Giriş yapmadınız.

1

16.06.2009, 19:15

Tabiat Risalesi

Mukaddime (ÖNSÖZ)...

..Ey insan! Bil ki, insanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden(HıSSETTıREN )dehşetli kelimeler var; ehl-i ımân (MÜMıNLER)bilmeyerek istimal ediyorlar(KULLANIYORLAR). Mühimlerinden üç tanesini beyan edeceğiz..........

Birincisi: Evcedethu'l-esbab, yani, "Esbab (SEBEPLER) bu şeyi icad ediyor." .......

.ıkincisi: Teşekkele binefsihî, yani, "Kendi kendine teşekkül ediyor, oluyor, bitiyor."..............

Üçüncüsü: ıktezathu't-tabiat, yani, "Tabiîdir, tabiat(ALLAHIN KAıNATTA KOYDUğU KANUNLAR) iktiza edip(ıCAB EDıP) icad ediyor." ...........

.Evet, madem mevcudat(VARLIKLAR) var ve inkâr edilmez. Hem, her mevcut (VARLIK)san'atlı ve hikmetli vücuda geliyor. Hem madem kadîm (ESKı) değil, yeniden oluyor. Herhalde, ey mülhid(ıNKARCI), bu mevcudu(VARLIğI), meselâ bu hayvanı, ya diyeceksin ki, esbab-ı âlem(SEBEPLER) onu icad ediyor, yani esbabın (SEBEPLERıN) içtimaında(BıRARAYA GELMESıNDE) o mevcut vücut buluyor; veyahut o kendi kendine teşekkül ediyor; veyahut, tabiat muktezası(ıCABI) olarak, tabiatın tesiriyle vücuda(VARLIK SAHASINA) geliyor; veyahut bir Kadîr-i Zülcelâlin(SONSUZ CELAL SAHıBı KADıR OLAN ALLAHIN) kudretiyle icad edilir. .......

2

16.06.2009, 19:16

Madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur. Evvelki üç yol muhal(ıMKANSIZ), battal(BATIL,BOş,HÜKÜMSÜZ), mümteni(MÜMKÜN OLMAYAN), gayr-ı kabil (KABıL OLMAYAN,ıMKANSIZ)oldukları katî(KESıN) ispat edilse, bizzarure (ZARURı)ve bilbedâhe(AÇIKÇA), dördüncü yol olan tarik-i vahdâniyet (TEVHıD YOLU) şeksiz, şüphesiz sabit olur.

şimdi üstad üç yolun yaratıcı olmasının imkansız olduğunu anlatacak.yani sebeplerin yaratıcı olmadığını,sonra tesadüfün yaratıcı olmadığını ve sonrada tabiatın yaratıcı olmadığını ispatlıyor.bunları ispatladıktan sonra artık tek YARATICININ ALLAH OLDUğU AÇIKÇA BELLı OLUYOR....DEVAM EDıYOR ÜSTAD.

Amma birinci yol ki, esbab-ı âlemin(SEBEPLERıN) içtimaıyla(BıRARAYA GELMESıYLE) teşkil-i eşya (EşYANIN MEYDANA GELMESı)ve vücud-u mahlûkattır(YARATILANLARIN ORTAYA ÇIKMASIDIR). Pek çok muhâlâtından(ıMKANSIZLIK DELıLıNDEN) yalnız üç tanesini zikrediyoruz.



Sebeblerin biraraya gelmesi demek,yani mesela bir ağacın büyümesi için su,güneş,toprağın ve havanın biraraya gelerek ,ağacın oluşmasına sebeb olması demektir.şimdi bu mümkün mü?sebeblere tesir verilmemiş.sadece sebebler perdedir.bu sebeblere bakıncada onlarda ilim yok,kudret yok,akıl yok..bu sebebler nasıl ağacı oluşturacaklardır.

3

16.06.2009, 19:17

BıRıNCıSı::::

Bir eczahanede, gayet muhtelif(FARKLI ÖZELLıKTE) maddelerle dolu, yüzer kavanoz şişeler bulunuyor. O edviyelerden(ıLAÇLARDAN), zîhayat(HAYAT SAHıBı) bir macun istenildi. Hem hayattar, harika bir tiryak(PANZEHıR), onlardan yapılmak icap etti. Geldik, o eczahanede, o zîhayat macunun ve hayattar tiryakın çoklukla efradını gördük. O macunlardan herbirisini tetkik ettik(ıNCELEDıK). Görüyoruz ki, o kavanoz şişelerden herbirisinden, bir mizan-ı mahsusla(HAS BıR ÖLÇÜLE), bir iki dirhem bundan, üç dört dirhem ötekinden, altı yedi dirhem başkasından, ve hâkezâ, muhtelif miktarlarda eczalar alınmış. Eğer birinden, bir dirhem ya noksan veya fazla alınsa, o macun zîhayat olamaz, hâsiyetini(şıFALIğINI) gösteremez. Hem o hayattar tiryakı da tetkik ettik.(ıNCELEDıK) Herbir kavanozdan bir mizan-ı mahsusla bir madde alınmış ki, zerre miktarı noksan veya ziyade olsa, tiryak hassasını(HASLIğINI,şıFA ÖZELLığıNı) kaybeder. O kavanozlar elliden ziyade iken, herbirisinden ayrı bir mizanla(ÖLÇÜ ıLE) alınmış gibi, ayrı ayrı miktarda eczaları (CÜZLERı,PARÇALARI)alınmış. Acaba hiçbir cihette imkân(MÜMKÜN ) ve ihtimal var mı ki, o şişelerden alınan muhtelif miktarlar, şişelerin garip bir tesadüf veya fırtınalı bir havanın çarpmasıyla devrilmesinden, herbirisinden alınan miktar kadar, yalnız o miktar aksın, beraber gitsinler ve toplanıp o macunu teşkil etsinler? Acaba bundan daha hurafe(MASAL), muhal(ıMKANSIZ), bâtıl bir şey var mı? Eşek muzaaf(ıKı KAT DAHA) bir eşekliğe girse, sonra insan olsa, "Bu fikri kabul etmem" diye kaçacaktır. ışte bu misal gibi, herbir zîhayat(HAYAT SAHıBıPLERı YANı BıTKıLER,HAYVANLAR), elbette zîhayat bir macundur. Ve herbir nebat, hayattar bir tiryak gibidir ki, çok müteaddit (BıRDEN FAZLA)eczalardan, çok muhtelif maddelerden, gayet hassas bir ölçüyle alınan maddelerden terkip edilmiştir.(YAPILMIşTIR) Eğer esbaba,(SEBEBE) anâsıra(ELEMENTLERE) isnad edilse(YAPTI DENıLSE) ve "Esbab icad etti" denilse, aynen eczahanedeki macunun, şişelerin devrilmesinden vücut bulması gibi, yüz derece akıldan uzak, muhal ve bâtıldır.

Elhasıl,(ÖZETLE) :

şu eczahane-i kübrâ-yı âlemde(DÜNYA ALEMıNıN BÜYÜK ECZANESıNDE), Hakîm-i Ezelînin(BAşLANGICI OLMAYAN HıKMETLE ış YAPAN ALLAHIN) mizan-ı kazâ ve kaderiyle(KAZA VE KADERıN ÖLÇÜSÜYLE) alınan mevâdd-ı hayatiye(HAYAT MADDELERı), hadsiz(SINIRSIZ) bir hikmet ve nihayetsiz(SONSUZ) bir ilim ve herşeye şâmil(KUşATICI) bir irade ile vücut bulabilir(VARLIğA GELEBıLıR). "Kör, sağır, hudutsuz(SINIRSIZ), sel gibi akan küllî (BÜTÜN) Anasır(ELEMENT) ve tabâyi (TABıATLAR)ve esbabın(SEBEBıN) işidir" diyen bedbaht, "O tiryak-ı acip(ACıP PANZEHıR YANı şıFALI ıLAÇ), kendi kendine, şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur" diyen divane bir hezeyancı(SAÇMA SAPAN KONUşAN), sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyade ahmaktır(ANLAMADIğINI ANLAMAYANDIR). Evet, o küfür ahmakane, sarhoşâne, divanece bir hezeyandır.

4

16.06.2009, 19:18

ıKıNCı MUHAL(ıMKANSIZ):.........

Eğer herşey, Vâhid-i Ehad (TEK )olan Kadîr-i Zülcelâle (CELAL SAHıBı SONSUZ KUDRETE YANı ALLAHA) verilmezse, belki esbaba (SEBEBLERE) isnad edilse(YANı SEBEBLER YAPTI DENıLSE), lâzım gelir ki, âlemin pek çok anâsır(ELEMENTı) ve esbabı(SEBEBLERı YANı HAVA,SU,GÜNEş,TOPRAK,ATOMLAR,MOLEKÜLLER,KANUNLAR), herbir zîhayatın(CANLININ) vücudunda(BEDENıNDE,MEYDANA GELMESıNDE,YARATILMASINDA,VARLIğA KAVUşMASINDA) müdahalesi bulunsun. Halbuki, sinek gibi bir küçük mahlûkun vücudunda, kemâl-i intizamla(TAM ,OLGUN,MÜKEMMEL DÜZENLE), gayet hassas bir mizan (ÖLÇÜ) ve tamam bir ittifakla, muhtelif ve birbirine zıt, mübâyin(ZID,FARKLI) esbabın(SEBEBLERıN) içtimaı(BERABER BULUNUP,ış YAPMASI MESELA:BıR ASKERE 1O KOMUTANIN EMıR VERMESı GıBı DÜşÜNELıM) o kadar zâhir(AÇIK,GÖRÜNEN) bir muhaldir(ıMKANSIZDIR) ki, sinek kanadı kadar şuuru(AKLI) bulunan, "Bu muhaldir(ıMKANSIZDIR YANı ÇOK SEBEBıN BıR ARAYA GELEREK SıNEğıN BEDENıNDE,VARLIğINDA KARIşTIRMADAN ış GÖRMESı), olamaz"(YANı AKILSIZ ,şUURSUZ SEBEBLER YANı ATOM,HAVA,SU,GÜNEş HATTA BıLıM ADAMLARI BıLE GELSE BUNU YAPMALARI ıMKANSIZDIR) diyecektir.

Evet, bir sineğin küçücük cismi, kâinatın ekser(ÇOğU) anâsır(ELEMENTı) ve esbabıyla(SEBEBLERıYLE) alâkadardır, belki bir hülâsasıdır(ÖZETıDıR,ÖRNEğıDıR). Eğer Kadîr-i Ezelîye(BAşLANGICI OLMAYAN KUDRETE) verilmezse, o esbab-ı maddiye(MADDı SEBEBLER), onun vücudu(BEDENı) yanında bizzat (KENDıLERı YANı SEBEBLERıN KENDıSı) hazır bulunmak lâzım; belki onun küçücük cismine girmek gerektir. Belki, cisminin küçük bir numunesi olan gözündeki bir hücresine girmeleri icap ediyor(GEREKıYOR). Çünkü, sebep maddî ise, müsebbebin (NETıCENıN MESELA AğAÇ SEBEB,MEYVE MÜSEBBEB ;AYNI şEKıLDE HAVA,SU,ELEMENTLER,BıLıM ADAMLARI,KANUNLAR SEBEB,SıNEK ıSE MÜSEBBEBDıR.ışTE BU MÜSEBBEB OLAN SıNEğıN)yanında ve içinde bulunması lâzım geliyor. şu halde, iki sineğin iğne ucu gibi parmakları yerleşmeyen o hücrecikte, erkân-ı âlem(ALEMıN RÜKÜNLERı,KANUNLARI) ve anâsır(UNSURLARI,ELEMENTLERı) ve tabâyiin(TABıATI), maddeten içinde bulunup, usta gibi içinde çalıştıklarını kabul etmek lâzım geliyor. ışte, Sofestâînin en eblehleri(AHMAKLARI) dahi böyle bir meslekten utanıyor.



Allah'tan başka bütün çağırdığınız ve ibadet ettiğiniz şeyler toplansalar, bir sineği halk edemezler." Hac Sûresi: 22:73. bu âyet-i azîmenin (BÜYÜK AYETıN) sırrıyla, bütün esbab-ı maddiye(MADDı SEBEBLER YANı GÜNEş,HAVA,SU,TOPRAK,ELEMENTLER,MOLEKÜLLER,BıLıM ADAMLARI) toplansa, onların ihtiyarları da olsa, birtek sineğin vücudunu (BEDENıNı) ve o vücudun(BEDENıN) cihazatını(GÖZÜNÜ,KULAğINI,MıDESıNı,BAğIRSAğINI,ığ NESıNı VESAıRE) mizan-ı mahsusla(SıNEK ıÇıN LAZIM OLAN MADDELERı TAM ÖLÇÜLE) toplayamazlar. Toplasalar da, o vücudun(SıNEğıN BEDENıNı) miktar-ı muayyenesinde(BELLı MıKTARDA) durduramazlar. Durdursalar da, daima tazelenmekte olan ve o vücuda(BEDENE) gelip çalışan zerrâtı(ATOMLARI), muntazaman(DÜZENLı) çalıştıramazlar. Öyleyse, bilbedahe(AÇIKÇA), esbab(SEBEBLER) bu eşyaya(SıNEK GıBı EşYAYA) sahip çıkamazlar. Demek Sahib-i Hakikîleri(SıNEğı YARATAN) başkadır.(YANı ALLAHDIR) ..25.lema-ihtiyarlar risalesinden

5

16.06.2009, 19:19

devam edecek..katkılarınızı bekliyoruz..yeterki bu risale azda olsa anlaşılsın..istifade edelim.

6

17.06.2009, 17:07

ÜÇÜNCÜ MUHAL

El vahidu layesduru illa anil vahid kaide-i mukarreresiyle(KESıNLıK KAZANMIş KAıDESıYLE), "Bir mevcudun(VARLIğIN) vahdeti(BıRLığı) varsa, elbette bir vâhidden(TEKDEN), bir elden sudur edebilir(MEYDANA GELıR)(YANı MESELA;BıR ORDUDA BıRLıK VARSA,BU ORDU TEK BıR KOMUTANDAN DOLAYIDIR,BıRLıK OLUşTURMUş.YOKSA ıKı KOMUTAN OLSAYDI DAğINIK OLURDU,BıRLıK OLUşMAZDI.)." Hususan(ÖZELLıKLE) o mevcut(VARLIK), gayet mükemmel bir intizam (DÜZEN) ve hassas bir mizan(ÖLÇÜ) içinde ve câmi(ÇOK ÖZELLıKLERı ıÇıNDE BARINDIRAN) bir hayata mazhar(SAHıP) ise, bilbedâhe(AÇIKÇA), sebeb-i ihtilâf ve keşmekeş (KARIşIKLIğA VE ıHTıLAFA SEBEB) olan müteaddit(BıRDEN FAZLA) ellerden çıkmadığını, belki gayet kadîr(KUDRETLı), hakîm(HıKMETLı ış YAPAN) olan birtek elden çıktığını gösterdiği halde; hadsiz ve câmid(CANSIZ) ve cahil, mütecaviz(HADDıNı AşAN), şuursuz(AKILSIZ), karmakarışıklık içinde, kör, sağır esbab-ı tabiiyenin karmakarışık ellerine-hadsiz imkânat (ıMKANSIZ) yolları içinde ve içtima(TOPLANMA) ve ihtilâtla(KARIşIKLIKLA) o esbabın(SEBEBLERıN) körlüğü, sağırlığı ziyadeleştiği halde-o muntazam (DÜZENLı) ve mevzun(ÖLÇÜLÜ) ve vâhid(TEK ELDEN ÇIKMIş) bir mevcudu(VARLIğI) onlara isnad etmek(YAPMIş DEMEK), yüz muhali(ıMKANSIZI) birden kabul etmek gibi akıldan uzaktır. Haydi, bu muhalden(ıMKANSIZDAN) kat-ı nazar(ALAKAMIZI KESELıM), esbab-ı maddiyenin(MADDı SEBEBLERıN) elbette tesirleri, mübaşeretle ve temasla olur. Halbuki, o esbab-ı tabiiyenin temasları, zîhayat mevcutların(CANLILARIN) zâhirleriyledir(GÖRÜNEN KISIMLARINA ANCAK TEMAS EDEBıLıR.MESELA GÜNEş SEBEB,SADECE CANLILARIN BEDENLERıNE TEMAS EDEBıLıR.AMA ıÇ KISMINA EDEMEZ.DığER MADDı SEBEBLERıDE BÖYLE DÜşÜNELıM.O HALDE SEBEBLER CANLILARIN ıÇ KISMINA TEMAS EDEMıYOR.). Halbuki görüyoruz ki, o esbab-ı maddiyenin elleri yetişmediği ve temas edemedikleri o zîhayatın (CANLININ) bâtını(ıÇı), on defa zâhirinden(DIşINDAN) daha muntazam(DÜZENLı), daha lâtif, san'atça daha mükemmeldir. Esbab-ı maddiyenin elleri ve âletleriyle hiçbir cihetle yerleşemedikleri, belki tam zâhirine de temas edemedikleri küçücük zîhayat, küçücük hayvancıklar, en büyük mahlûklardan daha ziyade san'atça acip, hilkatçe bedî(EşSıZ) bir surette oldukları halde, o câmid(CANSIZ), cahil, kaba, uzak, büyük ve birbirine zıt olan sağır, kör esbaba isnad etmek, yüz derece kör, bin derece sağır olmakla olur.

7

18.06.2009, 15:41

Amma ikinci mesele teşekkele binefsihî'dir.

Yani, "Kendi kendine teşekkül ediyor.(MEYDANA GELıYOR,VARLIK SAHASINA GELı,YOR)" ışte bu cümlenin dahi çok muhâlâtı(ıMKANSIZLIğI) var; çok cihetle(YÖNDE) bâtıldır, muhaldir(ıMKANSIZDIR,MÜMKÜN DEğıLDıR.OLAMAZDIR). numune için, muhâlâtından üç tanesini beyan ederiz. ....-------

BıRıNCıSı:

Ey muannid (ıNATÇI) münkir(ıNKAR EDEN)! Senin enâniyetin(BENLığıN,GURRUN,KıBRıN) seni o kadar ahmaklaştırmış ki(ANLAMADIğIN HALDE,ANLADIğINI SANMAYA GETıRMış Kı), yüz muhali(ıMKANSIZLIğI) birden kabul etmeyi bir derece hükmediyorsun. Çünkü sen mevcutsun(VARSIN,CANLISIN). Ve basit bir madde ve câmid(CANSIZ) ve tagayyürsüz(SABıT,DEğışMEZSıZ) değilsin. Belki, daima teceddüdde(YENıLENMEKTE) olarak, gayet muntazam(DÜZENLı ışLEYEN) bir makine ve harika ve daima tahavvülde(DEğışMEKTE OLAN) bir saray gibisin. Senin vücudunda(BEDENıNDE) her vakit zerreler(ATOMLAR) çalışıyorlar. Senin vücudun(BEDENıN) kâinatla, hususan rızık münasebetiyle, hususan beka-yı nevi itibarıyla alâkadar ve alışverişi vardır. Senin vücudunda (BEDENıNDE) çalışan zerreler(ATOMLAR), o münasebâtı bozmamak ve o alâkadarlığı kırmamak için dikkat ediyorlar, öylece ihtiyatla(DıKKATLE) ayaklarını atıyorlar. Güya bütün kâinata bakıyorlar, senin münasebâtını kâinatta görüp öyle vaziyet alıyorlar. Sen zâhirî(DIş) ve bâtınî(ıÇ) duygularınla, o zerrelerin(ATOMLARIN) o harika vaziyetine göre istifade edersin.

8

18.06.2009, 15:43

Eğer sen vücudundaki(BEDENıNDEKı) zerreleri(ATOMLARI), Kadîr-i Ezelînin(BAşLANGICI OLMAYAN ALLAHIN KUDRETıNıN) kanunuyla hareket eden küçücük memurları veya bir ordusu veya kalem-i kaderin uçları (herbir zerre bir kalem ucu) veya kalem-i kudretin noktaları (herbir zerre bir nokta) olduğunu kabul etmezsen, o vakit senin gözünde çalışan herbir zerreye öyle bir göz lâzım ki, senin mecmu-u cesedinin(TÜM BEDENıNıN) her tarafını görmekle beraber, münasebettar olduğun bütün kâinatı dahi görecek bir gözü ve bütün senin mazi (GEÇMış)ve müstakbel (GELECEK)ve nesil ve aslın ve anâsırının(ELEMENTLERıNıN) membalarını(MERKEZLERıNı) ve rızkının madenlerini(KAYNAKLARINI) bilecek, tanıyacak, yüz dâhi kadar bir akıl vermek lâzım geliyor. Senin gibi bu meselelerde zerre kadar aklı olmayanın bir zerresine bin Eflâtun kadar bir ilim ve şuur vermek, bin derece divanece bir hurafeciliktir(MASALCILIKTIR).

9

25.06.2009, 16:17

ıKıNCı MUHAL

(TESADÜFÜN YARATAMIYACAğINA DAıR ıKıNCı ıMKANSIZ DELıL):

Senin vücudun bin kubbeli harika bir saraya benzer ki, her kubbesinde taşlar, direksiz birbirine baş başa verip muallâkta(ASKIDA )durdurulmuş. Belki senin vücudun(BEDENıN), bin defa bu saraydan daha aciptir. Çünkü, o saray-ı vücudun(BEDENıN), daima, kemâl-i intizamla(TAM MÜKEMMEL SıSTEMLE) tazelenmektedir. Gayet harika olan ruh, kalb ve mânevî letâiften kat-ı nazar,( DUYGULARIMIZA NAZARI VERMEYıP) yalnız cesedindeki herbir âzâ, bir kubbeli menzil hükmündedir.

Zerreler,(ATOMLAR) o kubbedeki taşlar gibi birbirleriyle kemâl-i muvazene (TAM ÖLÇÜLE) ve intizamla (DÜZENLı OLARAK) başbaşa verip, harika bir bina, fevkalâde bir san'at, göz ve dil gibi acip birer mucize-i kudret(ALLAHIN KUDRETıNıN MUCıZESıNı,OLAğANÜSTÜLÜğÜNÜ) gösteriyorlar.


Eğer bu zerreler(ATOMLAR), şu âlemin ustasının emrine tâbi birer memur olmasalar, o vakit herbir zerre, umum(BÜTÜN) o cesetteki zerrelere(ATOMLARA) hem hâkim-i mutlak,(TAM HAKıM) hem herbirisine mahkûm-u mutlak(TAM MAHKUM), hem herbirisine misil(BENZER), hem hâkimiyet(HÜKÜMDARLIK,HÜKMETME) noktasında zıt, hem yalnız Vâcibü'l-Vücuda (VARLIğI SABıT OLAN ALLAHA) mahsus olan ekser(ÇOğU) sıfâtın masdarı(MERKEZı), menbaı,(KAYNAğI) hem gayet mukayyet(KAYITLI), hem gayet mutlak(SINIRSIZ) bir surette olmakla beraber, sırr-ı vahdetle(BıRLıK SIRRI ıLE) yalnız bir Vâhid-i Ehadin (TEK ALLAHIN) eseri olabilen gayet muntazam (DÜZENLı) bir masnu-u vâhidi(TEK SANATI) o hadsiz(SINIRSIZ) zerrâta(ATOMLARA) isnad etmek(ATOMLAR YAPTI DEMEK)-zerre kadar şuuru(AKLI) olan, bunun pek zâhir(AÇIK) bir muhal(ATOMLARIN YAPMASININ ıMKANSIZ OLDUğU), belki yüz muhal(YÜZ DERECE DAHA ıMKANSIZ) olduğunu derk eder(ANLAR).

10

25.06.2009, 16:19

ÜÇÜNCÜ MUHAL

(TESADÜFÜN YARATAMIYACAğINA DAıR ÜÇÜNCÜ ıMKANSIZ DELıL):..


...Eğer senin vücudun(BEDENıN), Vâhid-i Ehad(TEK OLAN) olan Kadîr-i Ezelînin(BAşLANGICI OLMAYAN ALLAHIN KUDRETıNıN) kalemiyle mektub olmazsa ve tabiata(DOğAYA), esbaba (SEBEBLERE)mensup matbû(TABEDıLMış) ise, o vakit senin vücudundaki(BEDENıNDEKı) bir hüceyre-i bedenden(BEDEN HÜCRESıNDEN) tut, birbiri içinde daireler misilli, binler mürekkepler adedince tabiat kalıplarının bulunması lâzım gelir. Çünkü, meselâ bu elimizdeki kitap eğer mektub olsa, birtek kalem, kâtibinin ilmine istinad edip(DAYANIP) bütün onları yazar.

Eğer o mektub olmazsa ve onun kalemine verilmezse, "Kendi kendine olmuş" denilse veya tabiata verilse, o vakit matbû(MATBAADA TABEDıLMış,BASILMIş) kitap gibi herbir harfi için ayrı bir demir kalem lâzımdır ki, tab edilsin.(BASILSIN). Nasıl ki, matbaada hurufat(HARFLER) adedince demir harfler bulunur, sonra o harfler vücut bulur. O vakit birtek kaleme bedel, o hurufat adedince kalemler bulunması lâzım gelir. Belki o hurufat içinde-bazan olduğu gibi-küçük kalemle bir büyük harfte(ARABÇA YASıN HARFıNDE )bir sayfa(YASıN SÜRESı) ince hatla yazılmış ise, binler kalem birtek harf için lâzım geliyor.

Belki, birbirinin içine girip muntazam bir vaziyetle senin cesedin gibi bir şekil alıyorsa, o vakit herbir dairede, herbir cüz için, o mürekkebat(BıRKAÇ şEYDEN MEYDANA GELMışLER) adedince kalıplar lâzım geliyor.

11

25.06.2009, 16:20

Haydi, yüz muhal(OLMASI MÜMKÜN OLMAYAN) içinde bulunan bu tarzı mümkün desen dahi, bu muntazam san'atlı demir harfleri ve mükemmel kalıpları ve kalemleri yapmak için, yine birtek kaleme verilmezse, o kalemler, o kalıplar, o demir harflerin yapılması için, onların adetlerince yine kalemler, kalıplar ve harfler lâzım. Çünkü onlar da yapılmışlar ve onlar da muntazam san'atlıdırlar. Ve hâkezâ, müteselsilen(SıLSıLE HALıNDE) gittikçe gidecek. ışte, sen de anla, bu öyle bir fikirdir ki, senin zerrâtın adedince muhâlât ve hurafeler(MASALLAR), içinde bulunuyor. Ey muannid(ıNADÇI) muattıl!(ışE YARAMAYAN). Sen de utan, bu dalâletten(TESADÜF YAPTI DEMEKTEN) vazgeç.

12

25.06.2009, 16:21

Sabah kalktığınız andan itibaren karşılaştığınız şeyleri şöyle bir düşünün... Başınızın altına koyduğunuz yastık, üzerinize örttüğünüz battaniye, sizi uyandıran çalar saat, kalkar kalmaz, temiz hava girmesi için açtığınız pencere, dolapta asılı duran kıyafetleriniz, her sabah kalktığınızda baktığınız ayna, kahvaltıda kullandığınız çatalibıçak, dışarı çıkarken yanınıza aldığınız şemsiye, bindiğiniz asansör, arabanızın kapısını açmak üzere kullandığınız anahtar, yoldaki trafik ışıkları, tabelalar, iş yerindeki masanızda duran kağıt, kalem ve diğerleri...

Kuşkusuz tüm bunlar pek çok kişi tarafından üzerinde düşünülerek, emek ve vakit harcanarak, belli bir amaç gözetilerek karşınıza gelmiştir. Bu konuda hiçbir şüpheniz yoktur. Ve hiç kimse bunların sabah kalktığınızda tam olmaları gereken yerde, tesadüf eseri karşınıza çıktığını da iddia etmeyecektir.

örneğin kimse anahtarınızın tesadüf eseri tam arabanızın kapısını açacak şekilde yontulmuş olduğunu ve cebinize de tesadüfen girdiğini söylemeyecektir.

Ya da yoldaki tabelaların tesadüf eseri bulundukları yerlere yerleşip ve yine tesadüf eseri saçılan boyalarla insanlar için bir anlam taşıyan yazıların oluştuğunu iddia etmeyecektir. Aynı şekilde masanızda duran ve şekillendirilmiş bir telden başka bir şey olmayan ataçın bile oraya tesadüf eseri, tam kağıtları birarada tutacak şekilde bükülüp konduğunu iddia eden kimse de çıkmayacaktır. Çünkü bunların her biri, boyutları, şekilleri, işlevleri ve daha pek çok detaylarıyla birer tasarım örneğidir. Sizin rahatınız için, ihtiyacınızı karşılayacak şekilde, bilgi kullanılarak bilinçli yöntemlerle üretilmişlerdir. Ve her birinin çevrenizde bulunmasının özel bir sebebi, belli bir amacı vardır.-harunyahya-

13

25.06.2009, 16:22

Peki ya yolda yürürken gördüğünüz insanlar, yanından geçtiğiniz ağaçlar, önünüze çıkan köpek, çatınızın saçaklarına yuva kuran güvercin, masanızda duran çiçekler, yukarı baktığınızda gördüğünüz gökyüzü? Sizce onların varlığının sebebi tesadüfler olabilir mi?

Kuşkusuz böyle bir ihtimal üzerinde düşünmek bile son derece akıldışıdır... Çünkü çevrenizi saran canlı ve cansız tüm varlıklar, biraz önce saydığımız çevrenizdeki insan yapımı eşyalarla kıyas edilemeyecek, tesadüflere asla ihtimal bırakmayacak mükemmelliktedir. Bunların her biri üstün bilgi ve akıl gerektiren bilinçli bir yaratılışın örnekleridir.

Tek bir ataçın, bir telin tesadüfen düzgünce bükülmesiyle masasına gelmesini mantıksız bulan her insan, insanların, kedilerin, kuşların, ağaçların ve tüm evrenin de tesadüfen meydana gelmesinin bunlarla kıyas edilemeyecek kadar imkansız olduğunu elbette ki görebilir. -harunyahya-

14

25.06.2009, 16:23

Tesadüflerin yaratıcı gücü olduğuna inanan evrimciler, çok büyük variller alsalar. Bu varillerin içine, bir canlıyı oluşturmak için gerektiğini düşündükleri ne kadar madde varsa koysalar.

Örneğin bu varile, canlılığı oluşturan tüm amino asitleri, proteinleri, lipidleri, karbon, fosfor, kalsiyum, karoten gibi elementlerin hepsini koysalar. Daha sonra bu karışıma dışarıdan ne etki vermek istiyorlarsa verseler.

Örneğin varili ısıtsalar, soğutsalar, üzerine yıldırımlar düşürseler, elektrik verseler. Varile koydukları maddeleri istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsalar. Ayrıca bu karışımın başında milyarlarca hatta trilyonlarca sene, birbirlerine babadan oğula vasiyet ederek nöbet tutsalar. Ve hiçbir şeyi tesadüflere bırakmadan, karışımın her anını kontrol ederek, birbirlerine danışıp, dünyanın en önde gelen biyologlarından, genetikçilerinden, fizikçilerinden, evrim uzmanlarından görüşler alsalar.

Bir canlının oluşması için hangi şartların var olması gerektiğine inanıyorlarsa hepsini kullanmakta serbest olsalar...Tüm bu bilinçli ve ciddi çabalara rağmen bu varilden canlılığa dair bir şey asla çıkaramazlar.


Ne yaparlarsa yapsalar yine de bu varilin içinden, bu kitap boyunca resimlerini göreceğiniz tavus kuşlarını, serçeleri, tavşanları, muhabbet kuşlarını, atları, gergedanları, karpuzu, mandalinayı, gülleri, yaseminleri, ıhlamur ağaçlarını, kirazları, çileği, muzları, hindistan cevizini, pamuğu, kestaneyi, mısırı, hurmayı, inciri, zeytini, limonu, üzümleri, kayısıyı, sincapları, baykuşları, karıncaları, balarılarını v.s. çıkaramazlar.-harunyahya

15

09.08.2009, 10:05

ÜÇÜNCÜ KELİME: İktezathu't-tabiat, yani, "Tabiat(DOĞA,KAİNATTAKİ KANUNLAR) iktiza ediyor, tabiat yapıyor." İşte bu hükmün çok muhâlâtı var(İMKANSIZLIĞI VAR). numune için üçünü zikrediyoruz.

BİRİNCİSİ
Eğer mevcudatta(VARLIKLARDA,CANLILARDA), hususan (ÖZELLİKLE) zîhayatta(HAYAT SAHİPLERİNDE) görünen, basîrâne, hakîmâne(HİKMETLİ) olan san'at ve icad Şems-i Ezelînin(BAŞLANGICI OLMAYAN ALLAHIN) kalem-i kader ve kudretine(KUDRET VE KADER KALEMİNE) verilmezse, belki kör, sağır, düşüncesiz olan tabiata(KAİNATTAKİ KANUNLARA) ve kuvvete isnad edilse(BU KANUNLAR YAPTI DENİLSE), lâzım gelir ki, tabiat, icad için herşeyde hadsiz mânevî makine ve matbaaları bulundursun; veyahut herşeyde kâinatı halk ve idare edecek bir kudret ve hikmet derc etsin(YERLEŞTİRSİN). Çünkü, nasıl şemsin(GÜNEŞİN) cilveleri(YANSIMALARI) ve akisleri, zemin (YER)yüzündeki zerrecik cam parçalarında ve katrelerde(DAMLALARDA) görünüyor. Eğer o misalî ve aksî güneşçikler semâdaki tek güneşe isnad edilmese(O MİSALİ GÜNEŞLERİN KAYNAĞI ,GÖKTEKİ GÜNEŞDİR DENİLMEZSE) lâzım gelir ki, bir kibrit başı yerleşmeyen bir zerrecik cam parçasında tabiî, fıtrî ve güneşin hâsiyetlerine mâlik, zâhiren küçük, mânen çok derin bir güneşin haricî vücudunu kabul ederek, zerrât-ı zücâciye(PARLAYAN ,IŞILDAYAN ZERRELER) adedince tabiî güneşleri kabul etmek lâzım geldiği gibi; aynen bu misal gibi, mevcudat ve zîhayat doğrudan doğruya Şems-i Ezelînin cilve-i esmâsına(İSİMLERİNİN YANSIMASINA) verilmezse, herbir mevcutta, hususan herbir zîhayatta, hadsiz (SONSUZ) bir kudret ve irade ve nihayetsiz (SINIRSIZ) bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı, bir kuvveti, adeta bir ilâhı, içinde kabul etmek lâzım gelir. Bu tarz-ı fikir ise, kâinattaki muhâlâtın(İMKANSIZLIĞIN) en bâtılı, en hurafesidir(MASALIDIR). Hâlık-ı Kâinatın(KAİNATIN YARATICISININ) san'atını mevhum(HAKİKATTA VAR OLMAYIP,VAR KABUL EDİLEN), ehemmiyetsiz, şuursuz(AKILSIZ,İLİMSİZ) bir tabiata(DOĞAYA,KANUNLARA) veren insan, elbette yüz defa hayvandan daha hayvan, daha şuursuz (AKILSIZ) olduğunu gösterir.

16

09.08.2009, 10:07

Şimdi karada çok sayıda cam,ayna parçaları var.bunların büyüklükleri farklıdır.şimdi güneş çıktığı zaman her ,aynada,camda..güneşin kendisi görülüyor..hepsinin içinde misali güneş var...şimdi bunlardaki güneşi...gökteki güneşden yansımış demesek..o zaman her parlayan aynada,camda bizzat tabi,kendiliğinden oluşmuş güneş kabul etmemiz lazımdır...BUDA MÜMKÜN DEĞİLDİR..ÇÜNKÜ BUNUN OLMASI İÇİN HER AYNADA TAM GÜNEŞ GİBİ,GÜNEŞ OLMASI LAZIMKİ,YERYÜZÜ AYDINLANSIN...

işte aynen bunun gibi,her varlık,bitki,hayvan ,insan kısacası herşey Allahın kudretiyle yaratılmış denilmezse,tabiata,doğaya verilse..tabiatın sonsuz kudreti,ilmi olacak ki bunları yapsın..ama akılsız,ilimsiz,vehim mertebesinde olan tabaiatın bunları yaratacağını söyliyen insan hayvan dan daha hayvan ve akılsızdır.

17

09.08.2009, 10:10

İKİNCİ MUHAL (doğanın yaratamıyacağına dair ikinci ,imkansız delil)

Eğer gayet intizamlı(DÜZENLİ), mizanlı(DENGELİ), san'atlı, hikmetli şu mevcudat(VARLIKLAR), nihayetsiz(SONSUZ) kadîr(GÜÇLÜ,KUDRETLİ), hakîm(HERŞEYİ BİR AMACA GÖRE YARATAN) bir zâta(ALLAHA) verilmezse, belki tabiata (DOĞADAKİ KANUNLARA) isnad edilse(YAPTI DENİLSE), lâzım gelir ki, tabiat, herbir parça toprakta, Avrupa'nın umum matbaaları ve fabrikaları adedince makineleri, matbaaları bulundursun, tâ o parça toprak, menşe (KAYNAK) ve tezgâh(DOKUMA FABRİKASI) olduğu hadsiz(SINIRSIZ) çiçekler ve meyvelerin yetişmelerine ve teşkillerine (OLUŞMALARINA) medar(SEBEB) olabilsin. Çünkü, çiçekler için saksılık vazifesini gören bir kâse toprak, içine tohumları nöbetle atılan umum çiçeklerin birbirinden çok ayrı olan şekil ve heyetlerini teşkil ve tasvir edebilir bir kabiliyeti, bilfiil (kendi yaparak)görülüyor. Eğer Kadîr-i Zülcelâle (KUDRETLİ ALLAHA) verilmezse, o vakit, o kâsedeki toprakta, herbir çiçek için mânevî, ayrı, tabiî bir makinesi bulunmazsa, bu hal vücuda gelemez. Çünkü tohumlar ise, nutfeler(SPERMLER) ve yumurtalar gibi, maddeleri birdir. Yani, müvellidülmâ(HİDROJEN), müvellidülhumuza(OKSİJEN), karbon, azotun intizamsız, şekilsiz, hamur gibi halitasından ibaret olmakla beraber; hava, su, hararet(ISI), ziya(IŞIK) dahi, herbiri basit ve şuursuz ve herşeye karşı sel gibi bir tarzda gittiğinden, o hadsiz çiçeklerin teşkilleri ayrı ayrı ve gayet muntazam ve san'atlı olarak o topraktan çıkması, bilbedâhe(AÇIKÇA) ve bizzarure(ZARURİ OLARAK) iktiza ediyor(LAZIM GELİYOR) ki, o kâsede bulunan toprakta, mânen Avrupa kadar, mânevî ve küçük mikyasta matbaaları ve fabrikaları bulunsun. Tâ ki, bu kadar hayattar kumaşları ve binler ayrı ayrı nakışlı mensucatları (DOKUMALARI) dokuyabilsin.
İşte, tabiiyyunların(DOĞA YAPTI DİYE İNANANLARIN) fikr-i küfrîleri(DİNSİZ FİKİRLERİ) ne derece daire-i akıldan hariç saptığını kıyas et. Ve tabiatı mûcid(İCAD) zanneden insan suretindeki ahmak sarhoşlar "Mütefennin(BİLİMLİYİZ) ve akıllıyız" diye dâvâ ettikleri halde, akıl ve fenden ne kadar uzak düştüklerini ve mümteni (MÜMKÜN OLMAYAN) ve hiçbir cihetle mümkün olmayan bir hurafeyi(MASALI) kendilerine meslek ittihaz(KABUL) ettiklerini gör, gül ve tükür!

18

09.08.2009, 10:13

Eğer desen: Mevcudat(VARLIKLAR) tabiata isnad edilse(DOĞA YAPTI DENİLSE) böyle acip muhaller(İMKANSIZLAR) olur, imtinâ(MÜMKÜN OLMAYAN) derecesinde müşkilât olur. Acaba Zât-ı Ehad (TEK OLAN ALLAHA)ve Samede(HİÇBİRŞEYE İHTİYACI OLMAYAN ALLAHA) verildiği vakit o müşkilât (ZORLUK) nasıl kalkıyor? Ve o suubetli(GÜÇLÜK) imtinâ(İMKANSIZ), o suhuletli(KOLAYCA) vücuba(VARLIĞA GELMESİNE) nasıl inkılâp eder?
Elcevap: Birinci Muhalde, nasıl ki güneşin cilve-i in'ikâsı(YANSIMASI) kemâl-i suhuletle(TAM KOLAYLIKLA), külfetsiz(ZORLANMADAN), en küçük zerrecik camdan tut, tâ en büyük bir denizin yüzüne kadar feyzini ve tesirini misalî güneşçiklerle gayet kolaylıkla gösterdikleri halde, eğer güneşten nispeti kesilse, o vakit herbir zerrecikte tabiî ve bizzat bir güneşin haricî vücudu, imtinâ derecesinde (İMKANSIZ)bir suubetle(GÜÇLÜKLE) olabilmesi kabul edilmek lâzım gelir. Öyle de, herbir mevcut, doğrudan doğruya Zât-ı Ehad ve Samede verilse, vücub derecesinde bir suhulet, bir kolaylıkla ve bir intisap ve cilve ile, herbir mevcuda lâzım herbir şey ona yetiştirilebilir.

Eğer o intisap kesilse(ALLAHA VERİLMEZSE) ve o memuriyet başıbozukluğa dönse ve herbir mevcut kendi başına ve tabiata bırakılsa, o vakit imtinâ derecesinde yüz bin müşkilât ve suubetle, sinek gibi bir zîhayatın, kâinatın küçük bir fihristesi olan gayet harika makine-i vücudunu icad eden, içindeki kör tabiatın, kâinatı halk ve idare edecek bir kudret ve hikmet sahibi olduğunu farz etmek lâzım gelir. Bu ise bir muhal değil, belki binler muhaldir.
Elhasıl, nasıl ki Zât-ı Vâcibü'l-Vücudun(VARLIĞI VACİB,SABİT OLAN ALLAHIN) şerik(ORTAĞI) ve nazîri(BENZERİ) mümteni ve muhaldir(İMKANSIZDIR); öyle de rububiyetinde ve icad-ı eşyada başkalarının müdahalesi, şerîk-i zâtî gibi mümteni ve muhaldir.

19

09.08.2009, 10:15

Amma İkinci Muhaldeki müşkilât ise:

Müteaddit risalelerde ispat edildiği gibi, eğer bütün eşya Vâhid-i Ehade(TEK ALLAHA ) verilse, bütün eşya birtek şey gibi suhuletli ve kolay olur. Eğer esbaba ve tabiata verilse, birtek şey umum eşya kadar müşkilâtlı (YAPILMASI ZOR) olduğu, müteaddit ve katî bürhanlarla ispat edilmiş. Bir bürhanın hülâsası şudur ki:
Nasıl ki bir adam, bir padişaha askerlik veya memuriyet cihetiyle intisap etse(BAĞLANSA), o memur ve o asker, o intisap kuvvetiyle, yüz bin defa kuvvet-i şahsiyesinden fazla işlere medar olabilir. Ve padişahı namına, bazan bir şahı esir eder. Çünkü gördüğü işlerin ve yaptığı eserlerin cihazatını ve kuvvetini kendi taşımıyor ve taşımaya mecbur olmuyor. O intisap münasebetiyle, padişahın hazineleri ve arkasındaki nokta-i istinadı (DAYANMA NOKTASI) olan ordu, o kuvveti, o cihazatı taşıyor. Demek gördüğü işler, şahane olarak bir padişahın işi gibi ve gösterdiği eserler bir ordu eseri misilli harika olabilir.

20

09.08.2009, 10:17

Yani bir polisin devlete dayanmasıyla,en büyük kişiyi yakalayabilir...polis devlete bağlılığını kesse ,işine son verilse..hiç kimseyi yakalayamaz...

işte varlıkları Allaha versek,hepsini sonsuz kudretiyle yaratır..Allaha vermesek,bir elmayı bize kim verebilir...

tüm bilimadamları yapamıyor da,ilimsiz akılsız tabiat mı yapacak..

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir