UMAR MIYDIN ?
Mehmed Âkif
<<Odama girdim; kapıyı kapadım; ağlamağa başladım: O gün akşama kadar ıslâm'ın garibliğine (garibanlığına), müslümanların inhitâtına (kuvvetten düşüp parçalanmasına) ağladım, ağladım...>>
Sebîlürreşâd Mecmû’ası
şimal (Kuzey) Müslümanlarından Atâullah Behâüddin
Görünmez âşinâ bir çehre olsun (işlek meydanlarında) rehgüzârında;
(Bu) Ne gurbettir (üstüne) çöken ıslâm'a, ıslâm'ın (kendi) diyârında?
Umar mıydın ki: Ma'bedler (Câmi’ler, Mescidler), ıbâdetler (kimsesiz kalıp) yetîm olsun?
Ezânlar arkasından ağlasın (göçüp giden ümitsiz) bir Nesl-i Me'y'ûsun?
Umar mıydın: Cema'ât bekleyip durdukça (câmi’lerdeki) minberler,
(cema’ât değil de) Dikilmiş dört direk görsün, (ve zemîne) serilmiş bir yığın mermer?
Umar mıydın: Tavanlar (tâmirsizlikten çöküp) yerde yatsın, (uğradığı hasardan ve) rahneden (düşsün yorgun ve) bîtâb? Eşiklerden yosun bitsin, örümcek bağlasın (namaz kılınan) mihrâb?
Umar mıydın: O, taş taş devrilen, (birbirine kurşun kirişlerle kenetlenmiş sağlam) bünyân-ı mersûsun,
şu vîrân kubbelerden böyle son feryâdı (inleyip) dem tutsun?
ışit: On dört asırlık bir cihânın inhidâmından,(Çökerken)
Kopan (tufânın ve) ra'dın, ufuklar inliyor, hâlâ (gümbürdeyen) devâmından!
Civârın, manzârın, cevvin, muhîtin, (Kırım’ın, Tuna’nın, Bosna’nın, ıskeçe’nin, Çeçenistan’ın, Efganistan’ın, Pakistan’ın, Sumatra’nın, Endonezya’nın, Filipinler’in, Açe’nin, Trablus’un, Bingâzi’nin, Kahire’nin, Cezâir’in, Eritre’nin, şâm’ın, Kudüs’ün, Bağdat’ın, Lübnan’ın, Irak’ın, Filistin’in, Yemen’in, Bengaldeş’in, Keşmir’in, Türkmenistan’ın, Kerkük’ün, Anadolu’nun velhâsıl) her yerin mâtem (içinde kalmış); Kulak ver: Çarpıyor (her) bir mâtemin kalbinde (en az) bin (türlü elemler) âlem!
Ne (büyük) hüsrandır ki: Doldursun bugün (ıslâm Ümmeti’nin birliği olan) “Tevhîd”in enkaazı,
O, hâkinden nebîler fışkıran, iklîm-i feyyâzı! (toprağından nice peygamberler yetişmiş olan ıslâm topraklarını bugün yıkılmış olan ümmetin enkaazı mı dolduracakdı o feyizli coğrafyayı!)
Gezer(bir hâldey)ken tavr-ı istilâ alıp meydanda (ıslâm’ın haram ettiği) bin (çeşit) münker,
şu milyonlarca imân (sâhibi insan) (bu günâhları ve haramları yasak etmek için) <<nehy’e kalkışsam>> demez, (haramlardan sakındırmaktan) ürker!
Ömürler(den beri)dir (süregelen) bir alçak zulme (karşı boyun eğmiş) miskin inkıyâdından,
(Bu yüzden ıslâm ile amel etmenin şuuru) Silinmiş (gitmiştir) “emr-i bi'l-ma'rûf”un artık ismi
(hâfızasından ve) yâdından. [ “Emr-i bi’l-ma’rûf” ne demektir? Bunun değil ne yapmak olduğunu, hattâ kelime mânâsını dahî bilen Müslüman kalmamıştır! Çünkü, bu kadar dinsizlik ve sapıklık meydanları, caddeleri, evleri istilâ tavrı alıp doldurmuş olmasına rağmen, hiçbir sözde Müslüman kalkıp da işbu haramları önlemeğe gayret etmemiştir ve ömürleri boyunca bu vaziyete râzı olarak boyun eğmişlerdir! ]
Hayâ (ve iffet ve ismet ve şeref ve haysiyet ve namus ve ahlâk örtüleri) sıyrılmış (yerlere) inmiş: Öyle yüzsüzlük (var) ki her yerde... Ne çirkin yüzler(i) örtermiş meğer bir incecik (peçe) perde!
[Kadınların peçeleri, sâdece bedenleri değil, rûhları da örter ve çirkinliklere sed çekermiş meğer; peçeler yırtılınca, hem boyalı, makyajlı çirkinlikler, hem de dinsiz, şerefsiz karakterler sarmış oldu her yeri! ıffet, namus, ahlâk bitti.
Herkes birbirinin kadınına, kızına göz dikti! Sinekler üşüşmesin diye bir kâse tatlıyı örten adam; toz konmasın diye simiti kese kağıdına koyan adam; göz değmesin diye parasını cüzdanına hattâ kasaya saklayan adam.. gel gör ki, en kıymetli hazinesi olan hanımını ve kızını, yarı çıplak veya tam çıplak bikiniyle, çıplak erkeklerin güneşte sulanmış şehvetlerinin huzuruna sunmaktan hiiiiiiç hayâ etmedi! Böylelikle, insanoğlunun, ıslâmî şerîat’in emri istikametinde gerçekleştirdiği nefs mücâdelesi ile asırlardır mağlub ettiği şeytânî çirkinliklerden olan “haram kadına karşı şehvet, hırs, ihtiras, vakit ve nakit isrâfı, fuhuş, zina, zübbelik, müstehcenlik ve pornografi, rezillik, ahlâksızlık vs..” binbir türlü hâl, ıslâm beldelerinde yeniden kendini gösterdi, arz-ı endâm etti! Dikkat edersek, hem bu sefer “şeytânî hayat tarzı” diye değil ; bilakis, medenî ya da modérn hayat tarzı adı altında Müslümanlara zerk edildiğinden ; maalesef tadâvi de pek müşkül olmaktadır.]
”Vefâ” yok, “Ahde Hürmet” (zaten) yok, “Emânet” (bundan hiç bahsedilemiz bile!) lâfz-ı bî-medlûl;
”Yalan” râic (yürürlükte), “Hıyânet” mültezem (ve lüzumlu olmuş) her yerde, “Hak” (hakikat ve doğruluk ise kimseler tarafından bilinmez bir hâlde, yâni) meçhûl!
Yürekler “merhametsiz”, Duygular “suflî” (ya’ni hep belden aşağı), Emeller (ve arzûlar ise) “hâr” (ya’ni dinsiz, imansız ve din düşmanı ahlaksızlara ve sefihlere yakışır vaziyette..)
Nazarlardan (ve bakışlardan dökülüp) taşan (horlayıcı ve kınayıcı) ma'nâ, (ediyor) ibâdullahı istihkâr. (Allah’ın kulları olan mü’minleri aşağılıyor bu nefret dolu bakışlar ve süzüşler!)
Beyinler ürperir, Yââ Râb, ne korkunç (bir kâfirce) inkılâb (ıslâm memleketinde hâkim) olmuş:
(Küfür ve hakaret ile terk edilmedik) Ne din kalmış, ne iman;
Din, harâb (olmuş yıkılmış), iman (ise toz toprak gibi) türâb olmuş!
Mefâhir (ya’ni Mücâhid Ecdâdımıza âid iftihar edeceğimiz her şey bu şirk ve küfür deryâsı curcunasında) kaynasın (güme) gitsin de, vicdanlar (söylemekten) kesilsin (olsun dilsiz ve) lâl...
Bu izmihlâl-i ahlâkî (ve bu ahlâkî mahvoluş her tarafda) yürürken, (hiç) durmaz (durduğu yerde) istiklâl! (ve hürriyetimiz; elbet o da araya kaynayıp güme gider!)
Sen, Eyy bî-çâre (kalmış çâresiz) dindaş; sanki bizden hayr(lı bir yardım eli uzanacak diye) ümîd ettin;
Nihâyet, ye's(denilen ümidsizlik felâketin)e düştün; ağladın, (çok) ağladın, (hem cihânı) inlettin!
(Kalbinden dökülen ve yürekler dağlayan) Samiymi (göz)yaşlarında coştu rûhum, (allakbullak) hercümerc oldu;
Fakat, (şunu bilmez misin ki, karalar bağlayıp yas tutmak, ne de) mâtem (etmek), halâs etmez (kurtaramaz dört bir tarafını) cehennemler (gibi yangınlar ve tûfânlar) saran (bu perişân) yurdu.
Cemâ'at (dediğin bu ümmet, ölüm uykularından uyanmak ister) intibâh ister; (lâkin) uyanmaz (öyle sabah akşam döktüğün gizli) gizli yaşlarla!
Çalışmak!.. (işte budur lâzım olan ümmete) Başka yol yok; hem (de bilir misin) nasıl (çalışmak lâzımdır)? Canlarla,
Başlarla,
Alın’lar (hele bir Allah için çalışıp) terlesin, (hiç vakit kaybetmez) derhal iner (göklerden) mev'ûd olan (va’d edilmiş) rahmet,
Nasıl (olur da) haasir kalır (hasret içinde olur) <<Tevfiki hak ettim>> (“ben Rabbimin yardımı ile muvaffakiyeti ve başarıyı hak ettim) diyen (bir uyanmış) millet?
ılâhi! (Eyy ılâhım olan Allah!) Bir müeyyed (sapasağlam), (ve) bir kerim (cömert) el yok mu (ki)tutsun da,
Çıkarsın (bu bin perişân olmuş Doğu’yu) şark'ı zulmetten (ve karanlıktan), (sonra da alıp) götürsün (ümmet-i muhammed’i) (hasretle beklediğimiz o günün doğuşu olan) “Fecr-i maksûd”a?
ıstanbul, 24 Ekim 1918.