Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

30.09.2009, 21:24

Kemiyet değil keyfiyet hakîkati

Kemiyet değil keyfiyet hakîkatini mütâlâ ve müzâkere edelim.

Kemiyetin, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yok. Asıl ekseriyet, keyfiyete bakar.(On İkinci Mektup)

Nur hizmeti dahi nisbeten-kemiyet değilse de keyfiyet itibarıyla-bire beştir.Bazan bir adamın ihlâsı, yirmi adam kadar fayda verir.(On Dördüncü Şua )

Fakat ehemmiyet ve kıymet, ekseriyetle keyfiyete bakar; kemiyete az bakar veya bakmaz. (On Üçüncü Lem'a)

Madem bu zamanda, herşeyin fevkinde hizmet-i imaniye bir kudsî vazifedir. Hem kemiyet, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdır. (Emirdağ Lâhikası (1) - Mektup No: 41)

Fakat biz Risale-i Nur şakirtleri ise, vazifemiz hizmettir; vazife-i İlâhiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber, kemiyete değil, keyfiyete bakmak, ...(Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 73 )

Hasenat ve seyyiâtın muvazenesi kemiyete bakmaz, keyfiyete bakar. Bazı olur, birtek hasene bin seyyiâta tereccuh eder, affettirir.(Yirmi Dokuzuncu Mektup)

2

30.09.2009, 21:25

Kemiyetin, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yok. Asıl ekseriyet, keyfiyete bakar. Meselâ, yüz hurma çekirdeği bulunsa, toprak altına konup su verilmezse ve muamele-i kimyeviye görmezse ve bir mücahede-i hayatiyeye mazhar olmazsa, yüz para kıymetinde yüz çekirdek olur. Fakat su verildiği ve mücahede-i hayatiyeye maruz kaldığı vakit, sû-i mizacından sekseni bozulsa, yirmisi meyvedar yirmi hurma ağacı olsa, diyebilir misin ki, "Suyu vermek şer oldu, ekserisini bozdu"? Elbette diyemezsin. Çünkü o yirmi, yirmi bin hükmüne geçti. Sekseni kaybeden, yirmi bini kazanan zarar etmez, şer olmaz.

Hem meselâ, tavus kuşunun yüz yumurtası bulunsa, yumurta itibarıyla beş yüz kuruş eder. Fakat o yüz yumurta üstünde tavus oturtulsa, sekseni bozulsa, yirmisi yirmi tavus kuşu olsa, denilebilir mi ki, "Çok zarar oldu, bu muamele şer oldu, bu kuluçkaya kapanmak çirkin oldu, şer oldu"? Hayır, öyle değil, belki hayırdır. Çünkü o tavus milleti ve o yumurta taifesi, dört yüz kuruş fiyatında bulunan seksen yumurtayı kaybedip, seksen lira kıymetinde yirmi tavus kuşu kazandı.(On İkinci Mektup )

3

30.09.2009, 21:26

Halbuki, Cenâb-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a'mâl-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenâtı seyyiâta galibiyeti-mağlûbiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiâtın esbabı çok ve vücutları kolay olduğundan, bazan birtek hasene ile çok seyyiâtını örter. Demek, bu dünyada o adalet-i İlâhiye noktasında muamele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki, kıymettar birtek hasene ile, çok seyyiâtına nazar-ı afla bakmak lâzımdır.(On Üçüncü Lem'a)

Kemiyet ve keyfiyet hakîkatini çok mükemmel izah eden bir bölüm:

Bu hakikati bir misalle izah edelim: Meselâ, gayet zengin bir zâtın irsiyetinden, evlâtlarının birine yirmi batman gümüş ile dört batman altın veriliyor. Diğerine beş batman gümüş ile beş batman altın veriliyor. Öbürüne de üç batman gümüş ile beş batman altın verilse, elbette âhirdeki ikisi çendan kemiyeten az alıyorlar, fakat keyfiyeten ziyade alıyorlar. (Dördüncü Lem'a )

4

30.09.2009, 21:28

Kaliteli birler kaliteli benlerden oluşur.Enenin mânâ-i harfî boyutu,nübüvvet cihetinin istimali ve herfî bakış yönü insanı keyfiyete taşımaktadır.Keyfiyet,bir cihette mâna-i hakîkîdir.Değerdir,kalitedir ve yüksek bir nisbettir.

Kemiyet bir cihette ise mânâ -i ismidir.Kaliteli olmak şartıyla kemiyetin mânâsı keyfiyete dönüşür.Bu cihetle bir kilo altın milyonlarca ton kömürden keyfiyet cihetiyle tereccühtür.

İnsan ise kayfiyet cihetiyle hakîkî mânâ ve mâhiyet kazanır.İnsanın fıtratına dercediler elmas ve kömür istidatların inkişafı derecesine göre insan kemiyet ve keyfiyet derecesinde önem kazanır.

İnsan, fıtratına derc edilen elmas ve kömür isti'dadlarını teklif ve bi'set-i enbiyâ ile hem terakkî hem de tedenniyatta irâde-i cüziyyesini istimâl ile kullanır ve neticelerine ulaşır.

İmân insanı kâinatın sultanına bağlayarak keyfiyet olarak âlâ-i illiyyine çıkararak elmas isti'dadları inkişaf ettirir.Bu nedenle de ehl-i imânın Allah katında az da olsalar kıymet ve ehemmiyeti çok büyüktür.

Küfür ise Allah ile olan mâ'nevî intisabı kesdiği için efsel-i sâfiline insanı yuvarlandırır.Böylece kâfirlerin kemiyetinin ve çokluğunun Allah katında ehemmiyeti yoktur.

Öyleyse Allah'a hakîkî kul olmak cihetinde mâdem Rabbimiz bizden keyfiyetli imân ve islâmiyet tâleb ediyor,bizlerde hem ibadetlerimiz de hem de hizmetlerimizde öncelikle keyfiyet hakîkatine göre tavır almalı ve duruş yapmalıyız diye düşünüyorum.

  • "külekci" bir erkek

Mesajlar: 23

Konum: Diyarbakır

Meslek: Akademisyen

  • Özel mesaj gönder

5

30.09.2009, 23:19

'Kemiyetin, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yok.' cümlesinde geçen 'nisbeten' kelimesinin iyi anlaşılması elzemdir. Bediüzzaman'ın bu belirlemesindeki 'nisbeten' ölçüsünün gözden kaçırılmaması, konunun anlaşılmasında oldukça önemlidir. Sayı bakımından çokluk, kısmen de olsa önemli değildir, demek başka sayı önemli değildir, demek bambaşkadır. O halde burada altının çizilmesi gereken nokta ne olmalıdır?

Kemiyetin keyfiyyete ehemmiyetinin olmamasında ölçü 'tebliğ'dir. Bizim işimiz tebliğ etmektir, iman Allah'ın bahşedeceği bir nimettir. Kemiyet burada devreye girer. Tebliğ edildiği halde kemiyetin artmaması söz konusu ise keyfiyet önem arz eder. Aksi halde tebliğ sürecine işaret edilmeden kemiyet-keyfiyet dengesini anlamlandırmak çok da mantıklı olmayacaktır.

Neticede söylemek istediğim, 'nisbeten' kelimesinin göz ardı edilmemesi gerçeğidir.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

6

01.10.2009, 08:00

Elbette bu denilenler dogru fakat kemiyetinde hizmet icin belli bir yere kadar ehemmiyeti var. Bir umumi Medrese yada Cami düsünün. Oraya insanlarin gelmesini saglmak ilk hedef. Sonra isdidadini gelistirebilenler zaten keyfiyete iltihak edecekler. En büyük hedef iman-i tahkiki ile idam-i ebediden veya daimi hapsi münferidden kurtulmaktir ve baskalarinada bu hususta yardimci olmaktir.

Kemiyetin keyfiyetten ne kadar ehemmiyetsiz oldugunu daha önce kurulan dini partiler ispat ettiler. Coklukla övündüler ama bir arada tutunamadilar. Ben 3 hakiki, fedakar, sebatli kardeslerimi 300 kisiye tercih ederim. Yani deseler ki su arkadaslarindan vazgec sana 300 kisilik cemaat verecegiz deseler hic bir ehemmiyet arz etmez benim icin. Bir lahika mektubundada üstadimiz bir talebenin 100 dosta müreccah oldugunu söylüyor.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

  • "külekci" bir erkek

Mesajlar: 23

Konum: Diyarbakır

Meslek: Akademisyen

  • Özel mesaj gönder

7

01.10.2009, 17:25

Hz. Peygamber (ASM) ümmetinin çokluğu ile iftihar eder. Ancak bunu da kemiyet-keyfiyyet bağlamında değerlendirmek lazımdır. 'Dinde zorlama yoktur.'daki ilahi ikaz da bunu delillendirir. Zira buradaki zorlama 'İslam'ı kabul edip-etmeme' ile ilgilidir. Arapça bilen kardeşlerimiz de gayet iyi bilirler ki 'fî' harf-i ceri 'husus' anlamı da taşır. 'Lâ ikrâhe fi'd-dîn' yani din hususunda zorlama yoktur, demektir.

Şu halde, bize düşen doğruyu anlatmak ve sonucu tevekküle atfetmektir. Hidayet ancak Allah'ın dilemesiyle mümkün olur. Kemiyet de buna bağlı olarak gelişen bir süreçtir.

Risâlelerde geçen kemiyet-keyfiyet dengesi hakkında söylediklerinize tamamen katılıyorum. Burada her hangi bir aksi düşüncem söz konusu değildir. Yıllardır bunun savunusu da yapıldı. Ümmeti olmayan peygamberler de düşünüldüğünde bu denge daha iyi anlam kazanacaktır. Hak, kalabalıklara göre değişen bir değer değildir.

8

01.10.2009, 17:41

FesübhanAllah..Baki Ağabey hoşgelmişsiniz..

(Pc açılmadığından bu yana yıllar geçmiş sanki..Üç günde azîm inkilablar olmuş..BârekAllah..)

9

01.10.2009, 19:45

FesübhanAllah..Baki Ağabey hoşgelmişsiniz..

(Pc açılmadığından bu yana yıllar geçmiş sanki..Üç günde azîm inkilablar olmuş..BârekAllah..)
Hoş bulduk muhterem kardeşim.Muhebbet fedâilerinin müzâkerelerini çok özledim. :)

10

01.10.2009, 19:49

Konunun bir ciheti de keyfiyet ve ihlâs hakîkati diye düşünüyorum.Çünkü keyfiyet hak meslekte ihlâs ile derece ve kıymet kazanıyor olmalıdır.Bu mana da şu ifadeleri ekleyelim.

Elhasıl, hadiste vardır ki:"İnsanlar helâk oldu-âlimler müstesna. Âlimler de helâk oldu-ilmiyle amel edenler müstesna. Amel edenler de helâk oldu-ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar." Yani, medar-ı necat ve halâs, yalnız ihlâstır. İhlâsı kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlâslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır. İhlâsı kazandıran, harekâtındaki sebebi sırf bir emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı İlâhî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlâhiyeye karışmamalı.

Herşeyde bir ihlâs var. Hattâ muhabbetin de ihlâsla bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tereccuh eder. (On Yedinci Lem'a)

İşin bir de İhlâs Risâlesindeki şu ciheti var elbette."Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz.

Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.(Yirmi Birinci Lem'a )"

Bütün mesele hak meslekte ihlâslı olabilmek.

Kuvvetin hakta ve ihlasta olması sırrı ayrıca işlenmesi gereken bir mevzûu diye düşünüyorum.

11

01.10.2009, 19:56

sarf-ı nazar edip ve mevcudatı kendileri hesabına hizmetten azlederek,

Fâtır-ı Zülcelâl
hesabına istihdam edip,

Esmâ-i Hüsnâsının mazhariyet ve ayinedarlık vazifesinde istimal ederek,

mânâ-i harfi nazarıyla onlara bakıp, mutlak gafletten kurtulup


huzûr-u
daimîye girmektir; herşeyde Cenâb-ı Hakka bir yol bulmaktır.

Elhasıl, mevcudatı mevcudat hesabına hizmetten azlederek,

mânâ-yı ismiyle bakmamaktır.


Sözler, s. 438-441

12

01.10.2009, 20:05

Ve bilhassa bu İkinci Mevkıfın hâtimesinden evvel ikinci temsilin neticesinde

Zât-ı Akdes-i İlâhiyeden
  • hiçbir şey saklanmadığını
  • ve hiçbir şey Ondan gizlenemediğini,
  • hiçbir ferd Ondan uzak kalmadığını,
  • hiçbir şahıs külliyet-i kudsiye kesb etmeden Ona yanaşamadığını;
  • ve rubûbiyetinde ve tasarrufunda bir iş bir işe mâni olmadığını
  • ve hiçbir yer Onun huzurundan hâlî kalmadığını,
  • herşeyde bakar ve işitir sem' ve basarının cilvesi bulunduğunu,
  • silsile-i eşya emirlerinin sürat-i cereyanlarına birer tel, birer damar hükmüne geçtiğini,
  • esbab ve vesâit sırf zâhirî bir perde olduğunu,
  • hiçbir yerde bulunmadığı halde her yerde ilim ve kudretiyle bulunduğunu,
  • hiçbir tahayyüz ve temekküne muhtaç olmadığını
  • ve uzaklık ve güçlük ve tabakât-ı vücudun perdeleri Onun kurbiyetine ve tasarrufuna ve şuhûduna mâni olmadığını
  • ve maddîlerin, mümkînlerin, kesiflerin, kesîrlerin, mahdutların hâssaları Onun dâmen-i izzetine yanaşamadığını;
  • ve tegayyür ve tebeddül ve tahayyüz ve tecezzî gibi emirlerden mücerred, münezzeh, müberrâ ve mukaddes olduğunu

gayet güzel bir sûrette isbat eder.

Sözler | Fihrist | 701

( Otuz İkinci Söz İkinci Mevkıf'dan bahisle..)

13

01.10.2009, 20:18

İşte insan, şu kâinata geldikten sonra, iki cihet ile ubûdiyeti var.

Bir ciheti, gâibâne bir sûrette bir ubûdiyeti, bir tefekkürü var;

diğeri,
hâzırâne muhâtaba sûretinde bir ubûdiyeti, bir münâcâtı vardır.
...
İkinci vecih
huzur ve hitâb makamıdır ki, eserden müessire geçer.

İlâ âhir..23. Söz


Sonra, dünyaya gelen ve dünyanın Yaratanını arayan

ve on sekiz adet mertebelerden çıkan ve arş-ı hakikate yetişen bir mirac-ı imanî ile

gaibane marifetten
hâzırâne ve muhatabâne bir makama terakkî eden

meraklı ve müştak yolcu adam, kendi ruhuna dedi ki:

İlâ Ahir..7. Şuâ


Bunlar ihlâsa açılan kapılar..

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

14

01.10.2009, 21:14

Iman ihlasin ilk kapisi ve bunu kemale erdirmek imani tahkiki ile olur. 20. Lemanin basinda yazan Hadisi Serifte denildigi gibi önce ilim, sonra amel ve en son ihlasi kazanmak ve muhafaza etmek gelir. Kendimizi ihlasli bilmek ihlasli olmadigimiza delildir. Ebu Hureyre r.a. bile "Bir sabah namazinin sünnetinin kabul oldugunu bilsem bana dünyada ve ahirette yeterlidir" diyor. Biz kim oluyoruz ki kendimiz alayi illiyine cikariyoruz.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

15

02.10.2009, 12:04

Risale-i Nur'un mesleği ise, vazifesini yapar, Cenab-ı Hakkın vazifesine karışmaz.

Vazifesi tebliğdir; kabul ettirmek, Cenab-ı Hakkın vazifesidir.

Hem, kemiyete ehemmiyet verilmez.

Sen o havalideki bir tek Âtıf'ı bulsan, yüzü bulmuş gibidir.

Merak etme. Hem, mümkün olduğu kadar hariçten gelen küçük ilişmelere ehemmiyet verme.

Fakat ihtiyatla, bu atalet mevsimi ve gaflet zamanı ve derd-i maişet ibtilâsı zamanında

cüz'î bir iştigal de ehemmiyetlidir.

Tevakkuf değil, muvaffakiyetsiz mağlubiyet yok!

Risale-i Nur'un her tarafta galibâne fütuhatı var.

Kastamonu Lâhikası 201

16

02.10.2009, 16:13

"Evleniniz, çoğalınız. Ben, Mahşer günü sizin çokluğunuz ile iftihar edeceğim."( İkiyüz seneden sonra ) ümmetimin en hayırlıları az çocuklu olanlardır." (Münavi Feyzül Kadir , 3:497)
Hakîkaten bu iki hadîsde de kemiyet ve keyfiyet cihetiyle değerlendirildiğinde bir tenakuz olmadığını düşünüyorum.

“Evleniniz, çoğalınız. Ben, Mahşer günü sizin çokluğunuz ile iftihar edeceğim"hadîs-i şerifinde keyfiyetli mü'minlerin çokluğundan elbetteki Efendimiz(sav) övünecektir.Çünkü imân ve islâmiyet ab-ı hayatı ile müşerref olan her ümmet Efendimiz'(sav)'in övünç kaynağı olacaktır.Yoksa ebedi hayatı felakete uğramış bir ümmetten ve çokluktan elbetteki Peygamberimiz(asm) övünemez.Hatta övünmek bir tarafa onların ebedî felaketinden muzdarip durumda olur.

İkinci Hadîs-i şerif"( İkiyüz seneden sonra ) ümmetimin en hayırlıları az çocuklu olanlardır." (Münavi feyzül kadir , 3:497") ise kayıt koyarak tam bir hakîkati izah ediyor ve ikiyiz seneden sonra saffet-i İslâmiyenin ve terbiye-i islâmiyenin zaafiyete uğrayacağı ve fitnelerin baş göstereceği bir devri ve zamanı haber vermektedir.İşte böyle bir devirde elbetteki terbiye-i islâmiye dâiresinde çok çocuk yetiştirmek müşkülleşeceği için ta o zamanda ve halen bu asrımızı da içine alan zaman diliminde çokluktan ziyade kaliteli bir ümmetten haber veriliyor olmalıdır.Böylece Efendimiz(sav)'in bu hadîs ile ahirzamana kadar ucu yetişen zaman diliminde çokluktan ziyade keyfiyetli bir ümmetin makbuliyeti ortaya çıkmaktadır.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

17

02.10.2009, 22:25

Bu hadis-i Serifi bende cok düsündüm. "Cogaliniz" emrini sathi bir sekilde kabul edemeyiz. Dinimiz herzaman terakkiyi, ilerlemeyi bize emrediyor. Mesela bir Hadisi Seriflerinde Peygamberimiz "iki günü birbirine benzeyen kayiptadir" buyurmaktadir. Sahabeyi Güzin bunu en güzel sekilde yapti. Bunu yapamasak da az ve devamli olarak ilme calismaya mecburuz.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

18

03.10.2009, 12:02

İşin bir de İhlâs Risâlesindeki şu ciheti var elbette."Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz.

Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.(Yirmi Birinci Lem'a )"

Bütün mesele hak meslekte ihlâslı olabilmek.

Kuvvetin hakta ve ihlasta olması sırrı ayrıca işlenmesi gereken bir mevzûu diye düşünüyorum.
Keyfiyet hakîkati ihlâsa istinad ediyor.Belki gelen cümlelerin sırrı burada olmalı:"Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.(Yirmi Birinci Lem'a )"

İşin bir diğer ciheti ise haksızların dâhi,haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyetten kuvvet kazanmaları.

Haksızlar sadece dünyevi kuvvet kazanıyorlar.Çünkü meslekleri hak değil.Ancak ihlâs ve samimiyetin bir hakkı var ki,haksızlar o ihlâs ve samimiyetin hakkı namına kuvvet kazanıyorlar.Yoksa bu hak onların hasenesi ve haklı olmalarını göstermiyor.Sadece kâinata şamil olan samimiyetin hakkının hatırı adına o samimiyetten istifade ederek dünyevi bir keyfiyet elde ediyorlar.Bu keyfiyet ve kuvvet onların ahiretine şamil değildir.Şeriat-ı fıtriye kanunlarınu uyarak terakki edilmesi bu meseleye mihen olabilir.Kafirlerin kaliteli iş yapmaları ve mal üretmeleri misali gibi.

Ancak bu durum ehl-i imânda farklı tezahür ediyor diye düşünüyorum.Yüce Allah hak meslekte ihlâs ve samimiyetin derecesini keyfiyetle ebedileştiriyor ve ahirete mâl ediyor.Rızasına bir vesile yapıyor.Hem dünyevî hem de uhrevî neticelere giriftar ediyor.

Ne mutlu hak meslekte keyfiyet ve samimiyet derecesine ulaşanlara.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

19

03.10.2009, 23:31

21. Lemanin basinda yazan 9 esas bütün sikintilarimizi cözüyor ama is pratige gelince is baskalasiyor onun icin bu ihlas hakikatlerini en az on bes günde bir defa okumaliyiz ve hayati sahsiyemizde yerlestirmeliyiz. Baska caremiz yok. Kuvvet Haktadir cümlesinin ardinda büyük sirlar yatmaktadir. Ona sarilsak ve benim yikilmaz bir noktayi istinadim var dedikten sonra hangi haksizlik karsimizda durma ihtimali var. Tabi bunlari müspet hareketle yapmak gerekir.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Bu konuyu değerlendir