Giriş yapmadınız.

1

31.10.2006, 13:09

"iki adam bir havuzda yıkandılar"

Yirmi ıkinci Söz

Birinci Makam


Bir zaman iki adam bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki, acîb bir âleme götürülmüşler. Öyle bir âlem ki, kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir.......

kardeşler aklıma bişey takıldı sorayım dedim: renkli olan kısımda havuzdan bahsediliyor ya havuzdan kasıt ne olablir? benim anladığım kadarıyla anne rahminden bahsediyor gibi geldi..siz ne anlıyorsunuz?

2

31.10.2006, 13:15

Kalu beladan bahsediliyor olabilir mi?

3

31.10.2006, 13:31

doğru ondanda bahsediliyor olabilir Hiç aklıma gelmemişti :?

4

31.10.2006, 13:36

Hep duyarım bunu, ilk duyduğumda da aklıma kalu bela gelmişti, ben böyle anlıyorum.

5

31.10.2006, 13:37

başka fikri olan varmı?

6

31.10.2006, 13:38

Ne yani benimkini beğenmedin mi,

7

31.10.2006, 13:41

:) Allah razı olsun..olurmu öyle şey..

sadece başka fikri olan varmı diye merak ediyorum..o bölüm ilgimi çektide..

yunusum abinin dediği gibi ilmimiz artsın demi :)

8

31.10.2006, 13:42

:trip1: yapardım, ama şaka yapıyorum :)
evet bekliyoruz farklı görüşleri, ben de çok merak ediyorum,

9

31.10.2006, 14:33

Re: Bir zaman iki adam bir havuzda yıkandılar

Alıntı sahibi ""nuraşığı""

Yirmi ıkinci Söz

Birinci Makam


Bir zaman iki adam bir havuzda yıkandılar.


ifadesinden nurların farklı yerlerine de bakınca havuzun dünyanın sûri tatlılığına işaret ettiği anlaşılıyor.

10

31.10.2006, 16:19

Kardeşler konuyla alakadar bir yazı buldumm :D

hemen aktarıyorum buyrun:

Ruhlar âleminden dünya âlemine

“Bir zaman iki adam bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki, acîb bir âleme götürülmüşler. Öyle bir âlem ki, kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir.” (Sözler, s. 442)

22. Söz’ün başında geçen bu ifadeleri Risale-i Nur’a âşinâ olan bir çok kardeşimiz eminiz ki çok kez okumuştur. Ve yine eminiz ki, ifadede geçen tâbirler bir çoğumuzun zihnini meşgul etmiştir. “ıki adam bir havuzda yıkandılar de demektir? Niçin iki adam bir havuzda yıkansınlar? Hem, havuz ne demek? Niçin fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçsinler? Kendilerini kaybetmeden gözlerini açsalar olmaz mı? ‘Gözlerini açtıkları vakit’ hangi vakte işaret ediyor?” tarzında suâller de yine çoğu kez bir çoğumuz tarafından sorulmuştur.

Benzer bir hal uzun süre bizi de meşgul etmişti. Yukarıdaki suallere makul bir cevap bulmak için çoğu kez zihnî yorgunluklar yaşamıştık. Tâ ki değerli bir kardeşimiz bu ifadedeki düğümü açana dek.

Bir gün bir sohbet esnasında 22. Söz’den mezkur bölüm sohbet konusu idi. Bir kardeşimizin yine aklına takılmış olacak ki, “Burada geçen havuz ne demektir?” diye bir sual ortaya attı. Kısa bir sessizlik sonunda başka bir kardeşimiz gayr-i ihtiyarî “Bu havuz anne karnı olmasın” diye karşı bir suâl ile soruya bir cevap verdi. Enteresan bir teşhis ve tarifti bu.

Evet, gerçekten de burada geçen “havuz” tabirini anne karnı olarak tanımlamak pekâla mümkündü. Belki bu tabir başka anlam ve manaları da ihtiva ediyor olabilir. Fakat havuzu anne karnı ile irtibatlandırmak devam eden cümlelerin manaları ile bir araya geldiğinde bir bütünlük oluşturuyordu.

Gelin, isterseniz bu çerçevede yukarıda geçen ifadeyi kısaca izah etmeye çalışalım.

“Bir zaman iki adam bir havuzda yıkandılar.” Burada geçen “havuz” muhtemeldir ki, anne karnıdır. Zira insanın yaratılışın ilk dokuz aylık süresi bu şefkatli havuzda geçer. ıki adam ise nefis ve akılla, vicdan ve kalpten meydana gelmiş insandır. ıki adamın tek havuzda yıkanması buna işaret eder. Buradaki “bir zaman” ise ruhun âlem-i ervahtan, yani ruhlar âleminden şehadet âlemine geçiş vaktine işaret eder. Ruh ise, kendisine takılan iki farklı özellik ile, adeta iki kişilik ile, yani hayra ve şerre kabiliyetli iki hassâ ile vücud-u haricî giyerek, anne karnı gibi şefkatli, hoş, tatlı ve nimetli bir havuzda yıkanıp bu dünyaya gözlerini açar.

Ruh bu geçiş döneminde, yani ruhlar âleminden dünyaya gelişinde fevkalâde bir hal yaşar. Adeta ruh ve ruha takılan akıl, kalp, vicdan, nefis gibi hassalar “Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçerler,” yani önceden kendilerinde kayıtlı bir çok bilgiyi unuturlar.

şimdi burada biraz durup düşünmek gerekiyor. Zira ruhun dünyaya intikali esnasında nasıl bir bilgi donanımına sahip olduğu önemli husus olarak karşımıza çıkıyor. Evet, ruh bu dünyaya gelirken ne derece bilgi sahibidir? Bu dünyada uğrayacağı çetin imtihanın en temel sualinin cevabını bilmekte midir?

Bu noktada Kur’ân’a müracaat ediyoruz. Kur’ân gayb âlemindeki ruhlar ile ilgili mühim bir hadiseyi bize naklederek suallerimize cevap veriyor. A’raf Sûresi 172. âyete göre, Cenâb-ı Hak ‘zerreler âlemindeki’ tüm ruhlara soruyor, “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” diye. Bu ezelî hitaba karşı tüm ruhlar “Evet ya Rabbi, sen bizim Rabbimizsin” diye mukabele ediyorlar. “Elest” zamanı diye tanımlanan bu hadisenin nasıl, nerede ve ne zaman meydana geldiği tefsir uleması arasında önemli bir müzakere konusu olsa da açık olan bir şey var ki, ruhların Cenâb-ı Hakkın hitabına cevap verebilecek şekilde şuur, fikir ve bilgiye sahip olduklarıdır. ılâhî Hitaba karşı verilen cevap bunu gösteriyor. Ruhlar o zaman Cenâb-ı Hakkı tanıyorlardı. Belki tafsilatlı değil ama en azından icmâlî olarak Allah’ı biliyorlardı. Bu sebeple Allah’ın varlık ve birliğini kabul edip Rububiyetini tasdik ediyorlardı.

ışte yukarıdaki “fevkalâde tesir altında kendilerinden geçtiler” ifadesi ruhta mevcut olan mezkur bilgilerin unutturulduğuna işaret eder. Zira “fevkalâde” kelimesi bunun normal bir şey olmadığı, bir Müessirin tesiri ile meydana geldiğini ifade eder. Yani bir Müessir-i Hakîm insan ruhunu imtihan için bu dünyaya gönderirken ezelî hikmeti iktizasınca ruhta kayıtlı bilgileri daha sonra açılmak üzere saklamıştır. Bu bilgi tamamen silinmiş değil, geçici olarak unutturulmuştur.

“Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki” tâbiri ise ruhun tekâmül edip teklif zamanına geldiği vakte işaret eder. Yani ruh anne karnındaki havuzda yıkanıp bu dünyaya intikal etmiş, bebeklikten, çocukluktan geçmiş ve aklı ile bu dünyanın hallerini sorgulayacak duruma gelmiş ve görmüş ki acib bir âleme gelmişler. Bu öyle bir âlem ki, “kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir.”

ışte insan nefs-i emmâresi ile haktan uzaklaşmaya çalışırken, kalb ve vicdanı ile sürekli hakkı aramaya devam eder. 22. Söz’ün tamamı böyle bir mücadele ve müzakere halini ders verir. Risâle-i Nurdaki bu tür karşılaştırmaların şahıs bazında, fikir bazında ve cemiyet bazındaki yansımaları teşhis etmesi bakımından aşağıdaki tâbir oldukça dikkat çekicidir:

“Birkaç işaretle başka yerlerde, yani Yirmi ıkinci, On Dokuzuncu, Yirmi Altıncı Sözlerde izah edilen birkaç meseleye işaret ederiz.

“Birinci ışaret: Hikâyedeki sersem adamın, o emîn arkadaşıyla üç hakikatleri var:

“• Birincisi: Nefs-i emmârem ile kalbimdir.

“• ıkincisi: Felsefe şâkirdleriyle, Kur’ân-ı Hakîm tilmizleridir.

“• Üçüncüsü: Ümmet-i ıslâmiye ile millet-i küfriyedir.” (Sözler, s. 100)

Onuncu Sözün Mukaddimesinde geçen bu ifadeye göre, Bediüzzaman Hazretleri 22. Söz’de geçen iki adamı “Nefs-i emmârem ile kalbimdir” diye tanımlıyor.

Halil AKGÜNLER
19.10.2006
Yeni Asya Gazetesi

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

11

31.10.2006, 17:13

maşaallah çok güzel bir yazı...istifade ettik...Allah razı olsun :)
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

12

31.10.2006, 20:00

Gülüm cevabı bulmuşsun Maşaallah

Bizi de aydınlattın Rabbim razı olsun



22. SÖZ YAZISI


ıki adam bir havuzda yıkanırlar. Birden fevkalade bir tesirle kendilerinden geçerler. Gözlerini açtıklarında ise çok acayip, muntazam, kemal-i intizamla bezenmiş bir şehirde bulurlar kendilerini. Memleketteki herkes etrafındakilere aldırış etmeden büyük bir gayretle çalışıyorlar, çok ehemmiyetli işler hallediyorlar. ıki adamdan biri, gördüklerine kayıtsız kalmayarak bu denli muntazam şehrin, bu kadar düzenli işleyişinin kendi kendine olamayacağını, şehrin bir Müdebbiri olduğunu düşünüp kendilerinin de O’nu tanıyıp, çalışmaları gerektiğini düşünür. Diğer adam ise; bu tarz düşüncelerin kendisinin hiçbir işine yaramayacağını düşünerek, rahatı o Müdebbiri tanımamada bulur ve olanların tesadüfî olduğunu düşünür. Diğer adam ise bu durumdan hoşnut olmayıp, arkadaşının yaptıklarının bütün o şehre zarar verebileceğini düşünüp, arkadaşına o şehrin bir Sahibi olduğunu ispat etmeye başlar.
Memleketin bir Müdebbiri olduğunu ispat etmeye çalışan adam, karşısındaki arkadaşına on iki bürhan gösterir. On iki delilin sonunda arkadaşına ne hissettiğini soran aklı başında adam aynen şu yanıtı alır: “Ben senin bu bürhanlarına karşı yalnız derim: ‘Elhamdülillah, inandım. Hem güneş gibi parlak ve gündüz gibi aydın bir tarzda inandım ki, şu memleketin tek bir Malik-i Zülkemali, şu âlemin tek bir Sahib-i Zülcelali, şu sarayın tek bir Sani-i Zülcemali bulunduğunu kabul ettim.’ Allah senden razı olsun ki, beni eski inadımdan ve divaneliğimden kurtardın. Getirdiğin bürhanların her birisi tek başıyla bu bürhanları göstermeye kâfi idi. Fakat her bir bürhan geldikçe, daha revnaktar, daha şirin, daha hoş, daha nurani, daha güzel marifet tabakaları, tanımak perdeleri, muhabbet pencereleri açıldığı için bekledim dinledim.” (Sözler, 22.Söz, sf; 262)

ılk bakışta temsil basit gelebilir, hatta işlevsizmiş gibide görünebilir. Fakat basit gibi görünen bu temsil, kâinatın en büyük ilmi olan imanı insanlara kabul ettirmektedir. Ayrıca da bize sayısız mesaj vermektedir. Örneğin; bu kusursuz işleyen düzenin asla tesadüfî olamayacağı, yaratılan her zerrenin, kâinattaki tüm mevcudatın Allah’ın varlığını ispat edebileceği, insanın manevi huzura Allah’ı tanımadan ulaşamayacağı, kalbi taşlaşmış, mağrurluktan, inattan kendini evrenin merkezinde gibi hisseden insanların bile kalplerindeki o taşların kırılabileceği ve Allah’a iman edebileceklerini vs… gibi daha nice mesajları bu temsilden çıkarabiliriz.

Temsilde verilen bürhanlar ne denli kuvvetliymiş ki, aklı gözüne inmiş o inatçı adamın bile Allah’ı bulmasına sebep oldu. Birinci bürhanı inceleyerek, bürhanların işlevselliğini bir nebze anlayalım. “Gel her tarafa bak, her şeye dikkat et. Bütün bu işler içinde gizli bir el işliyor. Çünkü bak, bir dirhem kadar kuvveti olmayan, bir çekirdek büyüklüğünde bir şey, binler batman yükü kaldırıyor. Zerre kadar şuuru olmayan, gayet hakimane işler görüyor.” Girişte kendinden emin bir şekilde başlayan aklı başında adam; önce her şeyi bir kenara bırakıp, şu işleyen, her an devam eden kusursuz düzene dikkatini çekmek istiyor arkadaşının. Çünkü biliyor ki arkadaşı şimdiye kadar etrafındaki varlıklara sadece maddi cihetle bakmış, çevresindekileri hep yüzeysel olarak temaşa etmişti, fakat gördükleri yüzeysellikle sınırlı kalacak kadar basit değildi. Perdenin altında derinlemesine görülmesi gereken daha nice hasletleri vardı yaratılanların…

Birinci bürhanın diğer kısmına bakacak olursak, yazının önceki kısmıyla muhteşem bir birliktelik oluşturduğunu fark edeceğiz: “Demek bunlar kendi kendilerine işlemiyorlar. Onları işlettiren gizli bir kudret sahibi vardır. Eğer kendi başına olsa, bütün baştanbaşa bu gördüğümüz memlekette her iş mu’cize, her şey mu’cizekar bir harika olmak lazım gelir. Bu ise bir safsatadır.” Yazının bu bölümünde aklı başında adam arkadaşına adeta “gel de inanma” deyip, yazının başında verilenlerin tam manasıyla şekillenmesini sağlıyor. “Madem kâinattaki işleyiş böyle, madem böylesine kusursuz bir düzen kendi başına işleyemiyor, o halde tüm bu gördüklerimizin bir yaratıcısı vardır.” tarzında kesin ve karşı konulamaz ifadelerde bulunuluyor.

Birinci hakikatten on ikinci hakikate kadar aynı metot izleniyor. Önce o memleketteki işleyiş, düzen ve kişilerin durumu akl-ı selim bir biçimde gösteriliyor, sonrada tüm bunların bir yaratıcı tarafından olmamasının imkânsızlığı dile getirilip, her bürhanla Allah’ın varlığı kesin bir şekilde ifade edilip, kişinin imanı biraz daha perçinleştiriliyor. Önce çok sakin bir şekilde arkadaşına bürhanları gösteren aklı başında adam, daha sonra arkadaşına karşı ifade biçimini değiştiriyor. Önce “gel etrafına bak” diye başlayan bürhanlar, daha sonra “ gel ey muannid, vesveseli, akılsız, muhakemesiz arkadaş” diye devam ediyor. En sona doğru ise “gel ey biraz olsun insafa gelmiş arkadaşım” diyerek başından sonuna kadar muhteşem bir hitap tarzını gözler önüne seriyor.

Cemil Yüzer
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

13

31.10.2006, 21:30

Rabbim cümlemizden razı olsun inşaallah :)

14

01.11.2006, 09:14

iki adam dediği için anne karnının olması mümkün değil.

hele anne karnındaki nefis ile kalb bu düşünceleri paylaşamazlar.

burda bir anda olan işlerden bahsediliyor.

yani bir anda iki adamın hemen dünya memleketine gelmesini düşünün.

manası vardır.

15

01.11.2006, 09:24

yunusum kardeş;

sırf meseleye karşı çıkmak niyetiyle mesleye yaklaşılmaz.
o yazıda zaten kesin hükümler yok.
bir yönü ve bir manası yorumlanmış.
havuz başka manaları da ihtiva ediyor olabilir. bu yazıda belirtilmiş.
fakat orada bir anda diye bir kavram yok.

siz onu nerden çıkardınız?
ilgili yazı bir yorum.

siz de farklı bir yorum getirebilirisiniz.

16

01.11.2006, 09:43

Alıntı sahibi ""yunusum""

iki adam dediği için anne karnının olması mümkün değil.

hele anne karnındaki nefis ile kalb bu düşünceleri paylaşamazlar.


Bir zaman iki adam bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki, acîb bir âleme götürülmüşler. Öyle bir âlem ki, kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir.......

abi anne karnında bu düşünceler payşalışılmıyorki..muntazam memleket olan dünya şehrine gözlerini açtıktan sonra nefis ile kalp bu düşünceleri paylaşıyor..

en doğrusunu Allah bilir..

dua ile..

17

01.11.2006, 10:08

Belki de bu iki adam, nefis ve heva ile, kalp ve hidayettir, kalu beladan sonra, ikisi de bir tesir altına giriyorlar, geçmişi unutup yeni bir memlekete giriyorlar, bir insanda bir araya geliyorlar, birisi hovardaca davranıyor, kurallara uymuyor, ötekisi ise takva yolunu tutuyor,

18

01.11.2006, 10:19

aynı mana,güzel yorum tatmin ediyor beni.

selametle ya abdulkadir.

19

01.11.2006, 10:21

böylede olabilir.

havuz insandır.

nefis ve kalp bir insana yerleştiriliyor.

ondan sonra tartışmaya başlıyorlar.

20

01.11.2006, 10:34

Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""

Belki de bu iki adam, nefis ve heva ile, kalp ve hidayettir, kalu beladan sonra, ikisi de bir tesir altına giriyorlar, geçmişi unutup yeni bir memlekete giriyorlar, bir insanda bir araya geliyorlar, birisi hovardaca davranıyor, kurallara uymuyor, ötekisi ise takva yolunu tutuyor,


Allah razı olsun..çok güzel yorum..

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir