Giriş yapmadınız.

  • Konuyu başlatan "insirah"

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

1

09.09.2006, 19:47

Kafirler Cennete girermi?

Ben birşeyler açıkladım ama yavan oldu gibi.Sizlerin de fikirlerini alabilir miyim?

Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa’da, Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O manevi ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. şöyle ki:
O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfât-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.
On beşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfâtı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü ahirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem ahirzamanda Hazret-i ısâ’nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, ıslamiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i ısa’ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zalimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikatten haber aldım, Cenab-ı Erhamürrâhîmine hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem ve şefkatten teselli buldum.


yukarıdaki alıntı kastamonu lahikasından olması lazım. şimdi benim sorum,
On beşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfâtı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır.bana burayı açıklar mısınız? Onbeş yaşından büyük olan ve savaşta öldürülen kafirler, mazlum-masum iseler cehennemden kurtulabilecekler mi? yani cennete girebilecekler mi?

2

09.09.2006, 20:40

Meseleye Marifetullah dürbünüden bakmak iyi olacaktır:
Allah Kainatı Zatının Cemalini ve Celalini göstermek için yaratmıştı. Cemali Esması Celali esmasını kuşatmıştır.
Allah esmasının güzelliklerini göstermek istiyor,esmasında çıkan e'fali dahi güzel olmak iktiza eder. Madem zulüm çirkindir Celali isimleri zulmü cezalandırmak Cemali isimleri zulme uğrayan masumlara, hakkını iade etmek ister. Yalnız; Allah'ı inkar tüm kainata zerreler adedince zulumdür.Eğer o sabık zulümden hissedar olan Allah'ı inkar etmişse,onun dahi hakkı iade edilir.Lakin, kendi zulmü dönüp başını yakacaktır.
Mesela; Allah Adl'dır yani Adil'dir. Adl ismi zalimin izzetinde mazlumun zillette kalmasına müsade etmez. Hem Kahhar'dır zalime mutlak galip gelendir. Hem Rahim'dir. Kullarına merhameti sonsuzdur. Zulme uğrayanlara Adil olan Allah'ın Rahim ismi ile taltif etmesi ,o masumların uğradıkları zulüm yüzünden zalimlerden Müntakim ismi ile intikam alıp,zalimin yaptığının yanında kalmaması için Kahhar ve Cebbar ismi ile cezalandırması iktiza eder.
Hele bir de o zalimler felsefe ve sefahetle küfrü ve dalaleti dünyaya yaymak istemişse, Allah adına olan her şeye savaş açmışsa, mücadelesi Allah ile ise zulüm ettikleri masum olmak ,zalim olmamak şartı ile vefat edenleri taltif ederek , kurtuluşa erdirerek o zalim din düşmanlarına, dini ortadan kaldırmak istiyenlere Galip olanı ilan, güya işlerinin boşa gittiğini ,o mazlumların bir koruyucusunun olduğunu göstermek için, hem o zalimlerin talim ettirdikleri ve mecbur bıraktıkları sefahet küfür ve dalalettin bir fetret devrini hatırlatmasına binaen onlara Adl ismine Rahim ismine ve özellikle bütün kullarına merhamet eden Rahman ismine yakışır bir şekilde hakını iade etmek demek olan ehl-i necat'a dahil etmek, Alemlerin Rabbinin Cemalindedir. şanındandır. Celali dahi bunu iktiza eder.
Selametle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

3

09.09.2006, 20:46

Fetret şerhi olabilir. Yani öyle buhranlı dönemler ki, din yaşanmasına, tebliğe imkan kalmıyor.

Hz.ısa a.s. 'dan, Hz.Peygamber a.s.m. devrine kadarki dönem gibi.

Yanî mes'uliyetten azad edebilecek özel durumlar....

Niye bu kadar kurcalıyorlar ki bu meseleyi? Anlamıyorum, onlardan size ne. Cehenneme girmelerini istiyorsanız, hüküm sizin değil Allah'ın. Bediüzzaman da bunları yazarak kafir oldu diyorsanız, o çirkin ağzınızı toplayın. Zahir ve bariz ve sarih delil olmadan kimseyi tekfir edemezsiniz, bu sözleri dediyse, bir şarta, bir istisnaya binaen demiştir. Yoksa o da inneddîne indallahilıslam, Allah katında din ıslam'dır ayetini biliyor, bîhaber değil.

Niye bu meseleyle uğraşıyorsunuz? Fetret halindeki, zulüm altında ölmüş, dinden de haberi olamamış bu insanların ahireti hakkındaki bir tesellî size çok mu ağır geldi, yoksa Bediüzzaman enaniyetiniz ve hasediniz mi buna sebep oluyor?

Kardeşim, o malum forumdaki bazı insanlar, bende istiskal hissi uyandırıyor. Bilmiyorum sen nasıl tahammül ediyorsun.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

  • Konuyu başlatan "insirah"

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

4

09.09.2006, 21:17

Bu soru,risale forumundan geldi...
Allah razı olsun...

5

11.09.2006, 17:31

cevabı zaten içinden:

Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i ısa’ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir.


buna göre fetrette kalanlar.fetrette kalanlar ehli cennettir.imamı eşariye göre.

6

11.09.2006, 17:38

Fetret ehlinin ibadet ve dinî hükümlerle mükellef olmadığı muhakkaktır. Ancak Allah'a iman etmekle mükellef olup olmadığı hakkında Ehl-i Sünnetin itikadı birer mezhebi olan Mâturidî ve Eş'arî mezhepleri arasında ihtilaf vardır. ımanı Maturîdî'ye göre, bu insanlar Cenab-ı Hakkın kendilerine verdiği aklı kullanıp, yer, gök ve içindekilere ibret nazarıyla bakıp Allah'ın varlığını idrak etmelidirler. Eş'arî'ye göre ise, fetret ehli Allah'a inanmakla mükellef değildir. Zira kendilerine bir peygamber gelmemiştir. Cenab-ı Hak "Biz bir peygamber göndermedikçe hiçbir kimseye azap etmiş değiliz"6 buyurmaktadır.

Dolayısıyla, bunlara bir peygamber gelmediği için azaba müstahak değillerdir.
Bediüzzaman da zikrettiğimiz âyet-i kerimeyi delil getirerek şöyle der: "Ehl-i fetret ehl-i necattırlar. Bil-ittifak teferruattaki hatîatlarından (hatalarından) muahazeleri yoktur. ımamı şafiî ve ımam Eş'arîce küfre de girse, usûl-u imânîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü teklif-i ılâhî irsal (peygamber göndermek) ile olur ve irsal dahi, ıttıla (bilmek) ile teklif (mesuliyet) tekarrur eder. Madem gaflet ve mürûr-u zaman (geçen zaman) enbiya-i sâlifenin (geçmiş peygamberlerin) dinlerini setretmiş (örtmüş); o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. ıtaat etse sevap görür, etmezse azap görmez. Çünkü mahfi (gizli) kaldığı için hüccet (delil) olamaz"7

Peygamberimizin (a.s.m.) gönderilmesinden sonra, davetini duymayanlarla ilgili olarak ımam Gazalî'nin insanları üç sınıfta incelediğini görmekteyiz:

1. Peygamberin (a.s.m.) davetini duymamış, kendisinden haberdar da olmamıştır. Bu sınıfa giren insanlar kesin olarak ehl-i necat olup Cennetliktir.

2. Peygamberin (a.s.m.) davetini, gösterdiği mucizeleri ve güzel ahlâkını duymuş olmakla beraber îman etmemiştir. Bu sınıf kesin olarak azaba uğratılacaktır.

3. Peygamberin (a.s.m.) ismini duydukları halde, aleyhinde yapılan menfî propagandalardan başka bir şey duymadıklarından, kimse onlara doğruyu söyleyip onları teşvik etmediğinden alâka duymamaktadırlar. Bunların da ehl-i necat olacaklarını, yani Cennete gireceklerini umarım.

Âhir zamanda bir çeşit fetret devrinin yaşandığını belirten Bediüzzaman umumî harplerde ölen böyle birtakım masumların da ehl-i necat olacaklarına dikkati çekmektedir. Bediüzzaman'ın ifadesi aynen şöyledir:

"Âhir zamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammediyeye (a.s.m.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda Hz. ısa'nın din-i hakikisi hükmedecek ve ıslâmiyet ile omuz omuza gelecek. Elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan Hz. ısa'ya mensub Hıristiyanların çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadettir."8

7

11.09.2006, 17:39

Bir kitap da Dünyada ıslamdan bi haber olarak yaşamış bir insan mahşer günü diriltilir hesabı görülür ve yok olur, diyor. Bunun hükmü nedir? Böyle bir insan aynen bebeğe benzemiyor mu?

09-Temmuz-2006 - 12:57:41

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Fetret, kesinti, aralık, fasıla mânâlarında kullanılmaktadır. Dinî bir tabir olarak da, iki peygamber arasında geçen zaman için kullanılır.

Buharı' de geçen bir hadis-i şerifte fetret için Hz. ısa (a.s.) ile Hz. Peygamber (a.s.m.) arasında geçen zaman kastedilir.1

Bazı âyet-i kerimelerden anlaşılıyor ki, ıslâmiyet’ten önce Arapların peygamberlerin gönderilmesi ile ilgili bilgileri oldukça zayıftı. Kur'ân'da, Arap müşriklerinin "Rabbimiz, peygamber göndermek dileseydi, şüphesiz ki, melek bir peygamber gönderirdi" dediklerini belirtmekte, 2 böylece onların peygamberlik hakkındaki, dolayısıyla hak dinlerle ilgili görüşlerinin ne derece zayıf olduğu ifade edilmektedir.

Araplar her ne kadar Hz. ıbrahim'i (a.s.) peygamber olarak bilmiş olsalar da, onun peygamberliğini yalnızca kendi zamanıyla sınırlı olduğunu kabul ediyorlardı. Hz. ıbrahim ile Hz. Peygamber (a.s.m.) arasında geçen üç bin senelik uzun bir süreden dolayı, ıbrahim Aleyhisselâmın tebliğ etmiş olduğu Hanif dininin hükümlerini bilen pek yoktu.

ıslâm âlimleri fetret ehlini üç kısımda inceler:
1. Cenab-ı Hakkın varlık ve birliğini kendi aklı ve zekâsının yardımıyla düşünüp bulan ve bilen kimseler: Kus bin Sâide ve Cennetle müjdelenen Sahabilerden Said bin Zeyd'in babası Zeyd bin Amr gibi.

2. Tevhid inancını bozup değiştirerek putperestliği kabul eden ve kendilerine göre din uydurup insanları kendi çevresinde toplayanlar: Araplar arasında putperestliği çıkaran Amr bin Luhay ve diğer müşrikler gibi.

3. Ne mü'min, ne de müşrik herhangi müsbet veya batıl bir inanca sahip olmayıp bütün ömrünü gaflet içinde geçiren; akıl ve zihnini bu nevi meselelerle meşgul etmeyen kimseler. Cahiliye devrinde bu sınıfa giren insanlar da vardı.

Bu üç sınıftan ikinciler putperest olduklarından Cehennemliktir. Üçüncü sınıfa girenler ise gerçek mânâda fetret ehli olduklarından bunlar Cehennem ehli olmayacaklardır. Çünkü, kendilerine hak ve hakikati tebliğ edecek bir peygamber gelmediği, küfrü gerektirecek bir halleri de olmadığından ehl-i necattırlar. Bu hususta bütün Ehl-i Sünnnet ittifak etmişlerdir.3

Birinci sınıfta bahsedilen Kus bin Sâide ile Zeyd bin Amr ise binlerce insanın arasında Allah'ın varlık ve birliğine inananlar olduklarından, o zamanlar bir peygamber gelmediğinden herhangi bir peygamberin de ümmeti olmadıklarından ve ayrıca Peygamber Efendimize de yetişemediklerinden Cenab-ı Hak onları tek başlarına ayrı bir ümmet olarak haşredecektir. Yine ehl-i necattırlar, îmanları sayesinde ebedi hayatlarını kurtarmışlardır. Haşrolurken sadece "tek bir ümmet" olarak mahşer yerinde bulunacaklardır. Bunlar "müstesna" insanlardır Allah'ın lütuf ve ihsanına mazhar olacaklardır.

Kus bin Sâide, Arapların çok tesirli konuşan bir hatibi, belagat dolu şiirler okuyan meşhur bir şairi idi. Cahiliye devrinde kurulan Sûk-ı Ukaz panayırına katılır, hitabetiy-le herkeste hayranlık bırakırdı.

Kus bin Sâide'nin o devir Araplarmdan farklı olan en önemli yönü, Cenab-ı Hakkın varlık ve birliğine, âhirete inanmış olması ve çeşitli vesilelerle ıslâm dininin geleceğini ve Peygamber Efendimizin peygamber olarak gönderileceğini haber vermesiydi.

Yine Peygamberimize peygamberlik vazifesi verilmesinden birkaç sene önceydi. Adı geçen panayırda bir hitabette bulunmuş, Allah'ın varlık ve birliğinden, dünyanın fâniliğinden, ölümün hak olup ona hazırlıklı bulunmanın lüzumundan bahsetmiş, bir yerinde de şunları söylemişti:
"Yemin ederim ki, Allah katında bir din vardır. şimdi bulunduğumuz dinden daha sevgilidir. Allah'ın göndereceği bir peygamberi vardır ki, gelmesi pek yakındır. Gölgesi başımızın üstüne geldi.

"Ne mutlu o kimseye ki, ona îman eder, o da kendisine hidayet eyler. Yazıklar olsun ona isyan ve muhalefet edecek bedbahta!.."4

Gariptir ki, Kus bin Sâide, geleceğini haber verdiği zâtın kendisini dinleyenler arasında bulunduğunun farkında değildi. Aradan çok bir zaman geçmeden Resul-i Ekrem Efendimize peygamberlik vazifesi verildi. Fakat Kus bin Sâide'ye, gelip Peygamberimizle görüşmek nasip olmadı. Çünkü, bu sırada hayata gözlerini yummuştu. Vefat ettiğinde de yaşı bir hayli ilerlemişti.

Bir müddet sonra Kus bin Sâide'nin kabilesinden Cârud ismindeki zâtın başkanlığında bir heyet Peygamberimize geldiler, îman ettiler. Peygamberimiz onlardan Kus bin Sâide'yi tanıyıp tanımadıklarını sordu. Carud, kendisinin onun yolunda gidenlerden olduğunu ve çok iyi tanıdığını söyledi. Bu arada Peygamberimiz, Kus bin Sâide'nin Sük-ı Ukaz'daki hitabesinden bahsederek o sözlerin hâlâ hatırından çıkmadığını ifade etti. Heyetten bir •/.at da kalkarak Kus bin Sâde'nin bir şiirini okudu. Bu şiirde Kus bin Sâide, Harem-i şerifte Haşimoğullarından "Muhammed" isimli bir zâtın peygamber olarak gönderileceğini açıkça söylüyordu.

Onun istikametini takdir eden, muvahhid bir mü'min olduğunu beyan eden Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurdu:
"Ümit ederim ki, Cenab-ı Hak Kus bin Sâide'yi ayrı bir ümmet olarak diriltip hasreder."5
Bu zâtın "ayrı bir ümmet olarak hasredilmesi" meselesine gelince; bu husus hadis ve kelâm kitaplarındaki "fetret" bahislerinde izah edilmektedir. Hz. ısa'dan Peygamberimize kadar geçen altı yüz sene içinde yaşayan insanlar fetret ehli sayılmaktadır. Çünkü, bu zaman zarfında hiçbir peygamber gelmediğinden, bu insanların îmânî durumları da farklı mütalâa edilmektedir.

Fetret ehlinin ibadet ve dinî hükümlerle mükellef olmadığı muhakkaktır. Ancak Allah'a iman etmekle mükellef olup olmadığı hakkında Ehl-i Sünnetin itikadı birer mezhebi olan Mâturidî ve Eş'arî mezhepleri arasında ihtilaf vardır. ımanı Maturîdî'ye göre, bu insanlar Cenab-ı Hakkın kendilerine verdiği aklı kullanıp, yer, gök ve içindekilere ibret nazarıyla bakıp Allah'ın varlığını idrak etmelidirler. Eş'arî'ye göre ise, fetret ehli Allah'a inanmakla mükellef değildir. Zira kendilerine bir peygamber gelmemiştir. Cenab-ı Hak "Biz bir peygamber göndermedikçe hiçbir kimseye azap etmiş değiliz"6 buyurmaktadır.

Dolayısıyla, bunlara bir peygamber gelmediği için azaba müstahak değillerdir.
Bediüzzaman da zikrettiğimiz âyet-i kerimeyi delil getirerek şöyle der: "Ehl-i fetret ehl-i necattırlar. Bil-ittifak teferruattaki hatîatlarından (hatalarından) muahazeleri yoktur. ımamı şafiî ve ımam Eş'arîce küfre de girse, usûl-u imânîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü teklif-i ılâhî irsal (peygamber göndermek) ile olur ve irsal dahi, ıttıla (bilmek) ile teklif (mesuliyet) tekarrur eder. Madem gaflet ve mürûr-u zaman (geçen zaman) enbiya-i sâlifenin (geçmiş peygamberlerin) dinlerini setretmiş (örtmüş); o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. ıtaat etse sevap görür, etmezse azap görmez. Çünkü mahfi (gizli) kaldığı için hüccet (delil) olamaz"7

Peygamberimizin (a.s.m.) gönderilmesinden sonra, davetini duymayanlarla ilgili olarak ımam Gazalî'nin insanları üç sınıfta incelediğini görmekteyiz:

1. Peygamberin (a.s.m.) davetini duymamış, kendisinden haberdar da olmamıştır. Bu sınıfa giren insanlar kesin olarak ehl-i necat olup Cennetliktir.

2. Peygamberin (a.s.m.) davetini, gösterdiği mucizeleri ve güzel ahlâkını duymuş olmakla beraber îman etmemiştir. Bu sınıf kesin olarak azaba uğratılacaktır.

3. Peygamberin (a.s.m.) ismini duydukları halde, aleyhinde yapılan menfî propagandalardan başka bir şey duymadıklarından, kimse onlara doğruyu söyleyip onları teşvik etmediğinden alâka duymamaktadırlar. Bunların da ehl-i necat olacaklarını, yani Cennete gireceklerini umarım.

Âhir zamanda bir çeşit fetret devrinin yaşandığını belirten Bediüzzaman umumî harplerde ölen böyle birtakım masumların da ehl-i necat olacaklarına dikkati çekmektedir. Bediüzzaman'ın ifadesi aynen şöyledir:

"Âhir zamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammediyeye (a.s.m.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda Hz. ısa'nın din-i hakikisi hükmedecek ve ıslâmiyet ile omuz omuza gelecek. Elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan Hz. ısa'ya mensub Hıristiyanların çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadettir."8

1. Buharı, Menakıbü'l-Ensar: 53.
2. Fussilet Sûresi, 14.
3. Tecrid-i şarttı Tercemesi, 4:544.
4.Kısas-ı Enbiya, 1:61-62.
5. Tecrid-i Sarih Tercemesi, 4:544-545.
6. ısrâ Sûresi, 15.
7. Mektııbat, 360-361.
8. Kastamonu Lahikası, s. 77.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir