Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

31.10.2010, 21:44

Risale-i Nurlar hayatımıza 'Hayat' oldu.




Sefer Akgül ile yapılan Röportaj
Kendinizi tanıtır mısınız ?
1959 yılında Adıyaman’da doğdum.İlk ve ortaöğrenimimi Adıyaman’da yaptım. l982 yılında Kayseri Yüksek İslam Enstitüsünden mezun oldum.Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde “ Divan Edebiyatı” dalında yüksek lisansım var.1982 yılından beri yurdun çeşitli yerlerinde Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersleri öğretmenliği görevinde bulundum.Halen Adıyaman’da merkeze bağlı bir okulda idareci olarak çalışmaktayım.Bilimsel ve edebî çalışmalarım ulusal ve yerel gazete ve dergilerde yayımlandı.
Yerel radyo ve televizyonlarda dinî ve kültürel program yapımcılığı; sosyal alanlarda tiyatro yazarlığı ve yönetmenliği yaptım.Edebî çalışmalarımdan sadece “Bekleyiş” isimli şiir kitabımı yayımlatabildim.1996 ilâ 2009 yılları arasında Yeni Asya gazetesinde müstear isimle haftalık köşe yazıları yazdım.Evli ve 4 çocuk babasıyım.


Risale-i Nur’u nasıl, nerede ve kimin vesilesiyle tanıdınız ?
Risale-i Nur’u ilk olarak 1971 kışında Adıyaman İmam-Hatip lisesi orta birinci sınıftayken ders hocamız Vehbi Vakkasoğlu sayesinde tanıdım.(Allah ondan razı olsun) .Bizleri 10-12 kadar öğrenci arkadaşla birlikte bir gece sohbeti için evine davet etti.Aynı sınıfta okuduğumuz teyzem oğlu M.Ali Pektaş’la birlikte davete icabet ettik.Doğrusu çağırma sebebini bilmiyorduk.Bizi çalışkan ve hareketli gördüğü için ders çalışma yöntemlerinden bahsedeceğini sanıyorduk.Ama başka bir şeyle karşılaştık.Kutu gibi daracık bir odada yerlere diz çöküp oturduk. Bizlere güler yüzle hitap ederek hal hatır sorup çay ikram ettikten sonra küçük bir kitaptan yavaş yavaş , tane tane okumaya başladı.”Hem madem, hem madem” lerin paragraf başlarında tekrar edildiği bir metindi bu.Okunanların çoğu Osmanlıca terim ve kelimelerden oluştuğu için pek anlayamadım.Ama okunan parçanın üslubu,hitap tarzı öylesine kalbime ve beynime etki etti ki anlatamam.O kadar değişik ve farklı bir hitap tarzıydı ki, inanın perde arkasında yüksek bir yerde oturmuş, gür sesli, kendinden ve bilgisinden gayet emin bir zat, sanki bana ve tüm tabiata hitap ediyor gibi bir halet-i ruhiye hissettim.O güne kadar camilerde dışarıdan gelen meşhur vaizlerin vaazlarını, radyolarda meşhur şahısların hitabelerini dinlemiştim fakat bu metindeki hitap tarzı bambaşkaydı.Bu metnin yazarı farklı bir kişiydi.Tabiri caizse Asr-ı Saadette Kur’andan bir âyet işitip cümlenin belağatı karşısında secdeye varan Arap edipleri gibi benim de aklım ve kalbim, metnin iman ve İslam hakikatlerini anlatma üslubuna karşı secdeye gitti diyebilirim.Vehbi hocamız, o parçada sıfatları ve faaliyetleri anlatılan zatın kim olabileceğini bizlere sorduğunda, kalbimden dudaklarıma doğru gayr-ı ihtiyari olarak “Allah” kelimesinin çıkması üzerine bana takdirkârane nazarla baktı.Ama bunun benim zekâmla ilgili olmadığını o anda hocama anlatamazdım.Çünkü okunanların çoğunu anlayamamıştım ama parçadaki “ Mânânın ruhu” diyebileceğim bir idrak, bulut gibi, hava gibi, vahyi bir soluk gibi insanı sarıvermiş ve anlamı kalbime ilka etmişti. Hani derler ya”Bir roman okudum hayatım değişti.”Ben de “Bir ders dinledim hayatım değişti” diyebilirim.
Belki etkilendiğimi fark ettiğinden olsa gerek belki geri bildiğim yoklaması nevinden Vehbi hocam dersi beğenip beğenmediğimi sordu.Çok beğendiğimi söylediğimde “Çağırsam tekrar gelir misin?”diye tekrar sordu.”Gelirim efendim” cevabını verince de “Peki baban bırakmazsa yine gelir misin?”diye üçüncü bir sual sorunca ben de tereddütsüz ”Babam böyle sohbetlere gelmeme karşı çıkmaz.Ama izin vermezse yine de gelirim” dedim.Öylesine risale-i nurları benimsedim o andan itibaren.
Kendimi dört açıdan bahtiyar hissediyor ve Allah’a şükrediyorum.Dinlerden en ekmeli İslamiyete; Peygamberlerden en eşrefi Hz.Muhammed’e (S.A.V), kitaplardan en câmi olan Kur’an’a ve üstadlardan en râsihi Bediüzzaman Said Nursî’ye tevafuk ettiğim için..Rabbime ne kadar şükretsem azdır.
Vehbi hocamın bana ezberlettiği vecizelerden dolayı risale-i nura aidiyet hissiyle doldum. Nereye gitsem bana vecize okuturdu.Kısaca risale konusunda ilk tohumu atan Vehbi hocamdı.Risale-i nurların meslek ve meşrebini anlamada , diyalektiğini kavrama ve temellendirmede ise Allah uzun ömürler ve afiyetler versin Ali Güven hocamın emeği büyüktür.Ali hocam, 18 sene süren medrese tahsilini bitirip Adıyaman’a gelmişti.Sıratut camisinin hücresinde kalıyordu. Henüz resmi olarak imamlık görevi almış değildi.Fahri olarak camilerde vaaz veriyordu.Risale eksenli vaazları herkes gibi beni de etkilemişti.Yakın ilgi gösterdi. Hoca –talebe ilişkisi içinde gece geç saatlere kadar ikili dersler yaptık. Ben bıkmadan –usanmadan sorular sorardım, O da bıkmadan usanmadan cevaplarını verirdi.Benim için muallim-i sâni oldu desem yeridir.
Adıyaman’da hizmetlerde iki büyük rükün vardı.Ağabeyler içinde faaliyet ve aksiyon açısından hep önde giderlerdi bu iki ağabey.Birisi Rahmetli Hacı Mahmut Allahverdi ağabeydi ki, risaleleri okuma ve anlatmada, hizmetlerin meslek ve meşrebe göre yürütülmesinde hep ön plandaydı.Diğeri Dursun Kutlu ağabeydi ki Allah uzun ömür ve afiyetler versin ders esnasında oturuş ve duruşuyla , ağırbaşlı tavırlarıyla zihinlerimizde yer etti.Dersleri dinlerken çok az konuşması ve sükut içinde dersi dinlemesi bile bizlere sekînet ve güven verirdi.O netâmeli dönemde, dikkat çekip takip edilmemek için üç kişiden fazla yan yana yürümenin riskli olduğu yıllarda Dursun ağabeyin derslerde tabiri caizse bir samuray gibi oturuşu bile yetiyordu bizlere.Allah o dönemde bizlere hep şefkatle yaklaşan, kusurlarımızı hoş gören bir kez bile yüzünü ekşitmeyen tüm hoca ve ağabeylerimizden ebeden razı olsun.


Risale-i Nur, hayatınızda ne gibi değişiklikler yaptı ?
1971 de risaleleri tanıyalı birkaç ay olmuştu. Orta 2.sınıfa geçtiğim yaz tatilinde ateşli bir hastalık geçirdim ve bir gecede iki kulağım birden sağır oldu. Dış dünyaya kapalıydım artık.Babam dahil herkes bana bu halimle okuyamayacağımı söyleyip saatçilik, radyo tamirciliği gibi bir mesleğe yönelmemi tavsiye ettiler.Ama ben risalelerin verdiği şevkle okumak istiyordum.Nitekim kararımı verdim ve okumaya devam ettim.Hem orta öğrenimimi hem de yüksek öğrenimimi bitirdim ve öğretmen olarak hayata atıldım.Öğrencilikte devamsızlıktan sınıfta kalmamak için okula devam ediyordum. Çünkü konuşulanları duymazdım, öylece zilin çalmasını beklerdim. Öğretmenin yazdırdığı notları yanımdaki sıra arkadaşıma bakarak aynen deftere geçirirdim.Bazen bana yöneltilen soruları da arkadaşım defterimin bir köşesine yazar ben de kalkıp cevap verirdim.
Risale-i nur dersleri de okuldaki gibi geçti diyebilirim.Derslerde okunanları ve anlatılanları işitmezdim.Ama sırf o mübarek ortamda feyz almak için gece derslerine,talebe derslerine vs. iştirak ederdim.Rahmetli H.Mahmut ağabey, benim özrümü bildiğinden genellikle bir dersi bana okuturdu.Kendileri de açıklamalar yapardı.Bu inceliği ve anlayışı asla unutamam.O günün üniversite hocaları böyle bir şeyi düşünemezlerdi.Bu işitme özrümden dolayı çok şey kaybettim. Keşke o açıklamaları duyacak kadar bir menfez açılsaydı diye düşünüyorum. Sadece risale açıklamaları için ama..Sadede gelecek olursak, eğer Risale-i nur dersleri ve nur talebelerinin oluşturduğu o huzurlu ortam olmasaydı dünya bana dar gelirdi.Zira daha dört yaşındayken geçirdiğim kemik iliği hastalığından dolayı gurbet illerine düşmüştüm.Anadan, babadan, kardeşten uzak hastane hastane dolaştığım oldu.Aylarca hastane koğuşlarında yapayalnız kaldım.Babam beni bırakıp giderdi. Memleketteki akrabalar da dahil ihtiyacımız olan maişet parasını temin etmek zorundaydı. Ben de hastanelerde acıdan sancıdan uyuyamadığım sonu gelmeyen, bitmek bilmeyen gecelerin bitmesini bekledim hep.Ayrılık ve daüssıla dolu gündüzlerin, ameliyathanelerin, ilaç kokularının, hasta feryatlarının, çocuk çığlıklarının koridorlarda yaptığı yankıların ruhuma kanırta kanırta açtığı derin izler ruhumu şekillendirmişti.Bu yüzden hayata bakışım bir açıdan negatif olmuştu.Çocukluğumu yaşayamamıştım ve hayat bana işkence gibi gelmişti.Bu açıdan risale-i nur’un kazandırdığı müspet bakış olmasaydı, altını çizerek söylüyorum, diğer dini kitaplar da beni tatmin etmeyeceğinden , o halimle Jean Paul Sartre’ın materyalist Egzistansiyalist felsefesinde geçtiği gibi var olmanın dayanılmaz ağırlığı altında,ya ezilecektim ya da isyankâr bir halet-i ruhiye içinde hatalar yaparak başkalarını ezecektim.Hem kendi içimde , hem de dış dünyada çöküşler yaşamam kaçınılmazdı.Yanlış yaşamak kavramının bir versiyonuydu bu kanaatimce.Dünya benim için bir zindan olacaktı.İsyanın eşiğindeydim.Ama Risale-i nur bana isyan etmenin bir hak olmadığını öğretti.Evet sadece şu “O’nu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır.O’nu unutan saraylarda bile olsa zindandadır ve bedbahttır” vecizesi bile kitaplar dolusu teselliyi ve eczaneler dolusu ilacı bana ikram etmeye yetti de arttı bile.Bu vecize tüm dünya ve ahireti içine alacak kadar anlam yüklüdür. Şerh ve izahına girilirse kitaplar dolusu bilgi ve sonuç çıkarılabilir diye düşünüyorum.Yani sıradan bir cümle sayamazsınız. Risaledeki cümlelerden hiç birisi sübjektif niteleme veya tasvir içermez.Onlar tamamen fıtratta var olan gerçeklerden bahseder.


Risaleleri Edebiyat açısından nasıl görüyorsunuz ?
Sırf edebiyat açısından bakarsak risaleler belağat ve estetik açısından da dikkat çekici özelliklerle doludur.Bir iki örnek verecek olursak.Edebiyatta umumi kabul görmüş kurallar vardır.Şair, eşyayı isimlendirerek canlandıran insandır. Üstad bu kuralı risalede kullandığı Kur’anî ve İslamî terimolojide gerçekleştiren insandır.
Mesela edebiyatta mazmunlar vardır.Kısaltılmış istiare de denilen mazmunlar aslında bir açıdan sırr-ı ekberdir.Ama asıl sırr-ı ekber insanın kendisini tanımasıdır.Men arefe ….meselesinde geçtiği gibi.Üstadın”Ey kendini insan bilen insan kendini oku, yoksa hayvan ve camit cisim olma ihtimali var” vecizesi işte bunu içinde barındırır.Risaleler Kur’anın ve kâinatın sırlarını açan anahtarları insanın eline verir.Evrendeki mazmunların sırrını çözme metodunu öğretir insanlara..
Yine mesela,semantik bilimi üstadı Haya Kawa “Terimlerimizi tarif edelim.Ta ki, hepimiz ne hakkında konuştuğumuzu bilelim” der.Bediüzzaman kelimelerdeki anlamı ve anlam kaymalarını yeniden Kur’anî atmosfere çekmiştir. Kâinatın ve Kur’anın ortak dilini yeniden kurmuştur.Sözgelimi kâinata kitap diyor,tabiata mistar diyor.Asa-yı Musa diyor, A’za-yı İbrahim diyor.Yeni bir dil ve terimoloji getiriyor.Aslında Seleften bu yana Kur’an dili oluşturulmuştu ama zamanla silindi ve tozlandı. “Dinsizliği işmam eden kelimeler ağızda dolaşıyor” diye bu noktaya dikkat çekiyor.Tabiatperest dil ve İsrailiyyat diyalektiği her alana hakim oldu.Üstad bu dillerin tasallutundan kurtarmak için bir saykal vurma misyonunu ifa etti.Bir başka tabirle,Üstad bilimi Tevrat’ın tasallutundan kurtarıp Kur’ana tilmiz ve talebe olma yollarını döşedi.Muhakemat’a bu gözle bakılabilir.
Yine edebiyatta istiare sanatını en güzel kullanan birkaç nadir şahsiyetten biri olarak bakıyorum Üstada.Derler ki, Eflatun’un “Mağara istiaresi” en büyük şiirlerden birisidir.Ben de diyorum ki Üstadın “Küçük Sözler”deki temsilî hikayeleri mağara istiaresinden daha beliğ ve daha nettir.Üstelik İbrahim a.s.’a gelen suhuflardan örnekler verilir.Ayrıca ilginç bir şey daha var.Üstadın bir kuyuya düşen adamın , siyah beyaz fare,aslan, kuyu dibindeki ejderha temsili mesela bir Anna Karaninna romanında da vardır yanlış hatırlamıyorsam.Tabii ne Eflatun ne de Bediüzzaman sırf edebiyat yapmak için bunları kullanmış değildirler.Ama bu orijini gerçekleştirmişler işte.
Ve son olarak Batı’da edebiyatında tabiata insani vasıflar atfetmeye Personification denir.Bizim Tasavvuf edebiyatında ve sofîlik mesleğinde bunun tam tersi yapılır.Ters bir personification yani.Mesela kırmızı gül İlahî güzelliği ve özellikle Peygamberimizi sembolize eder.Üstad bu geleneği devam ettirir. Sözler’de geçen “Bülbül bahsine bir temimme” bölümünü okuyalım.Gül ve bülbül mazmunlarını nasıl Peygamber s.a.v.için kullandığını müşahede edelim ve Üstadın edebiyat alanındaki şahsiyetini görelim.
Kısaca risale-i nur hayatımıza hayat oldu.Var olmanın ,varlıkların, duymanın, düşünmenin kısaca her şeyin anlamını derk ettirdi,her şeye anlam kazandırdı.Hani âşık olursunuz.O aşk dolayısıyla yağmurun yağışı, güneşin doğuşu, kuşların ötüşü hatta duygusal değeri olmayan bir sineğin, bir ineğin, bir köpeğin bile mevcudiyeti yeni bir anlam kazanır.Mâlum Mecnûn, Leylâ’nın köyünün köpeklerini bile severmiş.Aşk böylesine her şeye anlam kazandıran bir olgu.İmandaki aşk olayı diyebileceğimiz Muhabbetullah da böyle bir şey.Hatta ondan daha yüce ve daha derin. Böyle Allah namına her şeye muhabbet risalelerle başlıyor. Hapishanede risaleleri ve üstadı tanıyan cani/katil kişiler, tahtakurusunu bile öldürmekten çekinmeye başlıyor.Bu arada Risale-i nur’un esas terimolojilerinden birinin niçin “Tahkikî iman” olduğunu da hatırlamamak elde değil.Risale yeniden doğmak nasıl bir olaysa insanlarda öyle bir değişim oluşturuyor,yaşama şevki veriyor.Zorluklara direnme ameliyesini bir sıklet olarak değil yüksek bir şevk ve ulvi bir zevk olarak yaşatıyor.



2

31.10.2010, 21:46

Risale-i nurla alakalı unutamadığınız bir hatıranızı bizimle paylaşır mısınız?
Anlatacak çok hatıram var.Ben sadece bir-iki tanesini paylaşırım sizinle. 1982 Haziranında öğretmenlik için bakanlığa başvurdum.İman kurtarma davası için göreve başlayacağım anı sabırsızlıkla bekliyordum.”Allahım beni denizi ve ormanı olan bir yere tayin et.Daha fazla ihtiyaç olduğu için beni İmam -hatip lisesi’ne değil bir lise’ye tayin et.Liseler içinde de inananların zorda olduğu, inanmayanların güçlü ve hakim olduğu , o günkü tabirle komünistlerin kalesi sayılan bir liseye tayin et.Ta ki iman kurtarma hizmetinde istihdam olunayım.” diye hep dua ettim..Aralık ayının sonunda atamam yapıldı.Görev yerim bu üç unsuru tam da içine alan bir yerdi.Ondan sonrasını tahmin edebilirsiniz.
Bir tanesi de kulaklarımın sağır olduğu yıllara ait.Çok üzülüyordum bu özrümden dolayı.Ve bunun uzun süre böyle devam etmeyeceğine inanmıştım. Risale derslerine gidiyordum ama daha yeniydim.Bu arada Rahmetli Hulusi ağabey Adıyaman’a gelmişti.Rahmetli Hacı Mahmut Allahverdi ağabey beni ders arasında Hulusi ağabeye takdim etti ve “Bu kardeşimize kulakları açılsın diye dua ediniz” ricasında bulundu.Hulusi ağabey “Risale-i nurları okusun inşallah açılır” dedi.Ertesi gün halı dükkanında risaleleri satan Dursun Kutlu ağabey’e beni gönderdiler senin Tiryak’ın orada diye.Dursun ağabeye gittim ve bana şifa için bir tiryak verecekmişsiniz dedim.Dursun ağabey de bana küçük risale şeklinde bir kitap verdi.Üzerinde “Tiryak”yazılıydı.Bu kitabı okursam kulaklarım açılacaktı bana göre.Ama okuduğum halde hiçbir değişiklik olmadı. Yıllar geçti risalelerin verdiği inanç şuuru bu özrümü özür olmaktan çıkardı benim dünyamda.Artık şikayetçi değildim ve “Elhamdülillah sağırım” diyebiliyordum içimden.Yıllar sonra anladım ki risaleler baş kulağını değil can kulağını açıyormuş meğer…


Risale-i nura istenen hizmet yapılabiliyor mu ? Teklifleriniz var mı?
Allah bir kulunu severse onu ihtiyaç olan yere gönderir, sözünü hep önemserim..Hizmette istenen yerde istihdam edilmemiz esastır.Elbette ki kabiliyet ve marifetler önemli faktörlerdir.İş bölümü yapmak ve ekip ruhu içinde olmak muvaffakiyetin fıtrî kanunlarıdır.Bunlar dünyevî konularda nasıl geçerliyse uhrevî konularda da geçerlidir.Ama bir farkla ki uhrevî konularda istemek yerine istenmek daha ağır basar.Aramak yerine aranmak, daha halisane gelir bana.”Bu güzel meseleyi ben söyleyeyim “bahsinde geçtiği gibi. Aslında Risale-i nur, hizmetleri kendi kendini yürütüyor.Sahibi var, müzahiri var.Bizim kaygımız,cüz’i irademizi kullanarak hizmetlerde istihdam edilme sevabını kazanmaktan ibarettir.Risale-i nurlar su gibi, hava gibi, ışık gibi hissettirmeden her yere yayılıyor zaten.
Tekliflerimi uzatmadan sıralarsak, “ Marifet iltifata tabidir” kuralını ihmal etmeyelim.İnsan’a yatırım, binaya- tesise yatırımdan daha önemlidir. Doğru kişinin, doğru yerde istihdam edilmesi hayatî önemi haizdir.Neyse vaaz vermek istemem en kısa ve en emin yol ,”İhlas “risalesindeki 4 unsuru uygulamaktır.
Hatırıma gelmişken anlatayım.12 Eylül İhtilâli’nin akabinde ihtilaflar baş göstermişti.Rahmetli Mahmut ağabeyle bir sabah dersinden sonra konuşa konuşa eve dönüyorduk” Bir takım olayları kısaca anlatıp “Çok zor Sefer kardeş çok zor” diye esefle başını salladı.Ben safiyet ve saflık eseri “ Çok kolay ağabey, çok kolay” dedim.Afallayarak yüzüme baktı ve” Nasıl ?”diye sordu.Ben de “Ağabey her ne yaparsak ihlâsla yapalım, gerisi kolay..”deyince derin düşüncelere daldı ve ondan sonra hiç konuşmadı. Hala aynı görüşteyim.Usr ve yüsr iç içe zaten.Birindeki zorluk, diğerinde kolaylık oluşturuyor.Hizmeti Allah için yap, gerisine karışmayacağız.İhlas yoksa gerisi boştur .


Sizce İhtilâllerin hizmetimize zarar ve faydası var mıdır ?
İhtilâller, hizmete zarar verdi.Aramızdaki muhabbete, ittihada zarar verdiği için bu görüşteyim.Belki iyimser zaviyeden bakarak”Hizmet her şeye rağmen büyüdü, parçalandıkça çoğaldık” demek mümkün.Bu değerlendirmelere saygı duyarım.Ancak mesela bir 12 eylül olmasaydı hizmetler bu günkü seviyeye 20 yıl önce gelmiş olurdu.Süfyan mesleği de belki 20 sene önce fâş olacaktı.Bu açıdan ihtilâlin bir çok fütuhatı geciktirdiğini ve maliyetini yükselttiğini söyleyebilirim.
İhtilâl ihtilafında herkesi canı kadar seven ben aciz kardeşiniz, ayrılık yüzünden o kadar muzdarip oldum ve o kadar yetimlik/öksüzlük hissi çektim ki anlatamam.Çünkü ben mesela H.Mahmud ağabeyi ve hayatımın Kayseri safhasında rahmetli Ali Mutlu ağabeyi manevî babam bilirdim.Risale-i nur talebelerinin trajedisi bence en çok 12 eylülde yaşandı.Hapse girsek böyle acıklı gelmezdi.Hizmetler açısından öyle parçalandık ki, dağ parçalansa böyle olmazdı.Ama derdimizi içimize attık.Ketumiyyet gösterdik.Vâkıa ihtilal çok planlı ve programlı gelmişti.Maddi ve manevi alanda take off noktasında yapılmıştı.Anarşi belâsı ile milletin şefkat damarına girildi.83 Anayasası oylamasındaki evet-hayır ihtilafı da bu cemaatin Kerbelâ’sı oldu.
Bir açıdan bu kırılma noktasında adalet-i izafiye ve adaleti mahza ihtilafı vardır diye düşünüyorum.İki taraf da iyi niyetle ve hasbî duygularla hareket ediyordu. Ama bir aidiyet hissi ve safını belirleme aşamasında ölçüyü kaçıran mübarekler de oldu.Yıllarca hizmet ettiği dersaneden atılıp bir gece yarısı sokağa terk edilmek, dışlanmak ve kovulmak gibi ciğersûz vakalar genç beyinlerimizde telafisi zor yaralar açtı.Ne diyelim, bir Cemel, bir Sıffin yaşadık gibi.Lahikaların fonksiyonunu da o yıllarda pek bilmiyorduk,tecrübesizdik.Hadiseler bizi sarstı. Zamanla gördüm ki 19.Mektup’ta geçen gaybî bölümdeki olayların ahirzaman versiyonunu yaşamaktaydık.Ama olan olmuştu.
Bu arada Demokratlara verilen destek çekilince, demokrat misyon da afalladı ve şaşırdı..Bu yalpalama dünyadaki diğer gelişmelere de etki etti. Nurcular nereye destek verirse orası hareketlenir ve bereketlenir.
Geniş kitlenin kulvar değiştirmesi bir çok şeyi de değiştirdi. Neyse bu gün bütün olanların getirisini ve götürüsünü kadere havale etmek durumundayız . ”İza Cael kader umiyel basar.”meselesi. İnşaallah Süfyanizmin ikiye bölüp ortasından yürüyüp geçtiği Şahs-ı manevi tekrar dirilecek ve doğrulacaktır, diye ümit ediyorum.


Üstadın müsbet metodundan neler anlayabiliriz?
Üstadın metodundan herkes bir şey anlayabilir.Müsbet terimi çok geniş anlamlı , yoruma ve te’vile muhtaç bir kavram olduğundan dolayı ille de anlamı budur demek zor.Hizmetlerde nur var, topuz yok; ikna var, cebir yok; kitap, kalem, kağıt var,tabanca, bıçak bomba yok.İlk elde müsbet medot bu mealde yorumlanmaktadır.Risale dilinde hapishane Medrese-i Yusufiyye olarak adlandırılır. Bu risaleye has bir kavram.Burada da müsbet metodun bir versiyonu tezahür eder.Ancak bu yaklaşım miskinlik,teslimiyet anlayışı değil, sivil direniş, soğukkanlılığı ve itidali bozmadan , hatta ezber bozacak yeni açılımlar yaparak fıtrata uygun bir metot oluşturmaktır.Muhaliflerin oyununa gelmemektir.Ancak bu metot gelip geçici bir davranış kalıbı değildir. Özümsenmiş, genel kaide olarak her şartta uygulanacak olan bir metottur.Kısaca fıtrattaki sırat-ı müstakim ile Kur’andaki sırat-ı müstakimin buluşma noktalarının bir ifadesidir diyebilirim.


Gençlere ve gelecek nesillere mesajınız ?
Gençlere şunu söylemek isterim.Risaleleri kelime kelime teemmül ederek okumalıyız.Teemmül ile okunmazsa risaleleri baştan sona elli kere bitirseniz okuma sevabından başka bir kazanımınız olmaz. Ki bunları kasetler ve cd.’ler de yapar. Ayrıca risaleler bir bütündür.Lahikalar diğer maruf eserlerle aynı öneme sahiptir.Risale-i nur talebeliğinin farkı Lâhikalarda kendini gösterir. Mesela Sözler’i, Mektubat’ı vs.hangi müslüman cemaate veya ferde okusanız beğenir, tahsin eder,en azından itiraz etmez.Ama Lahikaları okursanız itiraz edebiliyor veya kabullenmeyip alternatif görüş ileri sürebiliyorlar.Demek Lahikalar meslek ve meşrebimizin mikyası olmaktadır.Lahikalar basit mektuplaşmalar koleksiyonu değildir,Risale-i nurun metodolojisidir.Bunun için lahikaları aynı titizlikte okumak gerekir. Netice itibariyle bu mesleğe ve hizmete en ufak katkısı olanlara varıncaya kadar herkesten Allah razı olsun diyorum. Risale’ye talebe olmak, değil tüm müslümanlara ve İslâm dünyasına belki bütün insanlığa hizmet etmek ve faydası dokunmaktır diye düşünüyorum vesselâm.

RÖPORTAJ: MEHMET ÖZÇELİK

Haber Kaynağı: SentezHaber - Haber Merkezi


http://sentezhaber.com/roportaj/risale-i…-hayat-oldu.htm

3

01.11.2010, 14:55

bu ve buna benzer şevk verici yazıların paylasımının güzel olacağuı kanısındayım.değerli dostlar acizane size bir teklifim olacak.
bu iman ve kur'an nurlarıyla nasıl tanıştığımızı site üzerinden paylaşmaya ne dersiniz....
bu iş için ilk olarak topu atilla yılmaz abiye atıyorum...hadi bismillah....

4

01.11.2010, 19:31

hııımmm...secer kardeş kırk yıl öncesine dönmem lazım...vaktimin en müsait olduğu bir anda yazarım İnşallah..

Bu konuyu değerlendir