Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

30.04.2011, 18:39

Şair Nâbi’nin Hz. Peygamber (S.A.V.) Aşkı

Şair Nabi, zamanın paşalarından birinin iltifatına mazhar olur ve beraberce hacca giderler.

O devirlerde hacca deve ile gidilir. Develerin sırtına yüklenen mahmil ismi verilen, iki kişinin rahatça yolculuk edebileceği bir semer vardır.

Nabi ile Paşa da böyle bir deve de yolculuk ederler. Nihayet bir seher vaktinde Medine topraklarına girerler.

Nabi, Peygamberin kabrini ziyaret edeceğim diye heyecanlanır, mahmilin öbür tarafında ise Paşa yatmış uyuyor. Bu durum Nabi yi mütessir eder.

İki cihan güneşi bulunduğu topraklara geldik. Biraz sonra Medine şehrine gireceğiz.

Böyle yatmak hiç münasip olur mu? diye düşünür ve bu heyecanla dudaklarından şu mısralar dökülür.

Sakın terk-i edebten kuy-ı mahbub-ı hudadır bu Nazargahı ilahidir, makamı Mustafa dır bu…

Nabi farkında olmayarak bu mısraları birkaç kere tekrarlar. Her tekrar edişte sesi biraz yükselir. Ve nihayet öbür tarafta uyumakta olan Paşa uyanır.

-Nabi ne oldu, ne söylüyorsun, der. Nabi de :

- Efendim, Peygamberimizin kabr-i sadetlerinin bulunduğu Medine şehrine geldik de, bazı şeyler hatırladım, bunları söyledim. Paşa da Nabi nin heyecanına katılır. Abdest alıp yay olarak Medine sokaklarında Ravza-i Mutahharaya doğru yürürler. Bu esnada kulaklarına bir ses gelir. Durup dinlerler.Gelen ses Mescid-i Nebevinin minarelerinden yükseliyor. Sesi dikkatle dinleyince, biraz evvel Nabi nin söylediği mısraların müezzin tarafından okunduğu anlaşılır. İyice duygulanırlar. Paşa Nabi ye şöyle seslenir.

-Nabi bu hal nedir? Nabi de:


-Bilmiyorum, der.

Her ikisi de sükût ederler ve beraberce minarenin kapısına girerler. Müezzin minareden inmesini beklerler.
Müezzin inince:

-O söylediklerin ne idi, onları ne için söyledin, sebebi nedir, diye sorarlar. Fakat müezzin bir türlü söylemez. Ne kadar ısrar ederse de ,


Söylemem, kafamı kesseniz de söylemem! deyince:

-Ama, der Nabi, Bunları biraz önce ben söyledim. Sana kim söyledi. Bu sefer müezzinin tavrı ve
şekli değişir heyecanla:

-Senin ismin Nabi mi? der. Evet cevabını alınca müezzin Nabi nin ellerine, Nabi de müezzinin boynuna sarılır. Bu dehşetli manzarayı seyreden Paşa, dayanamayıp:

-Nereden bildin bunun isminin Nabi olduğunu, Allah aşkına söyle, der. Müezzin rüyasını anlatır.

-Efendim, akşam abdestli olarak yatmıştım. Biraz evvel Peygamberimizi rüyamda gördüm. Ya müezzin kalk yatma. Benim aşıklarımdan biri benim kabrimi ziyarete geliyor. Şu cümlelerle minareden onu istikbal et, dedi. Ben de hemen kalktım. Abdest aldım. Peygamberimizin iltifatına mazhar olan aşık kimdir diye düşünerek minareye koştum.


İşte İslami edep, Muhammedi terbiye, işte hakiki Peygamber sevgisi işte saygı ve teslimiyyet, işte insanlık işte gerçek sevgi işte gerçek aşk ve muhabbet.

Kutlu olsun bu yola can ve baş koyanlara, kutlu olsun bu uğurda candan ve serden bu alemin gelip geçici zevk-ü sefasından hay-u huyundan geçenlere…

ŞAİR NABİ (Rahmetullahi Aleyh)

Sakın terk-i edepten!
Osmanlı devletinde yetişen bir şairdir.
İsmi Yusüf ise de, (Nabi) diye meşhurdur.
Zamanın Sultanından izin alıp bir kere,
Çıktı bir kafileyle, hacca gitmek üzere.
Nabi’nin bulunduğu kafilede, o zaman,
Devlet ricalinden de, bulunurdu çok insan.
Resulullah’a olan sevgi ve aşkı ile,
O, Hicaz yollarında, uyumadı az bile.
Kafile yaklaşınca, Medine’ye nihayet,
Zirvesine çıkmıştı, ondaki bu muhabbet.
Her bir adım attıkça, o sevgi artıyordu.
Kalbi, Resulullah’ın aşkıyla yanıyordu.
O böyle yanıyorken, sevgi ve muhabbetle,
Gördü ki, uyur biri, ayakları kıblede.
Onu bu vaziyette görünce Yusüf Nabi,
Üzüldü, kederlendi, kırıldı ince kalbi.
Onu uyandıracak yüksek bir sesle hemen,
O anda, şu şiiri okudu düşünmeden:
(Sakın terk-i edepten, kûy-ü mahbub-u Hüdadır bu.
Nazargah-ı ilahidir, makam-ı Mustafa’dır bu.
Müraatı edep’le, gr Nabi bu dergaha.
Mutaf-ı kudsiyandır, busegah-ı enbiyadır bu.)
Daha bir çok beytlerle, Peygamber-i zişanı,
Methedip, uyandırdı o gafil uyuyanı.
O kişi, bu şiiri işitince Nabi’den,
Hatasını anlayıp, doğruluverdi hemen.
Ve Nabi’ye sordu ki: (Ne zaman yazdın bunu?
İkimizden başkaca, bunu duyan oldu mu?)
Dedi: (Söylememiştim, bunu ben daha önce.
İlk defa söylüyorum, sizi böyle görünce.)
Bu cevabı duyunca, aldı rahat bir nefes.
Dedi ki: (Aman Nabi, duymasın başka bir kes.)
Yaklaşmıştı kafile o sabah Medine’ye.
Vardılar ezan vakti, mescid-i Nebeviye.
Velakin baktılar ki, mescid-i Nebeviden,
Müezzinler bu şi’ri okurlar hepsi birden:
(Sakın terki edepten kûy-ü mahbubu Hüda’dır bu,
Nazargah-ı ilahidir, makam-ı Mustafa’dır bu.)
Nabi ile o kişi, şaşıp hayretlerinden,
Gelip süal edince müezzinin birinden,
Dedi ki: (Resulullah bütün müezzinleri,
Rüyada ikaz edip, verdiler ki şu emri:
(Bu sabah, ümmetimden Nabi isminde bir zat,
Ziyarete gelir ki, yakındadır şu saat.
Sabah, ezandan önce, onun şu şiirini,
Okuyarak kutlayın, buraya girişini.)
Biz de, Resulullah’ın verdiği emre uyduk.
Bunu, Ondan öğrenip, hep birlikte okuduk.)
Şair Nabi duyunca, bu sözü müezzinden,
Sevinç gözyaşlarıyla ıslandı yüzü birden.



(alıntıdır)

Bu konuyu değerlendir