Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

1

10.06.2010, 23:21

Tarihte bugün!

Tarihin yorumu 10 Haziran 1930


Mübadeleden sonra mütekabiliyet


Lozan Antlaşmasına (1923) son anda eklenen bir protokol maddesiyle, Türkiye ile Yunanistan arasında "Ahalinin Mübadelesi" kararı alındı.

Buna göre, Türkiye'de ikamet etmekte olan Ortodoks Rumlar ile Batı Trakya'da ikamet etmekte olan Müslüman Türkler yer değiştireceklerdi.

Bu kararın uygulanmasına hemen geçildi. Yunanistan sınırları içinde yaşayan yaklaşık 400 bin Türk Türkiye'ye göç ederken, Anadolu ve Trakya'da yaşayan bir milyondan fazla Rum da Yunanistan'a göç etmeye başladı.

Bu arada, Yunanistan'dan Türkiye'ye gelenlerin arasında 20–30 bin civarında bir dönme (Selanikli Sabetaist) kitlesinin bulunduğunu da hatırlatmak gerekiyor. Rumlar'dan geriye kalan servetin en âlâsı, maalesef bu kesimden olan şahıslara ve ailelere verildi.

Mübadele Antlaşmasına göre, yer değiştirmeyi kabul eden göçmenler, sadece taşınabilir mallarını götürebilirler; gayr–ı menkulleri ise, Milletler Cemiyetine bağlı bir komisyon tarafından altın üzerinden değeri biçilerek derhal ödenmesi cihetine gidilecek.

Bu göçler, yer değiştirmeler ve yerleştirmeler esnasında, haliyle çok büyük sıkıntılar, dramlar ve hatta travmalar yaşandı. Yaşanan birtakım adâletsizlikler ve bilhassa uyum sağlama problemleri, bazı ailelerin sıkıntısını had safha çıkardı.

Mübadele yapıldı, karşılıklı göçler—azalarak da olsa—yıllarca devam etti.

Ne var ki, bazı sıkıntılar her iki tarafta da bir türlü aşılamadı.

Bu sebeple, 10 Haziran 1930'da Türkiye ile Yunanistan arasında, yeni bir "Ahali Mübadelesi Antlaşması" yapma cihetine gidildi.

Buna göre, eski anlaşmaya ilâveten, "mütekabiliyet" prenibi konuldu. Yani, göç etmek isteyenler gibi, iki ülkede daimî sûrette ikamet etmek isteyen Türk ve Rum vatandaşlara hem eşit muamele yapılacak, hem de birbirine denk şartlarda mübadeleler gerçekleştirilecek.

Bütün bu antlaşmalara rağmen, ne Türkiye'deki Rumlar rahata kavuşabildi, ne de Yunanistan'daki Türkler huzur bulabildi. Son 70–80 yıllık süre içinde, iki tarafta da büyük sıkıntılar yaşandı. Problemlerin üstesinden hâlen de gelinebilmiş değil.

10.06.2010

E-Posta: latif@yeniasya.com.tr

http://www.yeniasya.com.tr/2010/06/10/ya…/lsalihoglu.htm

Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

2

10.06.2010, 23:36

CEVAP: Tarihte bugün!


Bu arada, Yunanistan'dan Türkiye'ye gelenlerin arasında 20–30 bin civarında bir dönme (Selanikli Sabetaist) kitlesinin bulunduğunu da hatırlatmak gerekiyor. Rumlar'dan geriye kalan servetin en âlâsı, maalesef bu kesimden olan şahıslara ve ailelere verildi.


Biryerde okumuştum Yunanistan o zaman bu mübadeleyi istememiş..Ve istemediği halde bu mübadele gerçekleşmiş ve bu mübadelenin getirisi de kimlere yaramış belli oluyor..Hem maddi servete kavuşturulmuşlar hemde dinimize kasdetmişler bu dönmeler..Memleketimiz en fazla zararıda bu dönmelerden görmüş..
*
Dâvâsını ifâde eden kazanır.

Zübeyir Gündüzalp

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

3

10.06.2010, 23:50

Malesef. Yalniz Yunanlar degil Türklerde istememisti. Zorla yaptirilmisti..
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

4

11.06.2010, 00:33

Tarihin yorumu 11 Haziran 1913


Komita, komutanın başını yedi


Otuz Bir Mart Vak'ası sebebiyle İstanbul'a giren Hareket Ordusu Başkumandanı Mahmut Şevket Paşa, Bayezid Meydanında makam otomobili içinde vurularak öldürüldü. (11 Haziran 1913)

Şevket Paşa, Selanik Merkezli Hareket Ordusunun başına son aşamada monte edilmiş asabî ve muhakemesi zayıf bir Osmanlı subayı (Ferik: Korgeneral) idi.

Komuta kademesinin geri kalan subayları ise, Selanik kökenli "dönme" kimselerdi. Şevket Paşa, sırf halkın muhalefetini kırmak ve Müslüman Türk kitlesinin gözünü boyamak maksadıyla vitrine çıkarıldı. Ne yazık ki, bu taktik başarıyla tatbik edildi.

Şevket Paşa, darbeden sonra Harbiye Nazırlığına getirildi. 23 Ocak 1913'teki meşhûr "Bâbıâli Baskını"ndan sonra da Sadrazamlığa getirildi.

İşte, onun bu Sadrâzamlık (Başbakanlık) müddeti, beş ay bile sürmedi. Kuvvetle muhtemeldir ki, yine bereber hareket ettiği aynı İttihatçı komita tarafından vurularak öldürüldü.

Şevket Paşa, her ne kadar haşin ve gaddar tabiatlı biri olsa da, esasında bir kukladan öte kıymeti yoktu.

Nitekim, İttihatçı komitacıların her isteğini yerine getirmeyi kabullenmeyince, canından oldu. Üstelik, pek üzüleni–ağlayanı da olmadı, Başkumandanın.

Şevket Paşanın ölümünden sonra, Sadâret makamına, meşhûr Mısır Valisi Kavalalı M. Ali Paşanın torunu Said Halim Paşa getirildi.

* * *

Üstad Bediüzzaman, 31 Mart hadisesinde Hareket Ordusunun Başkumandanı Mahmud Şevket Paşa kendisine karşı "fazla hiddetli" olduğunu, ancak onun bu hiddetine boyun eğmediğini birkaç mektubunda ifade ediyor.

(Emirdağ Lâhikası, s. 214; YAN, 1994.)

11.06.2010

E-Posta: latif@yeniasya.com.tr

http://www.yeniasya.com.tr/2010/06/11/ya…/lsalihoglu.htm
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

5

16.06.2010, 02:00

Tarihin yorumu 16 Haziran 1950

Ezan, 18 yıllık hapisten kurtuldu

Tek parti diktatoryası döneminde 1932 senesinde yasaklanan Ezan–ı Muhammedî, 18 yıllık aradan sonra yeniden hürriyetine kavuştu.

16 Haziran 1950'de toplanan Meclis'in ana gündem maddesi, ezan üzerindeki yasağın kaldırılmasıydı.

Memleketi ve Meclis'i öyle bir mânâ ve heyecan dalgası sarmıştı ki, konulan yasağı savunmaya kimsenin mecâli, takati kalmamıştı. Meclis Genel Kurulunun kararıyla, ezan yeniden serbest bırakıldı.

1932'de yasaklanan Muhammedî ezan, sadece hapishanelerde serbestçe okunabiliyordu. Dışarıda ise, yer yer cami içinde ve ancak gizlice okunabiliyordu.

Bediüzzaman ve has talebeleri, ezan yasağına tâ başından beri hiç uymadılar ve Muhammedî ezanı hiç terk etmediler.

http://www.yeniasya.com.tr/2010/06/16/ya…/lsalihoglu.htm
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

6

16.06.2010, 02:02

Cevher İLHAN

16 Haziran irâdesi …

14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin 16 Haziran 1950 günü ilk icraat olarak Ezân-ı Muhammedînin aslına çevrilmesi, “demokratlık” hakikatinin ölçüsünü veren demokratik irâdeye en açık örnektir.

Bundan tam 60 yıl önce Demokrat Parti hükûmeti kurulur kurulmaz, Meclis’te Ezânın Türkçeden başka bir dilde okunmasına cezaî yaptırım öngören tek parti devrinin “dinden tecrid” politikalarından kalan Ceza Kanunu’nun 526. maddesini değiştirdi.

Düzenlemenin mimârı merhum Başvekil Menderes’in ifâdesiyle Ezân-ı Muhammedînin “din dilinde” okunabilmesinin önü açıldı. O denli güçlü bir demokratik irâde ortaya konuldu ki, CHP’liler bile tasarının lehine oy verdiler, bu irâdeye karşı duramadılar. Hatta kanlı 27 Mayıs darbesini yapan ihtilâlciler bile bu irâdeye dokunamadılar. İhtilâlden bir ay sonra Millî Birlik Komitesi’nin yayımladığı 30 Haziran 1960 tarihli “35 sayılı tebliğ”le Ezânın Türkçe okunması yasaklandı…

Buna mukabil sekiz yıllık AKP iktidarında, DP ve devamı iktidarların açtığı sayıları 571’e ulaşan imam hatip okullarının önü kesilebilmekte. Anayasa değişikliğiyle “Âcil Eylem Plânı”nda, seçim bildirgesinde ve hükûmet programında söz verilen YÖK Yasası değiştirilmediği gibi, 12 Eylül darbe döneminden kalma Yükseköğretim Kanunu’nun 45. maddesinde meslekî ve teknik okulların üniversite giriş sınavlarında “katsayı bariyeri” de kaldırılmış değil. Bu yüzden milyonlarca meslek okulu mezunu haksızlığa uğrayarak mağdur olmakta; AB’ye verilen “demokratik eğitim” taahhüdünün aksine, meslekî teknik eğitim büyük darbe yemekte…


DARBELERDEN KALMA YASAKLARLA…

Keza 28 Şubat’tan kalma mevzuatla halkın yüzde doksan dokuzu Müslüman olan ülkede çocukların İslâm’ın teme kitabı Kur’ân öğreniminin “yaşla yasaklanması” devam etmekte.

Yine onca iddiaya rağmen devletin din işleriyle vazifeli anayasal kurumu olan Diyanet’in “tesettürün parçası dinî bir vecibe olduğu” fetva kararlarına rağmen yasadışı başörtüsü yasağı sürmekte. Dahası, “yasal yasak” gerekçesiyle başörtülü milletvekili adayı kabul etmeyen iktidar partisine mensup belediye başkanları, kendi partilerinden seçilen başörtülü belediye meclisi üyelerini “yasal yasak var” diye toplantılara almamakta.

12 Eylül darbecilerini koruyup kollayan “darbe anayasası”nın mâlum “geçici 15. maddesi” değişikliğinde de ne garip ki darbecilerin yargılanması için “zamanaşımının kaldırılması” önergelerini reddetmekte. “Koruma ve kollama görevi”yle darbecilere gerekçe gösterilen TSK İç Hizmet Kanunu 35. maddesini bir türlü düzeltmemekte.

Yurdun çeşitli mahallerinde 12 Eylül darbesinin lideri Evren ve “ihtilâl konseyi üyesi arkadaşları”nın isimlerinin bulvarlardan, okullardan, parklardan silinmesine en evvel AKP’li belediye meclisi üyeleri karşı çıkmaktalar…

Orta öğretim müfredat programında din dersinden Türkçeye kadar dersler “Atatürk’ün görüşleri”ne göre okutulmakta; bizzat Millî Eğitim Bakanı’nın ikrarıyla “eğitimde “Atatürkçülük yüzde 40 oranında” arttırılmakta.

AİHM’e gönderilen “hükûmet savunması”nda tıpkı yasakçı rektörler gibi, âyet ve hadisin açık tefsiri ve mânâsıyla “Allah’ın emri” olduğu açıkça ortada olan başörtüsünü “siyasî sembol”, “laikliğe aykırı” ve “gerginlik sebebi” sayıp üniversitelerde yasaklanmasının -olmayan- mevzuata uygun olduğunu bildirmekte.

Düşünce ve ifâde özgürlüğü, din ve vicdan hürriyeti bir yana. Kur’ân’ın beyânı ve Peygamberimizin hadisleri ışığında, inancından gelen kanaati gereği deprem gibi umumî bir musîbete “İlâhî ikaz” yorumunun “suç” sayılıp yargılanması ve ceza alması, AKP hükûmetinin Strasbourg’a yaptığı “savunma”da açıkça savunulmakta…


DEMOKRATLIĞA YELTENMEK!

Bütün bunlar, Bediüzzaman’ın “vatan, millet ve İslâmiyet hesâbına destek verdiği”, “haklı taraf ve dost” görüp “ihtiyat kuvveti hükmünde bir nokta-i istinad ve yardımcı olduğu” Demokratlarla, demokratlığa yeltenenler arasındaki farkı açıkça açığa çıkarmakta…

Görünen o ki boy boy resimlerini Menderes’in yanına yapıştırıp âfişe etmekle demokrat olunmuyor. Tıpkı eski elbise giymekle ve kasket takmakla “halkçı” olunmadığı gibi…

Kısacası, kendi dönemlerindeki darbe hazırlıklarının ve teşebbüslerinin soruşturulmasıyla yetinip, 27 Mayıs kanlı cunta ihtilâlinin, 12 Eylül darbesinin, 28 Şubat postmodern darbesinin, hatta 27 Nisan e-muhtırasının hesabını sormaya yanaşmayanlar, darbe anayasasını değiştirmeyi rafa kaldıranlar, darbelerin dayattığı yasakların üzerinde oturanlar, demokrat olamayacakları anlaşılmakta…

Demokratların, yüzlerce imam hatip okulu, onlarca yüksek İslâm enstitüsü, ilâhiyat fakültesi, binlerce Kur’ân kursunu açması, okullara din derslerinin okutulması, din eğitimi ve öğretimine yapılan hizmetlerine karşılık, bir dönem “DP’nin tâkipçisi” iddiasıyla “muhafazakâr demokrat” olduğunu iddia eden AKP iktidarının demokratik irâde zâfiyeti ortaya çıkmakta. Zira DP’nin mânevî miras ve misyonunu devam ettiren AP-DYP iktidarlarının hizmetlerini dahi muhâfaza edememekte…Ve demokrasi kıtali darbelere karşı “demokratlık mânâsı”na bakıldığında, Bediüzzaman’ın “Ezân-ı Muhammedînin aslına çevrilmesi”nden hareketle Menderes’e “İslâm kahramanı”; dâvâ arkadaşı Demokratlara “İslâmiyete ciddî taraftar mühim zâtlar” övgüsünün mânâsı daha bâriz bir biçimde okunmakta. (Emirdağ Lâhikası- 449)

16 Haziran irâdesinin anlamı bu…

16.06.2010

E-Posta: cevher@yeniasya.com.tr

http://www.yeniasya.com.tr/2010/06/16/yazarlar/cilhan.htm
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

7

17.06.2010, 01:31

Tarihin yorumu 17 Haziran 1972


Muhtıraya övgü düzen Başbakan


Muhtıra sonrası başlayan "ara rejim dönemi"nin ikinci Başbakanı Ferit Melen, Alman Bavyera TV'de yayınlanan konuşmasında, 12 Mart Muhtırasından övgüyle söz etti. Melen, ordunun siyasete müdahale etmekte de çok haklı olduğunu sözlerine ekledi.

Kuvvet komutanları, 12 Mart'ta (1971) Cumhurbaşkanlığı aracılığıyla hükümete sert bir muhtıra vererek, derhal istifa edip çekilmesini istedi. Aksi takdirde, doğrudan müdahale yapılacağı, yani askerî darbe yoluna gidileceği tehdidinde bulunuldu.

Darbe çılgınlığının önüne geçmek ve partlamento yolunu açık tutmak adına istifa eden Demirel Hükûmeti, bir bakıma "âzamüşşer"re meydan vermemek için "ehvenişer"i ihtyar etti.

Böylelikle, Türk siyaset tarihinde yeni bir ara ve dahi kara rejim dönemi başlamış oldu.

Muhtıra sonrası, "tarafsız başbakan" adayları arandı. Bunların her biri bir yıl hükümet yönetecekti. İlk olarak, CHP'den ayrılmış görünen Nihat Erim Başabakan oldu. Bir yıl sonra yine eski CHP'li Ferit Melen ve ondan sonra da aynı zihniyetin takipçilerinden Sadi Irmak Başbakanlık makamına getirildi.

Ferit Melen, Halk Partisinden M. Güven Partisine geçmişti. 12 Eylül Darbesinden sonra Milliyetçi Demokrat Partili oldu. 1988'de vefat etti. Oğlu Mithat Melen ise, halen MHP İstanbul milletvekili olarak Meclis'te görev yapmakta.

17.06.2010

E-Posta: latif@yeniasya.com.tr

Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

8

25.06.2010, 10:23

Bitmek bilmeyen Kore Savaşı

Tarihin yorumu 25 Haziran 1950

Kuzey Kore birliklerinin Güney Kore'ye saldırması sebebiyle 1950 yılı ortalarında başlayan "Kore Harbi", her ne kadar 1953 senesinde sona erdiği kabul edilse de, farklı yönleriyle halen devam ediyor gibi örünüyor.

Silâhlı muharebe üç yıl sürdü. Savaş sonrasında, on yıl önceki bölünmüşlük yine de ortadan kaldırılamadı. Sağlanmış gibi görünen barış, kâğıt üzerinde kaldı. Hatta, iki taraf arasında 2007'de imzalanan barış antlaşmasına rağmen, aradaki güven henüz tesis edilebilmiş değil.

Bu özetin ardından, şimdi de detaylara geçelim...

* * *

Kore Savaşı, 25 Haziran 1950'de başladı. İkinci Dünya Savaşı sonrası ortadan ikiye bölünen Kore'nin kuzeyinde Rusya, güneyinde ise Amerika'nın hakimiyeti oluştu.

Kuzey Kore'de, hem Rusya, hem de Çin ile müttefik komünist bir yönetim kuruldu. 25 Haziran günü, aralarında sınır olarak kabul edilen 38. paraleli geçen komünist kuvvetler Güney Kore toprağını işgale başladı.

Bunun üzerine âcilen toplanan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı, üye devletlerin iştiraki ile güçlü bir ordu teşkil edilerek Kore'ye gönderilmesini kararlaştırdı.

Amerika başta olmak üzere on beş ülke askerî kuvvet, beş ülke de para ve sağlık malzemesiyle yardımda bulundu.

Komünist istilâya karşı askerî kuvvet gönderen ülkeler şunlar: ABD, İngiltere, Türkiye, Y. Zelanda, Belçika, Filipinler, Kanada, Yunanistan, Lüksemburg, Habeşistan, Avustralya, Fransa, G. Afrika Birliği, Hollanda ve Kolombiya.

Türkiye, bu savaşa 17 Ekim 1950 tarihinde General Tahsin Yazıcı komutasında 5090 kişilik bir tugayla iştirak etti. Katıldığı çatışmalarda büyük başarılar elde eden Türk tugayı, dünyanın takdirini kazandı.

Yaklaşık üç yıl devam eden savaşta 900 askerimiz hayatını kaybederken, 2000 kadarı da yaralandı.

Üç yıl müddetle münavebeli şekilde Kore'ye gidip gelen askerimizin yekûnu takriben elli bin kişiyi buldu.

E-Posta: latif@yeniasya.com.tr
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

9

27.08.2010, 23:42

M. Latif SALİHOĞLU

27 Ağustos 1927

150'liklerden Hacı Sami öldürüldü

Bu 150'likler listesine dahil olanlar, M. Kemal ve arkadaşları tarafından Millî Mücadelede düşmanla işbirliği yapmış kişiler olduğu gerekçesiyle, bir bakıma "vatan haini" ilân edilmişlerdir.

Liste, ilk başta daha uzundu. Lozan görüşmeleri (1923) esnasında, liste alabildiğine kısaltıldı ve 149 kişiye indirgendi. Düz hesap olsun ve dile kolay gelsin diye, her nasılsa "Köylü Gazetesi" sahibi Refet Beyin ismi de eklenerek, sayı 150'ye çıkarılmış oldu.

1 Haziran 1924'te kesinleşen 150'likler listesinin başında Sultan Vahdeddin'in maiyeti, Şeyhülislâm M. Sabri Efendi ve arkadaşları ile Anzavur Ahmet, Çerkes Ethem ve Enver Paşanın hem şahısları, hem de onlara yakın isimler yer alıyor.

İşte, ismi bu yasaklılar listesinde bulunan Sami Kuşçubaşı ve birkaç arkadaşı, 27 Ağustos 1927'de Ege'deki Sisam Adasından Anadolu'ya geçmeye çalıştığı esnada, Karaburun sâhilinde ateşli silâhlarla vurularak öldürüldü. Beraberinde bulunan birkaç arkadaşı da yaralı halde ele geçirilerek çeşitli cezalara çarptırıldı.

O tarihte yapılan resmî açıklamaya göre, Kuşçubaşı ve arkadaşları, M. Kemal'e sûikast teşebbüsünde bulunmak maksadıyla Anadolu'ya geçmek istemişler. (TC Tarihi Kronolojisi, TTK Yayınları, 1983, s. 470.)

Meselenin iç yüzü ise, henüz aydınlığa kavuşturulmuş değil. Zira, yakın döneme dair resmî tarihin yüzde elliden fazlası yalan ve yanlış bilgilere olarak anlatılıyor. Tıpkı "İzmir Sûikastı" meselesinde olduğu gibi... (Bkz: K. Karabekir'in Günlükleri/Hatıraları.)

NOT: Meclis'in 29 Haziran 1938'de aldığı bir kararla, 150'liklerin yurda girişleri serbest bırakıldı. Ancak, Çerkes Ethem ve Saltanat mensupları, dönemin idaresine duydukları güvensizlik sebebiyle vatanlarına dönemediler.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

10

27.08.2010, 23:43

Tarihin yorumu 28 Ağustos 1991

Devlet Başkanı komünizmi terk edince...

Sovyet Rusya'nın son Devlet Başkanı olan Mihail Gorbaçov, Sovyet Komünist Partisi Sekreterliğinden resmen istifa etti. (28 Ağustos 1991)

Gorbaçov'un bu istifası, aynı zamanda Rusya'da yetmiş yıldır süregelen komünist rejimin de sonu ve iflâsı anlamını taşıyordu. Bu durum, zaman içinde kaşarlanmış komünistleri fena halde öfkelendirdi.

Komünistler, Gorbaçov'un 1985'ten beri yürüttüğü perestroika (yeniden yapılanma) ve glasnost (açıklık) adını verdiği reformist politikaları endişe ve memnuniyetsizlik içinde takip ediyordu.

Ancak, ülkenin içine düştüğü bilhassa ekonomik darboğaz sebebiyle seslerini yine de fazla yükseltemiyorlardı.

Onlara göre, işler düzelecek ve komünist rejim yoluna devam edip gidecekti. Ancak, hiç beklemedikleri gelişmeler birbirini takip etti.

Sadece Rusya'da değil, demir perde ülkeleri de dahil olmak üzere, dünyanın her tarafında komünizm aleyhtarlığı geliştikçe gelişti.

Son olarak, Gorbaçov'un "Nobel Barış Ödülü"nü alması ve hemen ardından komünizmi bitirme eğilimine girmesi, komünistlerin can havliyle silâha sarılmasına sebebiyet verdi.

19 Ağustos sabahı komünizm rejimini yeniden yeşertmek isteyen KGB destekli bir grup general ve siyasetçi "İhtilâl Komitesi" adı altında, Gorbaçov'a karşı darbe teşebbüsünde bulundu.

Silâhlı çatışma günlerce devam etti. Başkanlık sarayı yangın yerine döndü.

Tam da bu esnada, hiç beklenmedik bir gelişme yaşandı. Gorbaçov'un siyasî rakibi olarak bilinen Rusya Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin, emrindeki tankların üzerine çıkarak Gorbaçov'u hararetle desteklediğini ve ülkeyi ihtilâl bozuntularına teslim etmeyeceklerini haykırdı.

Bu durum, iki önemli gelişmeye yol açtı.

Birincisi: Darbe başarısızlıkla sonuçlandı ve ihtilâlcilerin çoğu bir yolunu bulup yurt dışına kaçmanın yolunu tuttu.

İkincisi: Yeltsin'in prestijinin artmasına, siyaseten güçlenmesine yol açtı. Nitekim, kısa zaman içinde Yeltsin'in yıldızı parladı ve dağılan SSCB'nin yerine kurulan Bağımsız Devletler Topluluğunun Başkanlığına seçilerek, yeni Rusya'nın lideri oldu.

E-Posta: latif@yeniasya.com.tr
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

11

28.08.2010, 00:39

Said Nursi’nin zorunlu ikameti başladı
Şam-Medine demiryolu açıldı, Kuşçubaşı Hacı Sami öldürüldü, Said Nursi'nin zorunlu ikameti başladı

Dünya Bülteni / Tarih Servisi

Kamaniçe kalesi teslim alındı, Bediüzzaman Said Nursi’nin zorunlu Emirdağ ikameti başladı.

Kamaniçe Alındı (1672)

IV.Mehmet meşhur sadrazamı Köprülü Fazıl Ahmet Paşa ile 1672’de Lehistan Seferine çıktı.27 Ağustos 1672’de Kamaniçe kalesi teslim alındı.Hükümdar savaşı izlemiş ve teslim alınan şehri gezdikten sonra Edirne’ye dönmüştür.

Olaş Meydan Muharebesi yapıldı (1696)

Sultan II. Mustafa II. Viyana kuşatması ile başlayan kötü gidişata son verip devleti tekrar eski kudretli günlerine döndürmek istiyordu. Hatta bu amaçla bizzat ordunun başına geçip seferlere katılıyordu. Almanlar üzerine yaptığı seferde Alman ordusunu 27 Ağustos 1696’da Olaş Meydan Muharebesinde tekrar bozguna uğrattı.

Şam-Medine Demiryolu Açıldı(1908 )

Hicaz demiryolu hattı II.Abdülhamit’in gerçekleşmesi imkansız görülen en büyük projelerinden biri idi. II. Abdülhamit Hicaz demiryolu hattı için ilk bağışı kendisi yaparak tüm İslam dünyasını kapsayan bir yardım kampanyası başlattı. İslâm dünyasınca yapılan bu yardımların tek elde toplanması için, “Hicaz Şimendifer Hattı İanesi” kuruldu.(1900)Sadece Osmanlı Müslüman vatandaşları değil bütün İslam dünyası kampanyaya büyük ilgi gösterdi ve fedakar bağışlar yapıldı.

Demiryolu inşaatına, 1903 yılı Ekim’inde başlandı. Görevli işçiler, askerler ,subaylar sıcak, susuzluk, eşkıya saldırıları gibi olumsuzluklara karşı büyük fedakarlıklar göstererek çalıştılar.1908’de Medine’ye ulaşıldı. II. Abdülhamit büyük bir incelik örneği göstermiş ve kutsal topraklarda gürültülü çalışılmamasını (amaç Hz. Muhammed’in yüce ruhaniyetini rahatsız etmemek) istemiştir. Bunun için rayların altına keçe döşenerek çalışmalar devam ettirildi. Çalışmalar süresince bölgede sesiz lokomotifler kullanılmaya özen gösterildi. İlk trenin törenle 27 Ağustos 1908’de Şam’dan yola çıkmasıyla Şam-Medine hattı açıldı. Hattın bu kadar kısa sürede bitmesi batı dünyasında şaşkınlığa yol açmıştır.

Afyon Kurtuldu (1922)

13 Temmuz 1921’de Yunanlılar tarafından işgal edilen Afyon Büyük Taarruz’un başlamasından bir gün sonra yani 27 Ağustos 1922 tarihinde yunan işgalinden kurtarıldı.

Kuşçubaşı Hacı Sami Öldürüldü (1927)

Teşkilat-ı Mahsusa Lideri Eşref Sencer Kuşçubaşı’nın kardeşidir. Enver Paşa’ya olan yakınlığı ile bilinir. Enver Paşa ölünceye kadar yanından ayrılmamıştır.Teşkilatı Mahsusa’nın önemli adamlarındandır. Hindistan, Afganistan ve Orta Asya bölgesinde Türkçülük ve İslamcılık çalışmaları yapmıştır. Kendisi 1924’te hazırlanan 150’likler listesinde olduğu yer almıştır. 27 Ağustos 1927’de gizlice Sisam adasından yurda girmeye çalışırken Karaburun bölgesinde öldürüldü.

Bediüzzaman Said Nursi’nin Zorunlu Emirdağ İkameti başladı (1944)

Eserleri nedeniyle sürekli kovuşturma geçiren Bediüzzaman Sait Nursi Ankara hükümeti tarafından 27 Ağustos 1944 tarihinden itibaren Afyon Emirdağ’da zorunlu ikamete tabi tutuldu. Hatta kaydı da Emirdağ nüfusuna alındı.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

12

06.09.2010, 19:21

Tarihin yorumu 6 Eylül 1980

Darbe gerekçesi Konya Mitingi

Kimin tertip ve organize ettiği bir türlü netleşmeyen Konya'daki "Kudüs Mitingi", fikir ve siyaset âleminde şok etkisi yaparak büyük dalgalanmalara yol açtı. (6 Eylül 1980)

12 Eylül günü darbe yapan cunta liderleri bile, bu mitingi harekâtın gerekçelerinden biri olarak gördüklerini anlattılar.

Mitingin konuşmacısı MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan'dı. Organizatörü ise, aynı partiden belediye başkanı olan Mehmet Keçeciler diye biliniyordu.

Ancak, bilâhare konuya dair açıklamalar yapan Keçeciler, söz konusu mitingin belediye tarafından değil, parti tarafından tertiplendiğini söylüyordu.

Erbakan ise, bu söylemi yalanlıyor ve belediye tarafından bütün partilere açık bir miting organizasyonunun yapıldığını iddia ediyordu.

İstiklâl Marşının bazı gruplar tarafında yuhalanması ve miting esnasında yapılan konuşmalardan ziyade, sıklıkla atılan sloganlar, asılan afiş ve pankartlar ile beklenmedik bazı şiddet olayları dikkati çekti.

Tekel binası ile içki satan yerlerin taşlı–sopalı saldırıya uğraması, zayıf kalan emniyet kuvvetlerince önlenemedi.

Atılan ve yazılan sloganlar ile kentin muhtelif noktalarına asılan afişlerde ise, bilhassa şu sözler dikkati çekiyordu:

"Konya faşistlere mezar olacak!"

"Dinsiz devlet yıkılacak elbet!"

“Yaşasın İslâm devleti hakkımız!”

“Ya şeriat, ya ölüm!”

“Tek halife, tek devlet!"

“Cihadımız devletimizi kuruncaya dek!”

“Şeriat İslâm’dır, anayasa Kur’ân’dır!”,

“Şeriat hakkımız, söke söke alırız!”

“Komutan Erbakan, akıncı asker!”

E-Posta: latif@yeniasya.com.tr
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

13

02.03.2011, 01:28

TARİHTE BUGÜN 2 MART 1925

Şeyh Said Hadisesi fırsatçılığı

Yirmi gün kadar önce (11 Şubat 1925) Diyarbekir havalisinde kanlı boğuşma şeklinde ortaya çıkan Şeyh Said Hadisesi, Ankara'daki dikta heveslileri tarafından kelimenin tam anlamıyla kaskatı bir fırsatçılığa dönüştürüldü.

Bu fırsatçılık hevesiyle, ilk iş olarak nisbeten ılımlı görünen Fethi Okyar kabinesi, verilen güvensizlik oylarıyla (60'a karşı 93 oyla) iktidardan düşürüldü. (2 Mart 1925)
Okyar'ın yerine İsmet Paşa tek aday olarak ortaya çıktı. Hemen, Meclis'teki şahinlerden müteşekkil bir kabine kurdu ve güvenoyu alarak icraata başladı.

İsmet Paşa, ilk iş olarak, Şeyh Said Hadisesine mahsus olarak iki İstiklâl Mahkemesini kurdurdu. Biri Ankara, diğeri Diyarbekir'de görev yapacak olan mahkeme heyetinde görev yapacak şahıslar Meclis tarafından tesbit edildi.

Bu mahkemeler, yapılan alelusûl yargılamaların neticesinde, 47 maznun hakkında idam kararı verirken, yüzlerce vatandaşı da en ağır cezalara çarptırdı. Uygulanan özellikle sürgün cezalarının bir kısmı, öylesine trajik tablolara sahne oldu ki, unutulması kàbil değil.

Şeyh Said Hadisesini fırsata dönüştüren Ankara'nın ekâbirleri tarafından yapılan en büyük haksızlıklardan biri de, muhalif görünen siyasetin ve medyanın susturulması oldu.
Zoraki bağlantılar kurularak, ilk muhalefet hareketi olan Terakkiperver Fırkası kapatıldı ve mensupları hakkında akla durgunluk veren baskı yöntemleri devreye sokuldu.
Kezâ, yeni Ankara'nın diktacı siyasetine muhalif fikirler yaydıkları bahanesiyle, İstanbul'daki gazetelerin çoğu kapatılarak yayın hayatlarına son verildi.
Yayını devam eden gazeteler ise, sadece iktidarın borazanlığını gönüllü şekilde sürdürenler oldu.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

14

17.06.2011, 10:31

13-15 Haziran 1638

Sakarya Şeyhi derdest edildi

Bundan dört asır kadar evvel Eskişehir taraflarında ortaya çıkan "Sakarya Şeyhi" lâkaplı bir şahıs, hem "Mehdîlik" dâvâ etti, hem de "İsa Rûhullah" olduğu iddiasında bulundu.
Sultan IV. Murad, tam da meşhûr Bağdat seferine çıkmak üzere idi ki, Eskişehir kadısından Saray Merkezine konuyla ilgili bir şikâyet geldi.

Bu şikâyetnâmeye göre, asıl ismi Ahmed olan bir şahıs, Mehdîlik iddiasında bulunuyor ve Eskişehir ahalisini de tehditle haraca bağlamış durumda.

Dahası, bu şahıs Eskişehir halkına hitaben bir de tehditname yazmış ve kendini adeta dev aynasında görmeye başlamış.

Söz konusu tehditnâmede şu sözler yer alıyormuş: "Ey şehr–i atîk ahalisi! Şöyle ma'lûm ola ki, bu kâğıt size vâsıl oldukta, yüz yirmi yıllık haracınızı bittamam gönderesiniz. Ve kendiniz içün bir aylık zahire alıkoyup, ziyadesini bilcümle gönderesiniz. Ve illâ ihmal ederseniz, üzerinize âdem gönderip katlolunmanız mukarrerdir." (El–Fakîr Rûhullah)

* * *

Bazı rivâyetlerde, çevresinde yedi–sekiz bin kişilik bir kuvvet toplayan bu dehşetli meczubun, Eskişehir ahalisiyle yer yer harbe tutuştuğu da rivayet edilir.

Bilâhare üzerine gönderilen Anadolu Beylerbeyi Ali Paşa kumandasındaki kuvvetin de mağlûp olması üzerine, nihayet o bölgenin yerlisi Osman Ağanın kurduğu plân gereği şeyh tuzağa düşürülüp yakalanır ve oradaki ordu karargâhına getirilir.

Müritleri, kendisine silâh tesir etmeyeceğine inanmaları ve bu iddiayı ileri sürmeleri üzerine, şeyhe müthiş işkenceler yapıldığı, ancak buna rağmen şeyhin, can verinceye kadar "bir kere bile of demediği" hususu, yine bir rivayet olarak naklediliyor.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Bu konuyu değerlendir