Giriş yapmadınız.

1

03.12.2006, 16:47

Risale-i Nurda Ruh

değerli kardeşlerim;

Risale-i Nurda RUH konulu bir araştırmaya başlıyorum. bu nedenle buraya bu konuyu açtım.
gerek sual sormakla, gerekse cevap vermekle bu araştırmama katkıda bulunursanız bizlere yol gösterici olursunuz.
hem de bu mühim konuyu Risale-i Nur prensipleri dairesinde müzakere etmiş oluruz.

saygılar

2

03.12.2006, 16:55

Bast-ı zaman ve Tayy-ı mekân


Bast-ı zaman, “zamanın genişlemesi, bereketlenmesi, az zamanda uzun bir zaman yaşamış olma hâli” manasına gelir. Tayy-ı mekân ise “mekânı aşarak bir anda değişik yerlerde görünebilmek” demektir.

Dağlarla yeryüzünün alanı genişliyor. O küçücük kabarcıklar da midenin alanını artırıyorlar.

Akciğer açıldığı zaman iki yüz elli metrekare oluyor.

Allah’ın mekân içinde mekân yarattığına bunlar birer misâl.

Öyle ise O Zât-ı Kadir, zaman içinde zaman da yaratabilir. Nitekim yaratmışta... Rüya, bast-ı zaman ve mi’rac...

Biz bilgimizle, görgümüzle sınırlıyız. Ülfete, alışkanlıklara esir olmuşuz. Güneş ışığının, yaklaşık, yüz elli milyon kilometrelik bir mesafeyi sekiz dakikada kat ederek dünyamıza ulaşmasına artık hayret etmiyoruz. Halbuki bu çok harika bir kudret mucizesi...

“Cenâb-ı Hak ışıkta sergilediği bu mucizeyi, ruhu cesedine galip gelmiş bir sevgili kulunda da gösterebilir” dediğimizde hemen itirazlar başlıyor. Niçin? Çünkü; biz görgü mahkûmuyuz ve böyle bir şeye hiç şahit olmamışız. Bu hadiseyi her gün seyredebilsek o da nazarımızda gizlenecek, ona da hayret etmemeye başlayacağız.



“Rüyada bir saat zarfında bir senenin geçtiğini ve pek çok işler görüldüğünü görüyorsun. Eğer o saatte o işlere bedel Kur’an okumuş olsa idin birkaç hatim okumuş olurdun. Bu hâlet, evliya için hâlet-i yakazada inkişaf eder. Mes’ele ruhun dairesine yaklaşır. Ruh zaten zaman ile mukayyet değildir. Ruhu cismâniyetine galib olan evliyanın işleri, fiilleri, sür’at-ı ruh mîzanıyle cereyan eder.” (Mesnevî-i Nuriye)


Bugün, şekillerin ve seslerin televizyon vasıtasıyla bir anda birçok mekânlarda bulunmasını gayet normal karşılıyoruz. Ama Belkıs’ın tahtının çok kısa bir zamanda Süleyman Aleyhisselâmın yanına getirilmesini aklımıza sığıştıramıyoruz. Faraza; bir gün ses ve şekiller gibi, eşyanın da nakline muvaffak olunsa, o zaman onu da gayet normal ve makûl bulacak, ona da hayret etmemeğe başlayacağız.

Yukarıdaki vecizede alışık olmadığımız bir tâbir geçti: Ruh sürati.

Ruhun sürati ne ışıkla kıyasa girer, ne de sesle. Hayâl ruhun bir hizmetçisi. Bir anda cennetlere varabiliyor. Akıl, ruhun anlama âleti. ınsan bu âletle bir anda yıldızlara çıkıp onları tefekkür edebiliyor.

Ruh cesede galip olunca birkaç mekânda bir anda bulunmak da gayet kolay olur. Rüyada bizim ruhumuz bedenimize bir derece galip gelir. Çok uzak mesafelere bir anda gider, geçmişe ve geleceğe rahatlıkla geçeriz. Dedemizle de görüşürüz, torunlarımızla da.

Manen terakki ederek, melekleri gerilerde bırakan bir ruh, onların gayet rahatlıkla yaptığı bir işi niçin yapamasın? Bir anda birkaç mekânda neden bulunamasın?
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

3

07.12.2006, 20:10

Ahmet Said kardeşim, en derin nükte burda olduğunu düşünüyorum.

Cüz-i ihtiyârînin üssü'l-esâsı olan meyelân, Mâtüridîce bir emr-i itibârîdir, abde verilebilir. Fakat, Eş'ârî, ona mevcud nazarıyla baktığı için, abde vermemiş; fakat o meyelândaki tasarruf, Eş'âriyece bir emr-i itibârîdir. Öyle ise, o meyelân, o tasarruf bir emr-i nisbîdir; muhakkak bir vücud-u haricîsi yoktur. Emr-i itibârî ise, illet-i tâmme istemez ki, illet-i tâmme vücudu için lüzum ve zarûret ve vücûb ortaya girip, ihtiyârı ref' etsin. Belki, o emr-i itibârînin illeti bir rüçhâniyet derecesinde bir vaziyet alsa, o emr-i itibârî sübut bulabilir. Öyle ise, o anda onu terk edebilir. Kur'ân ona o anda diyebilir ki, "şu şerdir, yapma."

Evet, eğer abd, hâlık-ı ef'âli bulunsaydı ve icada iktidarı olsaydı, o vakit ihtiyârı ref' olurdu. Çünkü ilm-i usûl ve hikmette,
kaidesince mukarrerdir ki, "bir şey vâcib olmazsa, vücuda gelmez." Yani, illet-i tâmme bulunacak; sonra vücuda gelebilir. ıllet-i tâmme ise, mâlûlü, bizzarûre ve bilvücûb iktizâ ediyor. O vakit ihtiyâr kalmaz. 26. Söz


Bu nükte ile alakalı olarak çıkardığım derseleri aşağıdaki linkte yazmıştım. Okursan hem bir fikir sahibi olursun. Hem yanlışlarımı eleştirir düzeltme şansını yakalarım.

Baki Selam

http://www.muhabbetfedaileri.com/viewtopic.php?t=3921&start=0
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

4

09.12.2006, 04:12

ıSRÂ SÛRESı
(85) Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: "Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir."


verilen linkteki yazıyı yeni okudum bu bölüm ilginç geldi bunlar kendi görüşleriniz deme abi?

Alıntı

Ruhlardan kimi Rabbini ordan indirmek yerine geçmeyi meyletmişti.Kim Rabbini tekrar Rab olarak kabul etti. Bunlardan bir tanesi vardı ki, Rabbini cemalini ve celalini tam müşahede etti. Öyle ki nerdeyse hür irade verilmezden önceki tasdikinden daha kuvvetli bir tasdikle nida etti. Allah bu Ruhun eşya olmayan henüz mevcut nazarıyla bakılamayan meylini göstermek murad etti. Bu yüzden denilebilir ki; kainat senaryosunu yazılmasının bir sebebide bu Ruh’tur


yani Rabbinin yerine geçme meylinde bir enaniyet mi söz konusu? Allah'ın yarattığı mahluk nasıl onun yerine geçmeyi ister ki mantıksız değil mi? bir de devamını biraz açar mısınız abi?daha ruhlar yaratıldığında mı Peygamberimiz(sav) Rabbimizin cemal ve celalini müşahede etti?
muhabbetle..
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

5

09.12.2006, 10:43

Önemli bir kısmı bana ait kardeşim.

Üstad'ın dediği ile yola çıkarak Ene hakkında şunları söyleyebiliyoruz.

Ene önce Allah ile arasına bir çizgi çizer,burası benim mülküm burası Allah'ın mülküdür der.Sonra döner aczini ve fakrını anlar. Sadece bir cüzzi iradeye sahip olduğunu idrak ederek, yaratmaktan uzak, kendi bedenine bile malik olmadığını anlar ve iman çizgisine girer.Eğer bundan önce kibire kapılırsa, iman yerine, kendinde bir nevi uluhiyet tahayyül etmesine sebeb olur.Sona kalp mahaline indirir.Hatta Onu ordan indirip yerine geçmeliyim , der.Zira; istidrac ile kendisinde Allah'ın tecellilerini görür. Yanlış tasavvur ederek kendini bir nevi ilah adeder.Artık davası budur.


http://www.risaleara.com/oku.asp?id=485&t=&b=&s=&l=&p=2

Üstad'ın dediği gibi "Âlemin miftâhı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır.". Nefiste adem olan yani hiç hükmünde olan anlamı ile beraber Ruh ile alakalı hürriyetle verilmiş meyl-i şer meyl-i hayır olarak iki hususu vardır. Ben tahmin ediyorum ki ene dediğimiz tılsım teklif anlamına gelen Ruhlara verilen hürriyetle alakalıdır. Başka bir çözüm bulamadım.

Yani, ene ilk olarak kıyaslamayı Ruh iken yapmış ve bir beden giydirilmek sureti ile bu davasını ıspat etme teklif edilmiştir. Tabiki bu insanın yaratılışının sadece bir gayesi olarak bakmak lazım.

Yani Ruh kavramı teklif,ene,nefis, kader gibi hususlarla beraber incelenmeli ki mahiyeti tam anlaşılsın.

Tabiki bu benim fikrimdir.Çok derin bir konu ve bence teati-i efkar etmeye değer.
Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir