Giriş yapmadınız.

1

14.12.2009, 00:56

"GDO’lara inat yerel tohumlarınızı sahiplenin!"




"GDO’lara inat yerel tohumlarınızı sahiplenin!"



Genetiğiyle oynanmamış, yaşadığı yere en iyi uyumu sağlamış ve bir ekosistemin parçası olan yerel ve doğal bitkilerin tohumlarını korumak isteyenler bir kampanya başlattı...

Çevre ve tabiat konusunda kitaplar yayınlayan Sinek Sekiz Yayınevi'nin kurucuları, "yerel tohumlarınıza sahip çıkın" çağrısında bulunuyor ve şunları söylüyorlar:

"Genetiğiyle oynanmamış, yaşadığı yere en iyi uyumu sağlamış ve bir ekosistemin parçası olan yerel ve tabii bitkilerin tohumlarını toplayın , saklayın ve ekim zamanı geldiğinde yeniden toprakla buluşturun.

GDO’lara inat yerel tohumlarınızı sahiplenin!"

Sinek Sekiz Yayınevi'nin kurucularından İrem Çağıl'a sorduk, peki bu tohumları nereden bulacağız? İşte Çağıl'ın önerileri...

Yerel tohum tek bir kurum, şahıs değil ama birlikte hareket eden bazı dernek ve topluluklarla, doğal yöntemlerle tarım yapmaya devam eden köylülerimiz tarafından korunuyor ve her sene yapılan ekimlerle devamı sağlanıyor.
Yerel tohum edinmek ve onları ekip yeniden tohum alarak devamını sağlamak, bir yandan da kendi ürettikleri sebzelerle sağlıklı beslenmek isteyenler bunun için aşağıda sıralanan yerlere başvurabilirler:

1. Pembe Domates Ağı: Ülkemize has pembe domatesleri balkonuna, bahçesine dikip, doğal yöntemlerle büyütüp, devamını sağlamak için de tohumlarını toplayıp paylaşan insanların oluşturduğu ağ. Pembe domates tohumları için Pembe Domates Ağı'nın sayfasını ziyaret edip başvuruda bulunabilirsiniz. http://pembedomatesagi.blogspot.com/

2. Emanetçiler Derneği, yerel tohumların korunması ve paylaşılması için ülke çapında bir ağ kurulmasına öncülük eden dernek. Şu an itibariyle Buğday Derneği tarafından başlatılan Türkiye Tohum Ağı projesinin sekreteryasını yürütüyorlar. Emanetçiler Balkon Bahçeleri Projesi kapsamında, geleneksel tohum almak, dikmek isteyenlerle tohumlarını paylaşıyor. İsteyenler derneğin web sitesindeki formu doldurarak tohum taleplerini iletebiliyor.
http://www.emanetciler.org/projeler.php?d=3242&e=3268


3. Meyve Mirası projesi Muğla yöresinin yerel meyvelerinin veritabanını çıkarıyor. Projeye destek veren ve yerel tohumlarla, doğal yöntemlerle üretim yapan köylüler Bodrum sebze-meyve pazarında kurulan Meyve Mirası tezgahında bu ürünlerin satışını yapıyorlar. İsteyenlerle tohumlarını da paylaşıyorlar.

4.Organik Pazarlar İstanbul'da, Ankara'da, Bursa ve Antalya'da kurulan organik pazarlarda zaman zaman yerel tohumlarla üretim yapan çiftçiler olabiliyor. Bu geniş gönüllü çiftçilerden ekmek için az miktarda tohum istediğinizde paylaşmaktan çekinmiyorlar.

4.İmece Evi bir tohum kütüphanesi oluşturuyor ve listesindekileri isteyenlerle paylaşıyor. Tohum taleplerinizi yine kendilerine mail atarak ulaştırabilirsiniz. http://www.imeceevi.org/

ntvmsnbc

2

15.12.2009, 00:05

Devletin tarımsal araştırma enstütülerinde ıslah edilmiş kaliteli tohumlar çoğaltılıp saklanıyor ama vatandaş GDO'nun kucağında. Tokatlı bir mesai arkadaşım var, köylü bir çocuk, üniversiteye çıkmış şehre, sonra işe girmiş, anlatıyordu yakın zamana kadar o da çalışıyormuş meyve-sebze üretiminde kendi köyündeki tarlasında. Güzel görünüyor, verimi fazla diye, bile bile İsrail tohumlarını yani o soyu kesik tohumları kullanıyoruz diyordu. Çok çiftçi bu yola düşmüş, üstelik çok korkunç tohum parası ödeniyor, söylemişti miktarlarını unuttum.

ABD'deki GDO işinin asıl sahibi firma da adeta işin tam firavunu olmuş, kontrol ellerinde, satışı, pazarlaması, tekeli... Bütün dünyayı kasıp kavuruyor adamlar, halk yoksulluktan görünüşe göre onlara tamah edip onları kullandıkça önüne geçmesi zor görünüyor, Allah sonumuzu hayretsin. Sigara bile o kadar zararlı olmasına rağmen hemen zararı ortaya çıkmadığı için tüketiliyor de ne hallere düşülüyor, GDO'lu ürünler konusunda akıllanmak biraz zor olacak o yüzden belki de.

Üstad da diyor, insanoğlu şimdiki bir dirhem lezzeti, ilerdeki batmanlarca lezzete tercih eder.

Modern dünyanın anlayışı da böyle, bir işletme dersinde, şimdiki 1 lira, hesaplama ile bir kaç yıl sonrasındaki -misal- 10 liraya denk sayılıyor. Tamam, hareketle girdi ve kazanç, üretim olur ama bu hesabında bileşeni piyasadaki faiz oranı.

Diyeceksin bu konuya neden girdin, bunu aklı okumuş ama vicdanı okumamışlarla, insanoğlunun aciz ve fakir nefsinin eline bırakırsan, sigara gibi de olsa malesef tüketilir. Ben de GDO diye satın alırken düşünüyorum, huzurunu bırakmıyorlar adamın.

Tarımı geliştirmek yerine, gelişmiş tohumu satın almak da, malesef bizde yer etmiş olan bedavacı ve kolay zihniyeti temsil ediyor.

Avustralya yeraltı suyunun çok kullanılmasından dolayı topraklarında yaşadığı su çekilmesi, kuruma ve kireçlenmeden ötürü yeni nesil tohumlarla buğday üretemez hâle gelmiş bazı bölgelerinde. Çözümü ise hiç oynanmamış Orta Asya buğdaylarından biri idi sanırım, kullanmakta bulmuşlar. Diyeceğim o ki, bereketsiz diyerek Allah'ın yarattığını beğenmeden atıp geçyorlar, ama onlarda da çok hikmetler saklıdır. Denizaltıyı bırakın robotların inemediği deniz derinliklerinde yaşayan canlıların bile rızkını yollayan Allah, -haşa- aczinden o bitkileri öyle yaratmamıştır.

Bu GDO meselesi önümüzdeki 10-20 yıl içinde resmini tamamladığında bakalım nasıl bir tablo çıkacak önümüze.

Biyodizeldir, plastik hammaddesidir diye GDO'lu mısır üretiyor ABD, onu gidip gıda diye tükettiriyorlar da insanlara, ya da insana yiyecek olacak tavuk gibi çiftlik hayvanlarına. Yine soya bitkisi başına bela olabilir belki dünyanın. Soyadan süt bile yapıp satıyorlar, şeker ve bakteri ekleyip yoğurt gibi mayalıyorlar, hatta yoğurdu bırakın peynir bile yapıyorlar. GDO'suz soyada bir dalda 15-20 tane alacaksanız, GDO'lu ile belki 100 tane alacaksınız. Ve bu mallar Türkiye'ye ithal ediliyor. Ben liman işletmesinde çalışıyorum şu an, komşu olan özel firmanın getirdiği soyanın yere düşen tanesinden toprakta biten bitkiden görülen bu. O kadar soya ne oluyor bilmiyorum. Gözü dönmüş tüccarların eline kalırsanız, inek beslenecek meralara soya ekerler, 100 kat daha fazla süt ve yoğurt, peynir elde ederler.

Ben de bir sürü şey yazdım, bilip bilmeden, hatalarım da olmuştur, ama benim şu an böyle algıladığım bir vaziyet var.

Süte melamin ekleyip mama yapıp çocukları zehirleyen Çin, mısıra belki hangi hayvanın genini enjekte eden ABD, İsrail.

Teröre karşı savaş verilecekse aslında milyarların perde arkasındaki gizli katili belli.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

3

15.12.2009, 00:16

Az bile demişsin keçeli..

Eskiden düşman devletin askerleri topla tüfekle veya son yüzyılda daha gelişmiş bombalarla yok ediliyordu..

Şimdi bu gıda terörizmi ile, düşman devletin asker namzedi olacak çocukların bedenleri, tam bir sinsi planla, adım adım yok ediliyor..

Bizde, gündelik hayat içinde, geçim derdi tantanalarıyla, sun'i gündemlerle arada kaynayıp giden asıl dert bu ..!!

Yurtdışı kaynaklı haber kaynaklarını takip etmeyen bir çok insanımızda maalesef bu sinsi savaştan habersiz..

Daha GDO'nun ne olduğunu bilmeyen milyonlarca memleket zayisi insanımız olduğunu hesaba katarsak, bilmem ki bu çivi bu tahtadan nasıl çıkar..?

4

15.12.2009, 00:35


Avrupa "GDO"ya ne diyor?





Türkiye'de genetiği değiştirilmiş gıdalarla ilgili çıkan yönetmelik tartışma çıkarttı. Peki Avrupa Birliği'nde durum nasıl?

Avrupa Birliği'nde GDO'lu ürünlerin üretimi, ithalatı, kullanımı kabul edilmiyor. AB içinde GDO üretimini yasaklayan 6 ülke var. Bunlar Avusturya, Fransa, Yunanistan, Macaristan, Almanya ve Lüksemburg.

Euroactiv'in haberine göre İsrail ve ABD'nin AB'ye GDO'lu ürün ihraç etmek istemesi birlik içerisinde önemli bir tartışma konusu.

Bu ürünlerde sıkı bir denetim ve etiketleme politikası uyguluyor. GDO etiketlemesi yapılabilmesi için ilgili ürünün yüzde 0.9 oranında GDO içermesi gerekiyor.

AB bu konudaki uygulamalarını 2003’te yürürlüğe giren 1829/2003 sayılı yönetmeliğe göre yürütüyor.

Yönetmeliğin etiketlemeyle ilgili bölümünde, bu uygulamanın ‘GDO içeren ya da GDO’dan oluşan gıda maddeleri için’ ve ‘GDO içeren ya da GDO’dan oluşan ürünlerle üretilen gıda maddeleri için’ geçerli olacağı belirtiliyor.

GDO içermesine karşın etiketlemeye gidilmeyecek durumlar ise 18.10.2003 tarihli AB Resmi Gazetesi’nde şu şekilde ifade ediliyor:

“Bu bölüm, yüzde 0.9 oranından daha yüksek olmayan oranda GDO içeren, GDO’dan oluşan ya da GDO’yla yapılan gıda ürünleri için uygulanmayacaktır.”

Yüzde 0.9 oranının aşıldığı durumlarda ise spesifik bir etiketleme yöntemi uygulanıyor. İlgili yönetmeliğe göre:

1- Birden fazla malzeme içeren ürünlerde, içindekiler listesinde ‘genetiği değiştirilmiş’ ya da ‘genetiği değiştirilmiş ...le üretilmiş’ ifadelerinin ilgili malzemenin hemen arkasından parantez içinde yazılması gerekiyor.


2- Malzemenin bir kategorinin ismi olarak gösterildiği durumlarda, ‘genetiği değiştirilmiş ... içerir’ ya da ‘genetiği değiştirilmiş ...le üretilmiş ... içerir’ ifadelerine içindekiler listesinde yer verilmesi gerekiyor.


3- İçindekiler listesinin bulunmadığı durumlarda ‘genetiği değiştirilmiş’ ya da ‘genetiği değiştirilmiş ...le üretilmiştir’ ifadelerinin etiketin üzerinde açıkça görülür şekilde yer alması gerekiyor.


4- İlk iki maddedeki GDO vurguları, içindekiler listesinin altında dipnot olarak yer alabilir. Bu durumda en az içindekiler listesinde yer alanların boyutunda yazılması gerekir. İçindekiler listesinin bulunmadığı durumlarda etiketin üzerinde açık şekilde yer almalıdır.


5- Gıda ürünün nihai tüketiciye satıldığı aşamada, paketlenmemiş ürünlerde olduğu kadar büyüklüğü 10 cm2’yi geçmeyen paketlerde satılan ürünler için GDO’yla ilgili ifadeler sürekli ve görülür bir şekilde ürünün sergilendiği tezgâhın üstünde ya da hemen yanında ya da paketleme malzemesinin üzerinde kolay şekilde tespit edilebilecek ve okunabilecek büyüklükte olmak kaydıyla yer almalıdır.


GDO’lu ürünlerle beslenen hayvanlardan elde edilen et, süt ya da yumurtalar için GDO etiketlemesi yapılmıyor. AB içinde GDO’larla ilgili yasal düzenlemeye yönelik yeni bir değerlendirme süreci başlatılmış durumda. Bu çalışmada mevcut yasal düzenlemeyle ilgili risk değerlendirmesi, onay süreci ve etiketleme unsurlarına yoğunlaşılıyor. Değerlendirme raporunun 2010’un yaz aylarında yayımlanması bekleniyor.

ntvmsnbc

5

16.12.2009, 00:50

Ayvalık'ta "gdo'suz Hayat İstiyoruz" Söyleşisi

Balıkesir'in Ayvalık ilçesinde, Ziraat Mühendisleri Odası Balıkesir Şubesi, Ayvalık Kültür Sanat Derneği (AYKÜSAD) ve Çevre Koruma ve Ayvalı''ı Güzelleştirme Derneği'nin ortaklaşa düzenlediği "GDO'ya Hayır" adlı söyleşide, genetiği değiştirilmiş ürünlerin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri tartışıldı.
Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık, Türkiye'de GDO'lu ürünlere ihtiyaç olmadığını savunarak, "Hazırlanan yasa taslağı ile GDO'lu ürünlerin üretilmesine dahi izin veriliyor" dedi. İsmet İnönü Kültür Merkezi'nde düzenlenen toplantıya, STK temsilcilerinin yanı sıra, vatandaşlar da katıldı. Söyleşi konuğu Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı ve GDO'ya Hayır Platformu üyesi Ahmet Atalık, GDO'ların biyolojik çeşitlilik üzerinde büyük bir tehdit olduğunu savundu.

Tarım ve Köy işleri Bakanlığı'nın 26 Ekim 2009'da yürürlüğe soktuğu 'Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmeliğin' Danıştay tarafından hukuki dayanağı olmadığı gerekçesiyle iptal edildiğini söyleyen Atalık, "Yeni hazırlanan taslakla GDO'lu ürünlerin ülkemize girmesi, işlenmesi, tüketilmesi hatta üretilmesinin önü açılmıştır" dedi.

GDO'da gıda emperyalizmi ve tarımsal biyoteknoloji tekellerinin çıkarları olduğunu işaret eden Atalık, birçok Avrupa ülkesinde genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretim ve tüketiminin yasak olduğunu vurguladı.

BEBEĞE YASAK, ANNE BABAYA SERBEST

Ahmet Atalık, bir canlı organizmasına farklı canlıdan gen aktarılmasıyla yeni tür meydana getirilmesi şeklinde tanımlanan GDO'lu ürünlerin bebekler için yasak, ancak anne ve babalar için serbest bırakılmasının toplum sağlığını ciddi tehlikeye soktuğunu belirterek, "GDO'lar zararlı ve bu nedenle bebeklere yedirilmeyecek ise onu emziren ya da hamileliği esnasında karnında taşıyan annesine neden yedirilmektedir? Şayet GDO'ların hiçbir sağlık riski yok ise bebekler için neden yasaklanmıştır?" diye sordu.

"Türkiye'nin hiçbir GDO'ya ve ürününe gereksinimi yoktur" diyen Atalık, GDO'ların açlığa çare olamayacağını vurguladı. Atalık şu görüşleri savundu; "GDO'lar tarım ilacı kullanımını artırarak hem toprağı hem de içme sularımızı zehirlemektedir. Ayrıca daha fazla kullanılan bu tarım ilaçları insan ve hayvan organizmalarına girmektedir. Çiftçileri dev biyoteknoloji şirketlerine bağımlı kılmaktadır."

Haber Fx
08 Aralık 2009

6

20.12.2009, 23:21




Biyo- silah Terminatör tohumlar!

Omphalotus olearius ve tohum savaşları Tebere Nillus II.VII ;

Omphalotus olearius

Ol ülkenin kralı Nillus adaletli idi. Ama Kraliçesi Tebere çok hırslı ve kendisini beğenmiş idi. Kraliçe, sınırdaş ülkenin genç ve yakışıklı generaline aşık olmuş ve onun isteği ile. kocası olan kralı öldürme planı yapmışlardı. Sonra Ülkeyi birlikte yöneteceklerdi!

Veya kraliçe öyle sanıyordu !!!

***

Adam rüzgârla yarışan doru atıyla, Kara ormanı geçti. O adam ki kara pelerini içinde, ince uzun boylu idi. Kale duvarı dibine vardı, Daracık bir kaya arasından girdi, Gölge gibi gizli dehlizlerden akarak geçip, karanlık bir aralıktan sarayın mutfak odunluğuna vardı.

Sadece gözleri görünüyordu. Parlak ve ürkütücü idi.

**
Mutfak ocaği başinda şişman bir adam var idi.

Adam korkmuş ve heyecanli idi.

Kara pelerinli adam elindeki torbayi uzatti

ve ürkütücü bir fisıltiyla dedi ki ;

"Bunlari azar azar kralin yemeğine koyacaksin,kraliçe Tebere'nin emridir"

Yine geldiği gibi karanliklara karişarak gölge olup kayboldu.

***

En göze batmayacak ölüm ise yavaş yavaş zehirlemek olacakti.

"YAVAŞ YAVAŞ ZEHİRLEMEK " !!!

Torbada Omphalotus olearius adini taşiyan çok zehirli bir mantar türü vardi.

Sarayin aşçisina zenginlik vaadi verilmiş, gözü de korkutulmuştu.

Omphalotus olearius, azar azar yemeklere konulacaktı.

Kurulmuş olan ölüm tuzaği işlemeye başlamıştı !

***

Tarih içinde nice komplolar ve cinayetlerde kimbilir ne kadar ve ne tür zehirler ve zehirli besin maddeleri yemeklere katilarak verildi, bilemeyiz .

Ama çok kullanilmiş olduğu kesindir.

***

İnsanoğlu hirs ve sonsuz istekleriyle, ele geçirmek istediklerini almak için başta taş, sopa,mizrak.ok ve gelişen zaman içinde daha öldürücü, yok edici silahlar yaparak, savaşarak, istila ederek amacina ulaşmayi denemiştir.

Savaşlarda komşu veya uzak ülkeler yine silah gücüyle istila edilmiş.,zenginlikleri yağma edilmiş,istilaci güçler bu toprak ve ülkeleri yönetir hale gelmişlerdir.

Gelişen zaman içinde uluslararasi hukukun, medeniyetle birlikte toplumlarin yönetim sistemi olarak kabulunden sonra ,güçlü ülkeler , zenginliğini talan ederek ele geçirecekleri ülkeleri istila edebilmek ve doğal kaynaklarinii yağmalamak için "güçlü gerekçeler " yaratmak ve bulmak zorunda olmuşlardir.

Ikinci Dünya Harbi sürecinde Alman'lar propoganda ve sistematik psikolojik harbin gücünü keşfetmişler, İngiliz’ler ise bunu Devlet politikasi haline getirmişlerdir.

ABD ise tüm bunlarin yaninda zorbaca davranmayi da seçmiştir.

Bu durum daha sonra gelişmiş olan ülkelerin genel politikasi olmuştur.

Yoksul ve az gelişmiş, yöneticilerini kendilerinin atayabildiği ülkeleri ,ardina siğindiği sahte gerekçelerle askeri güçle işgal ederek veya sistematik olarak borçlandirip ekonomik işgal yoluyla ele geçirir olmuşlardir.

Uluslararasi hukuk kurallari , Gelişmiş olan emperyalist Dünya ülkelerini , daha kapali yöntemlerle ve hukuka uygun gözüken ,daha az masrafli , daha etkin ,İSTİLA METODLARIYLA ELE GEÇİRMEK ,İSTİLA EDİLEN ÜLKELERİN DOĞAL KAYNAKLARI KONTROL ETME GÜCÜNÜ SOĞUK SAVAŞ YAPMADAN KAZANMAK politikalarına yönlendirmiştir.

Sizlere bu yazi dizini ile anlatabilmeye çalişacağim GIDA SAVAŞLARI da istila ve doğal kaynaklari elde edebilmek için gelişen bilim ve teknolojinin klasik silahlarla yapila gelmiş olan savaş türünü nasil değiştirmiş olduğu ve toplumlari nasil etkileyerek yok oluşa götürebileceğinin ve bu modelleme içinde Türkiye'mizin konumunun sunumudur.

Melezleştirilmiş ,Genetiği ile oynanmiş tohumlarlarla birlikte Ülkemizdeki tarimin planli olarak nasil yok edildiğini de bu sunum içinde irdelemek yararli olacaktir.

***

“Petrolun kontrolü ile bütün bölge ve kıtaları, gıdanın konrolüyle bütün insanları kontrol edebilirsiniz "
Henry Kissinger 1970


7

20.12.2009, 23:25

Ölüm tohumlari

Rockefeller, Carnegie, Harriman ve diğer zengin elit aileler tarafından fonlanan öjenik (üstün ırk yaratma) lobisinin 1920'den beri biricik amacı "negatif öjenik"tir. "Negatif ojenik" istenmeyen soyların sistemli bir şekilde yok edilmesidir.

**
Rockefeller Vakfi 1946`da adı yeşil olan `Yeşil Devrim`i başlattı.

Bu sözde `Yeşil Devrim` aslında neydi?

Veya bu devrim dedikleri şey,gerçekten yeşil mi idi ?

1960`larda Rockefeller`in çalıştığı Meksika ve Hindistan gibi ülkelerde daha çok ürün veren ıslah edilmiş tohum çeşitleriyle açlık sorununu büyük ölçüde çözmeyi vaat ediyordu.

Rockefeller 1971'de Uluslararası Tarım Araştırmalarında Küresel Danışmanlık Grubu olan CGIAR'ı kurdu. CGIAR, üçüncü dünya ülkelerinin bilim adamlarının ve agronomistlerinin (tarım uzmanı) "modern tarım ürünü" kavramlarında uzmanlaşmaları ve ABD'de öğrendiklerini ülkelerine götürmeleri ile yakından ilgilendi.

GDO'lu "Gen Devrimi"nin yaygınlaşması için paha biçilmez bir etki şebekesi oluşturdular. CGIAR, daha etkin olabilmek için BM Gıda ve Tarım Örgütünü (FAO), BM İlerleme Programı'nı ve Dünya Bankası'nı da işin içine dâhil etti.

Yıllar sonra Yeşil Devrim`in aslında Rockefeller ailesinin ileride tekelleştirebilecekleri yeni bir alanın geliştirme planı olduğu ortaya çıktı; aynen yarım yüzyıl önce petrol endüstrisi işinde tekelleşme yolunda yaptıkları operasyonlar gibi bir şey.

Günümüzün teknolojisi ,zehirli mantar Omphalotus olearius'un ve nicelerinin benzerlerini ,tohumlarin içine yerleştirdi !!!

Sebze,tahil ve meyvalar birer silah haline getiriliyor.

Biyo-silah tohumdan üretilen gidalar yüzlerce çeşidi , cicili ambalajlariyla market raflarinda yerlerini aldilar.

Üzücü olan şudur ki ; Bu ürünler çocuk mamalarindan tutun da , yetişkinlerin de kullandiği gida ürünlerinde var ve çeşit sayisi ise 800 civarinda.

Bu tür gida ambalajlarinda ise UYARI yok !!!

Ne yazik ki buna karşi bireysel önlem alabilme gücümüz de yok.

Toplumunun sağlik ve geleceğini,topraklarinin verimini,üretilen gida ürünlerinin sağliğa zararli olmamasini savunabilmek artik Devletlerin ve yöneticilerin işidir.

İçinde ölüm taşiyan tohumlar,geri kalmiş ülkelere önce destek ve yardim olarak veriliyor.Sonra da lisansa bağlanarak bu tohumlarin kullanilmasi zorunlu hale getiriliyor !

21.Yüzyilda artik tank, top,füze vb yok edici silahlar yerine, genetiği değiştirilmiş olan tohum/gidalar kullanilmaktadir.

Böylece toplumlarin bedensel/zihinsel sağliğini ve gelişimini olumsuz etkilemek ve ülkelerin tarimsal ekonomik kaynaklarini yok ederek üretim kapasiteleri de düşürerek denetim altina almak ve ülkeleri fakirleştirerek bağimli kilmak,yönetilebilir duruma getirmek mümkün hale gelmiştir.

Çocuklarını koruyamayan toplumun tiksindirici yüzü

Güzel bir dünya isteğimiz salt kendi çevremizden, çocuğumuzdan ibaret kalmakta! Yazıyoruz, söylüyoruz, isyan ediyoruz, ama biliyoruz ki sessiz bir toplumun bütün suç ortaklığını da yaşıyoruz.

Bebek şampuanı, bezi, maması reklamlarını izlerken bir gülümseme belirir yüzümüzde. Gereksinimleri karşılansın diye çaresiz bekleyen yavrucaklar için, diğerleri, ekran önü yavruları, tanıtım yapmaktadırlar. Eğer gördüğümüz bebeğe içimiz ısınmışsa uzun süre bakarız beyaz cama. Muhtemelen o sırada bilinçaltımıza kazınır satılan ürünün markası.

Hadi diyelim ki bebekler için hazırlanmış ürünlerde onların bulunması katlanılabilir sayılsın… (Hoş katlanılamaz ya, neyse…) Peki ya diğerleri…

Örneğin bir turizm firması, bir emlak yatırım bürosu niçin kullanır bebekleri, çocukları? Güzel resim verirler, yüzlerdeki masum, sevecen, içten ifade bizi çekip, içine alır ve biz, farkında olmadan o insancıklar eliyle az sonra nakit akışı sağlayacak müşteriye döneriz de, ondan! Burada bir ahlaki ölçüt aramak dangalaklıktır elbet!

8

20.12.2009, 23:30

GDO`LAR EVİMİZE SİNSİCE GİRİYOR…

Tanıtımlar çoğunlukla ürünlerin içeriğine yönelik bilgi vermezler. Söz gelimi bir ayçiçeği yağı tanıtımında dünyada yapılan araştırma sonuçlarından söz edilmez. Söz konusu madde insanın ömrünü azaltan, doğrudan kanser yapan azılı bir katildir aslında. Oysa biz ekranda samanlığı seyran olmuş bir aile görürüz ve masalarında ayçiçeği yağı bulunur. Baş aktör çocuklardır. Çocuklar kendi fotoğraflarıyla hem anne-babaları, hem de kardeşlerini zehirlemek için kullanılmaktadır. O sırada ekrandaki yavrunun sömürülmesi de cabasıdır.

Bir bebek maması firmasının ürünlerinde Genetiği Değiştirilmiş Organizma kullanıldığını çok iyi biliyorum sözgelimi! Ancak yasalar izin vermediği için size bu firmanın kimliğini açıklayamıyorum. GDO`ların ne tür sıkıntılar yapabildiğinden söz edebilirim, ancak hangi üründe bunların kullanıldığını ticaret/rekabet her ne haltsa, o yasalar nedeniyle açıklamam imkansız. İşin alçakça olan yanı, o bebek mamasının satışı için, bir ajanstan getirtilmiş bir bebeğin kullanılmasıdır! Her şeyi satın alınır kılan kapitalist ahlak(sızlık) önce ekrandan sızar evimize, sonra ürüne döner.*1*

*1* Enver Aysever / 2009-06-07 Birgün http://www.birgun.net

9

03.01.2010, 13:04


Organik ve Ekolojik Kent Pazarları


Birçokları için pazarlar keyifli sosyalleşme alanlarıdır, taze sebze meyveleri satın alacağımızın heyecanı ve önyargısıyla başlarız alışverişimize.

Eskiden taze, hesaplı ve aradığımız meyve sebzeyi bulmak yetiyordu kent pazarlarında. Şimdi artık yetmiyor, yetmemeli diyor aklı başında bazı insanlar! Bir süredir büyük kentlerde "organik ve ekolojik semt pazarı" adı altında alışık olmadığımız türden pazarlar kurulur oldu. Eminim televizyon kanallarından ve gazetelerden kulağınıza çalınıyordur.

Nedir bu ekolojik-organik sebze meyve dedikleri?

Organik olunca GDO'lu tohumdan üretilmiş olmuyor mu, sağlığa faydaları diğerlerinden farklı mı? Gübresi mi doğal? Peki doğal hayvan gübresini nereden buluyorlar? Ağır metallerle kirlenmemiş doğal havayı, hayvan yemini, arseniksiz yeraltı suyunu nereden buluyorlar? Organik tarımı büyük ölçekli tarım ticareti olarak sürdürülebilir boyutlarda yapabilmek gerçekten mümkün mü?

Bir sürü soru beliriyor kafamızda tabii olarak...

Hangisi doğru? Hangisi yanlış? Kim nasıl belirliyor bu kuralları? Öyle çok cevaplanması gereken soru var ki... Sıklıkla köşeme taşıdığım ve önemsediğim bir alan olan yiyecek içecek sağlığı, farkındaysanız diğer konuların önüne çıkalı çok oldu yazılarımda.

Bu organik ve ekolojik ürün pazarı denilen pazarlar konusunda neler biliyoruz, neleri öğrenmeliyiz, biz yaşadığımız çevre olarak bu konunun neresindeyiz gibi soruları sıkça konuşmalıyız gibi geliyor bana.

Mesela; "Bir ürünün 'ekolojik-organik' olarak satılabilmesi için uluslararası geçerliliği olan bir sertifikasının olması gerekir" diyor uzman görüşü. Uzman, uzmanlar kimler? Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın öngörüp yetkilendirdiği kişi, kurum ve kuruluşlar.

Türkiye'de kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarını Tarım ve Köyişleri Bakanlığı onaylar ve uygun bulduğu kuruluşlara kontrol yetkisi verir diyor yasa koyucu... Durum böyle olunca, organik-ekolojik ürün pazarlarının mevcudiyeti, yasada belirtilen koşulları yerine getirerek yetki belgesi almış kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarının iki dudağı arasında mı olacak, diye de bir soru takılıyor akıllara!

Yani köylü amcam, teyzem, kendi bahçesinde kendi imkanlarıyla sebze meyve yetiştiren yöre insanım sepetini pazarda satmak için doldurduğu meyve sebzeye sertifika mı alması gerekecek? Bunlar aşılması güç sorular. Sertifikalı ürün ile gerçekten üzüm yiyebilecek miyiz yoksa maksat bağcıyı pazarlarımızdan uzak mı tutmak?

Elbette şöyle bir açıklama olabilir; Sertifikan yoksa normal semt pazarında sat malını, bu ekolojik pazar denilen kayıtlı, damgalı, pazara giremezsin! Haydi bakalım, daha ne günler göreceğiz? Dağda bayırda hiçbir gübre yüzü görmeden yetişen inciri, mürdüm eriğini, dutu, kestane, zeytin ve cevizi organikliği konusunda inandır bakalım sertifika memurlarına! Ne zor iş.

Öte yandan yol kenarlarında, fabrika arazilerinin yanı başında, büyük şehirlerin neredeyse ortasında ürün yetiştiren sertifikalı yetiştirici, daha doğal olduğunu kağıt ve kayıtla garantilediği için köylünün ekmek kapısı sepet içi ticareti karşısında egemen olacaktır.

Avrupa Birliği böyle istiyor diye kökten geleneksel birçok edinimimiz bir daha onarılamayacak şekilde hasar görmeye başladı. Kentli nüfusu besleyebilmek için köylüyü el üstünde tutup, onun önünü açacak yasalarla desteklemek yerine, sertifikalı ürünler adı altında küçük ve doğal üreticiyi dışlıyor olmayalım!

Bu arada küçük üretici köylüyü eğitmek belki çok daha kolay. Şeker gübresi denilen kimyevi gübreyi tarlasına avuç avuç serpen ticaretçi köylüyü de alıştığı bu kolaylıktan vaz geçirme işini de gözardı etmeyelim tabi. Köylü var köylücük var, sap var saman var, bütün bunları ayırt edip eğitmek yönlendirmek diye de bir şey var!

İnsanlığın, organik adı altında damgalanıp fişlenen ürünlerden ziyade, doğal tarıma, doğal tohuma ve geleneksel köylü pazarlarına ihtiyacı var. Yöresel ve geleneksel olan değerlerini önce kaybedip sonra gün yüzüne çıkaracağım diye uğraşan Avrupalıdan hiç mi bir şey öğrenmiyoruz? Çok yazık.

Nurdan ÇAKIR TEZGİN

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir