Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

17.12.2008, 13:35

Asr-ı Saadetin ilme meftûn Gençleri..

Abdullah bin Ömer r.a.Abdullah bin Ömer r.a, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden ve fıkıh, tefsir, hadîs ilminde en üstün olanlarındandır.
Müslümanların gözbebeği Hz. Ömerü’l-Faruk’un r.a. oğludur.

Abdullah bin Ömer r.a., Peygamber Efendimize a.s.m. çok bağlıydı.
O’nun yolunda gitmek, ahlâkı ile ahlâklanmak tek arzusuydu.
Huzur-u seâdetinden ayrılmak istemezdi.
O’nu daima takib ederdi.
Resulullah a.s.m.nerede namaz kılsa izini takip ederek oraya giderdi. Beraber namaz kılardı.
Sünnet-i seniyeyi yerine getirmek için Resûlullah’ı a.s.m. daima taklid ederdi.

Pek çok hâdiseye şâhid olup, hadîs-i şerîf dinlemekle şereflendi.
Eshâb-ı kirâm içinde en fazla hadîs-i şerîf rivâyet edenlerden oldu.
ıbâdet, sohbet ve gazâlarda, Vedâ Haccı’nda hep Resûlullah a.s.m. ile beraber bulundu.

Resûlullah’ı a.s.m. görmek, sohbetinde bulunmak,
O’na hizmet etme şerefine nail olduğu ve fıtrâten üstün hâllere sahip olması sebebiyle bütün ilimlerde mahir üstad idi.
Haram ve şüplelilerden sakınması, ilmi dünyâya düşkün olmaması örnek durumdaydı.
Her işte çok araştırıcı, inceleyici ve dikkatliydi.
Kur’ân-ı kerîmin tefsîri hususunda sahâbenin ileri gelenlerinden idi.
Helâle ve harama âit hadîs-i şerîflerin çoğunu O bildirmiştir.
ışittiği hadîs-i şerîfleri yazardı.

Bu mesaj 1 defa düzenlendi, son düzenlemeyi yapan "ruhefza" (25.07.2009, 10:48)


2

17.12.2008, 13:38

ılk imâna gelenlerdendir.
Babası ıslâmiyetle şereflenince, çocuk yaşta müslüman oldu.
Medine-i Münevvere’ye hicret etti.
İslâm terbiyesiyle yetişti.
Yaşı küçük olduğundan Bedir ve Uhud gazâlarına götürülmedi.
Resûlullah a.s.m. ile diğer gazâlara katıldı.
ılk önce Hendek gazasında bulundu. Mûte ve Yermük gazâlarıyla Mısır ve Kuzely Afrika’nın fethinde bulundu.
Horasan ve Taberistan seferlerine katıldı.
Devlet kadrosunda vazife almaktan uzak durdu.
Babası şehadetinden önce kendisine veliahd olarak oğlunu göstermesini isteyenlere;
Bir evden bir şehid yeter” buyurdu.
Seçilmemek şartıyla şûra üyeliğinde bulundu.


Bu mesaj 2 defa düzenlendi, son düzenlemeyi yapan "ruhefza" (25.07.2009, 10:48)


3

17.12.2008, 13:39

Abdullah bin Ömer r.a. gündüzleri çok namaz kılardı.

Sonra geceleri de çok namaz kılmaya başladı.

Gece namazına başlamasını kendisi şöyle anlatır:

“Asr-ı saâdette bir rüya görmüştüm.

Güyâ elimde ipekli bir kumaş parçası var

ve ben Cennetden nereyi istiyorsam bu ipekli kumaş parçası sayesinde oraya uçuyorum.

Derken iki kişi beni tutup Cehenneme götürmek istediler.

Derhal karşılarına bir melek çıktı.

Ve bana “Korkma!” dedi.

Bunun üzerine beni bıraktılar.

Hz. Hafsa r.a. benim bu rüyâmı Resûlullah’a a.s.m. anlattı.

Cenâb-ı Peygamber,

Abdullah ne iyi insandır! Keşke geceleri de namaz kılsa!” buyurdular.

O tarihten itibaren gece namazlarına da başladım.

Geceleri sabahlara kadar namaz kıldım.

Bu mesaj 1 defa düzenlendi, son düzenlemeyi yapan "ruhefza" (25.07.2009, 10:47)


Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

4

21.01.2009, 10:41


Allah razi olsun ablacim..
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

5

23.01.2009, 15:45

Allah razı olsun ablam , devamıda gelse ne güzel olur :çiçek:
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir.
Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün.
Gerisi zaten kendiliğinden gelir...

( ŞEMS-İ TEBRİZİ )


6

25.07.2009, 10:56


Abdullah bin Mesud r.a.


Evet ablalar (ya da kardeşler, farketmez) kim bize, sağlam bir kaynaktan, bu güzide Sahabe'yi anlatacak..?


Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

7

29.07.2009, 16:14

Abdullah İbn Mes’ud (? - 653)

Peygamber Efendimize (asm) iman edenlerin ilklerinden olup, Müslüman olan altıncı kişidir. Kabe'de müşriklere karşı Kur'an-ı Azimüşşanı aşikâr bir şekilde okuyan ilk sahabedir. Suffe ehlinden olup, bizzat Peygamber Efendimizden (asm) çok sayıda hadis rivayet etmiştir. Cennetle müjdelenen sahabelerdendir. Peygamber Efendimizin (asm) övgüsüne mazhar olmuş, "Abdullah bin Mes'ud'un tavsiyelerine sımsıkı sarılınız" mealindeki Peygamberî iltifata nail olmuştur. Medine'ye hicret ettikten sonra mescidin yanı başındaki bir eve yerleştirilmiş ve Resulullah'ın evine girip çıkmasına izin verilmiştir. Kendisine gösterilen yakınlık ve ilgiden dolayı yabancılar tarafından Ehl-i Beyt'ten biri sanılmıştır. Peygamber Efendimizin (asm) her halini kendine rehber edinmiş ve hayatında tatbik etmeye çalışmıştır. Bu itibarla Resulullah'a en çok benzeyen sahabe olarak tasvir edilmiştir. Meşhur altı Abdullah'tan biri olarak da tarihe geçmiştir. Halifeler döneminde de yakın ilgi görmüş ve muhtelif konularda bilgisine başvurularak verdiği hükümlere önem verilmiştir. Künyesi Ebu Abdurrahman Abdullah bin Mes'ud bin Gafil bin Habib el-Hüzelî şeklindedir.
Abdullah'ın ilk hayatı ve çocukluğu ile ilgili fazla bilgi yoktur. Kendisi ile ilgili bilgiler daha çok Müslüman oluşundan sonraki dönemle ilgilidir. Yoksul bir aileye mensup olup, ailenin geçimine katkıda bulunmak için çobanlık yapıyordu. Peygamber Efendimizle (asm) karşılaşması ve Müslüman oluşu da çobanlık yaptığı ve hayvanlarının başında bulunduğu sırada gerçekleşti. Risale-i Nur'da ismi sıkça zikredilmkete ve rivayet ettiği hadislerden nakil yapılırken İslamiyet'i kabulü sırasında gerçekleşen mucizeye de kısaca değinilmektedir.
Abdullah, hayvanlarını otlattığı sırada yanına iki kişi geldi ve kendisinden süt istediler. Gelenleri tanımıyordu ve kimlerden olduklarını bilmiyordu. Bu iki şahıs Peygamber Efendimiz (sav) ve Hz. Ebubekir (ra) idi. Abdullah, koyunların sahibi olmadığını, kendisine emanet olarak verildiğini, dolayısıyla kendilerine süt veremeyeceğini söyledi. Bu cevap üzerine, Peygamber Efendimiz kendisinden "kısır, sütsüz bir keçi" getirmesini istedi. O da kendilerine hiç süt vermeyen bir keçi getirdi. Resul-i Ekrem (asm) hayvanın memesini meshedip dua etti. Akabinde sağınca halis bir süt aldı ve içtiler. Abdullah, gözünün önünde gerçekleşen mucizeyi gördükten sonra iman etti ve Müslüman oldu. (Mektubat, s. 150)
Abdullah, İslamiyet'i kabul edenlerin altıncısı oldu. Müslüman olduktan sonra yanında çalıştığı ve hayvanlarını güttüğü şahıstan ayrılarak Mekke'ye yerleşti. Kendini Peygamber Efendimizin hizmetine adadı. Henüz iman hizmetinin açıktan yürütülmediği bir sırada Kabe'de, Kur'an-ı Kerim'i Peygamber Efendimizden sonra aşikâr bir şekilde okuyan ikinci, sahabelerden ilk şahıs oldu. Müslümanlara yapılan eziyet ve işkencelerden o da nasibini aldı. Habeşistan'a gidenler arasında yer aldı. Ancak, Peygamber Efendimizin hasretine dayanamadığı için Mekke'ye geri döndü. Medine'ye hicret edenlerin de ilklerinden oldu. Mescidin hemen yanı başında bulunan bir eve yerleştirildi.
Abdullah, Peygamber Efendimize çok yakın bir insan olduğu için evlerine rahat bir şekilde gidip gelme izni verildi. Bu yakınlık, yabancıların onu Peygamber Efendimizin yakını ve Ehl-i Beyt'ten sanacak kadar ileri derecede idi. Peygamber Efendimiz zamanında yapılan tüm savaşlara katıldı. Bedir Savaşı'nda önce keşif kolunda yer aldı. Savaş sırasında yaralı olarak bulduğu Ebu Cehil'i öldürdü. Ebu Cehil, Peygamber Efendimiz tarafından ümmetinin firavunu olarak vasıflandırılmıştı. Öldürme olayından sonra Ebu Cehil'in kılıcını Abdullah'a verdi. Uhud Savaşı'nın en şiddetli olduğu ve panik havasının oluştuğu sırada Peygamber Efendimizin yanından ve yakınından hiç ayrılmadı.
Suffe ehlinden olan ve annesi ile birlikte mescidin yanındaki evde oturan Abdullah, Peygamber Efendimizin her halini kendi hayatına tatbik etmeye çalıştı. Özel hizmetinde bulundu. Ahlak ve yaşayış bakımından Resulullah'a en çok benzeyen sahabe olarak kabul gördü. Bir taraftan Peygamber Efendimizin hizmetini yürütürken, diğer taraftan da henüz yeni iman etmiş olanlara İslamiyet'i öğretti. Kur'an hafızlarının ileri gelenlerindendi. Sesi de çok güzeldi. Kur'an-ı Kerim'i çok güzel okurdu. Bu özelliğinden dolayı Peygamber Efendimiz Kur'an-ı Kerim'i ona okutur ve büyük bir zevkle dinlerdi. Ayrıca, Kur'an-ı Kerim'in nazil olduğu anın heyecanıyla okumak isteyenlere, Abdullah'ın kıraatıyla okumalarını tavsiye ederek büyük bir iltifatta bulundu.
Abdullah (ra), ilk Müslüman olanlardan olma şerefinin yanında, cennetle müjdelenen sahabeler arasında da yer aldı. Ömrü boyunca mütevazı bir hayat sürdü. Saçlarını uzatmakla beraber temizliğine çok dikkat ederdi. Sürdüğü güzel kokudan ötürü gece karanlığında ve uzaktan fark edilirdi. Henüz çocuk sahibi olmamışken, Peygamber Efendimiz Ebu Abdurrahman künyesini kendisine verdi. Daha sonra oğlu dünyaya gelince Abdurrahman adını verdi ve böylece söz konusu künye ile anılmaya devam edildi.
İlk Müslümanlardan ve Peygamber Efendimize çok yakın olmasından dolayı çok sayıda hadis rivayet etti. Rivayet ettiği 848 hadisin büyük ekseriyetini bizzat Peygamber Efendimizden dinleyerek nakletti. Ayrıca, aralarında Hz. Ömer(ra), Hz. Osman(ra) ve Hz. Ali'nin (ra) bulunduğu sahabelerden duyduğu hadisleri de nakletti. Rivayetlerinde çok titiz davrandı. Risale-i Nur'da nakledilen ve ismi sıkça zikredilen hadis ravilerinden birisidir. Özellikle Peygamber Efendimizin mucizelerine tanık olması ve bunları nakletmesiyle büyük bir hizmete vesile oldu.
Abdullah'ın (ra) en büyük hizmetlerinden biri de tefsir alanı ile ilgilidir. Tefsir okulunun temelini atması, tefsir ilmine çok önem vermesi, değerli alimleri yetiştirmesi ve Peygamber Efendimizden öğrenilen bilgilerin yetiştirdiği talebeleri vasıtasıyla sonraki nesillere ulaştırılmasında büyük hizmeti geçti. Hasan-ı Basri, Ebu Abdurrahman Sülemi, Ebu Amr Şeybani ve Katade gibi büyük şahsiyetlerin yetişmesine vesile oldu.
Abdullah ibn Mesud (ra), fıkıh konusunda da önemli bir yere sahip oldu. Nazil olan ayet ve surelerin nazil olduğu yerler, kimlerin hakkında nazil olduğu gibi konularda bilgi sahibi olanların başında gelmektedir. Çok geniş bir bilgi birikimine sahip olmasına rağmen, kendisinden daha fazla bilgi sahibi olan birinin mevcudiyetini öğrendiği anda, hemen ayağına gidip öğrenmeye çalışacağını da belirtmektedir. Geniş bilgisinden ötürü, kendisine başvurulan önemli şahsiyetlerden biri oldu. Halife Hz. Ömer'in (ra) farklı kültür ve yaşayışa mensup olanların yoğun bulunduğu Küfe'ye onu tayin etmesi çok dikkat çekicidir. Burada, eğitim ve öğretim işi, kaza işleri kendisine tevdi edildi. Kufe'de bulunduğu süre zarfında çok önemli ilmi faaliyetlerde bulundu ve çok sayıda talebe yetiştirdi. Onun Küfe'de yerleştirdiği ve gerçekleştirdiği sistem, "Küfe fıkıh ve tefsir mektebi" olarak telakki edildi. Kendisi bu mektebin kurucusu olarak kabul gördü.
Peygamber Efendimizin vefatından sonra Hz. Ebubekir (ra) tarafından teşkil edilen heyete seçildi. Bu heyet, Medine'nin savunulması ve önemli noktaların güvenlik altına alınması amacıyla teşkil edildi. Hz. Ömer (ra), Abdullah'ı Küfe'ye göndererek hem eğitim ve öğretim işinin yönlendirilmesini, hem de kadılık ve Beytülmal idaresini verdi. Hz. Ömer'in vefatından sonra Medine'ye döndü. Daha sonra halife Hz. Osman tarafından tekrar eski görevine gönderildi.
Abdullah (ra), vefatına yakın hastalandı. Hz. Osman (ra) ziyaretine giderek herhangi bir ihtiyacının olup olmadığını sordu. Allah'ın rahmetinden başka bir şeye ihtiyacı olmadığını bildirdi. 653 yılında Medine-i Münevvere'de Hakk'ın rahmetine kavuştu. Cenaze namazı halife Hz. Osman tarafından kıldırıldı.
Abdullah bin Mes'ud, bir seferinde çevresindekilere sakın İmme'a olmayınız, tavsiyesinde bulundu. İmme'a, "Benim şahsi görüşüm yoktur. İnsanlar ne yaparsa ben de öyle yaparım. Müslüman olurlarsa, Müslüman; kafir olurlarsa kafir olurum" diyen kişidir, şeklinde açıklamada bulundu. Bütün insanlar küfre dönse bile siz İslamiyet'ten şaşmayınız, ifadelerini sözlerine ekledi.
Kaynak http://risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Enstitu&SubSection=EnstituSayfasi&Date=29.08.2003&TextID=632
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

8

29.07.2009, 16:35

Alıntı

Abdullah bin Mes'ud, bir seferinde çevresindekilere sakın İmme'a
olmayınız
, tavsiyesinde bulundu. İmme'a, "Benim şahsi görüşüm yoktur.
İnsanlar ne yaparsa ben de öyle yaparım. Müslüman olurlarsa, Müslüman;
kafir olurlarsa kafir olurum" diyen kişidir, şeklinde açıklamada
bulundu. Bütün insanlar küfre dönse bile siz İslamiyet'ten şaşmayınız,
ifadelerini sözlerine ekledi.


Hem deme "Bende herkes gibiyim". Çünkü,herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.

Herkesle musîbette beraber olmak
demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır.

14. Söz


Müthiş güzel bir yazıydı Keçelican..

Rabbim, İslam'ın bize sağlam delillerle ulaşmasına vesîle olan
Abdullah bin Mes'ud r.a.'den ve senden râzı olsun ebeden..

Mâdem başladık devam edelim asr-ı saadetin ilim meftunu Abdullah'larına..

Kim, bize
ABDULLAH İBNİ AMR İBNİ’L-ÂS (R.A.) 'ı anlatacak..?:rolleyes:

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

9

29.07.2009, 16:38

:)

ne güzel dua ettiniz öyle abla.. amin amin amin.. Yaziyi cok güzel baglamissiniz masaallah.. Allah razi olsun insaallah..
:çiçek:
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

10

07.08.2009, 00:58

ABDULLAH İBNİ AMR İBNİ’L-ÂS (R.A.)

Amr ibni Âs’ın oğlu olup Abâdile-i Seb’adan (Yedi Abdullah) biridir. Devamlı Peygamber Efendimizin (a.s.m.) yanında bulunur ve ondan duyduğu bütün sözleri (hadis) kaydederdi. Bunları daha sonra Sâdıka adını verdiği eserinde topladı. Bu eser hadis âlimlerine kaynak oldu.

İbâdeti ve takvâsıyla da meşhur olan Abdullah (r.a.), çoğu zaman geceleri ibadetle, gündüzleri de oruçla geçirirdi. Babası Amr bin Âs, bu durumu Peygamber Efendimize (a.s.m.) anlatınca o da: “Yâ Abdullah, bazen oruç tut, bazen tutma, gecenin bir kısmında ibadet et, bir kısmında uyu, babana da itaat et” diye îkazda bulunmuştu. Abdullah (r.a.), Süryanice bilir, İbrânice olan Tevrat’ı rahatlıkla okuyup anlardı. 700’den fazla hadis rivayet eden Abdullah bin Amr bin Âs, hicrî 65 yılında Şam’da vefat etti.

(Sorularla Risale-i Nur)

Rivayet ettiği birkaç hadis-i şerif:

Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semâda bulunanlar da size rahmet etsinler. Rahim (akrabalık bağı) Rahmân'dan bir bağdır. Kim bunu korursa Allah onunla (rahmet bağı) kurar, kim de koparırsa, Allah da

ondan (rahmet bağını) koparır."

Tirmizi, Birr 16, (1925); Ebü Dâvud, Edeb 66, (4941)

Yine Abdullah İbni Amr İbni'l-Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim, cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulmayı isterse, ölümünü, Allah'a ve âhirete inanmış olarak karşılasın. Bir de başkalarına karşı, kendisine nasıl davranılmasından hoşlanıyorsa öyle davransın."

Müslim, İmâre 46. Ayrıca bk. Nesâî, Bey'at 25; İbni Mâce, Fiten 9



Abdullah İbni Amr İbni'l-As (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e bir Bedevi gelerek abdestten sordu. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ona uzuvların üçer kere yıkanmasını gösterdi... Sonra başını meshetti. Şehâdet parmaklarını kulaklarına soktu. Başparmaklarıyla kulaklarının dışlarını meshetti. Şehâdet parmaklarıyla kulaklarının içini meshetti... Sonunda da: "Abdest işte böyledir. Kim buna ziyâdede bulunur veya bundan noksanlaştırır (eksiltir) se kötü bir iş yapmış olur-yahut zulmetmiş ve kötü bir iş yapmış olur..." buyurdu.

(Ebu Dâvud, Tahâret 51 (135) ayrıca Nesâî, Tahâret 105 (1,88 )

Rabbim ebeden razı olsun.. Onu anlatmak kolay değildir, ben acizane netten kısa bir araştırma yaparak bu bilgilere ulaşabildim, sizler çok daha faydalı bilgilere ulaşabilirsiniz kanımca, eksiğim, kusurum olduysa belirtmenizi rica ederim. Selametle.. :utandım:

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

11

07.08.2009, 01:27

Allah razi olsun kardesim.. ellerine saglik insaallah.. :)
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

12

16.09.2009, 13:09

ABDULLAH İBNİ AMR İBNİ’L-ÂS (R.A.)

Amr ibni Âs’ın oğlu olup Abâdile-i Seb’adan (Yedi Abdullah) biridir.

Allah râzı olsun kardeşim..

Sahabe r.a.e. ikliminden bir yıldız parlaması olmuş iktibâsınız..

Eee keçeliler, "Hel min mezid"..?

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

13

18.09.2009, 10:48

evet abla Hel min mezid insaallah.. :)
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

14

20.10.2009, 11:44

Abdullah bin Ömer r.a

Abdullah bin Mesud r.a

ABDULLAH İBNİ AMR İBNİ’L-ÂS (R.A.)



Daha bu kadar mı..?






15

27.10.2009, 14:13

Ebu Said el-Hudrî (612-693/4)


Ebu Said el-Hudrî (612-693/4)


"Medine Müftüsü" ve "İmam" lakaplarıyla meşhur olmuştur. 1170 hadisle, en çok hadis rivayet eden yedi sahabeden biridir. Medine'li olup, Hazrec Kabilesine mensuptur. Babası, Medine'de İslamiyet'i kabul edenlerin ilklerinden olduğu için, küçük yaştan itibaren Müslüman bir ailede yaşamıştır. Risale-i Nur'da; "Sahabe namdarları ve rivayet-i hadisin reislerinden", "meşâhir-i ulema-i Sahabe ve rivayet-i hadisin rüesaları" (Mektubat, s. 130) gibi unvanlarla anılan büyük sahabelerin arasında onun ismi de zikredilmektedir. Künyesi Ebu Said Sa'd bin Malik bin Sinan el-Hudrî şeklindedir.


Asıl adı Sa'd olan Ebu Said, 612 yılında Medine'de doğdu. Babası Malik bin Sinan, annesi de Üneyse bint Ebu Harise'dir. Babası Malik, İslamiyet'in Medine'de yayılmaya başladığı ilk yıllarda Müslüman oldu. Böylece Ebu Said Müslüman bir ailede yetişme şansına sahip oldu. Yaşının küçüklüğü sebebiyle Bedir Savaşı'na katılamadı. Uhud Savaşı'na ise ısrarla katılmak istedi ve bu arzusunu babasına söyledi. Babası da onu Peygamber Efendimizin (asm) yanına götürerek savaşa katılması için müsaade istedi. Ancak, bu sırada henüz on üç yaşında idi. Bu yüzden de Peygamber Efendimiz savaşa katılmasına izin vermedi. Onunla beraber on dört yaşında bulunan Abdullah bin Ömer'e de izin verilmedi ve ikisi birlikte Medine'ye geri döndü (M. Asım Köksal, İslam Tarihi, 10. C., s. 75).

Ebu Said'in babası Uhud Savaşı'nda şehit oldu. Fakir olduğu içinde ailesine miras olarak hiçbir şey bırakamadı. Vefatıyla aile sahipsiz kalınca, anne yardım talep etmek maksadıyla oğlunu Peygamber Efendimize yolladı. Ebu Said, yardım talebinde bulunduktan sonra Resul ü Ekrem (asm) onunla birlikte hazır bulunanlara da hitaben; "Ey iman edenler, artık sizin için iffet ve başkalarından bir şey istememe zamanı gelmiştir. İffetli yaşayana Allah verir, istiğna göstereni (gözü tok olanı) Allah zengin eder. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, kişiye sabırdan daha geniş bir rızık verilmemiştir. Mutlaka benden isterseniz ben, ancak bende olanı veririm" buyurdu. Ebu Said, bu buyruktan sonra bir daha kimseden hiçbir şey talep etmedi. Durumu annesine de izah etti. Bundan sonra bolluğa kavuştukları gibi zamanla Ensar'ın zenginleri arasında yer aldı.

Ebu Said, Hendek Savaşı ve diğer bir çok savaşa katıldı. Ayrıca Bey'atü'r-Rıdvan'da hazır bulundu. Diğer taraftan Suffe Medresesine giderek çok sayıda hadis ezberledi. 1170 hadis nakletmek suretiyle en çok hadis rivayet eden yedi sahabe arasında yer aldı. Peygamber Efendimiz, Kur'an-ı Kerim'in ayetleriyle karıştırılma ihtimalini göz önünde bulundurarak, hadislerin yazılmamasını ve sadece ezberlenmesini tavsiye etmişti. Ebu Said bu tavsiyeye titizlikle uyduğu gibi, kendisinden hadis öğrenenlerin yazmasına da izin vermedi. Peygamber Efendimizden bizzat öğrenmek suretiyle hadis naklettiği gibi, Hazreti Ebubekir (ra) ve Hazreti Ömer (ra) gibi büyük sahabelerden işittiği hadisleri de nakletti.

Ebu Said, Peygamber Efendimizin vefatından sonra kendisini tamamen hadis ilmine verdi ve bu alanda otorite olarak kabul edildi. Çok sayıda talebe yetiştirdi. Söylediği sözler ve getirdiği yorumlar sahabe döneminde büyük kabul gördü. Ebu Said lakabının dışında, "Medine Müftüsü" ve "İmam" lakaplarıyla anılmaya başlandı.

Ebu Musa El-Eşari günün birinde Halife Hazreti Ömer'in (ra) kapısını üç kez çaldı, kapı açılmayınca orayı terk etti. Hazreti Ömer'in neden beklemeyip gittiğini sordu. O da Peygamber Efendimizden sadece üç kez kapı çalınması şeklinde tavsiye bulunduğunu söyledi. Hazreti Ömer (ra), bu hadisi duymadığını söyleyip, ispatını istedi. Bunun üzerine Ebu Musa'nın şahit olarak Ebu Said'i göstermesi, Halife için yeterli oldu (Raşit Küçük, "Ebu Said el-Hudrî", TDVİA., 10. C., s. 223).

Genç yaşta Peygamber Efendimizin (asm) yanında bulunup, O'nun terbiyesiyle yetişme şerefine nail olan Ebu Said, çok sayıda mucizeye de şahit oldu ve bunları nakletti. Bu mucizelerden üç tanesi "Mu'cizât-ı Ahmediye Risalesi"nde yer almaktadır. Bunlardan bir tanesi kurt ile çoban arasında cereyan eden hadise olup, şu şekilde aktarılmaktadır:

"Bir kurt, keçilerden birisini tutmuş; çoban, kurdun elinden kurtarmış. Zi'b demiş: 'Allah'tan korkmadın, benim rızkımı elimden aldın.' Çoban demiş: 'Acaip, zi'b konuşur mu?' Zi'b ona demiş: 'Acip senin halindedir ki, bu yerin arka tarafında bir zat var ki sizi Cennete davet ediyor, peygamberdir, onu tanımıyorsunuz.' Bütün tarikler kurdun konuşmasında müttefik olmakla beraber, kuvvetli bir tarik olan Ebu Hüreyre, ihbarında diyor ki: Çoban kurda demiş: 'Ben gideceğim. Fakat kim benim keçilerime bakacak?' Zi'b demiş: 'Ben bakacağım.' Çoban ise, çobanlığı kurda devredip gelmiş, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı görmüş, iman etmiş, dönüp gitmiş. Zi'bi çoban bulmuş; zayiat yok. Bir keçi ona kesmiş; çünkü ona üstadlık etmiş" (Mektubat, s. 153).

Ebu Said'in (ra) rivayet ettiği bazı hadislerde Peygamber Efendimiz şu şekilde buyurmuştur; "Allah için birbirlerini sevenler, Cennette odalarının doğudan ve batıdan doğan yıldızlar gibi parlak olduğunu göreceklerdir. Cennette, bunlar kimlerdir, diye sorulur. Şöyle cevap verilir: Bunlar Allah için birbirlerini sevenledir." "Kim helalinden yer, Sünnete göre hareket eder, insanlara kötülük ve eziyet etmezse Cennete girer." (Sahabîler Ansiklopedisi, 1. C., s. 375)

Ebu Said, merak ettiği her şeyi Peygamber Efendimize (asm) sorar, bilmediği her hangi bir konuda Peygamber Efendimize danışmadan hareket etmezdi. Arap kabile reislerinden birisini akrep sokmuştu. Tedavi çaresi bulamayan kabile mensupları reislerini Ebu Said'in yanına getirdiler. O da, üstüne yedi kez Fatiha Suresini okuduktan sonra adam sağlığına kavuştu. Bunun üzerine bir sürü koyun verdiler. Orada bulunan sahabeler hayvanları aralarında paylaşmak istedilerse de kendisi Peygamber Efendimize (asm) danışmadan böyle bir şey yapmayacağını bildirdi. Hepsi bunu kabul edip Medine'ye Peygamber Efendimizin yanına gittiler ve durumu kendisine izah ettiler. Peygamber Efendimiz, sürüyü kendi aralarında paylaşmanın mahzuru olmadığını bildirince, aralarında paylaştılar. (Sahabîler Ansiklopedisi, s. 374)

Ebu Said, hak bildiği bir şeyi söylemekten çekinmez ve korkmazdı. Yanlış gördüğü bir şeye muhalefet edip, karşı koymaktan çekinmezdi. Bu tavrının sebebi ve dayanağı sorulduğunda; "Hak bildiğiniz ve gördüğünüz bir şeyi söylemek hususunda, insanlardan korkmak gibi şeyler sizi caydırmasın", hadis-i şerifini delil olarak gösterirdi. Ömrünün sonlarına doğru oğlu Abdurrahman'ı yanına çağırarak onu Cennetü'l-Baki'ye götürdü. Vefatından sonra defnedilmesini istediği yeri oğluna gösterdi. Cennetü'l-Baki'nin uzak bir köşesine ve üzerine türbe yapılmaksızın defnedilmesini vasiyet etti. Arkasından da yas tutulmamasını tembihledi.

Ebu Said, Hicrî 74 yılında (693/4) Medine'de Hakk'ın rahmetine kavuştu. Vasiyetine uyularak istediği yere naaşı defnedildi. Kendisinden nasihat isteyenlere; Allah'tan korkmalarını, her şeyin başında Allah korkusunun geldiğini izah etti. Dünyanın zevk ve lezzetlerine kapılmayı men eden cihadı tavsiye etti. Sık sık Cenab-ı Hakk'ı zikretmeyi ve Kur'an-ı Kerim'i okumayı, doğruyu söylemeyi ya da susmayı tercih etmeyi tembihledi. Bunların yapılmasından sonra şeytanın yenilebileceğini ifade etti.

Risale-i Nur Enstitüsü

Kaynak http://www.saidnursi.de/tr2/index.php/PO…-612-693/4.html

16

25.11.2009, 23:17


Muaz İbn Cebel (?–638)


Medine’nin Hazrec Kabilesine mensuptur. On sekiz yaşında Müslüman olup sahabenin ileri gelenleri arasında yer almıştır. Peygamber Efendimizin (asm) dua ve iltifatlarına mazhar olmuştur. Yüce Peygamber kendisi için, “Ümmetimin alimlerindendir ve çok yüksektir. İnsanlar arasında, Allah’ın helal ve haram kıldığı şeyleri en iyi bilen…” olarak vasıflandırılmıştır. Yemen’e elçi olarak gönderilmiş ve burada önemli hizmetlerde bulunmuştur. Hz. Ebu Bekir (ra) zamanında danışmanlık yapmıştır. İnsanlara Kur’an-ı Kerim’i öğretmiş ve dini bilgiler vermiştir. Risale-i Nur’da ismi zikredilmiş ve kendisi için, Sahabenin ileri gelenlerinden, tespitine yer verilmiştir. 157 hadis rivayet etmiştir. Künyesi Ebu Abdullah Muaz bin Cebel bin Amr el-Ensarî el-Hazrecî şeklindedir.

Muaz ibn Cebel’in r.a. doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, muhtelif kaynaklarda 601 ila 605 yılları arasındaki tarihler gösterilmektedir. Medine’de dünyaya gelmiş olup Hazrec Kabilesine mensuptur. Henüz küçük yaşlarda iken babası vefat etmiştir. Annesi Sehl bin Cüheyne, Medine bölgesinde yaşayan kabilelerden biri olan Benî Selimeoğulları kabile reisinin oğlu ile evlenmiştir.

Muaz r.a., Müslüman olduğunda on sekiz yaşında bulunuyordu. İkinci Akabe Biatı’na katılan yetmiş Medineli arasında yer aldı. Medineliler, bu sırada kendi can ve mallarını korudukları gibi, Peygamber Efendimiz a.s.m. ve Müslümanlara yardım ederek hizmet edeceklerine söz verdiler. Muaz r.a. bazı arkadaşlarıyla birlikte, Müslüman olmayan Beni Selime kabilesine mensup kişilere ait putları kırmakta veya gülünç duruma sokmaktaydı. Böylece, onların gücünün hiçbir şeye yetmeyeceğini ve acizliklerini göstermek istedi. Hicret’ten sonra diğer Müslümanlar gibi tüm mal ve mülklerini Mekke’de bırakan Abdullah bin Mesud r.a. ile arasında kardeşlik bağı kuruldu.

Bedir başta olmak üzere bir çok savaş ve sefere katıldı. Uhud ve Hendek savaşlarına katıldı. Beni Kureyza Savaşı’na katılırken, Hayber’in fethinde de bulundu. Mekke’nin fethinde bulunma bahtiyarlığına erişti. Ancak, Huneyn Savaşı’na katılamadı. Çünkü, Peygamber Efendimiz a.s.m. tarafından Mekke’de emir olarak bırakılmıştı. Bu görevinin yanında insanlara Kur’an-ı Kerim’i öğretmesi ve dini konularda insanları bilgilendirmesi vazifesi de verildi. Katıldığı savaş ve seferlerde kabilesinin bayraktarlığı ve temsilciliğini yaptı.

Peygamber Efendimiz a.s.m., Müslümanların yaşadığı yerlere vali ve zekatı toplamakla görevli memurlar gönderirken, 631 yılında Ebu Musa el-Eş’ari r.a. ile birlikte O’nu Yemen’e elçi olarak gönderdi. Bu görevi ile birlikte aynı zamanda kadı ve zekat memuru olarak da gönderilmekteydi. Bununla birlikte heyet başkanlığına da getirildi. Peygamber Efendimiz a.s.m., Himyer meliklerinden ve İslamiyet’i ilk kabul edecek olan Haris bin Abdükülâl’e iletilmek üzere bir de mektup verdi.

Muaz r.a., Peygamber Efendimiz a.s.m. tarafından uğurlandığı sırada; “Ya Muaz! Sen belki bu seneden sonra beni bir daha göremezsin. Döndüğünde belki de benim mescidime ve kabrime ziyarete gelirsin” hitabı karşısında gözyaşlarını tutamadı. Peygamber Efendimiz a.s.m.; “Ağlama ya Muaz!.. Bana yakın ve bağlı olanlar nerede olursa olsunlar, Allah’a hakkıyla kulluk edenlerdir” buyurarak teskin etti. Bu arada, Yemen’de kadılık yapacağı sırada karşılaşacağı muhtemel sorunlara karşı nasıl davranması gerektiği konusunda, Yüce Peygamberle ilgi çekici bir görüşme gerçekleşti.

Peygamber Efendimizin a.s.m. , “Sana bir dâvâ getirildiğinde insanlar arasında hüküm verirken ne ile hüküm vereceksin?” buyurması üzerine; hüküm vermeden evvel Kur’an-ı Kerim’e bakacağını, bulamazsa Resül-i Ekrem’in a.s.m. sünnetinde arayacağını, orada da bulamazsa kendi kanaatine göre hüküm vereceğini söyledi. Bu cevabı Peygamber Efendimizi a.s.m. memnun etti ve Cenab-ı Hakk’ın onu her taraftan gelecek musibetlere karşı muhafaza etmesi, insanlarla cinlerin şerrinden koruması, insanların hidayetine vesile olması duasında bulundu. Peygamber Efendimiz a.s.m., Muaz r.a. ile birlikte gidecek olan heyettekilere; halka kolaylık göstermeleri, zorluk çıkarmamaları, nefret ettirmemeleri bilakis müjdeleyici olmalarını tembihledi.

Risale-i Nur’da ismi zikredilen Muaz r.a. için, “meşâhir-i Sahabeden” (ünlülerinden, ileri gelenlerinden) ifadesi kullanılmış ve naklettiği, Peygamber Efendimizin a.s.m. bir mucizesine yer verilmiştir; “Gazve-i Tebük'te bir çeşmeye rast geldik; sicim kalınlığında, güçle akıyordu. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm emretti ki: "Bir parça o suyu toplayınız." Avuçlarında bir parça topladılar. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, onunla elini yüzünü yıkadı. Suyu çeşmeye koyduk. Birden çeşmenin menfezi açılıp kesretle aktı, bütün orduya kâfi geldi.” (Mektubat, 1994, s. 122-123 ). Bir başka yerde ise, Peygamber Efendimiz a.s.m. tarafından vali bulunduğu Yemen’e gönderilen Yüce Peygamberin hizmetkarı Sefine’nin yaşadığı hadise vesilesiyle ismi zikredilmiştir; “Sefine, Yemen Valisi Muaz ibn Cebel'in yanına gitmek için, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan emir alıp gitmiş. Yolda bir arslan rast gelmiş. O Sefine, ona demiş: ‘Ben Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın hizmetkârıyım’ Arslan ses verip ayrılmış, ilişmemiş. Diğer bir tarikte haber veriyorlar ki: Sefine döndüğü vakit yolu kaybetmiş. Bir arslana rast gelmiş; arslan ona ilişmemekle beraber, yolu da göstermiş.” (Mektubat, s. 154)

Muaz (ra), Yemen’de uzun süre kalarak büyük hizmetlerde bulundu. Buradaki vazifesini tamamlayıp döndüğünde Peygamber Efendimizi a.s.m. göremedi. Çünkü, Yüce Peygamber Hakk’ın Rahmetine kavuşmuştu. Bu sırada halife olarak Hz. Ebu Bekir (ra) bulunmaktaydı. Medine’de bulunduğu süre zarfında Büyük Halife’nin danışma heyetinde yer aldı.

Suriye’ye sefer hazırlıkları yapıldığı esnada, orduya katılmak isteyen Muaz r.a. , Hz. Ebu Bekir’den r.a. izin istedi. Ancak, bu isteğe Hz. Ömer (ra) karşı çıktı. Muaz’ın r.a. bilgisine büyük önem veren Hz. Ömer r.a., gitmesi halinde kendisine ihtiyaç duyulacağı gerekçesiyle sefere katılmasını istemiyordu. Ancak, Halife, savaşa katılıp şehit olmak isteyen bir kimseye karşı çıkılamayacağını belirterek izin verdi. Yermük ve Ecnadeyn savaşlarına katıldı Ecnadeyn Savaşı’nda ordunun sağ kanadına komutanlık etti. Dımaşk’ın fethinde de bulundu. Henüz buradan dönmeden Hz. Ömer (ra) halife oldu. Diğer taraftan ordu komutanı olan Ebu Ubeydullah (ra) veba salgınından vefat etti. Bunun üzerine Muaz r.a. ordu komutanlığına getirildi.

Muaz r.a., Hz. Ömer’in r.a. halifeliği sırasında Kilaboğullarına zekat memuru olarak gönderildi. Akabinde, Suriye taraflarında Kur’an-ı Kerim’i öğretmek ve dini bilgiler vermek üzere gönderildi. Bu hizmetini ifa ettiği sırada Filistin’de veba salgını ortaya çıkmıştı. İki oğlu ve iki hanımı ile birlikte bu salgından dolayı 638 yılında çok genç yaşta vefat etti.

Risale-i Nur Enstitüsü

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir