Giriş yapmadınız.

181

19.08.2008, 05:47

Nutuk, nutuk mu?

Bu nutuk gerçekten Atatürk'ün müdür?
Yok efendim, hemen bağırmayınız, "Büyük Nutuk" tan değil, "küçük nutuktan" söz ediyorum, Bursa Nutku'ndan...
Çünkü savcılık araştırıyormuş, "gerçek olup olmadığının Türk Tarih Kurumu'na sorulması..."
Haberi geçen gazete, satır aralarında savcılıkla da dalgasını geçiyor: Daha neler? Yok sahte mi çıkacaktı?
Sahte olup olmadığı tartışmalıdır ama nutuk olmadığı kesindir. Savcı işkillenmekte haklıdır.
Çünkü Atatürk'ün ünlü Bursa Nutku, Bursa'da Cumhuriyet Meydanı'nda falan değil, bir akşam yemeğinde, bir sofrada "telaffuz" edilmiştir. Masada içki de olup olmadığını tarihçiler yazmamışlar. Acaba var mıydı dersiniz?
"Çekirge yolu üzerinde bulunan bir köşkte..." diye geçer. Tarihini de söyleyeyim: 5 şubat 1933.
1947 yılına kadar da kimsenin böyle bir "nutuktan" haberi olmamış, bu metin ilk kez "Atatürk'ten Fıkralar" gibilerden dandik bir kitapta ortaya atılmıştır. Rıza Ruşen adında, "quel alaka" bir adam tarafından... Bu "nutuk", o yemeğe katılan kişiler tarafından yalanlanmıştır.
Daha sonra da, önce DP tarafından CHP iktidarını "tehdit" amacıyla, daha sonra da CHP tarafından DP iktidarını tehdit amacıyla "kullanılmıştır".
Çünkü bu sofra konuşmasında Atatürk, gençliğe, "devrimleri ve cumhuriyeti güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı gördüğünde, bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır deme, elle, taşla, sopayla, silahla, neyin varsa onunla kendi eserini koru" demiştir!
("Seni içeri atarlarsa başbakana ve bana hiç boşuna telgraf çekmeye kalkma, kurtulmaya çalışma" da demiştir ama lafın orası pek önemli değildir, çünkü eleştirmek yakışık almayacaktır!)
Ulema arasında da bu mevzuda ihtilaf mevcuttur.
Kimileri, "koskoca Atatürk, gençliği kendi kurduğu devletin polisine, ordusuna karşı şiddete ve ayaklanmaya çağırır mı" diyorlar...
Kimileri de, "ne büyük bir öndermiş, başında bulunduğu devletin bile zaaf içinde olabileceğini düşünmüş ama gençliğe sınırsız bir güven duymuş" diye göklere çıkarıyorlar...
Hiç kimse, "devlet, onuncu yılında, kurucusunun bile kuşku duyduğu sallantılı bir durumdaymış, temeller pek o kadar da sapasağlam değilmiş galiba" demiyor tabii!
Bugünün gençliği için bu konu pek yeni, beklenmedik ve bir o kadar da ilginç olabilir ama, altmışlı yıllarda, "bizim zamanımızda" çok tartışılan, çok gürültü koparmış bir meseleydi. O günlerin ünlü meseleleri olan toprak reformu, köy kalkınması, milli petrol davası, Amerikan üsleri, Vietnam savaşı falan filan gibi...
Çünkü bu sefer de "devrimci ağabeylerimiz" bu sözde nutku ileri sürerek bizi devlete karşı kışkırtmaya çalışıyorlardı...
Bazı arkadaşlarımız bu nutku çok ciddiye aldılar ve Atatürk'ün dediğini yapmaya kalktılar. Kimileri kendini hapiste, kimileri de darağacında buldu.
Üstelik artık "hiç boşuna zahmet edilip de telgraf çekilip yardım istenecek ve olumsuz yanıt alınacak bir Atatürk" de yoktu!..
Bugün de "fişteklemek" isteyenler var, bu tuzağa düşmeyiniz.
Atatürk, bu sofra muhabbetinin günün birinde Ergenekon tarafından bile kullanılacağını tahmin edebilseydi, acaba daha dikkatli konuşur muydu?
Yoksa hıyarlık, Atatürk'ü peygamber, sözlerini hadisi şerif, resimlerini ikona, Büyük Nutuk'u kutsal kitap, Çankaya'yı Kâbe, Anıtkabir'i de türbe gibi görmekle mi başlıyor?

Kaynak Engin ARDIÇ Sabah - 15.08.2008
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

182

25.08.2008, 08:37

Atatürk dönemi diktatörlüktür



Türkiye solu son günlerde büyük tartışmaların merkezi haline geldi. Biz de bu tartışmaları Darbeye Karşı 70 Milyon Adım Platformu’nun destekçilerinden Devrimci Sosyalist ışçi Partisi Genel Başkanı Doğan Tarkan’a sormak istedik. Tarkan, solun iç işlerinin didik didik edilmesinin fayda sağlamayacağını ve bu tür ağır eleştirilerin bazı solcuları darbe karşıtı gösterilerden soğuttuğunu söyledi. Bu görüşler üzerine, biz de solculukla Kemalizm arasındaki bağı, orduyla millî irade arasındaki kavgayı irdelemeye çalıştık.



*Darbelere karşı bir sosyalist olarak kendinizi solun neresinde tanımlıyorsunuz?



Bu tanım çok hoşuma gitmese de solun en solunda olduğumu düşünüyorum. Büyük veya küçük de olsa bir siyasal partinin değil, büyük yığınların iktidarını, halkın kendi sorunlarını kendi çözme yeteneğine kavuşmasını sosyalizm olarak tanımlıyorum. Sosyalizm, kısa dönemlerde olsa dünya üzerinde yaşandı. Sovyet denen aracın var olduğu ilk dönemde çalışan yığınlar iktidar oldular. Bu durum zamanla zayıfladı ve bir avuç bürokrat, ülkede iktidarı ele geçirdi. Böylelikle Rus sosyalizmi bir avuç insanın iktidarı oldu.



*Peki Türkiye’de solculuk ne durumda?




Türkiye’de sol 1960’lı yıllarda ortaya çıktı. 60’tan önceki sol cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan Kemalist süreç boyunca büyük baskılar altında kalmıştır. 60’larda dünyadaki işçi ve gençlik hareketiyle sosyalizm güç kazanmaya başlamıştır. Sendikalar kuruldu. Teorik bir ideoloji olarak Türkiye sosyalizminin tabiî ki zaafları vardır.




*Nedir bu zaaflar?



Rusya’nın Çekoslovakya’yı işgal etmesini, yüzlerce insanı öldürmesini, 600 bin parti üyesini ihraç etmesini sosyalizm adına destekleyen solcular var. Sosyalizm özgürlükçüdür, eğer özgürlüğün dışına çıkılırsa burada sosyalizmden değil, başka şeyden söz ediliyor demektir.


*1960’lı yıllardan önce sosyalizmin baskı altında olduğunu söylediniz. Peki Kemalist-sol veya Kemalizme sıcak bakan sol ne anlama geliyor?



Kemalistler devlet kapitalisti olduğu gibi, Rusya da devlet kapitalistidir. Rusya’da Stalinist bürokrasi bütün devletin sahibidir. Türkiye’de ise, Kemalistler ülkenin sahibidir. Onlara göre, Kemalistler ülkenin bağımsızlığını sağlamıştır ve şu an Türkiye ABD işgali altındadır. Bu açılardan kendilerini Kemalistlere yakın görürler.




*Kurtuluş Savaşı’nı toplumun bütün kesimi vermedi mi? Kemalistler nasıl oluyor da Kurtuluş Savaşı’nın sahibi oluyorlar?



Kurtuluş Savaşı’nın başında Atatürk ve ınönü vardır. Savaş bittikten sonra, devleti kuran ve tek başına yöneten güç onlardır. Dolayısıyla Kurtuluş Savaşı’nı kendilerine mal etmişlerdir.




*Kemalistlerle Stalinistler arasında sizin gözünüze çarpan başka önemli benzerlik var mı?



ıki kesim de özelleştirmeye karşı çıkarken, özelleştirilen kurumun yabancıya verilmesini eleştirirler. Ancak çalışanlar için kurumun Fransızların, ya da Türklerin elinde olmasının bir anlamı yoktur, çünkü yine aynı ücretle çalışırlar. Kemalistler çalışanların şartlarının ne olduğuna değil, sahibinin kendilerinden olup olmadığına bakarlar.


*Yani siz bir kurumun özelleştirilmesi noktasında sahibinin yabancı veya Türk olmasının bir anlam ifade etmediğini mi söylüyorsunuz?



Petrol Ofisi’nin sahibinin Doğan Grubu ya da Shell olması çalışanların ücretlerinde ve petrol fiyatlarında bir değişim getirecek mi? ıkisinde de bir değişim olmayacaksa, sahibinin kim olduğu çok önemli değil. Ulusalcı kafa olaya “Petrol stratejik bir mal ve yabancıların elinde olmaması gerekir” mantığıyla yaklaşır. Bunların hepsi safsata. Hükümetler gerekli gördüğünde özelleştirme anlaşmasını yırtıp atabilirler. Yabancı şirketlerin kârlarını ülkelerine taşıdıkları söylenir, peki ısviçre bankalarında ve Bahama Adaları’ndaki Türk iş adamlarının yatırımlarına ne demeli? Bence sermaye küreseldir, istediği yerde yaşar, eğlenir...



*Peki Kemalist bürokrasinin son zamanlarda zayıfladığını düşünüyor musunuz?



Kendilerini Kemalist olarak tanımlayan Ergenekoncular teşhir edildikçe, Kemalizm emekçi yığınların gözünde teşhir oluyor. Bu kadar teşhir olunan bir siyasal akımla yan yana durmak zorlaşıyor. Bence solun içinde Kemalizme karşı olan güçlü bir akım var. Türkiye’nin bütün solcularına Kemalist denilemez.



*Sizce iyi Atatürk veya kötü Atatürk var mıdır?



Öyle şey olmaz. Atatürk dönemi bir diktatörlüktür. Kendinden başka bir siyasal akıma izin vermemiştir. “Dönemin koşulları öyle gerektiriyordu” lâfı mazeret değildir. Dolayısıyla diktatörlüğün iyisi, kötüsü olmaz.



*Bu diktatörlük anlayışı bugünün Türkiye’sinde ne kadar etkili?



Ben Kemalizm’in tasfiye edildiğine inanıyorum. Ordu sokağa çıkıp darbe yapamıyor. 28 şubat sürecinde hükümeti devirmeyi başardılar, ama o günden bugüne geçen sürece bakıldığında gece yarısı bildirileri yayınladıklarını görüyoruz. Bu onlar için acı bir durum. Kendileri darbe yapamadığı için, yargı kurumlarına ve akademiye bildiri yayınlatıyorlar. Ancak 411 ve AKP’nin kapatma dâvâsıyla ilgili karara baktığımızda, Meclisin yetkileri elinden alınmış, hükümetse dar ağacında bekletilmektedir. Bu onların gücünün nerde olduğunu gösterir. Öte yandan, yüzde 47’nin iradesine karşı çıkmak öyle kolay şey değildir. Halk seçimlere giderken bilinçsiz değil. “Kömür aldığı için oy verdi” iddiaları halkı küçük görmektir..




*Sizce ne düşünerek gidiyor?



AKP’yi Kemalizme karşı bir parti gördükleri için oy veriyorlar. Bu yargı, bence doğru değil. AKP mümkün olduğunca uzlaşmaya çalışan, ara sıra kafasını kaldırır gibi yapan bir parti. AKP, bence zenginlerin, sermayenin partisi. AKP TÜSıAD, ASKON, MÜSıAD gibi büyük sermayeleri bir hedefte birleştirebilen bir parti. Bu da onun sermaye sınıfı partisi olduğunu gösteriyor.




*TÜSıAD’la AKP arasında ıslâmî duyarlılık açısından bir uçurum yok mu?



TÜSıAD hem AKP’ye istediğini yaptırıyor, hem de Kemalistlerle AKP çatıştığında geri çekiliyor. Sermaye sınıfının pisliği budur. TÜSıAD “Siz kavga edin, kazananla ben devam ederim” diyor. Yeşil Sermaye diye tanımlanan şey, artık böyle tanımlanmaz oldu, çünkü uluslar arası alanda iş yapmaya başladığında renkler ortadan kalkıyor. Toplantılarda içki içmiyorsun, ama nerde kâr varsa onu yapıyorsun.



*Son süreçte AKP ile ordu arasında bir uzlaşma olduğu söyleniyor. Sizce AKP’nin boynundaki ip çıktı mı?


Ben uzlaşıp uzlaşılmadığını bilmiyorum, ancak Kemalistlerin gücünün AKP’nin boynuna ip geçirmeye yettiğini düşünüyorum. Biraz daha güçlü olsalar, mutlaka kapatırlardı. Bence düşmanla uzlaşılmaz, yok edilir, ben böyle bir uzlaşmaya inanmıyorum.




*Peki bu süreçten çıkış nasıl olacaktır?



Yerel seçimlerde AKP yüzde 50’ye yakın oy alırsa, boynundan ipi çıkarıp atar. ıpi çıkaramazsa AKP ülkeye şeriat mı getirecektir? Hayır. AKP şeriatçı bir parti değildir. Bu anlayış Kemalistlerin yarattığı garabettir. AB’ye üye olmak isteyen bir parti, üstelik sermaye partisi. Sermaye ise, şeriat istemez.




*Millet devletine iradesini kabul ettirebilecek midir?



Bugün AKP’nin boyunda idam ipi durmaktadır. Böyle olduğuna göre, her an bir her şey olabilir. Onun için de darbecilerle mücadele etmek durumundayız. Bu da yetmez, darbecileri yargılamalıyız. Genelkurmay çıkıp milletten özür dilemelidir.




*Nasıl bir özür bu?




Genelkurmay daha önceki darbelerin TSK tarafından yapıldığını kabul etmeli. Genelkurmay “Halkın iradesini zaman zaman elinden aldık. Darbe dönemlerinin komutanları adına milletten özür dileriz” demediği sürece, halk iradesinin ayaklar altına alınabilme ihtimalini her zaman göz önünde tutmalıyız.





*Genelkurmay bunu yapar mı peki?



Halk sokağa çıktıkça, bu talebi dillendirdikçe bunu yapmak zorunda kalacaklar. Bir gün 1 milyon kişi Genelkurmay’ın önüne gidip “Bizden özür dileyeceksiniz” dersek, ne yapabilirler ki?




*Bu bağlamda Ergenekon Operasyonu’nu nasıl değerlendiriyorsunuz?



Ergenekon soruşturmasıyla ne kadar vahim bir ortamda yaşadığımızı öğrendik. Ergenekonculardan, darbecilerden hesap sorulmadan bu ülke huzura kavuşmaz. Kemalizmin tam tasfiyesi, ancak böyle olur. Ama Kemalizmin tasfiyesi de tam çözüm değildir. Bunun yanında halkın iradesine karşı olan bütün anlayışların tasfiye olması gerekir. Zaman zaman yüzde 47 oy almış bir parti bile Kürtlerin yarısının oyunu almış bir partinin iradesine karşı çıkmaktadır.




*Bazı solcular “Ergenekon yargıya intikal etmiş bir durum. Savcılık gereken işlemleri yapıyor. Bizim bu süreçte yapacağımız başka bir şey yok” diyorlar. Bu görüşe katılıyor musunuz?



Hayır, katılmıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam Ergenekon savcısı “Bize destek gelmezse fazla ilerleyemeyiz” gibi bir cümle kullanmıştı. Savcıya halktan, siyasetten destek gelmezse dâvâ derinleşemez. AKP, savcının açtığı bu yolda ilelebet gidemeyecek “Devlet hırpalanıyor” diyerek desteğini çekecektir. O vakit dâvânın arkasında durması gereken sokağa çıkacak insanlardır. Ergenekon bence derin devletin küçük bir parçasıdır, fakat içeri alınan insanlar JıTEM’i kuran, halka acılar yaşatan insanlardır. Bu açıdan dâvâyı çok da basite almamak gerekir. Bir de anlayamadığım bir nokta var?




*Nedir o nokta?



Sanki Türk sağı veya milyonlarca insan sokakta, Türkiye solu kenara çekilmiş “Beni bu işe bulaştırmayın” diyor. Demek ki sol sokağa çıkmazsa, büyük bir hareket oluşmuyor. Bu açıdan yanlış yapan solcuları itmek yerine, kazanmak lâzım. Bizimle birlikte sokağa çıkmalarını sağlamak lâzım. Bu açıdan baktığımda, Taraf gazetesinin solun iç işlerini didiklemesini doğru bulmuyorum. Sanki solun Türkiye’ye kazandırdığı değerler bir çırpıda yok sayılıyor. Bir de sol kendi iç tartışmalarına dışardan müdahale eden insanları dinlemez.




*Ergenekon’a dönecek olursak “Ergenekon’un tasfiyesiyle başka bir derin devlet kurulacak” deyip süreci desteklemeyenlere ne demeli?



Bugün bu örgütün tasfiyesi topluma güven kazandıracaktır. Yarın Ergenekon gibi bir yapıyla karşılaşıldığında, “Biz bu tür örgütlerin üstesinden gelmiştik” özgüvenini oluşturacaktır. Bunun yanında bu tür yapı kuracağı iddia edilen kesim de iki kere düşünür.




*Bir solcu olarak bugünün Ergenekon’unu savunan Baykal hakkında ne düşünüyorsunuz?



Ergenekon’un düşüncesi Baykal’ın düşüncesidir. Ergenekon ve Baykal aynı akımın farklı kanatlarını oluşturur. Bunlar aynı şeyleri düşünür. Baykal darbeye zemin hazırlamak için “asker müdahalede haklıdır” dedi, Ergenekoncular da darbe için kargaşa çıkardılar. Ayrıca Ergenekoncular sağa sola bomba atarak Baykal’ın darbe özlemi çeken konuşmalarına yardım etmişler. Baykal ve Ergenekoncular kader arkadaşı...

Röportaj: Hasan Hüseyin KEMAL | Yeni Asya - 25.08.2008
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

183

10.03.2009, 17:26



NTV Tarih dergisi:
Atatürk'ün babası fotoğraftaki kişi değil!


NTV Tarih dergisi, son sayısında Ali Rıza Efendi ile ilgili önemli tesbitlerde bulundu.

NTV tarih dergisi, son sayısında, Atatürk'le ilgili araştırma dosyasında şu bilgilere yer verdi:

Öteden beri Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi olarak sunulan fotoğraf için Falih Rıfkı Atay, Çankaya kitabının 2. baskısında sayfa 17'de şöyle yazıyor:

"1876'da ilk Kanun-i Esasi'nin ilan edildiği güne rastlayan 23 Aralık'ta Selanik'te kurulmuş Asakir'i Milliye Taburu'ndaki gönüllü subaylardan biri babası olarak öne sürülmüştür.

Resmi ötekilerden ayrılarak büyütülmüştür. ıstanbul Hürriyetçilerine yardım etmek için toplanan bir milli kuruluşa babasının da bulunmuş olması Mustafa Kemal'in hoşuna gidecek bir şeydi ama inanmış mıdır, sanmıyorum.

Hatta bir gün alaycı bir dille: Bu bizim peder değildir" dediği kulağıma gelir..."
10 Kasım 1939 tarihli Ulus Gazetesi'nin 13. ve 14. sayfalarındaki iki fotoğraf var. Birinin altında "Atatürk Selanik'te doğduğu ev", diğerinde "Atatürk'ün Selanik'te doğduğu evin cephesi" yazılmış.

ıddialar şöyle devam ediyor:

Atatürk'ün babasının vefatından sonra annesi Zübeyde Hanım'ın maddi olanaklarının çocuklarıyla birlikte kardeşlerinin kahyalık yaptığı çiftliğe sığınacak kadar zayıf olduğunu bilenler için tahmin yapmak zor olmasa gerek.

Ama Atatürk'ün resmi tarihini yazanlar alçak gönüllü evi Atatatürk'e yakıştırmamış olacaklar ki, daha hali vakti yerinde olanı "Atatürk'ün doğduğu ev" ilan etmişlerdir.

Bu evin Atatatürk'ün bir süre yaşadığı, Manastır'da öğrenciyken ve sonrasında Selanik'e geldiğinde yattığı evi olduğu da doğru. Ama bu ev, annesinin daha sonra evlendiği Ragıp Bey'in eviydi.

ıki evin Atatürk'ün hayatında nasıl yer değiştirebildiklerini de biliyoruz. Evler yan yana daha doğrusu arka arkayaydılar. Selanik Belediyesi'nce 12 şubat 1937'de Atatürk'e hediye edilen mülk üzerindeki küçük ev, 1950'lerin başındaki restorasyon sırasında yıkılmıştır.

Pembe Ev'de doğmadı, oraya sonradan geldi. Bu şaşırtıcı bilgiler NTV Tarih Dergisi'nin şubat sayısında yer alıyor.

Kaynak: NTV Tarih dergisi

Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

184

26.06.2009, 04:14

Büyük Suç!

Burası garip bir memleket.

Devletle toplum arasında, cumhuriyet kurulduğundan beri süren bir gerginlik ve güvensizlik var.

Devlet kendini haksız bir şekilde “toplumun üstünde ve toplumdan bağımsız” bir konuma yerleştirdiği için sürekli bir tedirginlik içinde yaşıyor.

Topluma hizmetle görevli bir örgüt olduğu halde kendini “toplumun efendisi” olarak kabul ettirmeye çalışması her şeyi temelinden bozuyor.

Bu bozukluğu gözlerden saklamak, insanların devletin konumunu sorgulamasını, bu saçmalığı anlamasını önlemek için de “kutsal tabular” yaratıyor.

Bu tabuların “en büyüğü ve en kutsalı” da Atatürk.

Her yere Atatürk’ün heykelleri dikiliyor, havaalanlarına, caddelere, meydanlara onun adı veriliyor, çocuklara sürekli onun “büyüklüğü” öğretiliyor, devlet erkânı her lafa “ulu önder” diyerek başlıyor, “onun ilke ve inkılâpları” tek yol gösterici olarak kabul ediliyor.

Bu, normal bir ülkede olabilecek bir iş değil.

Bir ülkenin bütün varlığı “tek bir adama” indirgenemez.

Ayrıca birçok insan Atatürk’ün “ilke ve inkılâplarını” kendine yol gösterici olarak kabul etmiyor bugün, altı oktaki “devletçiliği” benimseyen çok az insan olduğu gibi Atatürk’ün “ilkeleri” arasında bulunmayan “demokrasiyi” isteyen de çok insan yaşıyor bu ülkede.

Demokrasi isteyen biri, “umdeleri” arasında demokrasi bulunmayan bir tarihî şahsiyeti nasıl “tek ölçü ve tek önder” olarak kabul edebilir?

Atatürk’ü kendi tarihsel rolü içinde saygıyla anmak, onu bu ülkenin tarihindeki önemli yerine yerleştirmek yerine bugünkü yapının çarpıklığını, anlamsızlığını “onun isminin arkasına” saklamaya çalışmak sonunda her şeyi saçmalaştırmaya başlıyor.

Latinlerin dediği gibi “zehiri yapan dozdur.”

Siz yetmiş yıl önce ölmüş birini 2009 yılında “tek ve tartışılmaz ölçü” olarak sunduğunuzda, herkesin de bunu kayıtsız şartsız benimsemesini istediğinizde, her lafın başına, her tartışmanın içine Atatürk’ü yerleştirdiğinizde iş şirazesinden çıkar.

Sık sık da çıkıyor zaten.

Geçenlerde on dört yaşında bir öğrenci, derste herhalde arkadaşlarını güldürmek için Atatürk’ün resmini göstererek “her şey bu inek yüzünden oluyor” demiş.

Saygısızca ve zırzopça bir laf.

ıyi de oğlan on dört yaşında, tam zırzopluk çağında.

Siz “Atatürk, Atatürk” diye bastırınca bir yerinden çatlıyor ilişkiler ve böyle saygısızlıklarla da karşılaşıyorsunuz.

Yapılacak iş, çocuğa iyi bir nasihat çekmek, “saygısızlığın” kötü bir özellik olduğunu öğretmek, hadi bilemedin disiplin kuruluna gönderip ona eğitim sistemi içinde bir ceza vermek.

Peki, biz ne yapıyoruz?

Çocuğu mahkemeye veriyoruz.

Saçmalık en tepeden başladığı zaman böyle dalga dalga yayılıyor işte.

Allahtan yargıç halden anlar, aklı başında bir adammış, “çocuğun kötü niyeti yok, kendince şaka yapmaya kalkışmış” deyip oğlanı beraat ettirmiş.

Ama işin peşini bırakmamışlar.

Dava Yargıtay’a gitmiş.

Yargıtay “beraat” kararını bozmuş.

Çocuk, üç yıl hapisle yeniden yargılanacak şimdi.

On dört yaşında bir çocuktan bahsediyoruz.

Bu devlet sistemi, “kendinde bir kusur” olmadığına mutlak bir şekilde inandığından kendine benzemeyen her vatandaşını cezalandırmak istiyor.

ış çocuklara kadar geldi dayandı.

“Slogan attılar” diye çocukları “örgüt üyeliğinden” yargılayan bir devlet, Atatürk hakkındaki manasız bir lafı da “büyük suç” sayıyor.

Kendi toplumuyla didiştiği yetmedi, şimdi de çocuklarla didişiyor bu sistem.

Bakın, bir sistem “slogan attı, şaka yaptı” diye çocukları mahkemelere doldurmaya başladığında artık o sistemin sonu gelmiş demektir.

Bu saçmalıkların, bu manasız baskıların, bu gereksiz yasakların, bu bunaltıcı ve sıkıcı tabuların miadı doldu.

Sistem kendisi için en tehlikeli noktaya, “gülünç” olma noktasına geldi.

Siz, “gülünç” bir sistemin varlığını sürdürebildiğini hiç gördünüz mü?



Kaynak Ahmet Altan - TARAF / 25.06.2009

http://www.taraf.com.tr/makale/6213.htm
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

185

30.07.2009, 20:19

Bu Google da çıkmadı gitti burdan..(=

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

186

28.09.2009, 21:25

Mustafa Kemal: "Benim dinim yok!"

Taraf gazetesi yazarı Ayşe Hür, gazetenin dünkü nüshasında kaleme aldığı “Din yok, milliyet var” başlıklı yazısında Mustafa Kemal’in “Benim dinim yok” dediğini aktardı.


Makalede belirtildiğine göre, Mustafa Kemal, 1928 yılında Türkiye hakkında “Turkey Today” adlı İngilizce bir eser telif eden yazar Grace Ellison’a, “Benim dinim yok ve bazen bütün dinler denize batsın istiyorum” dedi.

Ayşe Hür / Taraf

CUMHURİYET başında ‘laik’ değildi, hatta Meclis’in bileşimi açısından Osmanlı Devleti’nden bile anti-laikti.

Laiklik rotası netleşiyor

Ancak rota kısa zamanda netleşti. İlk adım 3 Mart 1924’te Halifelik ve Şeyhülislamlık makamlarının, Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılması dinî taşınmazların Başbakanlık bünyesinde kurulan bir müdürlüğe nakli, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkarılması ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması oldu. 15 gün sonra medreseler kapatıldı. Ama bu radikal adımları dengelemek için olsa gerek, birkaç ay sonra onaylanan 1924 Anayasası’nda “Türkiye Devletinin dini, din-i İslâmdır” şeklindeki ifade korundu. Ayrıca 16. maddeye göre milletvekilleri, 38. maddeye göre de Cumhurbaşkanı, göreve başlarken dinsel bir yemin ediyorlardı. 26. maddede “ahkâm-ı şeriye hükümlerinin tenfizi” şeklinde bir ifade vardı. Bunları tekke ve zaviyelerin kapatılması; Latin alfabesi, dilde özleşme, kıyafet devrimi, ölçü sisteminin, takvimin, hafta tatili gününün değişmesi, hukuk, eğitim, idare ve yargıda değişiklikler izledi. Azınlık ve yabancı okullarında din eğitimi yasaklandı, buna paralel olarak müfredat ulusçuluk eğitimi ile takviye edildi. 10 Nisan 1928’de, Anayasa’daki “Devletin dini, din-i İslâmdır” ibaresi ile yemin metinlerinden “vallahi” kelimesinin çıkarılarak yerine “namusum üzerine söz veririm” ifadesi getirildi. 26. maddedeki -“ahkâm-ı şeriye hükümlerinin tenfizi” ifadesi de kaldırıldı.

Din yok, milliyet var

Peki, toplumun iliklerine işlemiş dinin böyle aniden sökülüp atılmasıyla ortaya çıkacak boşluğun neyle doldurulması planlanıyordu? Ekim 1926’da yazılmış olan ve Samsun Milletvekili Ruşeni (Barkın) imzasını taşıyan ve Mustafa Kemal tarafından okunarak yanına çeşitli işaretler ve notlar konmuş olan “Din Yok, Milliyet Var” başlıklı makale ilk ipucunu veriyor. Dinin yerini ulusçuluk fikri alacaktı. Nitekim Türkiye hakkında yazılmış ilk İngilizce eserden biri olan Turkey Today’in (1928) yazarı Grace Ellison’a göre o yıllarda ‘ulusçuluk Türkiye’nin yeni dini, Misak-ı Milli Kur’ân-ı Kerim’i, İsmet İnönü ise Hazreti İsa’sı’ olmuştu. Yazar, Mustafa Kemal’in kendisine “Benim dinim yok ve bazen bütün dinler denize batsın istiyorum” dediğini yazdığına göre, neyse ki Mustafa Kemal’in tanrı olmaya niyeti yoktu!

Ancak, Aralık 1930’da yaşanan ‘Menemen Olayı’ndan sonra dine karşı tutum daha da katılaştı. ‘Laiklik’ ilkesi, 1931’de CHP’nin ‘Altı Umde’si, (bugünkü ‘Altı Ok’) arasına girdi. Bu sırada, Mustafa Kemal’in emriyle dört koldan Kur’ân’ın ve hadislerin Türkçe tefsirleri yapılıyordu. Ardından ezan ve kamet Türkçe okunmaya başlandı. Ama ulusçuluğun adeta bir din olarak ortaya konması CHP’nin 1935’te toplanan Dördüncü Büyük Kurultayı’nda oldu. Kurultay’dan sonra Dr. Adnan Adıvar’ın belirttiği gibi, ülkede Batı düşünüşünün, daha doğrusu Batı pozitivizminin egemenliği öylesine yoğundu ki, buna “düşünce demek yerine resmî dinsizlik dogması demek” daha doğruydu. Türkiye adeta “pozitivist bir anıtkabir” olmuştu!

Ve nihayet, 5 Şubat 1937’de CHP’nin ‘Altı Ok’u Anayasa’ya girdi. Anayasa’nın 2. maddesinden “devletin dini İslâm’dır” ibaresi çıkarılarak madde “Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçıdır. Resmî dili Türkçedir. Makarrı Ankara şehridir” şekline dönüştürüldü. 75. maddede yapılan değişiklikle ‘muaheze edilmeden (kınanmadan)’ felsefi içtihat, din ve mezhep mensubu olmak ve tarikat üyesi olmak, anayasal hak olmaktan çıkarıldı.

Böylece Cumhuriyet’in ilânından tam 13,5 yıl sonra ‘laik’lik anayasal bir ilke oldu. Peki, gerçekten laik olunabildi mi? Bence hayır. Devletin laiklik dediği, Fransız İhtilâli’nden sonra Fransa’da olduğu gibi, devlet eliyle belli bir dinin belli bir yorumunun, bazı inanç ve geleneklerinden, kurumlarından, ritüellerinden arındırılarak toplumu kontrol altında tutmak için kullanılması oldu. Sonunda laiklik, devletin ‘sivil dini’nin adı oldu.

Yabancılaşma iyice arttı

Kemalizm, Sovyetler Birliği’ndeki gibi dinin sosyal köklerini kurutmaya çalışmadıysa da, bu radikal adımlar, dinin toplumsal yaşamın her noktasına nüfuz ettiği ‘eski düzeni’ 10-15 yıl gibi kısa bir sürede tarihe gömmek ve yerine Batılı tarzda modern, laik (ve elbette ‘Türk’) bir toplum inşa etmek gibi devasa bir iddia taşıyordu. Sonuç olarak, Cumhuriyet laikliğinin Fransa’dan esinlenen tepeden inmeci tarzı, halkla seçkinler (aydın) arasındaki yabancılaşmayı iyice arttırdı. Mete Tunçay’a göre, bu yanlışlıkla ulaşılmış değil, bile isteye varılmış bir sonuçtu. Cumhuriyet aydını kendini, toplumun ‘aydınlanmaya muhtaç’ diye tanımladığı kesimlerinden ayırmayı seçmişti. Bu tercihin günümüzde de devam ettiği görünüyor.

Kaynak http://www.timeturk.com/Mustafa-Kemal--B…974-haberi.html

Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Metehan

Acemi

  • "Metehan" bir erkek

Mesajlar: 10

Konum: İstanbul

Meslek: Kumaş Tasarım

Hobiler: Felsefe ve Sinema

  • Özel mesaj gönder

187

05.10.2009, 15:39

Olabilir sonuçta Atatürk'de bir insandı dedeciği iyi güzel anlatıyorsunuzda o zamanlar kadınların yolda gördüğü erkekler önünde diz çöktüğünü neden anlatmıyorsun be dedeciğim.konuya bir de bu yönden bakmak gerek Atatürk'e diktatör denilmesi biraz komik olmuş.Çünkü o zaman da 20.yy'lın başlarındaki Liderleri incelersek Atatürk'ün onların yanında hafif kaldığını görürüz. Atatürk'ü daha iyi anlayabilmek adına sizlere şu kitapı tavsiye ederim; '' Atatürk; Ben de bir İnsanım / Çetin Yetkin '' evet mutlaka okumanızı isterim okuyalım ki; Sığ düşünce tarzından sıyrılalım.

