Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

15.02.2009, 11:06

Yirmi dört saat dâvâsını düşünen adam : Zübeyir Gündüzalp

Yirmi dört saat dâvâsını düşünen adam:

Zübeyir Gündüzalp

Selâhaddin Şafak anlatıyor:

Zübeyir Ağabey, daima Risâle-i Nur’a dikkat çekerek onun bitmez tükenmez bir hazine olduğunu dile getirirdi. Bu eserlerin mutlaka değişik tabakalara tanıtılması gerektiğini söyler, iyi istifade etmenin yollarını araştırmamızı isterdi. “Aç insan nasıl yemeğe koşuyorsa, sizler de Risâle-i Nur’lara öyle koşacaksınız” derdi.
1970 yılının Şubat’ında gazete çıkmaya başladı. Ben yine Tahir Ağabeyin yanında Sabahattin Aksakal ve İsmail Yazıcı ile birlikteydim. Sabahattin Ağabey, o zaman gazetenin yazı işleri müdürü olmuştu. Bir süre sonra M. Nezihi Polat rahmetli olunca, Kutlular Ağabey benden, birkaç kere gazeteye gelmemi, orada kendileriyle birlikte çalışmamı istedi. Ben de bu işe kendimin karar veremeyeceğimi, Zübeyir Ağabeyin izni olursa gelebileceğimi söyledim. Zira o yıllarda ben tamamen hizmetle uğraşmak, “vakıf” olarak kalmak istiyordum.
Bir gün Nurtaşı’ndaki dershanede bulunuyordum. Kardeşlerden biri, “Selâhaddin Kardeş, Zübeyir Ağabey üst katta seni istiyor” dedi. Ben üst kata çıktım. Zübeyir Ağabey, yanında Mehmet Fırıncı Ağabey de vardı, bana hitaben, “Kardeşim Selâhaddin! Kutlular ve Fırıncı Ağabeyler, senin gazeteye gitmeni ve orada istihdam olmanı istiyorlar. Ne dersin?” dedi.
Ben de, “Siz ne derseniz, nasıl isterseniz ben elimden geldiği kadar en iyi şekilde o işi yapmaya çalışırım ağabey” dedim.
O zaman bana döndü ve “Kardeşim, gazetede büyük bir hizmet var. Sen de bu işi yapabilirsin. Bizim orada kendi adamımız yok. Sen şimdi git, kaydını gazetecilik yüksek okuluna yaptır ve gazetede de çalışmaya başla. Bu ağabeylerimize yardımcı ol. Allah yardımcın olsun” dedi.
Ben o zaman lise mezunu olarak bir önceki sene üniversite sınavına girmiş, fakat herhangi bir üniversiteye kayıt olmamıştım. Bu görüşmeden sonra gazetecilik yüksek okuluna kayıt yaptırıp gazetede çalışmaya başladım. Bu tamamen Zübeyir Ağabeyin isteği ve talimatıyla oldu.
1.8.1970’de bizim gazetecilik maceramız başlamış oldu. Bu arada daha önce de İttihat ve Yeni Asya’yı camilerde birçok ağabeyle birlikte sattığımız da olmuştur. Hatta hiç unutmam o zaman gazete de, “Zottirik Adasında Kral Benim!” diye bir yazı dizisi çıkmıştı. Mehmet Fırıncı Ağabey ile birlikte, Fatih’ten Beşiktaş’a kadar afiş yapıştırmıştık.
***
Zübeyir Gündüzalp deyince, hâzâ Kur’ân, hâzâ dâvâ, hâzâ Risâle-i Nur ve Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri aklıma geliyor. Her zaman, her an, sadece dâvâsını ve hizmetini düşünen bir insan. Sadece Risâle-i Nur ve hizmet için yaşayan dâvâ adamı. Hayatta tek hedefi, hakaik-ı imaniye ve Kur’âniye’ye hizmet etmekti. Başka bir düşüncesi yoktu. Bana Zübeyir Ağabey şunu öğretti:
“Ben, risâlelere herkesten ziyade muhtacım. Ben, ümmet-i Muhammed’i sahil-i selâmete çıkaran geminin hademesiyim. Minnetimi sadece Allah’a duyarım. Hayatımı sadece Allah rızası için Kur’ân’a ve Risâle-i Nur’a feda ederim...”
Bana derdi ki:
“Herkes derdini size anlatacak. Ama siz derdinizi sadece Allah’a anlatacaksınız.”
Ben o zaman yaşça küçük olduğum halde, hizmetlerin içinde bulunmam hasebiyle Zübeyir Ağabeyden çok fazla teşvik, teselli ve iltifat aldım. Zira Tahirî Ağabeyin yanında kalıyordum, zaman zaman da Bekir Ağabeyin yanına giderek—Fırıncı, Birinci, Kutlular ve Abdulvahit Ağabeyler Bekir Ağabeyin yazıhanesinde beraber kalıyorlardı—oradaki yazı işine yardım ediyordum.
O yıllarda hizmet demek Zübeyir Ağabey demekti. Her konuda disiplinli ve dirayetli idi. Bir mesele olunca Tahirî, Sungur ve Bayram Ağabeyler gibi Üstadın talebelerini toplar ve tek ses, tek vücut olarak camianın görüşünü dile getirirdi. İttihadı en güzel şekilde temin ederdi...
Risâle-i Nur ve Üstaddan hiç taviz vermezdi. Zübeyir Ağabeyin bu tutumu ve tavrı sonucu o zaman Risâle-i Nur Talebeleri, cemiyete yön veren, kamuoyu oluşturan bir gruptu.
Zübeyir Ağabeyin en büyük özelliği, herkesin bardağını kabiliyetine göre doldururdu. Onun ihtiyacı olanı ona ders verirdi. En güzel tarzda dâvâsını anlatırdı. Hizmet söz konusu olduğunda, hastalık dahil hiçbir şey onu durduramazdı. Nerede bir hizmet varsa orada olurdu.
***
O yıllarda MSP hareketi başlamıştı. AP’de senatör ve milletvekili olan ağabeyler bu hareketle ilgili müracaat ettikleri zaman, müthiş kızarak şöyle dediğini hatırlıyorum:
“Kardeşim, ben sizleri Ankara’da, ‘mebus dershanesinde’ hizmetlerle alâkadar biliyordum. Siz parti kurma işiyle mi meşguldünüz?”
Hatta o zaman Kutlular Ağabey aktarmıştı. Erbakan’ın, parti kurma meselesinde, şeyhi hakkındaki sadakatini duyunca Zübeyir Ağabey yerinde duramamış ve şunları söylemiş:
“Allah senden razı olsun, Hacı Tevfik! Bana Üstadıma sadakat dersi öğrettin. O, bir şeyh efendiye bu kadar sadakat gösteriyorsa, bizim ondan çok daha fazla bu asrın en büyük Müceddidine sadakat göstermemiz gerekmez mi? Bu konuda çok büyük ders aldım!”
Bana göre Nur Talebesi olmak isteyene Zübeyir Ağabey en büyük örnektir. O, 24 saat dâvâsını, hizmetini düşünen, yaşayan ve anlatan gerçek bir Nur Talebesi idi.
En büyük üzüntüm, böyle bir ağabeyden daha güzel, daha iyi istifade edemememdir. Zira o Üstadımızın gerçek bir veziri idi. Zübeyir Ağabeyin bize verdiği üç nasihatle sözlerimi bitirmek isterim:
1. İhtiyata dikkat et. İhtiyatlı konuş. Kırmızı kaplı kitapların içindekileri oku. Başka şeyleri değil.
2. Konuştuklarına dikkat et. Bir insanın yüzüne söyleyemeyeceğin hiçbir şeyi arkasından söyleme. Sonra mahçup olursun.
3. Biz Allah’a hesap vereceğiz. Allah bizi hesaba çekecek, unutma. İnsanları kandırabiliriz, ama Allah’ı asla!

(İbrahim Kaygusuz'un “Zübeyir Gündüzalp” kitabından alınmıştır)

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

2

20.03.2009, 10:49

işte dava adamı...
hy120 nickim değişti

3

02.04.2009, 10:39

Nisan ayı, Nurun saff-ı evvellerinden ve hâdimlerinden çok önemli rükûn ve kahramanlarının Rahmet-i Rahman’a kavuştukları bir aydır. Kaderin bu konudaki hükmünü bilmiyoruz ama sanki Nurun istikbaldeki fütuhatının sebebi olarak bir çekirdek gibi toprağa düşmelerinin işaretleriydi.

Bu önemli şahsiyetler:

Nur dâvâsının istikamet kahramanı, asrın müceddidinin de sadakat kahramanı Ermenekli Zübeyir Gündüzalp. Vefat tarihi: 2 Nisan 1971.

Takvada birinci sıradaki, Ağroslu (Atabeyli) olan Tahiri Mutlu. Vefat tarihi: 3 Nisan 1977.

Namaz konusundaki tavizsiz çizgisiyle neşriyat alperenlerinden Mehmet Emin Birinci. Vefat tarihi: 3 Nisan 2007.

Evet, Nurun unutulmaz kahramanları bu mübarek ve muhterem ağabeyler, Nisan ayının ilk günlerinde Hakk’a yürüdüler. Rahmet-i Rahmanlarına kavuştular.

Bu müstesna ağabeylerin ve değerli insanların aziz hatıraları, onları sevenler tarafından bir çok mekânda yâd edilecek; hatimler, Kur’ânlar ve Fatihalarla idrak ve tes’id edilecektir.

Bu münasebetle, Fatihalara sebep olması dilek ve temennilerimle, onlara vefa borcumu ödeme düşüncesiyle bu yazıyı yazıyor ve ağabeylerimiz için rahmete vesile olmasını dilerken, geride kalan onu seven ve takdir edenler olarak bizler için de aşk, şevk ve yeni ufuklar açmasını temenni ediyorum.

Bu satırları, Nurun Büyük kahramanı Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin memleketi olan Ermenek’ten yazıyorum. Onun Nur Câmiasına son emaneti olan küçük kardeşi Haydar Gündüzalp Ağabeyle Nur sohbetinde beraberdik. Zübeyir Ağabeyin ismi her anıldığında hüzünlenen ve kendini tutamayarak ağlayan Haydar Ağabeyi üzmemek için Zübeyir Ağabeyden bahsedemedim. Ancak hakkında yazı yazarak, bir borcu yerine getirmek istedim.

***

Gerçek bir dâvâ adamı olan Zübeyir (Ziver) Gündüzalp; 1920 yılında Ermenek Yaylasında dünyaya teşrif etmiş ve 2 Nisan 1971’de bir Cuma günü ıstanbul’da vefat ederek aramızdan ebediyetlere intikal etmişti. ıstanbul Fatih Camii’nde on bini aşan insanın kıldığı cenaze namazından sonra Eyüb Sultan Kabristanı’na defnedilmişti. Onun vefatının Cuma gününe tevafukunun da, Hz. Peygamberin (asm): “Cuma günü veya gecesi ölen kimse, kabir azabından korunur” ifadeleriyle ayrı bir anlam kazandığını zikretmiş olalım.

Kısa sayılacak semeredar hayatı boyunca, ecdadına ve geçmişine bağlı kalarak, Ermenek Yaylalarından Malazgirt’e, Niğbolu’ya, Mohaç’a gider gibi Anadolu’nun önemli merkezlerinden Konya, Akşehir, Islâhiye ve Urfa’ya gitmiş, buraların dostluk iklimlerinde yaşamış, daha sonraları Isparta’nın güller, Emirdağ’ın nur dünyasında hayat sürmüştü. Üstadımızın âhirete teşrifinden sonra Urfa’da kalmıştı. 27 Mayıs’tan sonra mecburen çıkarıldığı Urfa’dan Ankara’ya gitmiş, bilâhare son on yılını ıstanbul’da geçirmişti. Yavuz bakışlı, çelik iradeli, kumandan edalı bu aziz zat, hayatının baharında bütün varlığıyla, bütün benliği ile Kur’ân’ın hizmetine koşmuştu. Nur yolunun dertlisi ve kara sevdalısı olmuştu.

Bu müstesna Kur’ân talebesi Ermenekli Mehmed Ziver Gündüzalp’in, nüfustaki, süs mânâsındaki “Ziver” ismini, Üstad Bediüzzaman, büyük sahabelerden Zübeyir b. Avvam Hazretlerinin mukaddes ve mübarek ismiyle değiştirmişti.

Mehmed Zübeyir Gündüzalp, Nur dâvâsının yılmaz bir alpereniydi. Ateşîn bakışları, gür bıyıkları ile, Kafkas Kartalı ımam şamil’in ruh ve edâsı ile dolu bahadır bir ıslâm fedâisi idi. Çoğu Nur talebesi tarafından neseben Kafkasyalı olarak bilinen; ama kardeşi Haydar Gündüzalp Ağabeyin kendisinden bizzat dinlediğim hatıralarına göre, Üstad’la mülâki olduğu anda “Kafkas ve Çerkez” olduğunu beyanı üzerine Üstadın kendisine: “Sen Seyyidsin kardeşim!” dediği bir zat.

O, ciddiyet ve vakar dolu bir sima, gülmeyen fakat gülümseyen bir çehreye sahipti.

O, tane tane, sert ve yol gösteren konuşmalarıyla dikkati çeken bir mizaçtaydı.

O, ıslâm tarihindeki meseleleri, Nurlardaki bahislerle birleştirebilen müstesna bir şahsiyetti.

O, ıslâm’ın dertlisi, feragat ve fedakârlığın doruk noktasını ifade eden bir müstesna dâvâ adamının farklılıklarını kendi kahramanlığıyla telif ve tevhid eden, kudsî Kur’ân ve iman dâvâsının takipçisi olan dâvâ adamları için örnek bir şahsiyetti.

O, kendisini tedavi etmek isteyen doktorlara: “Ben Risâle-i Nur’larla insanların ve ıslâmların imanını kurtarmaları için gece-gündüz çalışma diye bir kara sevda hastalığına tutulmuştum. Sizin tıbbiyenizde, doktorluğunuzda ‘kara sevda’ hastalığının ilacı ve tedavisi var mıdır?” diye soran bir istikamet kahramanydı.

O, her zaman sefere hazır akıncıların ruh halinde bir fedâiydi.

O, daima düşünen, Nurların tefekkür dünyasında yaşayan bir bahadırdı.

O, düşman karşısında, ıslâm askerlerinin önünde kılıç sallayan Osmanlı paşaları gibi cevvaliyet ve hareket dolu bir irade ve duruş sahibiydi.

O, gençliğinin baharını, hayatının canlı zamanlarını, sıhhatinin en gürbüz günlerini, varını, yoğunu, hülâsa her şeyini muazzez ve misilsiz bir ıslâm dertlisinin derdine fedâ eden bir fedaiydi.

O, aziz ve muazzez Üstadla ilk karşılaşmaları, diğerlerine göre çok farklılık arz eden seçkin bir hadim-i Kur’ân’dı.

O; Üstad Hazretleri, Pakistan devlet adamlarından Ali Ekber şah’ı Emirdağ’da yolcu ettikten sonra; kendisi başka bir arabadan indiğinde Üstadın “Biz bir veziri uğurlamaya geldik, başka genç bir veziri de karşılamaya gelmişiz!” dediği bir şahsiyetti.

Onun, ıstanbul-Süleymaniye’de Kirazlı Mescid’de yaptığı ateşli ve âhenkli ders ve sohbetleriyle öyle kırıksız ve müstakim bir duruşu vardı ki, gelen yabancılar bile—Türkçe bilmedikleri ve tercümanlar da daha tercüme etmedikleri halde—gülerek, onun anlatmak istediği mânâları anladıklarını, tercümeye lüzum kalmadığını ifade edeceklerdi.

O, en ümitsiz günlerde ve zamanlarda kendisiyle görüşen ıslâm âlimlerine de ümit ve şevk veren bir şevk adamıydı.

O, Kur’ân hakikatlerini öyle ifade ederdi ki; içindeki iman ateşini karşısındaki de duyardı.

O, kalbindeki iman ateşiyle, konuştuğu kimseleri hemen yakan bir karakter sahibiydi.

O, hayatını ıslâmın dert ve çilesine feda etmiş, dâvâsı yolunda birçok meşakkatler çekmiş, sabırlı bir çilekeşti.

O, meşakkatler karşısında yılmayan bir bahadırdı. Kur’ân dâvâsına bağlılığın müşahhas bir timsâli, sıddıkıyetin mümtaz bir ferdiydi.

O, “Anam, babam ve nefsim sana feda olsun Ya Resûlallah!” diyen Sahabelerin bu asırda fedakâr bir vârisi, onlar gibi her şeyini Resûlullah’ın nuruna ve bu nurun yayılmasına hizmet için fedâ eden, gözü pek bir alperendi.

Genç yaşında ölmesine rağmen, mahkemede yaptığı müdafaa ve notlarından derlenen kitap ve kitapçıklar, onun muhteşem şahsiyetini gösteren aynalardır. Kendisine zulmeden zalimler bile, onun “Vur! Vur!” diye haykırışından korkarak, vurmalarını bırakırlardı. O, iman ve Kur’ân yolunda hizmet etmek isteyenlere her şeyiyle yardımcı olan farklı bir rehberdi.

O, kendi nefsine “Tahkikî iman ilmini oku. Hakkı ve hakikatı öğren. Cahil kalma. Münevver ol. Aydın ol. Cahil insan, cahil bir genç, cahil bir kadın, ne kadar varlıklı da olsa yine fakirdir, geridedir, aşağıdadır. Okuyan erkek ve kadın, genç ve ihtiyar daima ileride, daima yükseklerdedir. Bütün fenalıkların, hayattaki bütün bedbahtlıkların vasıtası cehalettir. Bütün iyilik ve güzelliklerin, bütün saadet ve huzurun tek çaresi ilm-i iman bilgisiyle aydınlanmak ve nurlanmaktır” diyenlerdendi.

O, dikkatte, merhamette, sabırda, rıfkta, fazilette ve hilmde sebat etmeyi gerekli gören farklı bir gönül adamıydı.

O, “müşterek bir işte çalışan şahısların, dinî veya dünyevî bir müessese mensuplarının, müdavele-i efkâr yaparlarken, herkesin kendi fikrini mutlak bir isabet bilerek diğer arkadaşlarının fikirlerini daima isabetsiz görmesinin, müessese arkadaşlarının reylerini hakir bulmasının en büyük gaflet örneklerinden olduğu” fikrini savunanlardandı.

O, kişinin, müdavele-i efkârda bir işi isabetsiz veya zararlı bulduğunu arkadaşına söylerken, edep, terbiye, hürmet gibi yüksek ahlâkı çiğneyerek tehevvürle, şiddetle söylemesinin, karşısındakinin izzetini kırmasının ıslâmî terbiye ve ahlâka sırt çevirmek olduğunu söyleyenlerdendi.

O, kişilerin mesaî arkadaşlarına hürmetle mukabele edip, kendi fikirlerinin isabetsiz olabileceğine ihtimâl vererek, yirmi meselede hiç olmazsa on adedini arkadaşlarının kanaatlerine münasip bulup iş yapmasıyla, fikirlere menfî hislerin karışmadığını göstermek gerektiğine inananlardandı.

O, her iş ve hizmet için meşveret ve müdavele-i efkârı devam ettirmenin öneminin şuurunda olanlardandı.

O, münakaşa ve kavganın hiçbir zaman yanında olanlardan değildi.

O, hiçbir zaman hislerin, heyecanın, hakaretli sözler sarf edenlerin yanında olmamıştı.
O, hakaret edenlerin, misilleme yapanların, kalb kıranların safında asla olmayanlardandı.
O, küskünlüğe, soğukluğa, gıyabda yapılan konuşmalara asla ve kat’â taraftar olmamıştı.

Vefat yıldönümleri münasebetiyle başta Zübeyir Gündüzalp, Tahirî Mutlu, Mehmet Emin Birinci Ağabeyler olmak üzere, Üstadımız Bediüzzaman ve bütün Nur talebesi ağabey, abla ve kardeşlerin ruhları şâd, makamları Cennet olsun. Taksiratlarını Cenâb-ı Hak affetsin. Bizleri de istikamet, sadakat, ihlâs ve samimiyette devam ettirsin inşaallah. (Âmin)

Nejat Eren
www.saidnursi.de
''Ey gönül!Canına üflenen nefhayla yan da kavrul!Amma lale gibi ol ki;halinden sadece ''yar'' haberdar olsun.''

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

4

02.04.2009, 19:50

mekanlari cennet olsun insaallah..

insaallah azda olabilse onlari örnek aliriz..

Allah razi olsun..
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

5

02.04.2009, 21:06

Zübeyir Gündüzalp kitabini bugün bitirdim tevafuken, mutlak surette herkesin okumasini tavsiye ediyorum, hatta Islam Yasara bi mail aticam, ki Zübeyir abini n hayatini roman suretinde yazsin, Ibrahim Kaygusuz yazdigi suretteki kitaplar okumasi zor oluyor. Allah onlardan razi olsun...

6

11.06.2009, 19:13

Barla-Çamdağı, Nur hizmet seyrangâhlarının bir seferinde, yarı şaka yarı ciddî

Zübeyir Abiye, “Keçeli, keçeli!” diyerek hafifçe tokatlayan Üstad:

“Sen bana niçin tam ve eksiksiz söylemedin?

Sen kendi ecdadını bilmiyorsun.

Senin ceddin hem seyyid, hem de Arap’tır.

Ben onları âlem-i misalde öyle gördüm. Zaten öyle de olman icab ederdi.”

.zubeyirgunduzalp.com

7

03.12.2010, 12:26

Zübeyir Gündüzalp'in bir Nur talebesine yazdığı mektup

Aziz muhterem kardeşim...

Mademki İslâm’ın her derdine razı olduğunu bildiriyorsun, bu müjdenle bize aşk ve şevk veriyorsun, o halde iyi dinle:

Vazifen: Dikenler arasından güller toplayacaksın. Ayağın çıplaktır, batacak; elin açıktır, ısıracak. Buna sevineceksin!

Firavunlar kucağında büyüyen çocuk Mûsâ’ları safına alacaksın. Aldığın için dövecekler. Konuştuğun için zindana koyacaklar; sevineceksin!

Çöllere sürülürsen, kanınla ağaç yetiştireceksin. Kutuplara sürülürsen, vücut ısınla sebze yetiştireceksin. Yeşilliği sevmeyenler olacak. Yakacaklar, yıkacaklar. Sen bunu sabırla seyredeceksin!

Karanlık zindanlara atarlarsa, ışık; paslı vicdanları görürsen, ümit; imansız kalplere rastlarsan, Nur vereceksin. Sen verdiğin için suç, sen getirdiğin için ceza, sen konuştuğun için mahkûm olacaksın. Ve buna şükredeceksin!

Anadan, yardan, serden ayrılacaksın. Candan, gönülden Kur’ân’a sarılacaksın. Damla iken deniz, nefes iken tayfun olacaksın. Derdini yazmak için derini kâğıt, kanını mürekkep edeceksin. Kimse ile görüştürmezlerse, mecnun olup çöllere düşeceksin. Leyla arar gibi nur arayanları bulacaksın. Bulamazsan üzülmeyeceksin!

Makamlar, servetler verirlerse, nefsini unutacaksın...

Yalan, iftira, çamur fırtınasına tutulursan, hissiyâtını terk edeceksin...

Önünde demirden set yaparlarsa, dişinle deleceksin. Dağları toptan oymak gerekirse, iğne ile oyacaksın. Unutma! Nerede olursan ol, küfrün ve cehlin tâ temelini çürüteceksin.

Bir gün Kur’ân etrafındaki surların yıkıldığını görürsen; hemen kemiklerini taş, etlerini harç, kanını da su edeceksin.

Etrafına ilimden, irfandan, faziletten, ahlâktan kaleler dikeceksin. Kaleler, fedailer ister. Nasıl olsa sen de içinde fedai olacaksın.

Bu mektubu okuyunca, Mesnevî’yi okuyan Yunus Emre gibi “Uzun olmuş” diyeceksin. Onun gibi “Ben olsa idim ‘Ete, kemiğe büründüm. Yunus diye göründüm’ derdim” dediği gibi, sen de “Ne lüzum vardı uzun uzun yazmaya, kısaca ‘Kur’ân talebesi olacaksın’ deseydin yeterdi” diyeceksin.

Haklısın; zira İslâm yoluna giren, bilir ki bu yol kıldan ince, kılıçtan keskindir. Her kişinin değil, er kişinin yoludur.

Seni bütün ruh-u canımla kucaklar, gözlerinden öper, duâlarına mukabele eder, Allah’ın rızası dairesinde buluşmak üzere mektubuma son verirken, dalâlete düşen din kardeşlerimin, kısa bir zamanda sizin gibi hidayete ermelerini Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücud olan Hazret-i Allah’tan niyaz eylerim. Âmin.

Zübeyir Gündüzalp

Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

8

03.12.2010, 12:51

İşte gerçek Nur Talebisi....

Allah razı olsun. Bizlere de bir nebze de olsa bunlar gibiyaşamayı nasip etsin.
"Milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım,.."
Bediüzzaman said Nursi

Kullanılmış Etiketler

Zübeyir Gündüzalp

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir