Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

30.12.2010, 09:17

Katılım Bankacılığı

Katılım bankacılığının farkları
Dünya üzerinde dinî hassasiyete sahip kitleler, para, sermaye ve sanayi konusunda, materyalistlere nazaran daima geri planda kaldılar.
Eskiden altını ve şimdi kâğıt parayı atıl halde tutmaları bu geri kalışın bir sebebi olarak gösterildi.
Bu ataletin sebebi ise, dindarların, sağ adımlarını, para arzı ile para talebi arasındaki aracılığı faizli işlemle yapan geleneksel bankalardan uzak tutmasıydı.
Gerçekten, para arzı ile para talebi arasında aracılık iki biçimde yapılabilir:
Birincisi, geleneksel bankaların yaptığı gibi; sabit mevduat faizi ile sabit kredi faizi arasındaki farktan gelir elde etme esasına göre bankacılık.


Ahmet BATTAL
drbattal@yahoo.com
İkincisi ise, bankanın, kullandıracağı kredinin kârına ve zararına ortak olması ve dolayısıyla para getiren fon sahibine de bu kâr veya zararı aynen yansıtması yoluyla bankacılık.
Dindarların iktisadî gelişme isteği ile birlikte bankacılıkta üç ihtimal belirdi: Ya (1) dindarlar da geleneksel bankalara alışacak ve sanayi devriminin sun’i icadıyla “hormonlu ve de GDO’lu” biçimde gelişecekler, ya (2) para piyasasının dışında ve dolayısıyla “paradan zayıf” kalmaya devam edecekler ya da (3) kendi genetik bünyelerine uygun bankalar kuracaklardı.
Üçüncü ihtimal altmışlı yıllarda tartışıldı, yetmişli yıllarda dünyadaki ilk örnekleri görülmeye başlandı, seksenli yıllarda ise ülkemiz bu bankalarla tanıştı.
1983’teki ilk adı “özel finans kurumu” olan bu bankalar 2005’te “katılım bankası” adını aldılar. (Burada, katılım, “kâr ve zarara iştirak ettiren bir sisteme iltihak” mânâsında kullanılmaktadır).
İki tür banka arasındaki teorik farklar kısaca üç başlıkta özetlenebilir.
Birinci fark niyet farkıdır.
Bankacılık yapanların, yani kendi öz sermayesi ve birikimiyle bir banka kuran ve yönetenlerin niyeti iki banka için farklıdır. (Bu bankalardaki “alelâde çalışanlar”ın niyeti meselesi de önemlidir ve oldukça netameli bir husustur. İleride anlatacağım).
Katılım bankalarının ortakları ve üst yönetimi “helâl” olan bir bankacılığı yapmaya yönelmiştir. Oysa geleneksel mevduat bankalarının kurucuları ve üst yönetimi, faizin haramlığı hususunda belirgin bir irade ve dolayısıyla tercih sahibi değildir. Hatta çoğu, faiz yasağına “çöl kanunu” der.
Bu fark, bendenize ait bir benzetmeyle, meyhane açıp “rakı-meze” işinden para kazanmaya yönelmekle, Antep lokantası açıp “kebap”tan, “meze”den ve “ara soğukları”ndan para kazanmaya niyetlenmek arasındaki fark gibidir.
Bazıları size derler ki; “Katılım bankalarının kurucuları, dindar ve saf kitlelerin dinî duygularını sömürüyor, aslında para kazanmak ve ceplerini doldurmak için dini âlet ediyor”.
Onlara, turnusol soruyu sorunuz: “O halde biraz yukarıda yer verilen üç ihtimalden hangisini tercih etmeliyiz?”
Verdikleri cevap “Bankalardan hepten uzak durmak gerekir” şeklinde ise saygıyla karşılayınız. Zira ihlâs ve samimiyet az bulunan bir nesnedir, bazıları ona “enayilik” dese de.
Ama cevapları “ne fark var, istediğine git” ise, amman dikkat. Suret-i haktan görünen dessasa da, ne dediğini bilmeyen aptal dosta da azami dikkat.
İkinci fark para toplama biçimiyle ilgilidir.
Katılım bankaları, vadesiz hesapta, sadece saklamak üzere topladıkları paraya faiz ve benzeri hiçbir gelir veremezler.
Vadeli hesaplarda topladıkları paraya ise sabit faiz vaat edemezler. Hatta ana paraya da garanti veremezler. (TMSF’nin verdiği devlet garantisinin niteliğini ileride ayrıca değerlendireceğim).
Katılım bankaları, asıl kaynak durumunda olan bu hesapların sahiplerine, bu paranın kendileri tarafından benzer vade ve döviz cinsine sahip diğer paralarla aynı havuza konulup işletilmesi sonucunda elde edilecek ve o havuza aktarılacak olan kâr ve zarardan pay vermeyi vaat ederler.
Burada “kâr”ın ne mânâya geldiği ayrı bir meseledir. Şöyle;
Meselâ, enflasyonun yüzde yirmi olduğu dönemde alınan yüzde yirmi beşlik kâr payının aslında ancak yüzde beşi reel kârdır, gerisi enflasyon sebebiyle zaten erimiş olan paranın değer kaybını karşılar, denebilir.
Aynı şekilde enflasyonun yüzde on olduğu dönemde alınan yüzde sekizlik kâr payının aslında fiilen-reel olarak yüzde ikilik bir zarara tekabül ettiği de söylenebilir.
Unutulmamalıdır ki, bu yaklaşım mevduat bankasından alınan sabit faiz için de geçerlidir. Bu noktada konu kısmen niyetle ve murad edilen hedefe ulaşma/ulaşamama ile ilgili hale gelmektedir.
İşin dinî boyutu ise, elbette ayrı bir husustur ve uzmanlarınca değerlendirilmektedir.
Katılım ve mevduat bankaları arasındaki üçüncü grup fark ise, toplanan fonların değerlendirilme biçimi ile ilgilidir. Esasen en ciddî tartışmalar da bu konuda yaşanmaktadır.
Hazırsanız başlayacağım.
30.12.2010

Bu konuyu değerlendir