Saygılar

özlemsüldür

Orta Düzey

  • "özlemsüldür" bir kadın

Mesajlar: 325

Konum: ısparta,antalya

Meslek: öğrenci

Hobiler: internet kitaplar müzik

  • Özel mesaj gönder

188

05.10.2009, 19:14

Olabilir sonuçta Atatürk'de bir insandı dedeciği iyi güzel anlatıyorsunuzda o zamanlar kadınların yolda gördüğü erkekler önünde diz çöktüğünü neden anlatmıyorsun be dedeciğim.konuya bir de bu yönden bakmak gerek Atatürk'e diktatör denilmesi biraz komik olmuş.Çünkü o zaman da 20.yy'lın başlarındaki Liderleri incelersek Atatürk'ün onların yanında hafif kaldığını görürüz. Atatürk'ü daha iyi anlayabilmek adına sizlere şu kitapı tavsiye ederim; '' Atatürk; Ben de bir İnsanım / Çetin Yetkin '' evet mutlaka okumanızı isterim okuyalım ki; Sığ düşünce tarzından sıyrılalım.

Saygılar

Haklısın kardeşim zaten üstad dahi risalelerde ölmüş gitmiş adamın arkasından konuşmanın manası yok diyor.....Biz bu şekilde davranırsak üstada deli diyenlerden farkımız kalmaz diye düşünüyorum...........
Time has shown that Paradise is not cheap, and neither is Hell unnecessary.

189

05.10.2009, 19:43

Alıntı

Haklısın kardeşim zaten üstad dahi risalelerde ölmüş gitmiş adamın arkasından konuşmanın manası yok diyor....


Arkasından konuşmayın mı..? Nerde demiş Üstad r.a bunu keçeli..?


Ölmüş
gitmiş, hükûmetten alâkası kesilmiş

ve inkılâptaki bazı kusurata sebep olmuş bir reise,

sarîhan tenkit ve itiraz da olsa
, kanunen bir suç olamaz.


14. Şua

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

190

06.10.2009, 07:00

Cok güzel bir fikir onun arkasindan konusmayalim. Ne okullarda, ne üniversitelerde, ne meclisde, ne propaganda zeminlerinde konusmayalim bizde burda vazgecelim. Simdi burda dur derler. Kendileri de herzaman bir ihtilaf icindelerdir..
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

  • "MujaHeed" bir erkek

Mesajlar: 21

Konum: İstanbul

Meslek: Amele

  • Özel mesaj gönder

191

06.10.2009, 10:06

Atatürk'ten Hatıralar - “Başörtüsünü Çıkartınız”

Atatürk’ün İstanbul’daki hayatının anlatıldığı kitapta, 17 Ağustos 1928 günü Atatürk’ün Moda Deniz Yarışlarına gittiği, akşam ise Kalamış’ta Belvü Bahçesinde verilen baloya katıldığı anlatıldıktan sonra bu baloda olup bitenler şu şekilde naklediliyor:
“Atatürk coşkun alkışlarla karşılandığı bahçede kendisi için hazırlanan masaya oturmuştur. Atatürk’ü yakından görmek için kendilerini dans yerine atan çiftler neşe içinde dönerlerken başlarından alelade bezlerle örtmüş olan bazı kadınlar Atatürk’ün dikkatini çekmiştir. Atatürk dans etmekte olan İhsan Bey isminde bir doktorun kızını çağırarak şöyle demiştir:
“Hanımefendi, bu başörtüsünü çıkardığınız takdirde daha güzel olacağınızı tahmin ediyorum, isterseniz bir tecrübe ediniz.”
“Genç kız, Atatürk’ün bu hitabı üzerine başındaki örtüyü çıkararak dansa devam etmiştir. Bundan memnun olan Atatürk bir kaz dakika sonra aynı genç kızla dans etmiştir”
Atatürk başörtüsü ile dans eden öteki hanımlara da aynı tavsiyede bulunmuş, örtüleri çıkardıkları takdirde daha iyi olacaklarını söylemişti. Bunun üzerine balodaki bütün kadınlar başörtülerini çıkarmışlardı.
Niyazi Ahmet Banoğlu, Atatürk’ün İstanbuldaki Hayatı. C.1. sh. 218.
Yakın Tarih Ansiklopedisi s.144
Ağlayan hocanın haline ağlayalım.

  • "MujaHeed" bir erkek

Mesajlar: 21

Konum: İstanbul

Meslek: Amele

  • Özel mesaj gönder

192

06.10.2009, 10:09

Elif-Lâm-Mim

[Mustafa Kemal Atatürk'ün] son dileği, Ezan’dan başka ibadetleri de Türkçe yaptırmak ve Türk kafasını Arap kafası köleliğinden kurtarmaktı. Türk Ocağı’na gittiğimiz gün, Kur’ân’ı Türkçe’ye çevirmek konusunu açtı. Orada bulunan Kâzım Karabekir [şöyle dedi]:
- Kur’ân-ı Azîmüşşan Türkçe’ye çevrilemez, Paşa hazretleri!
- Niçin çevrilemez efendim? Bu sözünüz, “Kur’ân’ın mânâsı yoktur!” demektir.
- Hayır efendim ama, meselâ ‘Elif-Lâm-Mim’… Ne diyeceğiz buna?
- Ne demektir ‘Elif-Lâm-Mim’?!
- Meçhûl efendim…
- Öyle ise karşısına bir sıfır koyar, çevirmeye devam edersiniz.
(1)
(1) Falih Rıfkı Atay, Atatürkçülük Nedir?, s. 47-47, İstanbul, 1966.
İhlas Süreli Yayınlar. Tarih ve Medeniyet s.19, sayı 49, 1998.
Ağlayan hocanın haline ağlayalım.

193

06.10.2009, 11:27

Atatürk herifin tekesiydi

GIYBET Mİ OLUR:) KARDEŞİM ÜSTAD NE DİYORSA O..!

özlemsüldür

Orta Düzey

  • "özlemsüldür" bir kadın

Mesajlar: 325

Konum: ısparta,antalya

Meslek: öğrenci

Hobiler: internet kitaplar müzik

  • Özel mesaj gönder

194

06.10.2009, 14:58

Alıntı

Haklısın kardeşim zaten üstad dahi risalelerde ölmüş gitmiş adamın arkasından konuşmanın manası yok diyor....


Arkasından konuşmayın mı..? Nerde demiş Üstad r.a bunu keçeli..?


Ölmüş
gitmiş, hükûmetten alâkası kesilmiş

ve inkılâptaki bazı kusurata sebep olmuş bir reise,

sarîhan tenkit ve itiraz da olsa
, kanunen bir suç olamaz.


14. Şua
Ablacım ne manası var ki konuşmanın hani benim yaşım çok küçük sizler daha iyi bilirsiniz benden bişey demeye hakkım yok ama biz kendi imanımızı kurtarmaya çalışmalıyız bence...Mustafa Kemal kendi hesabını zaten Allah a veriyor...........Ve bilemeyiz belki ondan daha günahkarız.......Kendi akıbetimizi düşünmeliyiz.....
Time has shown that Paradise is not cheap, and neither is Hell unnecessary.

195

06.10.2009, 15:12



Ablacım ne manası var ki konuşmanın hani benim yaşım çok küçük sizler daha iyi bilirsiniz benden bişey demeye hakkım yok ama biz kendi imanımızı kurtarmaya çalışmalıyız bence...Mustafa Kemal kendi hesabını zaten Allah a veriyor...........Ve bilemeyiz belki ondan daha günahkarız.......Kendi akıbetimizi düşünmeliyiz.....

Ne mânâsı mı var?

Bak Üstad r.a. ne diyor keçeli: "O adamın tanınması uğrunda bin Said fedâ olsa gene azdır." :yeniasya:

Niye? Çünkü onun dine verdiği zararları dünya kurulalı kimse verememiş de ondan!


Belki biz ondan günahkar mıyız?

Etme keçeli, ne sen ne de ben "deccal" olabilme ihtimalimiz yüzde sıfır bile değil..:catlamak3:

Ama o bunu kabul etmiş bile zaten..

Kimsenin onun günahını temize çıkarmasına ihtiyacı yok keferenin..!

Allah korusun zerre kadar onu savunmak imana zarar verip, kırk senelik salih amelin iptal olmasına sebeb olur..

Hadislerde sabittir bu..

Hem bize mi kalmış Allah'a düşman bir kefereye söz söyletmemek..Hâşâ..

Allah için buğzumuz..

Metehan

Acemi

  • "Metehan" bir erkek

Mesajlar: 10

Konum: İstanbul

Meslek: Kumaş Tasarım

Hobiler: Felsefe ve Sinema

  • Özel mesaj gönder

196

06.10.2009, 21:10

Bütün düşünceleri bir kenara koyalım yahu arkadaşlar her başarının bir de başarısız yönleri yok mudur? her başarısızlığında bir başarılı yönü olduğu gibi bu ülkede tartışılabilecek ve tarihimiz de tabiki tartışılabilecek o kadar ikilemler varken biz illa neden? Atatürk'e kara çalıyoruz, ne yapmıştır bu adam arkadaşlar bir milletin artık bitap düştüğü yerde organizatörlük görevini üstlenmiştir acaba dünyada bu kadar kısa sürede böyle bir başarı elde eden bir başka Kumandan var mı? yetmemiş Geometri kitapları yazmış.En modern Avrupa ülkelerinde bile 100 senede gerçekleştirilecek devrimleri 10 senede gerçekleştirmiş eğer o devrimler gerçekleştirilmese idi biz bugün hala Halife'nin fetvası ile bir hareketi ile yönetilen koyunlar gibi olacaktık.21. Yüzyıl'da böyle bir uygulamayı da kimse istemez sanırım. Ne demiştik; '' Vefa yoksa sadece bir semt adımı ''

197

06.10.2009, 22:34

O bahs ettiğiniz kumandanlığı kime borçlu?

Sultan Vahdeddin Han o dönem ingiliz zorlaması ile çıkarılan fetvalara ehemmiyet vermiş olsa,

onu anadoluya bir sürü ihtimamla organizeye gönderir miydi?

Hem o anadoluya, mesela Erzurum'a gittiğinde Karabekir Paşa çoktaan doğu cephesini düşmandan temizlemişti bile.

Hazırdan koltuğa kondu bu da, herkes de onu kahraman ilan etti.

Bir çok cephede askere verdirdiği zayiatları da duymayan bir sağır sultan kalmıştır şimdilerde.

Trablus cephesi sadece bir misal..Musul ve civarının kurtarıldığı halde sene 24'te nasıl peşkeşle masada kaybedildiği de cabası..

Kutular çoktaan açılıp kötüler söylendi birçok tarihçi tarafından..

Siz hâlâ bu milleti höt deyince yorganı başına çekip uyumaya devam edenler mi zannediyorsunuz?

Övündüğünüz 10 yıllık icraat işte, onu dünyada kimseye nasib olmamış ve olmayacak dehşetli makama oturtan!!

Geçin kardeşim bunları, devir kişiler zamanı değil..

Bu çağ bambaşka bir çağ..Geriden takip etmeyin dünyayı..

Hem siz bu siteyi siyasal İslamcı filan zannederek ahkam kesmeyi düşünüyorsanız, maalesef yanıldınız..

Onların hesabını gidip onların çadırlarında sorsanız iyi olur.

Burası "demokratlar" diyarı..Bize onlarmışız gibi hitab etmeyiniz..rica..



Metehan

Acemi

  • "Metehan" bir erkek

Mesajlar: 10

Konum: İstanbul

Meslek: Kumaş Tasarım

Hobiler: Felsefe ve Sinema

  • Özel mesaj gönder

198

07.10.2009, 17:00

Peki nasıl olması gerek çağ başmbaşka çağ dimi merak ediyorum acaba senin düşündüklerin neler? tamam hadi yıkıldı diyelim rejim, yen, bir sistem kurduk diyelim ne yapmayı planlıyorsun merak ediyorum açıkcası...Demokrat evet zaten devrimizdeki büyülü kelime demokrat bak mebusan meslisine onlarda sözde demokrat ama birisinin de azğindan onurlu,haysiyetli cümle çıkıyor mu? e tabi mebusanı böyle olursa halkıda herkesi böyle ahkam kesen kişilerden görür...

199

07.10.2009, 17:55

Kendim de şu an devlet için çalışan biri olarak daha yakından gördüğüm için ve kurumum da siyasetten çok etkilenen bir kurum olduğu için diyorum ki, bizde böyle vicdansız idareciler, milletvekilleri, bürokratlar oldukça, bizim milletin beli doğrulmaz. Hz. Ömer r.a. adaletinin %1'i olsa, bundan farklı olurdu. O ki, yanına devlet işi değil, kendi işi için gelen kişiyle otururken beytü'l-mal mumunu söndürür, kendi mumunu yakardı. Ekseriyet kendi dünyasını kurtarma derdinde, gerekirse haram lokma ile.

Haram yemese, çalmasa bile, işini ihmal eder yapmaz, hele kurumlarda ekip işi gerekir ki işler yürüsün, gerçekten yapmak isteyen kişi de bu yapılmalı derse, ihalesi ona kalır, sen yap diye başına yıkarlar, hatta çıkarlarına dokunuyorsa ya da onlara iş çıkaracaksa ayağını kaydırırlar, harcarlar, müfettişle, kontrolörle... Ve bunu ekip olarak, adeta organize suç şeklinde işliyorlar. Siyasi güç etrafında toplanan grupların artık organize suç örgütü olduğunu düşünüyorum, dokunulmazlıkları olan.
İdarecilerden bağımsız olması gereken denetmenler onların tetikçisi olmuşsa ne yapacaksınız. Yalancı şahitlik ve kul hakkı ne kadar büyük zulüm ve vebaldir bilirsiniz. Aleyhinizde sahte delil bile üretiyorlar. Tuzun kokması budur işte. Kokmasın diye tuz kullanırsınız, ya tuz kendisi kokuyorsa ne yapacaksınız? Emin olun, arkanızı destekleyen bir siyasetçi, milletvekili, üst düzey bürokrat gibi birşey yoksa, kendi öz hakkınızı bile savunamaz hâle getiriyorlar, isterseniz siz devletin salahiyetini gözetiyor olun, onlar zarar veriyor olsun. Çalanlara değil de, çalana göz yummayana yazık oluyor bu devlet düzeninde.


Dîne düşman devlet modelindeki şablona girerek hizmet etmek isteyen dindar insanların da çabaları yetersiz kalıyor. Hatta askeriye gibi yerde, eşi mütesettir ise YAŞ'ta şutluyorlar. Öyle güzel düzen kurmuşlar ki, hakkınızda yazılan raporların nüshasını isteyemiyorsunuz, neyle suçlandınız, neden atıldınız, hatta kimi yerde dava açıp hakkınızı bile savunamıyorsunuz. Hukuk devleti ibaresi, devlet gücünü kullanan siyasi iradenin size yasal yoldan tecavüzünün bir diğer adı oluyor bazen.

Sizi koruması ve işlerin salahiyetini sağlaması gereken hukuk da, bunu denetleyen sistem de bozuk. Hatta kimi yerde işlerine gelmediğinden kuralları da, denetimi de eğip bükmüşler. Varolan şeyler de uygulanmıyor, yerine göre tekellüfe yani zorlayarak olması gerekenden taşırıp, farklı yollara da sokuyorlar. Allah'tan korkmayan adamdan korkacaksın, vicdansızların yediği haltların faturası hep millete çıkıyor. Kendi cebinden çıkacak birkaç lirayı düşünürlerken, diğer yerlerde nasıl davranıldığını görüyoruz.
Bütün bu kokuşmuşluğun sebebi vicdansızlık. Dîni ve korkusu olmayıp da, vicdan sahibi olan insan çok azdır. M. Kemâl'in dindar gibi konuşup, başka yerde neler konuştuğu da biliniyor ve delilleriyle, kimisi kendi el yazısı, kimisi de demeci olmak üzere, kimisi de zabta geçmiş konuşması, sabit. Peki neden böyle bir yol tercih etti? Çünkü millet saftı, herkesi kendisi gibi vicdan sahibi zannediyordu, çünkü halis inananlar vicdanlıdır. Bilinse ki asıl fikirleri, düşünceleri, siyasi gücü böyle elde edemezdi. Ne zaman gücü ellerine geçirip, bütün devlet organizasyonunda düzenlerini kurdular, ondan sonra gerçek yüzleri ortaya çıkmaya başladı. Bugün benim eşimin inancından olan örtüsüne bunlar fetva verebileceğini zannediyorsa, hep bu kokuşmuşluktan ve faşizan, diktatör anlayıştan. Ben X dine inanıyorum, ondan kafama naylon poşet geçiriyorum diyorsam, sen demokratik hukuk devleti diyerek bu iki kelimeyle bunları anayasanda güvence altına almışsan, bana niye öyle inanıyorsun deme hakkın yok, velev ki o dini ben uydurmuş olayım. Kavramların hep içi boşaltılmış, ya da taşırılmış. Bizim hukuktaki kadar tekellüf, hakka tecavüz başka yerde yok. Ondan istemiyorlar AB'ye girilsin. Yargı denetlenemesin diyorlar, bu sefer de yargıçlar imparator oluyor. İşlerine gelmeyen hakim ve savcıları da, HSYK ile harcıyorlar.
Bir de dindar görünüp, amaçlarını gözetenler, hak hukuk yiyenler var ki, onlar İslam'a bu zalimlerden, Allahu â'lem, belki daha büyük zarar veriyorlar. Münafık, kâfirden daha tehlikelidir. Onlardan dolayı ki, insanlar İslam'dan korkuyor. Zalimlerin karalaması yetmemiş gibi, bir kara leke de onlar sürüyor.
Şimdi dense ki, İslamî düzen kurulsun, bu devleti yıkın, ben istemem. Derim Allah hayırlısı neyse onu versin. Üstad da demiş, ülkenin %60'ı mütedeyyin değilse, din adına siyasi güç kullanamazsınız. Toplum böyle değilse, bu düzen daha çok münafık doğurur. Yukarıda bahsettiğim lanet olası yiyiciler ise sakal bırakıp, sarık sarıp, şerefsizliklerine devam ederler. İnsanlığımdan ve bu dünyada yaşıyor olmaktan rahatsızlık duyuyorum bazen.... Gördüm ki nev'im bukalemun gibi, o hayvan en azından dışını, rengini değiştiriyor, insan menfaati hariç herşeyini... Bir kısım insan hariç.
Allah bize hidayet etsin, ne diyeyim, yoksa helak oluruz....
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

200

17.10.2009, 21:03

BU yorumları yazan arkadaşlara sesleniyorum. Yüce Allah'tan hiç mi korkunuz yok? Türkiye'yi, analarınızın, bacılarınız namusunu yunanın, ingilizin elinden kurtaran Mustafa Kemal Atatürk'e dil uzatırken, vicdanınızın bir köşesi acaba sızlıyor mu? Gerçekten bir insana çamur atmak bu kadar kolay mı? Hesap günü geldiğinde, attığınız bu çamurların ve iftiraların hesabını nasıl vereceksiniz? Anlamıyor musunuz? Yabancı devletlerin desteklediği kişilerin attığı bu yalanlara kanmakla kalmıyor, bir de cumhuriyeti kuranların hakkına giriyor, kemiklerini sızlatıyorsunuz. Lütfen kendinize gelin. Saçmalamayı bırakın. Mustafa kemal Atatürk ' ün, düşmanla işbirliği yapan hainler kadar bile değeeri yuok mu gözünüzde? Ne bildiğinizi sanıyorsunuz? Hangi tarihten bahsediyorsunuz? Tarihi çarpıtan sizlersiniz. Kendi beyinlerinizi zehirlediğiniz yetmiyormuş gibi, gençlerin, çocuklarında beynini zehirliyorsunuz. İslamiyet barış dinidir. Niye içinizde kin biriktiriyorsunuz? Lütfen, birşey yazarken iki kere düşünün. Bu attığınız iftiraların, araştırmadan. yalan yanlış kaynaklardan öğrendiklerinizle yazdığınız yorumların, ettiğiniz lafların hesabı , mahşer de hepinizden tek tek sorulacak. Tekrar söylüyorum, kendinize gelin. Allah rızası için kendinize gelin. Ve tarafsız kitapları açıp, Atatürk'ü tanıyın. Söyleyeceklerim bu kadar...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir