Kardeşler konuyla alakadar bir yazı buldumm
hemen aktarıyorum buyrun:
Ruhlar âleminden dünya âlemine
“Bir zaman iki adam bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki, acîb bir âleme götürülmüşler. Öyle bir âlem ki, kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir.” (Sözler, s. 442)
22. Söz’ün başında geçen bu ifadeleri Risale-i Nur’a âşinâ olan bir çok kardeşimiz eminiz ki çok kez okumuştur. Ve yine eminiz ki, ifadede geçen tâbirler bir çoğumuzun zihnini meşgul etmiştir.
“ıki adam bir havuzda yıkandılar de demektir? Niçin iki adam bir havuzda yıkansınlar? Hem, havuz ne demek? Niçin fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçsinler? Kendilerini kaybetmeden gözlerini açsalar olmaz mı? ‘Gözlerini açtıkları vakit’ hangi vakte işaret ediyor?” tarzında suâller de yine çoğu kez bir çoğumuz tarafından sorulmuştur.
Benzer bir hal uzun süre bizi de meşgul etmişti. Yukarıdaki suallere makul bir cevap bulmak için çoğu kez zihnî yorgunluklar yaşamıştık. Tâ ki değerli bir kardeşimiz bu ifadedeki düğümü açana dek.
Bir gün bir sohbet esnasında 22. Söz’den mezkur bölüm sohbet konusu idi. Bir kardeşimizin yine aklına takılmış olacak ki,
“Burada geçen havuz ne demektir?” diye bir sual ortaya attı. Kısa bir sessizlik sonunda başka bir kardeşimiz gayr-i ihtiyarî
“Bu havuz anne karnı olmasın” diye karşı bir suâl ile soruya bir cevap verdi. Enteresan bir teşhis ve tarifti bu.
Evet, gerçekten de burada geçen
“havuz” tabirini
anne karnı olarak tanımlamak pekâla mümkündü. Belki bu tabir başka anlam ve manaları da ihtiva ediyor olabilir. Fakat havuzu anne karnı ile irtibatlandırmak devam eden cümlelerin manaları ile bir araya geldiğinde bir bütünlük oluşturuyordu.
Gelin, isterseniz bu çerçevede yukarıda geçen ifadeyi kısaca izah etmeye çalışalım.
“Bir zaman iki adam bir havuzda yıkandılar.” Burada geçen
“havuz” muhtemeldir ki, anne karnıdır. Zira insanın yaratılışın ilk dokuz aylık süresi bu şefkatli havuzda geçer. ıki adam ise nefis ve akılla, vicdan ve kalpten meydana gelmiş insandır. ıki adamın tek havuzda yıkanması buna işaret eder. Buradaki
“bir zaman” ise ruhun âlem-i ervahtan, yani ruhlar âleminden şehadet âlemine geçiş vaktine işaret eder. Ruh ise, kendisine takılan iki farklı özellik ile, adeta iki kişilik ile, yani hayra ve şerre kabiliyetli iki hassâ ile vücud-u haricî giyerek, anne karnı gibi şefkatli, hoş, tatlı ve nimetli bir havuzda yıkanıp bu dünyaya gözlerini açar.
Ruh bu geçiş döneminde, yani ruhlar âleminden dünyaya gelişinde fevkalâde bir hal yaşar. Adeta ruh ve ruha takılan akıl, kalp, vicdan, nefis gibi hassalar
“Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçerler,” yani önceden kendilerinde kayıtlı bir çok bilgiyi unuturlar.
şimdi burada biraz durup düşünmek gerekiyor. Zira ruhun dünyaya intikali esnasında nasıl bir bilgi donanımına sahip olduğu önemli husus olarak karşımıza çıkıyor. Evet, ruh bu dünyaya gelirken ne derece bilgi sahibidir? Bu dünyada uğrayacağı çetin imtihanın en temel sualinin cevabını bilmekte midir?
Bu noktada Kur’ân’a müracaat ediyoruz. Kur’ân gayb âlemindeki ruhlar ile ilgili mühim bir hadiseyi bize naklederek suallerimize cevap veriyor. A’raf Sûresi 172. âyete göre, Cenâb-ı Hak ‘zerreler âlemindeki’ tüm ruhlara soruyor,
“Ben sizin rabbiniz değil miyim?” diye. Bu ezelî hitaba karşı tüm ruhlar
“Evet ya Rabbi, sen bizim Rabbimizsin” diye mukabele ediyorlar.
“Elest” zamanı diye tanımlanan bu hadisenin nasıl, nerede ve ne zaman meydana geldiği tefsir uleması arasında önemli bir müzakere konusu olsa da açık olan bir şey var ki, ruhların Cenâb-ı Hakkın hitabına cevap verebilecek şekilde şuur, fikir ve bilgiye sahip olduklarıdır. ılâhî Hitaba karşı verilen cevap bunu gösteriyor. Ruhlar o zaman Cenâb-ı Hakkı tanıyorlardı. Belki tafsilatlı değil ama en azından icmâlî olarak Allah’ı biliyorlardı. Bu sebeple Allah’ın varlık ve birliğini kabul edip Rububiyetini tasdik ediyorlardı.
ışte yukarıdaki
“fevkalâde tesir altında kendilerinden geçtiler” ifadesi ruhta mevcut olan mezkur bilgilerin unutturulduğuna işaret eder. Zira “fevkalâde” kelimesi bunun normal bir şey olmadığı, bir Müessirin tesiri ile meydana geldiğini ifade eder. Yani bir Müessir-i Hakîm insan ruhunu imtihan için bu dünyaya gönderirken ezelî hikmeti iktizasınca ruhta kayıtlı bilgileri daha sonra açılmak üzere saklamıştır. Bu bilgi tamamen silinmiş değil, geçici olarak unutturulmuştur.
“Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki” tâbiri ise ruhun tekâmül edip teklif zamanına geldiği vakte işaret eder. Yani ruh anne karnındaki havuzda yıkanıp bu dünyaya intikal etmiş, bebeklikten, çocukluktan geçmiş ve aklı ile bu dünyanın hallerini sorgulayacak duruma gelmiş ve görmüş ki acib bir âleme gelmişler. Bu öyle bir âlem ki,
“kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir.”
ışte insan nefs-i emmâresi ile haktan uzaklaşmaya çalışırken, kalb ve vicdanı ile sürekli hakkı aramaya devam eder. 22. Söz’ün tamamı böyle bir mücadele ve müzakere halini ders verir. Risâle-i Nurdaki bu tür karşılaştırmaların şahıs bazında, fikir bazında ve cemiyet bazındaki yansımaları teşhis etmesi bakımından aşağıdaki tâbir oldukça dikkat çekicidir:
“Birkaç işaretle başka yerlerde, yani Yirmi ıkinci, On Dokuzuncu, Yirmi Altıncı Sözlerde izah edilen birkaç meseleye işaret ederiz.
“Birinci ışaret: Hikâyedeki sersem adamın, o emîn arkadaşıyla üç hakikatleri var:
“• Birincisi: Nefs-i emmârem ile kalbimdir.
“• ıkincisi: Felsefe şâkirdleriyle, Kur’ân-ı Hakîm tilmizleridir.
“• Üçüncüsü: Ümmet-i ıslâmiye ile millet-i küfriyedir.” (Sözler, s. 100)
Onuncu Sözün Mukaddimesinde geçen bu ifadeye göre, Bediüzzaman Hazretleri 22. Söz’de geçen iki adamı “Nefs-i emmârem ile kalbimdir” diye tanımlıyor.
Halil AKGÜNLER
19.10.2006
Yeni Asya Gazetesi