ayrı ayrı hadsiz mevcudatı, çiçekler misilli, Fettâh ismiyle her birisine münasip bir tarz-ı muntazam(düzenli şekil) ve bir şahsiyet-i mümtâze(seçkin şahsiyet) kudret-i fâtıra(herşeyi yoktan benzersiz surette yaratan Allahın kudreti) açmış, vermiş. Aynen öyle de, fakat daha mu'cizâtlı olarak, zemin bahçesinde dört yüz bin enva-ı zîhayata dahi, her birisine gayet san'atlı ve hikmetli bir suret-i mevzune(ölçülü şekil) ve müzeyyene (süslü)ve mümtâze(seçkin,üstün) vermiş.


1- Annelerinizin karnında sizi üç karanlık içinde, bir yaratılıştan diğerine çevirerek yaratıyor. ışte Rabbiniz olan Allah Odur; bütün mülk Ona âittir. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde yüzünüz nasıl haktan çevrilir? 2- Ne yerde ve ne de gökte hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz. Annelerinizin rahimlerinde size dilediği gibi bir suret veren Odur. Ondan başka ilâh yoktur. Onun kudreti herşeye galiptir ve hikmeti herşeyi kuşatır." (Al-i ımrân Sûresi: 3:5,6.)

âyetlerin ifadesiyle, tevhidin en kuvvetli delili ve kudretin en hayretli mucizesi, suretleri açmasıdır. Bu hikmete binaen, feth-i suver(süretleri açma) hakikati tekrarla birkaç suretlerde Risaletü'n-Nur'da ve bilhassa bu risalenin ıkinci Makamının Birinci Babında, Altıncı ve Yedinci Mertebelerinde ispat ve beyan edilmesinden, onlara havale edip, burada bu kadar deriz ki:

Fenn-i nebatat ve fenn-i hayvanatın(Botanik ve zooloji bilimlerinin) şehadetiyle ve tetkikat-ı amîkasıyla,(derin incelemeleriyle) bu feth-i suverde(suretleri açmada) öyle bir ihata(hepsini içine alma) ve şümul(kaplamak) ve san'at var ki, birtek Vâhid-i Ehadden(tek bir zattan) ve herşeyde herşeyi görebilecek ve yapabilecek bir Kadîr-i Mutlaktan(sonsuz sınırsız güç sahibinden) başka hiçbir şey bu cemiyetli ve ihatalı fiile sahip olamaz. Çünkü, bu feth-i suver fiili ise, her yerde ve her anda bulunan, nihayetsiz bir kudretin içinde nihayet derecede bir hikmet, bir dikkat, bir ihata(hepsini içine alma) ister. Ve böyle bir kudret ise, ancak bütün kâinatı idare eden birtek Zâtta bulunabilir.

Evet, meselâ mezkûr âyetlerin ferman ettikleri gibi üç karanlık içinde bütün validelerin erhamında(rahimlerinde) insanların suretlerini ayrı ayrı, mizanlı(ölçülü), imtiyazlı(farklı), ziynetli(süslü) ve intizamlı(düzenli) olarak, hem şaşırmadan, yanlış etmeden, karıştırmadan, basit bir maddeden açmak ve yaratmak olan fettâhiyet; ve umum rû-yi zeminde(yeryüzünde) aynı kudret, aynı hikmet, aynı san'atla umum(bütün) insanları ve hayvanları ve nebatları ihata eden(içine alan) bu feth-i suver(süretleri açma) hakikatı, vahdâniyetin (herşeyin bir elden idare edildiğinin)en kuvvetli bir bürhanıdır.(delilidir).7.şuadan

14

16.04.2009, 09:49

Üçüncüsü: O hadsiz masnuatın(yani bitkilerin) yüz bin çeşit ve ayrı ayrı tarz ve şekilde olan suretleri, gayet muntazam(düzenli), mizanlı(ölçülü), ziynetli(süslü) olarak, mahdut(sınırlandırılmış) ve mâdud(sayılan) ve birbirinin misli ve basit ve câmid (cansız)ve birbirinin aynı veya az farklı ve karışık olan çekirdeklerden, habbeciklerden (tohumlardan)o iki yüz bin nevilerin farikalı(birbirinden farklı) ve intizamlı, ayrı ayrı, muvazeneli, hayattar, hikmetli, yanlışsız, hatâsız bir vaziyette umum efradının sûretlerinin fethi ve açılışı ise öyle bir hakikattir ki, güneşten daha parlaktır ve baharın çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları ve mevcudatı sayısınca o hakikatı ispat eden şahitler var diye bildi. "Elhamdû lillâhi alâ nimeti'l-îman" dedi. http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1745

15

16.04.2009, 09:51

Üçüncüsü: Birbirinin misli ve aynı veya az farklı ve birbirine benzeyen mahsur(sınırlanmış,etrafı çevrilmiş) ve mahdud (sınırlanmış)yumurtalardan ve yumurtacıklardan ve nufte denilen su katrelerinden o hadsiz hayvanların yüz binler çeşit tarzlarda ve birer mucize-i hikmet mâhiyetinde bulunan suretlerini, gayet muntazam (düzenli)ve muvazeneli(ölçülü) ve hatasız bir hey'ette açmak ve fethetmek öyle parlak bir hakikattır ki, hayvanlar adedince senetler, deliller o hakikati tenvir eder. http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1746

16

16.06.2009, 19:22

Risalei nurda işlenen esma dersleri anlaşılırsa,risalei nurda anlaşılır..esmayı birazda olsa anlamamız için bu çalışma yapıldı..yeterki istifade edelim.bu konu çok önemlidir.

17

10.05.2011, 10:59

SUBHANALLAH...
ELHAMDÜLİLLAH...
ALLAHUEKBER...

ALLAH(C.C.) Razı Olsun.
Edep aklın suretidir !

18

12.05.2011, 15:52

Şimdi baharın gelmesiyle azami manada fettahiyet hakikatını müşahede edeceğiz..bu suretleri açan elbette birisi vardır.aynı aynda sonsuz sayıdaki mahlukatta bunu gösteriyor..birde senede iki defa yenilendirmek süretiyle ayrı ayrı,simalar,suretler veriyor insanda...bunu yapan elbette birisi vardır.bu fiil yani suretleri açma fiili,tabiatın,esbabın işi olamaz..kim düşünebilir bu kadar süretleri..hemde ayrı ayrı,birbirine benzemeden,karıştırmadan verebilir bu suretleri..bir ressam bile bu kadar süretleri çizemez..peki bir süret şekli ressamsız olmuyorda ..bu kadar ressamın bile taklidini yapamıyacağı suretler ustasız olur mu?işte bu suretleri açan elbette birisi vardır .O da Fettah olan Allah.

19

12.05.2011, 15:57

Fettah ismi ile bu kadar bizden.

yeni açılımları olan eklesin..

devam edecek..inşaallah..konu uzun.

bakalım ne kadar faydalı olacak..

bu konu baştan başa marifetullahı anlatıyor..

20

12.05.2011, 15:57

Risalei nurda işlenen,esma dersleri anlaşılırsa risalei nur birazda olsa anlaşılır.

Çünkü risalenin çok yerinde esma dersi yapılıyor.

Bu konu çok önemlidir.

Biraz gayret gösterip anlamaya çalışalım.

Bunu yaparsak her yerde ,esmayı okumaya başlarız.

Temizlik yaparken Kuddus ismini,

amaçlı,gayeli çalışırken hakim ismini,

rızık yerken rezzak ismini,

hastalıktan şafi ismini vesaire okumaya başlarız.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir