Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

26.08.2010, 09:42

Sadullah Nutku

Said Nursi'nin Mevlana ziyaretini o an izledik.
Son Şahitlerden Dr. Sadullah Nutku'yu rahmetle anıyoruz

Tam adıyla, İbrahim Sadullah Nutku’nun aslı Trabzon’un Of ilçesine dayanır, ailesi oralıdır. Fakat bir Osmanlı deniz subayı olan babası Binbaşı Süleyman Nutku’nun o sıradaki görev yerinden dolayı 1908 yılında Preveze’de doğmuştur.
İlk, orta ve lise tahsilini Üsküdar’da tamamlayan Sadullah Nutku, Askerî Tıbbiye’yi de başarıyla bitirir ve daha sonra dâhiliye uzmanı olarak askerî hekimliğe devam eder. Tâ ki 1950 senesinde Binbaşı rütbesinde iken kendi isteğiyle emekli oluncaya kadar…

İstanbul’da görev yaparken, Beşiktaş Vişnezâde Camii’nde fahri imamlık yapan Bediüzzaman hazretlerinin yakın talebelerinden emekli Yüzbaşı Refet Barutçu ile tanışır ve Re’fet bey kendisine bir Haşir Risalesi verir. Kitabı okuyunca dinî hassasiyetleri artan Dr. Sadullah, çocuklarını sefahatten muhafaza etmek maksadıyla Konya’ya taşınır. Bediüzzaman hazretlerinin Emirdağ’da ikamet ettiğini öğrenince hemen ziyaretine gider ve Üstad’ın bazı kerametlerine şahid olur... Dr. Sadullah Nutku bir müddet Arabistan’da doktorluk yaptıktan sonra tekrar İstanbul’a döner... Uzun yıllar İttihad ve Yeni Asya gazetelerinde okuyucuların sağlık problemlerine cevaplar veren Sadullah ağabey, 25 Ağustos 1972 tarihinde geçirdiği bir trafik kazasında vefat eder. Mezarı Eyüp Kabristanında Zübeyir ağabeylerle komşudur…

Merhum Sadullah Nutku ağabey sakin fıtratlı, teslimiyeti kuvvetli, kemalat ve takvada zirve bir şahsiyetti… Hastalarına, hakiki tedavi olan iman esaslarından ve yan tesiri olmayan ilaç, ‘Hastalar Risalesi’nden mutlaka bahseder, okumalarını tavsiyesinde bulunurdu. Hapis yatan, çok işkenceler gören, sadakatte örnek bir nur talebesiydi O. Çok defa kendisini görmek, dinlemek ve sonunda da cenazesinde bulunmak nasip olmuştu bize. Cenazesinde başta Tâhirî ağabey olmak üzere o tarihte hayatta olan bütün ağabeyler bulunmuştu. Sonradan Fizik Profesörü olan oğlu Mustafa Nutku uzun kamera çekimleri yapmıştı… Bu çekimler inşallah zayi olmamıştır…

Dr. Sadullah Nutku ağabeyimizin çok bilinen hatıralarından ziyade, pek duyulmadığını zannettiğim yaşanmış bir hadiseyi vefatının 38. senesinde sizlerle paylaşmak istiyorum…
Ayrıca, Dr. Sadullah Nutku’dan çok farklı ve zıt mizaçta olan, Konya’da hapishane arkadaşlarından Osman Yüksel Serdengeçti’nin, Yeni İstiklal Gazetesinde yayınladığı bir makalesini yazımın sonuna almak istiyorum… Nur Cemaati içinde adeta klasikleşen bu makale veciz bir şekilde merhum Doktorumuzu anlatıyor…

YUSUF DEMİR ANLATIYOR

Yusuf Demir hocaefendi, Konya’nın Çumra İlçesinin Süleymaniye Köyünde 1937 tarihinde dünyaya teşrif etti. 16 ayda Hâfız-ı Kur’an oldu. Bu arada muhtelif hoca efendilerden de sarf nahiv okudu. Daha sonra ilkokulu ve imam hatip okulunu dışarıdan bittirerek imamlık vazifesi aldı. Çeşitli camilerde vazife yaptı ve çok sayıda hâfız yetiştirdi. Konya’da, İmam Hatip Okulunda Bediüzzaman Hazretlerinin Kardeşi Abülmecid Efendiyi tanır. Ayrıca Bediüzzaman Hazretlerinin yakın talebelerinden Dr. Sadullah Nutku ile yakın dostlukları vardır. Üstad Hazretlerinin vefat ettiği sene Kardeşi Abdülmecit’i veda için Konya’ya geldiği sırada Dr. Sadulluh Nutku ile beraber Bediüzzaman’ın elini öpmek ister. Fakat…

(Konyalı Yusuf Demir Dr. Sadullah Nutku’nun yakın dostu)

RİSALE-İ NUR’LA VE DR. SADULLAH AĞABEYİMLE TANIŞMAM

Risale-i Nurlarla ve Dr. Sadullah ağabeyimle tanışmam, Konya İmam Hatip Okulunu dışardan bitirmem sırasında oldu. Ben yabancı dil olarak Almanca’yı seçmiştim. Fakat hiç bilmediğim için bir hocaya ihtiyacım vardı. Dr. Sadullah ağabeye yardımcı olması için ricada bulundum. O da “tamam” dedi. Biz iki arkadaştık. Sadullah Ağabey bize 30 dakika Risale-i Nurlardan okuyor, 15 dakika Almanca veriyordu. Çift taraflı istifade ediyorduk. Bu sıralarda bir gece evde babamın müthiş bir karın ağrısı tuttu. Sabaha kadar kıvrandı. O zaman ki şartlar malum. Sabah ezanları okumaya başlayınca, Sadullah Ağabeyin evine gittim, ziline bastım. Evi bize 500 metre kadar yakındı. Hanımı camiye gittiğini söyledi. Hacı Fettah Camiine giderdi. Baktım orada. Namazdan sonra durumu anlattım. Hemen bisikletine atladı geldi. Babama şifa için gerekenleri yaptı. Bunu unutamam…

ÜSTAD HAZRETLERİ KONYA’DA

Yıl 1960. Üstad Hazretlerinin Konya’ya geleceğini haber alan Hocamız Muhterem Abdurrahman Öksüz; “Çocuklar Şehrimize büyük âlim, muhterem Üstad Said-i Nursi Hazretleri geliyormuş. Dersleri biraz kısa tutalım da Mevlâna civarındaki karşılamaya biz de katılalım” dedi. Biz bütün talebe arkadaşlarla beraber gittik ve öğle ezanına kadar dışarıda bekledik. Ezan okundu, namazlarımızı Sultan Selim Câmiinde beraberce eda ettik. Cemaat misafirini karşılamak üzere tekrar dışarı çıktı. Biz câmide üç kişi kaldık. Ben ve iyi bir Risale-i Nur Şâkirdi olan rahmetli Dr. Sadullah Nutku Ağabeyimiz ile tevafuken namaza sonradan gelen ve karşılama ile alakası olmayan biri. Doktor ağabeyle kısa bir istişareden sonra “Üstad zaten namazını burada kılacak, burada kalmamız daha uygun olur” dedik, dışarısı da çok kalabalık. Cemaat camiden boşalınca, camiye giriş-çıkışları kapattılar. Biz de kuzey pencereden dışarıya bakıyoruz.

KARDEŞİ ABDÜLMECİD EFENDİ İLE VEDALAŞMASI

Üstad Hazretleri kalabalığın arasından bir taksi ile geldiler. Uzunca bir zamandır görüşemedikleri kardeşi Abdülmecid Efendi (O da çok iyi bir âlimdir) ile görüşüp vedalaşma sahnesini uzaktan gördük... Arkadaşlardan duyduğuma göre Abdülmecid Efendi elinde ufacık bir kâse çorba ile karşılar. İkramı kabul edilir. İki üç kaşık çorbadan alır, tepsiye bir lira bırakır ve vedalaşır.

POLİS TEKME VE YUMRUK ATINCA ELİNİ ÖPEMEDİM

Baktık Üstad camiye geliyor, hem de çok sayıda polis nezaretinde. Caminin batı kapısından içeri girdiler. Ayakkabılarını çıkardı. Hizmetindeki yaşı tahminen 60 civarında olan bir kardeşimizin yardımı ile bir iki adım sonra çoraplarını da çıkardılar. Biz de hemen harekete geçtik.
Başta Doktor Sadullah Nutku Ağabey, uzunca sarığının ucunu avucuna alarak hürmetle Üstadın elini öpmeye koştu, ben de arkasından… Tam eline yaklaşırken şube müdürü olduğunu sonradan öğrendiğimiz bir bey çok kuvvetli bir yumruk çıkarttı. Dr. Sadullah ağabey Çevik bir hareketle darbeyi savdı. Bana da bir tekme ile mukabelede bulundu. Ben de geri çekilerek savuşturdum, fakat mübarek elini öpmek nasip olmadı. Üstad minberin yanına geldi ve namazını eda etti. Ve aynı kapıdan dışarı çıkarak Mevlana Hazretlerini ziyarete girdi. Ve zannederim Mevlana Hazretlerinin şahsında bütün Anadolu’ya veda ediyordu. Çünkü kısa bir müddet sonra Urfa’dan dünyaya da veda ettiğinin haberi geldi. Allah gani gani rahmetler etsin ve bizleri de şefaatlerinden mahrum etmesin.

DR. SADULLAH NUTKU İLE İLGİLİ ÇOK İLGİNÇ BİR HÂTIRA

Bir gün bir Hocaefendi vaazında: “Kerametin 30 mertebesi vardır. En aşağısı kabir hâline vukufiyettir” demiş. Bunu duyan Konya’nın sanayici esnafından ve benim de cemaatimden olan Mustafa Karnıbüyük kendi kendine: “Ben de çoktandır dervişim, zikirle meşgulüm. Acaba o mertebeye erişebildim mi? Üçler mezarlığına gece gideyim de bir kabri dinleyeyim” demiş.
Karlı bir gün, kuzeybatısından Üçlerin bulunduğu kabre yaklaşır. “Esselâmün Aleyküm yâ ehlel kubur!” der. Ortalık, her yer bembeyaz kar. Birden kabrin yanından: “Ve Aleyküm selam!” diye bir ses gelir ve bembeyaz sarığı ve bembeyaz önlüğü ile kabrin yanından birisi ayağa kalkar. Artık bizim Karnıbüyük amca, büyük küçük ne varsa altına koyuverir ve orada dikilip kalır. Biraz sonra Doktor Sadullah Abi: “Fatihanı gönder de çıkalım” der. Ama göğe mi çıkacak, yoksa kabre mi indirecek belli değil. Derken Doktor Abi yürümüş ve kenardaki bisikletini almış, bu da arkasından, dışarıya çıkmışlar. Karnıbüyük: “Bisikleti görünce rahatladım. Melek olsa gökten bisikletle inemez, kabirden çıksa yine bisikletle olmaz” diye düşünürken; Dr. Sadullah Ağabey: “Muhterem tanışalım, kimsin ne tarafa gideceksin?” diyor. “Ben Doktor Sadullah ismini çok duymuştum, ama o vakte kadar tanışmamıştım. Böylece tanışmış olduk, ama olan oldu işte” diyor Karnıbüyük amca. Bu hadiseyi bana Mustafa Karnıbüyük teferruatıyla böyle anlatmıştı. Allah her ikisine de rahmet etsin. Kabirlerini nur eylesin.





OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ YAZIYOR

Dr. Sadullah Nutku'ya bakınca nutkum tutulurdu

Konya Hapishanesi'nde bir Dr. Sadullah vardı ki, Allah'ım ne adamdı o! Nasıl imandı ondaki. Adam hapishanede idi, fakat gül-gülistan içinde idi. Gülen gözlerle bakardı insana. Her şeyi unutuyordum onun yanında. Adam âdeta teneffüs edilen bir şey gibiydi. Yanımdan bir ruh gibi uçuverip gideceğinden korkardım. Yanımdaki arkadaşa: -Şu pencereleri kapat. Sonra doktor uçar gider bu demirlerin aralarından demiştim. Fakat onun uçmaya gitmeye niyeti yoktu. Bu kadar yüksek olduğu halde bizim gibi sürünenlerle beraberdi, bizi bırakmıyordu; kurtaracaktı o..."

Evet, Dr. Sadullah Nutku, sanıktı. Karakola götürmüşler, dövmüşler; bayılıncaya kadar. Kendine geldiği zaman, zâlimlerin affı için Allah'a dua etmişti. (...) Bunları bana o anlatmıyordu. (...) 1961'de Konya'da seçimlere girmiştim ve propagandanın ikinci günü bilâ sebep, bilâ tereddüt tevkif olunmuştum. İşte, doktorla o zaman orada karşılaşmıştım. Beni gıyâben tanıyordu. İlk karşılaşmamızda, ilk hitabı şu oldu:

'Gazanız mübarek ola...' Cevap vermedim; çok öfkeli ve hınçlı idim. O mütemadiyen yüzüme bakıyor, bana yakın olmak istiyordu. 'Cenab-ı Hak lütfetti de sizi buraya gönderdi. Sizi esirgedi, acıdı...' gibi lâflar ediyordu. 'Şu adama bak.' dedim içimden. Meczubun biri. Bunun neresi lütuf. Mebus olacakken mahpus oldum. Öyle öfkeliyim ki, bir hamlede, mahkemeleri, hapishane duvarlarını yıkmak istiyordum. Doktordan yüz çevirdim. Fakat nereye çevrilsem, o da o tarafa çevriliyordu. Her yönde onu görüyordum. Aynı sözler: 'Cenab-ı Hak lütfetti... Nedir o dışarıda olanlar? Nutuklar, kendini övmeler, öbür tarafa sövmeler... Bir felâket... Ciyfe...' Bir an gözlerim, gözlerine geldi. Öyle değil mi? Öyle... Bu suali sessizce, tasdik ettim. Hakikaten öyle içime bir huzur yayıldı. Meydanlar, nutuklar, alabildiğine karşı tarafa sövmeler, kendini ve partisini övmeler. Kazanmak için türlü dolaplar, dalavereler... Yâ Rabb'i, beni bunlardan kurtardığın için sana binlerce şükürler."

"Doktor, yaşlı gözlerle hapishanenin penceresinden göklere, göklerdeki bulutlara bakar, Kur'an-ı Kerim'den gökler ve bulutlarla ilgili, o temâşâ-yı şâirane âyetleri okurdu. Hapishanenin bahçesindeki ağaca bakar, Said Nursî'nin tohum ve ağaç teşbihlerini, nispetlerini dile getirirdi. Ara sıra benim yine öfke nöbetlerim tutar. 'Namussuzlar!..' diye nutka başlardım. Dr. Sadullah Nutku'ya bakınca nutkum tutulurdu. Onda söz yoktu, öz vardı. Susmak, susmak. Tezekkür, tefekkür, temâşâ..." "Doktor, derdim. Sen dünyayı üçten dokuza boşamışsın, kurtulmuşsun. Ben hâlâ dünya ile evliyim. Tatlı tatlı gülümserdi. 'Sen büyük mücahitsin derdi" "O beni büyüttükçe küçülür giderdim. Kendisini küçülttükçe gözümde ve gönlümde o daha fazla büyürdü."

"O sıralarda ihtilalin başı, Cemal Gürsel, Türkiye'de huzur yok demişti. Kendisine bir tel çekecektim. Yazdım da. Sonradan vazgeçtik. 'Türkiye'de huzur, Konya Hapishanesi'nin falan koğuşunda, Dr. Sadullah'ın yanında, huzura kavuşmak istiyorsanız, buraya buyurun.' İmza, Serdengeçti..."

Bu konuyu değerlendir