Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

29.09.2003, 05:23

Bediüzzaman hakkında şiirler



Bükülmez bileği, göğsü Kur’ân’ın sarsılmaz siperi,
Ey şems-i evliyâ, ey asrın âlî müceddidi,
Doğduğu günden beri Barla’dan bin ziyâ ile Nur’un ziyâdar güneşi,
Îtikadımız sağlam, tarîkımız Kur’ân, “ileri”.
Ümitvârız, bize kışlardan eşsiz baharları müjdelediğinden beri.

Zulmün belini kırdı, Kur’ân’ın elmas kılıncı pek yaman
Zalimlere dedirteceğiz, Sözler’in yardımıyla el-aman
Afakın karanlığı, şuâlar’ın ziyası ile aydınlandığı zaman
Mesnevî-i Nûriye ile bulacak dertli gönüller derman
Artık, bin Said’ler ile çağlıyoruz, ey âli kahraman
Nurefşânımız, üstadımız, seydâmız, ya Bediüzzaman!

şeref KıRACI

2

30.09.2003, 00:03

SAid Nursi

Said Nursi Bediüzzama ait daha cok siirler ariyorum. Ama Risale i Nurun icindekilerden degil. onlar zaten var. Üstteki siir gibi olan ve Bediüzzamani konu eden siirler biliyorsaniz lütfen aktarirmisiniz?

TSKR

3

01.07.2004, 05:28

Üstadım

Yazıp çizdiğim her şeyi sana atfetsem yeri
Naçiz şiirim anlatamaz sendeki değeri
Sana öyle sevgim var ki anlatılmaz, yaşanır!
Senden bahsetmekle Seydâ, sözcüklerim şanlanır!

Keşke dünya gözüyle görebilseydim yüzünü
Feda ederdim sana gecemi gündüzümü
Aşk sevgi dedikleri taş çatlasa işte budur
Üstadın himmeti her yarayı ondurur

Yeter ki aç elini iste Rabb-i Rahiminden
Üstadın himmetini eksik eylemesin bizden
O ki Peygamber torunu, sahibi âhir zamanın
O ki tiryakını bilir bizdeki yaranın

Düşmanlara bile hakkını helâl ettin
Küfrün belini kırdın, zalimleri titrettin
Üstadım Allah senden razı olsun
ınşallah Rabbim bizi senin yanına koysunSaid Ali ORTAKAş

4

19.03.2005, 09:21

YAğMUR

Doğunun kanlı şafaklarından birinde ışık vurdu yüzüne.

Nefeslere derinlik veren taze bir seherde,

ruhların göçebelik kışkırtısına yakın olduğu sabah vakitlerinde

duru bir reşha olarak vardı yeryüzüne.

Saliha bir ananın göz yaşından taştı da geldi.

Helal-haram kaygısını bir tutam ota taşıyacak denli

müttaki bir babanın alın terinden billurlaştı da yağdı yağmur.

şarkın humma nöbetleriyle kıvranan toprağına dokundu en önce.

Son alimlerin son nefesleriyle savruldu yağmur,

aşkın rüzigârına tutuldu, damla damla sevdaya aktı.

Yitirilmiş bir coğrafyanın dağıyla taşıyla kucaklaştı,

fakrla, cehaletle, zaruretle derinleşen bir yaranın orta yerinde kan olup aktı, kıvrandı.

Uçurumlara düştü, mağaralara sığındı, taşlarla arkadaş oldu, pınar başlarından taştı,

gecenin orta yerinde yüreğine düşen dava ateşiyle buharlaştı.

Van Kalesi’nin taşlarından devşirdiği haşin fıtratını,

Zernabâd suyunda yıkadığı duru, keskin bakışını,

şark’ın kavruk toprağından beslediği ateşîn zekasını alıp yeniden göğe karıştı yağmur.

Bir sabah tozlu ayaklarıyla vardığı ıstanbul’a,

ırkçılık, küfür, şüphe ve emperyalizmle kirlenmiş bu iklime,

muhteşem bir saltanatın batmaya yüz tuttuğu hazan mevsiminde

bir ikindi yağmuru olup düştü.

Mahzun coğrafyanın meyus insanlarına,

peşi sıra getirdiği şark ışıklarıyla taze ve rengarenk bir gökkuşağı sundu.

Hiçbir yağmura benzemiyordu.

Sanki başka zamanlara, başka mevsimlere, başka coğrafyalara aitti de,

bu talihsiz mevsime, bu mahzun şehre kazara uğramış gibiydi.

Bediüzzaman’ dediler yağmura.

Eşsiz ve belki zamansız yağmış bir yağmurdu.

Acele etmiş, kışta gelmişti.

Çiçekleri solmuş, tohumları kurumuş bu topraklara,

yazı baharı unutmuş bu iklime yeni baharlar getirecekti.

Yağmur, soğuk ve acı kışlarda da yağdı.

Kalemin ve kılıcın ucu sıra şehir şehir dolaştı.

Harflerin efsununda savruldu, harplerin hüznünde yoğruldu.

Kalemi ve kılıcı bir tutan alim hassasiyetini ve mücahid heyecanını her diyarın göğüne taşıdı yağmur.

ılmin mürekkebine dolanıp sayfalar boyu yazı olmayı da,

şehidlerin kanına karışıp yeni baharların toprağına gömülmeyi de göze aldı.

Sayfalar boyu kara harfler gözlere nur olacak ve şehidler şehirlere gözyaşı olacak değil miydi nasılsa?

Yağmur eninde sonunda gözlere değecekti.

Son terazide, alimin mürekkebi ile şehidin kanı bir tutulacak değil miydi?

Yağmur göklüydü ve nasılsa göğe dönecekti.

Bir gece, hain bir pusunun girdabına düştü yağmur.

Acımasız bir kılıcın ucunda, paslı bir namlunun ardı sıra yabancı ellere savruldu.

Volga nehrinin hazin akışına kapıldı.

Yaban rüzgarlarına esir düşüp, uzak coğrafyalara sürüklendi.

Gecenin koynunda, gurbetin kapkara hüznünde,

zihninde çakan yakıcı şimşeklerle sarsıldı,

yüreğinde kopan fırtınalarla yeniden yeniye duruldu,

ruhuna saran gökgürültüleriyle yeniden ateşlendi.

Ve yağmur şanlı saltanatın yıkık taşlarına yeniden yağdı.

Güzel zamanlardan geriye kalan bu donuk bakışlara dolandı durdu.

Duruldu.

Saltanatsız, devletsiz ve hilafetsiz bir payitahtın son küllerini yıkadı.

“Esaretten sonra” yeniden Anadolu’ya vardığında,

Ankara Kalesi’nde soluk bir ikindi vakti,

Avrupa’dan gelen katran karası küfrün gölgesini hissetti.

"Ankara’dan en kara bir halet"le yeniden ilk yurduna,

Doğu’ya doğru yola çıktı.

Medeniyetin kirlerini, saltanat ve iktidarın yükünü üzerinden atarak hafifledi, duruldu.

Yalın bir damla olarak yeniden Erek Dağı’nın serin kuytularına döndü.

Sözler’ce kalbimize yağmak için, Mektup’larca ruhumuza varmak için,

aklımıza Lem’a Lem’a şualar düşürmek için saflaştı, inceldi, çoğaldı, çağladı.

Yağmurla ilk kez çay kokulu bir sonbahar akşamı tanıştım.

Karşımdan değil, yanımdan konuşuyordu yağmur.

Yağmur gibi yükseklerden konuşuyor ama yumuşakça iniyordu zihnime.

“Yağmurca” söylüyordu, incitmesiz ve berrak.

Sessiz ama ahenkle; kimseyi kimseden ayırmadan ve herkese özel olarak düşüyordu Sözler’i.

Kağnı sırtında meçhul bir sürgüne giderken, öküzün kanayan ayağını dert edinen Yağmur’du.

Sessiz ve kimsesiz bir yalnızlığa itilirken, yavrusuna giden kuşlara kanat geren Yağmur’du.

Barla’nın hüzünlü yalnızlıklarında, Çam Dağı’ının vahşetli gecelerinde çise çise yağan, sessizce çoğalan, hece hece biriken, Sözler’ce taşan Yağmur’du.

Denizli, Eskişehir, Afyon hapishanelerinin duvarlarını yıkan bakışlarla yağdı Yağmur. Parmaklıklara inat yeryüzünün her noktasına vardı, zerreden küreye herşeyi tefekkürle yıkadı yağmur.

Bir bahar günü, Eğirdir Gölü’nün yeni açmış çiçekleri, taze kokulu yapraklarıyla sele dönüştü yağmur.

Yaprak yaprak, çiçek çiçek binlerce Esmâ’ya şebnem oldu.

Esmânın güzel kanatları arasında bizi Haşre, Ebede, Cennete taşıdı Yağmur.

Gözlerimizin gördüğü suretlerden gönlümüzün gördüğü hakikatlere sürükledi bizi.

Öylece "yeryüzündeki rahmet eserlerine nazar" eyledik.

Ve öylece dirilişe, hesaba, ebede vardı aklımız.

Yusuf’un[as] rüyasıyla uyandırdı bizi.

Kuyuda ve zindanda aklımızı hakikate boğdu.

Yunus’un[as] gecesiyle aydın etti gözümüzü.

Yunus’un[as] denizinde dalga dalga gerçeğe savurdu nefsimizi.

ıbrahim’in[as] düştüğü yangından bize ebedî güller devşirdi.

Musa’nın[as] asasını dilimize verdi; taşı tefekkürümüze taşıdı,

katı kalpleri taşla yumuşatacak Sözlerle geldi.

Eyyub’un [as] sabrını yüreğimize indirdi Yağmur.

Damağımıza metanetli bir Eyyub duası yapıştırdı.

Ve ‘Bütün Zamanların En Güzel Yağmuru’nu, Muhammed Mustafa Aleyhisselatüvesselamı, ‘Reşha, Reşha’ bu çorak iklime, bu kurak dimağlara indirdi Yağmur.

Gülü ve salâvatı, bülbülü ve nübüvveti, insanı ve haşri, geceyi ve yıldızları, göğü ve tevhidi yeniden yeniye yoğurup yıkadı Yağmur.

Hiç incitmeden, yıkmadan ve kırmadan, üzmeden ve korkutmadan alnımıza, aklımıza yağdı.

Hiç ayırmadan ve bölmeden, hiç zorlamadan ve yormadan dimağımıza ve damağımıza değdi Yağmur.

Ve hala Sözler’ce yağıyor yüzümüze, sabahları şebnem olup Lem’a Lem’a parıltılar saçıyor, ebedi bir bahardan, sonrasız bir andan taze ve sımsıcak Mektuplar taşıyor, sayfalar boyu gökkuşağı oluyor, gözümüze ve gönlümüze şualar gönderiyor.

Yağmur hâlâ yağıyor.

Said’in gözlerinden yağıyor yağmur.

Ve Said’in Sözler’inden rahmet hece hece gözlerime iniyor.

Senai Demirci

5

26.03.2005, 06:07

Zamana düşen parıltı

Bin sekiz yüz yetmiş sekiz nurlu bir yıl idi
Nurs köyü göklere nur savuruyordu
Sema âlemi o an sanki coşmuştu
Ve esen ılık bir rüzgâr nuru müjdeliyordu

Bir güneş ki üflemekle sönmeyen
Bir ilim ki göl deniz okyanus olan
Bir hakikat ki uğruna canlar verilen
Bir yol ki sırat-ı müstakîme götüren

Zehirlediler masum zatı almadı ruhunu Allah
Sürgünden sürgüne sürdüler sönmedi biiznillah
ışkenceler nice cefalar verdiler yıkılmadı Abdullah
Himayedeydi koruyordu onu yüce Allah

Zulüm arttıkça arttı nuru arttı iman ilmi
Yayıldı tüm her yere nuru feyzi
Dünya aydınlıktı onunla bahtiyardı
Felâha girdi kutsî dâvâsıyla niceleri

Can AKSOY

6

27.03.2005, 06:11

Üstadım

Üstadım

Sen çektin anlatılmaz nice çile
Gördün imanda zayıflık, yazacağım dedin nuru ille
Tamam ettin nuru, göçüp gittin berzaha,
Biz anlatacağız nuru dille.
Her sözünde güneş gibi aydınlık var,
Ruhun şad olsun Üstadım.

ınsan aslını unutup dalâlete saparsa,
Mahkeme-i kübrayı unutup dünyaya taparsa
Risâle-i Nur cihanşümul irşad olsun Üstadım.

Sayende, iman gözümüzü bürürken,
şükürle yaşayıp, bu sabır bizde var iken
Dünya zahmet yeri, hayat bizi gamla sürürken
Nur ışığı ömrümüze tat olsun Üstadım.

Bizler de ruh âlemine göçünce,
On sekiz bin âlem, nuru, feyzi okuyup görünce
O zaman adın dillerde yâd olsun Üstadım.

Gün fitne fesat günü, hayatları zehirlediler
ınsanlığı dalâlete, küfre akan nehir ettiler
Yaşanacak güzelliği sair bahara tehir ettiler
Dileğimiz yüce Allah’tan ıslâhlarıdır Üstadım.

Ömür kısa, ulaştırdın bizleri ilim bahtına,
Taleben diye, duânla gideceğiz Cennet tahtına,
Çıkardın âlem-i ıslâmı iman edep tahtına,
Aziz ruhuna binler rahmet olsun Üstadım.

ıbrahim ASKAN

7

07.04.2005, 01:39

FERıD MAKAMINDA ÜSTADIM...

Kabri meçhul olan ımam-ı Ali’nin
Nurlu torunu Üstadım benim
Âlimin, aminin, şeyhin, velînin
Büyük mürşidi Üstadım benim

ıstimdat etmiş ısm-i Azamdan
Müjdeler almış Gavs-ı Azamdan
Müstefid olmuş eslaf-ı izamdan
Ferid makamında Üstadım benim

Bir gün vaz ederken Ayasofya’mda
Bir gün hutbe okur Mescid-i şam’da
Bir gün Selânik’te koca meydanda
Hakikat haykırmış Üstadım benim

Duyup yağmurun rikkat nağmesini
Dinlemiş Volga’nın hazin sesini
Esaret kampında vermiş dersini
Tatar Camii’nde Üstadım benim

Çamlıca’dan seyrederken Boğazı
Davud gibi yankılandı âvâzı
Ehl-i iman için bütün niyazı
Münacât dersinde Üstadım benim

şekerci Hanına olunca dahil
Etrafını sardı yüzlerce sail
Cömerttir ilimde olmadı bahil
Kuran hizmetkârı Üstadım benim

Van’da yoktur diye kimse diyemez
“Davam” nidâsını sağır duyamaz
Horhor’da herkes yüzün yuyamaz
Başid’de, Erek’te Üstadım benim

Gelmiş şanlı Erek’ten ta Çamdağı’na
Göller serpmiş Isparta’nın bağına
Gelince meydan okuma çağına
Kükremiş Afyon’da Üstadım benim

Dağ gibi devleşmiş Kastamonu’da
Nurdan bir ağ örmüş Anadolu’da
Teksirin başında ınebolu’da
Neşretmiş nurları Üstadım benim

Deccal yamakları etse de ifrat
Denizli’de hâkim demiş beraat
Cennet ucuz değil kurulur Sırat
Geçer Tullabıyla Üstadım benim

Zulümât kalmasın artık beşerde
Gelen nurlar şifa olsun her derde
Nesl-i ceditten müjde var her yerde
Sahibüzzaman’dır Üstadım benim

Feth-i Mekke gibi putlar göçüyor
Zulmet perdesini nûrun açıyor
Hasan der sabır yok, zaman geçiyor
Bir himmet daha Üstadım benim

HASAN şEN
Güzellik ne oradadır, ne burada; ne şu zamanda, ne bu zamanda; ne Roma’da, ne Atina’da. Güzellik, hayran olabilen bir ruh neredeyse oradadır. Başka yerde ararsanız, nafile!
-Henry David Thoreau-

8

07.04.2005, 01:43

SELAM GÖTÜRÜN ÜSTADIMIZA...

Makamın Urfa’da Halilürrahman
Medresen Van’da yekpâre taştan
Seccâdem ıslandı gözdeki yaştan
Gözyaşları selâm götürün Üstâdımıza

Sesin gelir Isparta, Barla’dan, Sav’dan
Okunur Nur Eserin koca bir destan
Âb-ı hayat içtik bu nurânî tastan
Taslar selâm götürün Üstâdımıza

Seksen iki yıllık koca bir ömür
Gösterdi âleme nedir elmasla kömür
Nurdan damlalarla geldi bu yağmur
Damlalar selâm götürün Üstâdımıza

Gezdiği yerlerin toprağı taşı
Üstadın hasretiyle akıtır yaşı
O sultanın kadîm zikir arkadaşı
Ulu çınar, selâm götür Üstâdımıza

O hep bizimle diye avunur yürek
Sanki semayı tutan ulu bir direk
Beyaz sarığınla sen ey şanlı Erek
Sen de selâm götür Üstâdımıza

Müjdeler verdin bir kurtuluştan
O beşaretinle kurtuldum yastan
Yepyeni tarih yazıldı yeni baştan
Yazılar selâm götürün Üstâdımıza

Gel nur yolunda nurlarla birleş
Pür nur olan kula dokunmaz ateş
Ey üflemekle sönmeyen güneş
Bol selâmlar götür Üstadımıza

Derinden duyulur bir zikir sesi
Makamından gelir onun nefesi
Halilürrahman’ın ulu minaresi
Her vakit selâm söyle Üstadımıza

Çam dağı soğuğunla kar’ınla
Isparta güzel gül bağlarınla
Barla denizi sen de dalgalarınla
Selâmlar götürün Üstâdımıza

Ulu Hünkârdan gelince kelâm
Gayretinize hayran oldu âlem
Sav köyünde yazan bin kalem
Selâmlar yazın Üstâdımıza

Cennet bahçesindeki gonca güller
Dalında şevkle şakıyan bülbüller
Tevhid nurunu neşreden diller
Selâm söyleyin Üstadımıza

Üstâdı duymaktı onun dileği
O cezbe içinde atar yüreği
Cami-i Emevî’nin nurlu direği
Selâm söyleyin Üstadımıza

Hakkın sedasını daim duyanlar
Büyük bir dâvâya imza koyanlar
Nur kervanında yeri olanlar
Gelin selâm edelim Üstadımıza

Hasan şEN
Güzellik ne oradadır, ne burada; ne şu zamanda, ne bu zamanda; ne Roma’da, ne Atina’da. Güzellik, hayran olabilen bir ruh neredeyse oradadır. Başka yerde ararsanız, nafile!
-Henry David Thoreau-

9

07.04.2005, 01:45

AYRILIK şııRı

Çekilip nûr-u hidâyet yine zindân olacak;
Yine firkat, yine hasret, yine hüsrân olacak.

Yine sen yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm;
Çünkü hicrân dolu kalbim yine hicrân olacak.

"Yine göç var" diye, Mecnûn'a haber verme sakın.
Yine mâtem, yine zâri, yine efgan olacak.

Haber aldım ki, yarın yâd olacakmış bize yâr;
Ne büyük yâre ki, kimler buna dermân olacak?

Bu büyük derd-i elemden kime şekvâ edeyim?
ışiten nâlemi, hep ben gibi nâlân olacak.

Kab-ı Kavseyn'den alıp dersimi bildim ki ayân,
O güzel nûr-u bedî', mânevî sultan olacak.

Sakınıp, Feyzi-i bîçareye bahs açma bugün;
Yeni baştan yine şeydâ, yine giryân olacak.

Hasan FEYZı
Güzellik ne oradadır, ne burada; ne şu zamanda, ne bu zamanda; ne Roma’da, ne Atina’da. Güzellik, hayran olabilen bir ruh neredeyse oradadır. Başka yerde ararsanız, nafile!
-Henry David Thoreau-

10

07.04.2005, 01:47

HZ.BEDıÜZZAMAN GÖÇTÜ

Tabutun Hakk’a yürüdüğü an
Nasıl yıkılmadı şu koca cihan
Ağla ey gözüm, ey ciğerim yan
Bir karanlık oldu, sanki zaman göçtü
Bu dünyadan Hz.Bediüzzaman göçtü

Cihâdın âleme bir destan oldu
Ektiğin tohumlar hep gülistan oldu
Firâkın âleme yevm-i mâtem oldu
Bir karanlık oldu, çünkü Nuruzzaman göçtü
Ağlasın semâ ve arz, Hz.Bediüzzaman göçtü

Cümle ahbab ortak oldu kaderimize
Yalnız nurların teselli verdi bize
Kırılırken kabrin sığmadık bendimize
Mezarlarınla birlikte sanki şu cihan göçtü

Senin ismin vardı ol resûlün dilinde
Senin nurunu tutar Ebu Bekir elinde
Senin bahsin ımam-ı Ali Celcelutiyesi’nde
Bir karanlık oldu, evet Sahibüzzaman göçtü
Ağlayın ey kardeşler, Hz.Bediüzzaman göçtü

Karanlık âleme nurdan inciydi o
ınsanlık âlemine büyük bir münciydi o
Son müceddid çünkü onikinciydi o
Bir karanlık oldu ımâmüzzaman göçtü
Ağlasın bütün âsuman, Hz.Bediüzzaman göçtü

Nûrundan bahseder Hazret-i Kur’an
şahittir buna melek, hem ins hem can
Asrın imamısın sen, bu herkese ayan
Bir karanlık oldu, çünkü Garibüzzaman göçtü
Ağlasın Tullâb-ı Nur Hz.Bediüzzaman göçtü

Tevhid pınarından içtik kana kana
Yemin ettik sahibiz senin yüce davana
Bizden selam olsun o şanlı imama
Bir karanlık oldu, çünkü Feridüzzaman göçtü
Bu dünyadan Hz.Bediüzzaman göçtü

Fanî âlemden biz de göçeriz elbet
Kavuşuruz Üstâda, hem ebedî müddet
Risâle-i Nur’da zulümât kalmaz müebbet
Bir aydınlık oldu ve âlem nûra göçtü
Müjdeler vererek Hz.Bediüzzaman göçtü

Hasan şEN
Güzellik ne oradadır, ne burada; ne şu zamanda, ne bu zamanda; ne Roma’da, ne Atina’da. Güzellik, hayran olabilen bir ruh neredeyse oradadır. Başka yerde ararsanız, nafile!
-Henry David Thoreau-

11

15.06.2006, 10:50

. . . HIZIR

Bir yar kenarında
. . . . . . . . . . . . uzatı verdin
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . elini
Geleydin
. . . . . . bir an sonra
Solcan
. . . . . olcaktı
. . . . . . . . .yüreğim


. . . . . . . . . . . . . . . . Cevat Uykan
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

12

02.07.2006, 14:21

Üstadım

Yazıp çizdiğim her şeyi sana atfetsem yeri
Naçiz şiirim anlatamaz sendeki değeri
Sana öyle sevgim var ki anlatılmaz, yaşanır!
Senden bahsetmekle Seydâ, sözcüklerim şanlanır!

Keşke dünya gözüyle görebilseydim yüzünü
Feda ederdim sana gecemi gündüzümü
Aşk sevgi dedikleri taş çatlasa işte budur
Üstadın himmeti her yarayı ondurur

Yeter ki aç elini iste Rabb-i Rahiminden
Üstadın himmetini eksik eylemesin bizden
O ki Peygamber torunu, sahibi âhir zamanın
O ki tiryakını bilir bizdeki yaranın

Düşmanlara bile hakkını helâl ettin
Küfrün belini kırdın, zalimleri titrettin
Üstadım Allah senden razı olsun
ınşallah Rabbim bizi senin yanına koysun

Said Ali ORTAKAş

odenizci

Orta Düzey

Mesajlar: 155

Konum: kocaeli

Meslek: emekli

Hobiler: şiir-araştırmacı yazar

  • Özel mesaj gönder

13

31.01.2007, 00:43

Allah Yolunda

--------------------------------------------------------------------------- -----

Allah Yolunda

Bir insan,
Düşünüyorum .
Korkmaz.
Davası için,
Hep ayakta,
Uykusuz,
Ruhu cesedine,
Hükmetmiş.
Kalbi nefsini,
Dizginlemiş.
Aklı midesini,
Düzenlemiş.
Peygamber sevgisiyle,
Bezenmiş.
Allah cc yoluna,
Başını koyan.
Peygamber aşığı,
Bir insan gelmiş.
Bu asır,
Kıyamet asrıymış.
şunlar hayal değil,
Hakikat.
Meydanda duruyor.
Tarihçeyi hayat.
Bir hayat ki,
Ne güç yeter.
Ne takat.
Ne yıkılmazları,
Devirmiş.
Rus kumandanına,
Boyun eğmemiş.
Süfyanizme
Çeki düzen vermiş.
Azim dolu.
Bir imanla,
Haykırmış.
On üçüncü asrın,
Minaresinin,
Başında durmuş.
Küfrün beline,
ımanın baltasını,
Vurmuş.
Faziletli, imanlı,
Bir nesle,
Kapı açmış.
Teslim etmiş.
ınananlara,
Sağlam yapı.
“ıman hem nurdur
Hem kuvvettir”
Demiş
O kuvveti,
Elde ederek.
Kâinata meydan,
Okumuş.
Ey üstad!
Uydun,
Yüce Resule,(asm)
Yolunda, izinde,
Davanda yok hiç hile.
Düşmanlarına,
Hakkını,
Helal etmekle,
Elbet bizlere,
Ulvi bir dava bıraktın.
Uydun Resulün,(asm)
Daima sünnetine.
Çözdün kelepçeleri,
Namaz vaktinde.
Senin için,
Ne yazılsa azdır.
ıslam’ı yaşayana,
Kış da, yazdır.
Neticede kavuştun,
Allah’ın Resulüne,
Yeni halkalar,
Dâhil oluyor.
Bıraktığın davanın,
Kopmaz zincirlerine.

Osman Karahasanoğlu
03.11.1994

14

24.03.2007, 21:13


Ey Üstadım, nerdesin!

Yürüseydim tabutunun ardından
Gönlüm kırık boynum bükük
Fakat taşımak nasip olmadı
0 nurdan tabutu ve
Bir ağaç dikemedim
Kabrinin başına
Nurdan bir ibare yazamadım
Mezar taşına
Engel olamadım
Gönül ikliminden
Gelen gözyaşıma
Ey ımâmüzzaman nerdesin


Ne bahtiyardır Güneş
Her gün ışığıyla okşar
Nurlanan kabrini
Kamer her gece
Gelen uluları seyreder
Bülbül her seher
En güzel nağmelerini
Senin için söyler
Ve rüzgâr müjdeler fısıldar
Nur fetihlerinden
Ey Feridüzzaman nerdesin


Ne olurdu kabrinin toprağını
Islatsaydı gözyaşlarım
Fakat izin vermedi
Rahmet bulutları
şimdi gözyaşlarımı
Senin bastığın topraklara
Sarıldığın mübarek Çınara
Barla’da nurlu medresene
Urfa’da boş kabrine döküyorum
Ey Üstâdım nerdesin


Hasret, elem ve ümit
Her gün tozar içimde
Erek Dağının erimez karları gibi
Işık ve renkler kaybolur
Gören, duyan, hisseden ve
Yaşayan anlar gerçeği


Ey veda yolcusu! Elveda deme
Elini veda için değil
Himmet eli olarak uzat
Peygamber varisi olarak
Yed-i beyzâ misali o el ile
Resûl-i Ekrem’e biat edelim


Kalbe şifa veren yepyeni
Bir baharın
Müjdesini aldım
Hicran karanlığı
Sararken ruhumu,
Sesler duydum mâverâdan
Uzak âlemlerin rüzgârı
Gönül kulağıma üfledi
Sükût kâsesinde,
Biz hep beraberiz diye


Ey Bedi’
Senin izini buldum
Barla’nın toprağında
Sesini duydum
Saba rüzgârında
Gözyaşlarını gördüm
Ulu çınarın yaprağında
Üç devir şahlanışını okudum
Tarihin altın sayfalarında
Ve seni gördüm
Eserinin satırlarında
Sormuyorum artık nerdesin
Her Nur Talebesi âyine olmuş
Her talebe küçük bir Said olmuş
Üstadım sen gönlümüzdesin

Hasan şEN
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

odenizci

Orta Düzey

Mesajlar: 155

Konum: kocaeli

Meslek: emekli

Hobiler: şiir-araştırmacı yazar

  • Özel mesaj gönder

15

25.03.2007, 02:50

Korkusuz ınsan Said Nursi

Korkusuz ınsan Said Nursi

Âsarı Bediiye,on dört bölümlük kitaptır.
Bu kitapların hepside,gerçek ve haktır.
Sen gerçeği öğrenmezsen,onu kimler okuyacaktır.
Felsefe,sosyoloji,edebiyat,mantık ve belagattır.
Yazarı Bediüzzaman Said Nursi dir.
Okursan eserlerini,o bir deryayı ilimdir.
Bu zamanda kuran ve sünnet yolunu göstermiştir.
Müslümanları hakta,birleştirmiştir.
Bitlis'in Nurs köyünde dünyaya geldi.
Annesi abdest siz,hiç süt vermedi.
ılimde kimse onu,mağlup edemedi.
Ömründe haram yemedi,hediye kabul etmedi.
Ruslarla çarpıştı,esir oldu.
Dini için,milleti için,çalıştı durdu.
Boş durmadı,hep hakkı haykırdı üstad oldu.
Kur'an nurunun sönmez olduğunu,
ınsanlığa ,alemin her yerine duyurdu.

04.05.2001
Osman karahasanoğlu

16

07.04.2007, 20:19


Hadimisin sen Kuranın eşsiz ulviyetine,
hem uymaktır maksadın Resulun s.a.v sunnetine
Yandın yanardağ gibi lavlar sacarak geldin
Karanlık kapkaranlık küfrü yırtarak geldin
abı hayatı sundun ölmüş olan ruhlara
güneşler gibi doğdun kararmış bulutlara
kükredi birdenbire kanları uyuşanlar
hakkın yoluna girdi kötü yolda koşanlar
nur aldı nurlarından genc ihtiyar kadın kız
kudsi dava uğruna feda olsun başımız
müsterih ol ey üstad ey büyük insan artık
naşiriyiz nurların nurdan gözlükler taktık
milyonlarca insanlar kurtulmuştur bu nurla
sabrın mükafatını seyret artık gururla
gebermek üzere küfür ezeceğiz başını
sil artık doksan yıllık mübarek gözyaşını
yetmezmi bunca yıldır bizim icin calıştın
zulmun koyu devrinde zalimlerle carpıştın
sabrın mükafatını Rabbim ihsan eyledi
nurların inkişafı düşmanı kahreyledi
bugün milyonla insan minnettar artık sana
şefkatine eremez toplansa yüzbin ana
gaye uğrunda ölmek,senin icin hiç olmuş
mahkemeler zindanlar nura medrese olmuş
rehberimiz Kurandır,parolamız muhabbet
bekliyoruz herzaman Cenabı haktan rahmet
AZıMKAR CALIşMANLA ZULMUN UFKUNU DELDıN
EY VAKUR BÜYÜK ıNSAN ASRIMIZA HOşGELDıN

17

11.04.2007, 08:12

Allah razı olsun. Çok güzel şiirler.

18

24.05.2007, 21:53


Ebede yolculuk

Sahur vakti artık bitmek üzereydi
Zübeyir devraldı Bayram’dan o şanlı nöbeti
Üstad her sabah sorardı namaz vakti girdi mi?
Namaz hazırlıklarını yaptı Zübeyir, bekledi asrın sahibini

Ezan-ı Muhammedî çoşturuyordu Urfa minarelerini
Ama Üstad kalkmıyor, sormuyordu namaz vaktini
Telaşlandılar başında bekleyen nurun hadimleri
Ağlamaklı gözlerle dediler ‘Vefat mı etti Üstad Hazretleri?’

Hiçbiri inanamıyordu Üstadın vefat ettiğine
Vücudu sıcak, cemali nurlu, bedeni canlı gibiydi
En son sözü söyledi Vaiz Ömer Efendi:
‘ınnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn’ dedi

Zübeyir ağlıyor, Abdullah ağlıyor, Bayram ağlıyordu
Yürekler alev alev yanıyordu
Feryatlar “Seyda” diye arş-ı âlâyı sarıyordu
Kâinat Garibüzzaman için ağlıyordu

Allahım bu ne büyük bir iman dâvâsı ki
Akın akın geldi Urfa’ya bütün Nur talebeleri
Kucaklaştılar birbirleriyle ensâr ve muhacir gibi
Duâlarla uğurladılar Üstad Hazretlerini

Yılmaz SALIK

Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

AşK-I BEKA

Orta Düzey

Mesajlar: 356

Konum: ıstanbul

Meslek: RNK talebesi olmaya çalışan aciz bir abd

Hobiler: TürkTasavvuf Müziği,Klasik Türk Müziği

  • Özel mesaj gönder

19

22.06.2007, 20:34

Bediüzzaman'a

BEDıÜZZAMAN, şııR VE DE şÂıR...

şiir; arapça "şeare" kökünden türetilmiş isim-mastar bir kelime...
Kelime anlamı "hissedilen" demekti.
şâir de hissedendi, hissedebilendi.
Hissedebildiğinceydi şâir olmanın başarısı...
Ya da başarısızlığı...
ıstiklâl şâirimiz merhûm Âkif, Safahât'ında:
"Hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!" diyordu...
Poetika'nın ( şiir) ilk fikir işçisi Aristo'ya göre şiir "tabiattaki eşya ve de hâdiseleri taklitten ibâretti..."
Sonunculardan Valeri'ye göre ise, şiir "kaba bir his âleti olmak yerine, girift bir idrak cihâzı..." ydı.
Merhum şâirimiz, Necip Fâzıl ise, Çile'sinin poetikasında: "Bizce, şiir, "Mutlak Hakîkati" arama işidir. Eşyâ ve hâdiselerin, bütün mantık yasaklarına rağmen en mahrem, en mahcup, en nâzik ve en hassas nâhiyesini tutarak ve nispetlerini bularak "Mutlak Hakîkati" arama işi..." diyordu.
"Mutlak Hakîkat" ise Allah'tı...
Ona göre, şiirde iki temel unsur vardı: "His ve fikir..."
Teşhisini de "şiirde temel unsur, tahassüs (hisle iç içe geçmiş) edâsı şekline bürünebilmiş gizli fikirdir." şeklinde koyuyordu.
Mübelliğu'l- Kur'ân Sevgili Peygamberimiz de: "Allah'ın sır hazînesi Arş'ın altındadır, anahtarı da şâirlerin diline verilmiştir..." buyuruyordu.
***
Bediüzzaman, şiir ve de şâir için, Muhâkemât adlı eserinin Unsûru'l- Belâgât'ında şöyle diyordu: "şiirin hikmeti ise, hariciyâtın (dış âlem, kâinat) nevâmisi (kanunlar) ve mekâyisini (ölçüler) temessül (kendinde gösterme) etmektir. şöyle:
Hakâik-i hâriciyedeki (kâinat hakîkatleri) kanunları kıyâs-ı temsîlî (görünmeyen bir şeyi görünürde olan bir şeyle karşılaştırma) cihetiyle ve deverân (dönme, dönüşüm) tarîkiyle ve vehmin (zannediş) tasarrufuyla şâirâne olan mâneviyat ve ahvâlde yerleştirmektir.
Demek ayna gibi hariçten in'ikâs (aksetme) eden hakîkatin şuâlarını (ışıklar, ışınlar) temessül (kendinde gösterme) eder.
Güyâ kendi san'at-ı hayâliyesiyle ve nakş-ı kelâmîsiyle hilkat (yaratılış) ve tabiâtı taklît ve muhâkât (hikâye etme; anlatma) eder.
Evet, kelâmda hakîkat olmazsa da, en ekall (en az) şebih (benzer) ve nizâmından istimdat (medet isteme) etmek ve onun dânesi üzerinde sümbüllenmek gerektir.
Fakat her dânenin mahsus bir sümbülü vardır.
Bir buğday bir ağaç kadar sümbüllenmez.
Felsefe-i beyan (söz sanatı) nazara alınmazsa, belâgat hurâfât gibi, hayal gul (saçma sapan hayal) gibi, sâmie (işiten) hayretten başka bir fayda vermez. (91) diyordu.
Hem, Mesnevi-i Nûriye, şemme'de:
"Âyetlerin bahsettikleri hakîkatler, şiirlerin bahsettikleri hayâlâttan pek vâsi ve pek yüksektir.
Bu itibarla şiirden addedilmemiştir.
Hem de, âyetler, sahibinin şuûnat ve ef'âlinden bahseder. şiir ise, fuzûlî olarak gayrdan bahseder.
Hem de, filcümle (kısmen) âdi şeylerden bahsi hârikulâdedir. şiirin hârikulâdelerden bahsi, alel-ekser âdidir."(164) teşhisini koyuyordu.
Ayrıca, Sözler, Lemeât'da: ""şu kâfiyesiz, nazımsız kitapta en âlî hakikatlere, en müşevveş bir libâs giydirdim.
Evvelâ, daha iyisini bilmezdim; yalnız mânâyı düşünüyordum.
Sâniyen, cesedi libâsa (elbise) göre yontmakla rendeleyen şuarâya (şâirler) tenkîdimi göstermek istedim.
Külâh püskülsüz olur; vezin de kâfiyesiz olur, nazım da kâidesiz olur.
Zannımca lafız ve nazım, sanatça câzibedar olsa, nazarı kendiyle meşgul eder.
Nazarı mânâdan çevirmemek için, perişan olması daha iyidir."
diyerek de tenkîdini koyuyor, hem de "şiirin ölçüsünü" veriyordu. (635)
Ayrıca, pek çok yerlerde, yazdığı, şiire benzer manzum parçalar için "şiire benzer fakat, şiir değiller, kasdî nazmedilmemişler. Belki hakîkatlerin kemâl-i intizâmı cihetinde bir derece manzum sûreti almışlar" (Sözler 188) îkazını yapıyordu…
Bunun yanında, yeri geldikçe eserlerinin pek çok yerinde, Arap şâirleri başta olmak üzere, Molla Câmî, Niyâzi-i Mısrî, Ziyâ Paşa, Tevfik Fikret gibi şâirlerden alıntılar yapıyordu...
Hem de Hasan Feyzi, Halil ıbrahim gibi kendi talebelerinin şiirlerini de "takdirle beraber", bazen olduğu gibi, bazen de "bazı düzeltme ve de ilâvelerle" Risâle-i Nûr'a dâhil ediyordu…

Orhan Ali YILMAZ
__________________
Kötü huy kılavuzun oldukça mutlu olacağım sanma! Sen sabaha kadar gaflet uykusundasın, ömürse kısadır. Korkarım ki, sen bu uykudan uyanınca gündüz olur

20

13.07.2007, 13:45

Gönüller Fatihi Büyük Üstada !

Nuruyla bütün gönlümü fetheyleyen üstad!

Gönlüm seni, kudsî heyecanlarla eder yâd.



ılhâmıma can geldi berâet haberinle,

Mü’minleri şâdeyleyen ulvî zaferinle.



Sıyrıldı ufuklardan o kasvetli bulutlar;

Göklerde melekler, bu büyük bayramı kutlar.



Milyonların imanını kurtardı cihâdın;

Par par yanar imanlı gönüllerdeki yâdın.



Coşturmada imanları, binlerle vecizen,

Tarihini kudsî heyecanlarla süzerken.



ılhâmımı mestetti tecellâ-yı cemâlin;

“Fâtih” gibi rehberleri andırmada hâlin.



Dağlar gibi sarsılmadın, en korkulu günlerde,

Her ânı ölümler dolu tazyikin önünde.



Dünyalara dehşet salıyor, sendeki iman;

Sarsılmayan imanına düşman bile hayran.



Rehber sana zîra, “Yüce Peygamberimiz”dir.

Ölmez eserin: Gençliğe gösterdiğin izdir.



Kur’ân-ı Kerimin ezelî feyzine erdin;

ınsanlığa, iman ve kemâl dersini verdin.



Ey başlara cennetlerin ufkundan inen tâc!

Âlem senin irfânına, irşâdına muhtaç.



Derya gibi nurlar taşıyor her eserinden;

“Allah”a giden Nurcuların rehberisin sen!



Milyonları derya gibi coşturmada “Sözler”;

Cennetteki âlemleri seyretmede gözler.



Hikmet dolu her cümlede, Kur’ân’daki nur var;

Her lem’ada, bin bir güneşin huzmesi çağlar.



“Nur Yolcusu” insanlığa örnek olacaktır.

Kudsî heyecanlarla, gönüller dolacaktır.



Mefkûresi, günden güne erdikçe kemâle;

Gark olmada iç âlemi, en tatlı visâle.



Coştukça denizler gibi kalbindeki iman;

Bin ders-i hakikat veriyor ruhuna Kur’ân.



Âzâdedir ıslâmı saran tehlikelerden;

Dâvâsı temiz çünkü siyasî lekelerden.



Her hamlesinin kuvve-i kudsiyesi vardır;

Vicdanları mesteyleyen ulvî sesi vardır.



Aşkın ezelî sırrına erdikçe gönüller;

Yer yer donatır ufkunu sevda dolu renkler.



Bir ülkeyi baştan başa fetheyledin ey Nûr!

Nurun olacaktır, bütün insanlığa düstur.



Kur’ân seni te’yid ediyor mucizelerle;

Ey şanlı gönül fâtihi hiç durmadan ilerle!



Târih-i hayatın doludur hârikalarla;

Hiç sönmeden âlemde güneşler gibi parla!



Manzûme-i şemsiyeyi temsil ediyorsun;

Heybetli fezâlarda hız almış gidiyorsun!



ımanlı nesiller, seni tâkip edecektir;

Yıllarca, asırlarca peşinden gidecektir.



Tarihi aşarken sen o iman dolu hızla,

Milyonları aşmış bütün evlâdlarınızla;



Birden açılır ruhuma esrarlı bir âlem,

Vasfeyleyemez aşkımı, şi’rimdeki nâlem...


2005-01-07
Ali Ulvi Kurucu

Bu konuyu değerlendir