Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

20.02.2010, 15:07

Aşiret mektepleri ve Said Nursî

Aşiret mektepleri ve Said Nursî


<img src="http://www.yeniasya.com.tr/2010/02/20/resim/mektep.jpg" align="left" />


Osmanlı Devleti’ni 33 yıl dağılmaktan kurtaran Sultan II.
Abdulhamid, eğitim üzerine çok şeyler yaptı. Daha iktidarının ilk on
beş yılında medreseler yanında 160 Ortaokul, 55 Lise, 14 Öğretmen
Okulu, 19 Müslüman Özel Okulu ve 9 bin 649 modern ilkokul açılmıştır.
Ama içlerinden bir tanesi var ki çok ilginç ve araştırılmaya değer. O
da “Mekteb-i Aşair” adıyla bilinen aşiret mektepleridir. Gerek kuruluş
amacı, gerekse eğitim süresi ve uygulamaları bakımından “Aşiret
Mektepleri” Sultan Abdulhamid’in ne denli bir ufka sahip olduğunu
açıkça göstermektedir. “Nev-i şahsına münhasır” bu okulların ömrü
yaklaşık 15 yıl kadar sürmüştür. Yine bu dönemin önemli bir kurumu olan
“Hamidiye Alayları” ile doğrudan olmasa bile dolaylı bağlantısı vardır.

Aşiret Mektebi (Mekteb-i Aşiret-i Hümayun) ilk defa 21 Eylül
1892 tarihinde İstanbul’da açılan orta dereceli bir okuldur.
Akaretler’deki bir binada bir yıl faaliyet gösterdikten sonra
Kabataş’taki Esma Sultan Konağına taşınmış, burada eğitimini
kapanıncaya kadar sürdürmüştür. Mektebe ilk olarak Halep, Bağdat,
Suriye, Musul, Basra, Diyarbakır, Trablusgarp vilayetlerinden ve Kudüs,
Bingazi ile Zur sancaklarından, yetenekli ve itibarlı ailelerin 12-16
yaş arasındaki çocukları alınmıştır. Bu çocuklardan hemen hiçbiri
Türkçe bilmiyordu. Mektepte yedi sekiz ay içinde verilen eğitimle
çocuklar Türkçe konuşmayı mükemmel biçimde öğrenirlerdi. Aşiret
çocukları özenle yetiştirildiler. Başlangıçta iki yıllık öğretim
programı, daha sonra beş yıla çıkarıldı. Okulda Kur’ân-ı Kerim, fıkıh,
ilmihal gibi din ilimleri yanında, fen ilimleri, Fransızca, Türkçe,
coğrafya, tarih, edebiyat ve askerî dersler de okutuldu. Öğrenim
süresince kalınan yatakhane ve yemekhane son derece mükemmeldi. Mektep
üniformasının kollarına günümüzdeki askerî okullarda olduğu gibi
kadifeli ve kapalı yakasında “Aşiret Mekteb-i Hümayunu Talebeleri”
kelimeleri işlenmişti.

Beş yıl süren zaman dilimi içinde, öğrencilere iki yılda bir
ailelerine gitmelerine izin verilir ve yol masrafları da devlet
tarafından karşılanırdı. Derslerden başka, talim ve beden eğitimi
dersleri de vardı. Bu duruma bakıldığında askerî liselere benzetmek
mümkündür. Ramazan’da öğrenciler, Yıldız Sarayı’na iftara dâvet
edilirler, böylece Padişahı yakından görebilme imkânına sahip
olurlardı. Öğrencilere saraydan ayrılırken de birer altın lira ihsan
edilirdi. Cuma ve diğer tatil günleri akşama kadar, gruplar halinde
çarşı iznine çıkarlardı. Gündelik verilen iki kuruş her ihtiyaçlarına
yeterdi.

İSLÂMİYET PAYDASI ALTINDA BİRLEŞMEK

Başlangıçta yalnızca Arap aşiret liderlerinin çocukları
alınırken, sonraki yıllarda, okulun prestijinin artması üzerine Kürt ve
Arnavut aşiret reislerinin çocukları da kabul edilmeye başlandı.
Böylece mektep, bütün aşiretlere hitap eder duruma geldi. Bu okulun
mükemmel şekilde işlediğine bakılırsa, öğrencilere çok büyük önem
verildiği, onların tam mânâsıyla yetişmeleri için hiçbir masraftan
kaçınılmadığını anlıyoruz. Abdulhamid'in, bu mektebi, ayrılıkçı ve
ırkçı eğilimlerin Müslüman tebaaya da bulaştığı bir dönemde, ülkenin
geleceğini bir arada tutacak bir çimento olarak kabul ettiği
düşünülebilir. Sultan, İslâmiyet ortak paydası altında Kürtlerden
Arnavutlara kadar halkın hepsini birleştirmeye çalışmıştır. Ve böylece
altı asırlık çınar yıkılmayacaktı.

Aşiret mektebinden mezun olan çocuklar, eğitimlerini Harbiye ve
Mülkiye mekteplerinde devam ettirdiler. 1907 yılına gelindiğinde artık
aşiretler çocuklarını bu okullara göndermediler, gönderdiler ise de
göndermiş oldukları kendi çocukları değildi. Olumsuz birçok propaganda
sonucunda böylesine yüksek amaçlı bir okul kapatıldı. İki yıl sonra
Abdulhamid de etkisiz hale getirildi ve tahttan indirildi.

Elli öğrenciyle başlayan Aşiret Mektebinin mevcudu 5. yılın
sonunda 250’ye çıkarılmıştır. Sınıf mevcudu 40 öğrenci olarak tesbit
edilmişti. Öğrencilerin aşiretlerin “itibarlı ve muhterem” ailelerine
mensup olmaları okula girmek için başlıca şartlardı. Aşiret
Mektepleri’nin nizamnamesi ve iki yıllık ders programı, bir tezkere ile
Sadrazam Cevad Paşa tarafından padişaha sunuldu. Bu nizamnameye göre
Aşiret Mektepleri’nin özellikleri şöyleydi: Beş yıllık devlet
parasız-yatılı okuludur. Okula 12-16 yaşlarında zihnen ve bedenen
sağlam aşiret çocukları alınacaktır. İlk yıl 50, diğer yıllar 40’ar
talebe alınarak okul mevcudu 210 olacaktır. Talebelere ayda 30’ar kuruş
maaş verilecektir. Mezun olacaklara, kendi aşiretlerine döndüklerinde,
oralarda açılacak okullarda muallimlik veya diğer vazifelerde memuriyet
verilecektir. İlk iki yıl okutulacak dersler ise şunlardı: Kıraat-i
Azîmü’ş-şan (Osmanlı’nın büyüklüğünü, yüceliğini ve şanını öğrenmeye
yönelik bir ders), Lisan-ı Osmanî ve Kavaid ve İmlâsı (Osmanlı dil
bilgisi ve imlâsı), Arapça Dil Bilgisi, Sarf ve Nahv-ı Arabi (Arapça
cümle çözümleme), Akaid-i Diniye ve İlmihal (Dini esaslar ve ibadet
yöntemleri), Türkçe ve Arapça kitabet, Hesap, Coğrafya, Umumî tarih,
Osmanlı Tarihi, İslâm Tarihi, İslâm Hukuku, Tıp, Ziraat ve Veterinerlik
bilgileri. Bu dersler yukarıda gördüğümüz gibi uygulama safhasında
zaman zaman değişikliğe uğramıştır. Öncelikle gelecek öğrencilerin
seviyesi bilinmediğinden ilk üç yılın dersleri duruma göre belirlenmek
üzere sabitlenmemiştir.

Aşiret Mektebinin idaresi Maarif Nezaretine, iç idaresi ve
güvenliği Mekteb-i Askeriye Nezaretine bırakılmıştır. Bu haliyle
günümüzdeki askerî okullara benzetilebilir. Aşiret Mektebi’nin
görevlileri, müdür, müdür muavini, öğretmenler, muhasebe, eczacı,
doktor, mutfak görevlileri, hatip, mübeşşirler, hademeler şeklinde
sıralanabilir. 1319 ve 1921 Maarif Salnameleri bu konuda ayrıntılı
bilgiler vermektedir. Anlaşıldığı kadar mektebin görevli kadrosu elli
civarındadır. Öğrenci sayısıyla birlikte düşünülürse mektep
harcamalarının oldukça yüksek olduğu anlaşılır.

BU OKULLARDA DAYAK YOKTU

Aşiret mektebinde çeşitli ödül ve ceza sistemleri bulunuyordu.
Ödüller: Aferin, Tahsinname ve Mükâfat isimlerini taşıyordu. İşlenen
ceza sistemleri, azarlama, tekdir, ayakta durma, izinsizlik ve hapis
şeklinde idi. Aşiret Mektebinde dayak usûlü kesinlikle yoktu.

Ağustos 1896’da, Sultan Abdulhamid, 26 Aşiret Mektebi mezununun
ve son sınıftaki 25 öğrencinin Mekteb-i Harbiye ve Mekteb-i
Mülkiye’deki özel sınıflara gönderilmelerini emretti. Okulun
açılmasının ve aşiret gençlerinin bir Osmanlı efendisi olarak
eğitilmeye başlamasının ardından 5 yıl geçmişti. Yüksek eğitim için
yapılan hazırlıklar, Sultan'ın Aşiret Mektebi deneyiminin meyvelerini
elde etmek konusundaki sabırsızlığını göstermekteydi. Yapılan bu
hazırlıklara bakılırsa, Aşiret Mektebi’nin son sınıfında olan
öğrenciler

zamanından önce Harbiye ve Mülkiye’ye alınmakla kalmıyor, her
iki akademideki diğer öğrencilerin bitirmek zorunda oldukları üç yıllık
standart program da aşiret gençleri için tek yıla uyarlanıyordu. Bu
durum açıkça gösteriyor ki, Sultan, mümkün oldukça çok Aşiret Mektebi
mezununun hızlıca kendi memleketlerindeki resmî makamlara atanmasını
istiyordu. Böylece hem aşiret bölgelerindeki devlet yönetimi
kolaylaştırılacak, hem de daha fazla aşiret liderinin çocukları eğitim
için İstanbul’a gönderilecekti. Aşiret Mektebi’nin 45 eski öğrencisi
1897 yılında Harbiye ve Mülkiye’den diplomalarını aldılar. Bu
öğrencilerden 33’ü piyade ve süvari birliklerinde subay olarak
görevlendirilirken, 12 öğrenci mülki hizmete atandı.

Harbiye ve Mülkiye mekteplerinin özel sınıflarında okuyan bu
öğrenciler eğitimlerini bitirince, yapacakları görevler gündeme
gelmiştir. Bunun üzerine bu okullardan Harbiye Mektebini bitirenler
mensup oldukları bölgelerde bulunan tabur ve alaylara subay olarak
atandılar. Mülkiye Mektebini bitirenler de kaymakamlık, nüfus
müdürlüğü, polis komiserliği gibi görevlere atanmışlardır.

İŞTE MEZUN OLAN ÖĞRENCİLER

Servet-i Fünun dergisi, “Aşiret Mektebi ve ardından Mekteb-i
Harbiye ve Mekteb-i Mülkiye’den mezun olarak yüzbaşı rütbesi alan ve
dördüncü derece ‘efendi’ ünvanı ile Sultan’ın yaver-i fahrisi olarak
vilayetlere gönderilen” on üç Kürt öğrencinin fotoğrafını yayınladı. Bu
fotoğraflardaki gençler, devlete hizmet etmenin verdiği onurla
giydikleri frak üniformaları altında tamamıyla başka insana
dönüşmüşlerdi. Aşiret mektebinden mezun bazı öğrencileri kısaca
tanıyalım:

Navaf el-Salih, Osmanlı ordusunda görev alarak yüzbaşılık
rütbesine kadar yükseldi. Babası Şeyh Salih, padişaha bir mektup
göndererek ondan, aşiretin başına geçmesi için oğlunun memleketine
dönmesine izin vermesini istedi. Bu istek kabul gördü. Navaf, aşiretine
döner dönmez komşu aşiretlerle yaptığı ittifaklar ve stratejik
evlilikler aracılığıyla otoritesini genişletmeye koyuldu. Navaf,
Osmanlı ordusundaki rütbesini, mütareke yıllarına kadar korudu.

Haydaranlı aşiretine mensup Hasan Sıddık Haydarani, Kurtuluş
Savaşı’nda bulunmuş ve daha sonra da Van milletvekili seçilerek meclise
girmiştir.

Cibranlı Halit Bey, Aşiret Mektebi’nden sonra Harbiye
Mektebi’nden mezun olan tek Kürt asıllı öğrenci oldu. Yüzbaşı
rütbesiyle ve yaver unvanıyla Osmanlı Ordusu’na katıldı. I. Dünya
Savaşı’nın başlaması üzerine Filistin’deki görevini bırakıp Varto’ya
döndü. Cibran aşireti mensuplarından oluşan üç hafif süvari alayından
(Hamidiye Alayları) birinin başına geçti ve Rus ordusuna karşı savaştı.
Bu savaşta gösterdiği kahramanlıktan dolayı miralaylık (albay)
rütbesine terfi ettirildi. Kurtuluş Savaşı’nda yer aldı. Koçgiri
İsyanı’ndan sonra yavaş yavaş Kemalistlere karşı tavır almaya başladı.
Şeyh Said’in kayınbiraderi olan Cıbranlı Halit Bey, 20 Aralık 1924’te
Erzurum’da tutuklandı ve Bitlis Harp Divanı’nda yargılandı. Hıyanet-i
Vataniye Kanunu gereğince verilen karar sonucu 14 Nisan 1925’te
Bitlis’te Yusuf Ziya Bey, Teğmen Ali Rıza Bey, Faik Bey ve Molla
Abdurrahman ile birlikte kurşuna dizildi.

Halep vilayetinden Muhammed Barcis el-Farhan ise Siba aşireti
şeyhinin oğluydu. O da Navaf gibi yüzbaşı rütbesine kadar yükseldi.
1906’da babasının yerine aşiretin kendisine bağlı olan kolunu yönetmek
için, ordudaki görevinden istifa etti.

Bunlar gibi daha niceleri aşiret mektebinden mezun olup devlet hizmetinde bulunmuşlardır.

Aşiret mektebi zamanla aydın taşıyıcısı olarak Arap, Arnavut ve
Kürt aşiret mensuplarının yetiştiği ocaklara dönüşmesi düşünülmüştür.
Bu mektepte yetişen aşiret çocukları, aşiretlerine döndükleri ve aşiret
reisi olduklarında, içinden yetiştikleri halkın, Osmanlı Devletine
bağlılığını sağladılar. İlk başlarda gösterilen amaç aşiretlerin
bulunduğu her yere bir Aşiret Mektebi açmaktı. İstanbul’da açılan
mektep, bundan sonra açılacaklara örnek teşkil etmesi için Osmanlı
Devletinin başşehrinde kurulmuştur. Ancak aradan uzun zaman geçmesine
rağmen İstanbul dışında herhangi bir yere Aşiret Mektebi açılamamıştır.
Bir tek mektep, Osmanlı Devleti bünyesindeki bütün aşiretleri iskân,
devlete ve hilafete bağlılıklarını ve inançlarını arttırması gibi büyük
çaplı amaçları gerçekleştirememiştir. Aşiret Mektebi kısa dönemde
verdiği kısıtlı sayıda mezunla muhakkak ki koca bir devletin kaderini
etkileyememiştir. Büyük paralar harcanarak açılan mektep düşünülenleri
yerine getiremeyince açılışından on beş yıl sonra tarih sahnesinden
çekilmiştir. Peki, tedrisatından geçirdiği bireyleri nasıl
etkilemiştir? Bireyler bazında etkisi ne olmuştur? Mezunların sonraki
hayat izlerini takip ettiğimizde burada bir çeşitlilik görüyoruz. Bir
kısım mektep mezunu yukarıda gördüğümüz gibi, devletin çeşitli
kademelerinde Osmanlı’ya hizmet etmişler, hayatlarının geri kalan
kısmında bazıları babalarının ölümü üzerine devlet görevinden istifa
edip aşiretlerinin başına geçmelerine rağmen bu sadakatlerini
sürdürmüşlerdir. Bazılarının hizmet ve bağlılıkları Cumhuriyet
döneminde de devam etmiştir.

Aşiret mektebi örneğinin daha sonraki yıllarda bir anlamda “Köy Enstitüleri” olarak karşımıza çıktığı söylenebilir.

AŞİRET MEKTEPLERİ VE SAİD NURSÎ

Bediüzzaman Said Nursî, aşiret mektebinin kapatılmasından bir
yıl sonra doğuda bir üniversite açılması için İstanbul’a gelmiştir. Bu
maksatla padişahla görüşmek istemiş, etrafındaki yüksek duvarı aşamamış
ve sus payı olarak takdim edilen ihsan-ı şahaneyi reddetmesi üzerine
kendisini tımarhanede bulmuştur. O bu dâvâsından vazgeçmemiş, fikrini
her zeminde açıklamaktan geri durmamıştır.

Aşiret mekteplerinin kapatılmasını uygun bulmayan Bediüzzaman
Said Nursî, 19 Kasım 1908 tarihli Şûrâ-i Ümmet Gazetesinde “Hamidiye
Alayları” ile ilgili yazdığı bir makalede şu görüşlere yer veriyordu:
“Ve o cennet-i medeniyet kapısı olan askerlik cihetiyle, bostan-ı
maarife karşı açılmış ve mekteb-i aşair denilen küçük bir pencereyi,
kapatılmasıyla ziya-i hakikatle (hakikat ışığı) tenevvür eden ve o
menazır-ı behiceyi (güzel manzaralar) seyreden ve o meyvelerden
lezzet-i hakikiye-i daimeyi (devamlılıktaki gerçek tat) duyan biçare
etfal-i Ekrad’ın (Kürtlerin çocuklarının) neşatlarını (sevinç)
söndürmekle zulmet-i me’yusiyete (ümitsizlik karanlığı) düştükleri
için, büyük bir unsur-i sadıkın esas-ı sadakatlerini sarsmıştır. Bundan
ibret alınız. Pencerenin kapatılmasıyla böyle olursa, kapının seddi ile
neler olmaz?” 1

Bu sözleriyle Hamidiye alaylarının lağvına değil, ıslâhına
dikkat çeken Bediüzzaman, geçmişte yapılan hataya dikkat çeker. O,
Hamidiye alaylarını kapıya, Aşiret Mektebini eğitim bahçesine açılan
küçük bir pencereye benzetir. Bu pencerenin kapatılmasıyla Kürt
çocuklarının sevinçleri söndürülüp ümitsizliğe düşürülmekle kalınmamış,
devlete asırlardır sadık kalmış bir unsurun sadakatları sarsılmıştır.
İbret alınacak bir olay ortaya çıkmıştır. Devlet aşiret mekteplerini
kapatmakla bir yanlış yapmış, Hamidiye alaylarını lağvetmekle daha
büyük bir yanlışa gitmektedir. Lağvetmek çare değil, ıslâh etmek
gerekirdi.2

Said Nursî’nin hayatı boyunca eğitime nasıl önem verdiğini bir kere daha görmüş oluyoruz.

Dipnotlar

1- Bediüzzaman Said Nursî, Eski Said Dönemi Eserleri (Şûrâ-i Ümmet Gazetesi, sayı, 46, 19 Kasım 1908), s. 20.

2- Bu konu üzerinde ileride ayrıca durmak ümidiyle…

AHMET ÖZDEMİR ahmed@ahmedozdemir.com
http://www.yeniasya.com.tr/2010/02/20/elif/default.htm
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bu konuyu değerlendir