Giriş yapmadınız.

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

101

11.02.2010, 14:01

soru gelsin.. :)
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

102

11.02.2010, 15:19

Sual : Cenab-ı Hak, Kainat sarayını bina ettiği vakit , kaç nev amele istihdam etmiştir ; ve bu amelelere ücret olarak ne vermiştir?

103

16.02.2010, 19:48

Sorunun cevabı 24. sözün 4. dalında :)

104

17.02.2010, 08:16

Cevabı alalım...orda geçenleri anlatır mısınız?

105

18.02.2010, 19:05

Azîm bir Mâlik-ül Mülk, büyük bir şehri veya muhteşem bir sarayı bina
ettiği vakit, o Zât dört nevi ameleyi onun binasında istihdam ve
istîmal eder:
Birinci nevi: Onun memlûk ve köleleridir. Bu nev'in,
ne maaşı var ve ne de ücreti var. Belki onlar seyyidlerinin emriyle
işledikleri her amelde, onların gâyet lâtif bir zevk ve hoş bir
şevkleri vardır. Seyyidlerinin medhinden ve vasfından ne deseler,
onların zevkini ve şevkini ziyade eder. Onlar o mukaddes seyyidlerine
intisablarını büyük bir şeref bilerek onunla iktifa ediyorlar. Hem o
seyyidin nâmıyla, hesabıyla, nazarıyla işlere bakmalarından da mânevî
lezzet buluyorlar. Ücret ve rütbeye ve maaşa muhtaç olmuyorlar.

İkinci kısım ki, Bâzı âmi hizmetkârlardır. Bilmiyorlar niçin
işliyorlar. Belki o Mâlik-i Zîşan onları istimal ediyor, kendi fikriyle
ve ilmiyle onları çalıştırıyor. Onlara lâyık bir cüz'î ücret dahi
veriyor. O hizmetkârlar bilmiyorlar ki; amellerine ne çeşit küllî
gayeler, âlî maslahatlar terettüb ediyor. Hattâ bazıları tevehhüm
ediyorlar ki, onların amelleri yalnız kendilerine ait o ücret ve
maaşından başka gayesi yoktur.

Üçüncü kısım: O Mâlik-ül Mülk'ün bir kısım hayvanatı var. Onları o
şehrin, o sarayın binasında Bâzı işlerde istihdam ediyor. Onlara yalnız
bir yem veriyor. Onların da istidadlarına muvafık işlerde çalışmaları
onlara bir telezzüz veriyor. Çünki Bilkuvve bir kabiliyet ve bir
istidad, fiil ve amel Sûretine girse; inbisat ile teneffüs eder, bir
lezzet verir ve bütün faaliyetlerdeki lezzet bu sırdandır. Şu kısım
hizmetkârların ücret ve maaşları, yalnız yem ve şu lezzet-i
mâneviyyedir. Onunla iktifa ederler.

(Orjinal Sayfa:368 )
Dördüncü kısım: Öyle
amelelerdir ki; biliyorlar ne işliyorlar ve ne için işliyorlar ve kimin
için işliyorlar ve sâir ameleler ne için işliyorlar ve o Mâlik-ül
Mülk'ün maksadı nedir, ne için işlettiriyor. İşte bu nevi amelelerin
sâir amelelere bir riyâ set ve nezaretleri var. Onların derecât ve
rütbelerine göre derece derece maaşları var.

Aynen bunun gibi, Semâvat ve Arzın Mâlik-i Zülcelâli ve dünya ve
âhiretin Bâni-i Zülcemâli olan Rabb-ül Âlemîn; -değil ihtiyaç için..
çünki herşeyin Hâlıkı Odur- belki izzet ve âzamet ve rubûbiyetin
şuunatı gibi Bâzı hikmetler için, şu kâinat sarayında şu dâire-i esbab
içinde hem melâikeyi, hem hayvanatı, hem cemadât ve nebatâtı, hem
insanları istihdam ediyor. Onlara ibâdet ettiriyor. Şu dört nev'i ayrı
ayrı vezaif-i ubûdiyetle mükellef etmiştir.

Birinci Kısım: Temsilde memlûklere misâl, melâikelerdir. Melâikeler ise, onlarda mücâhede ile terakkiyât
yoktur, belki her birinin sabit bir makamı, muayyen bir rütbesi vardır.
Fakat, onların, nefs-i amellerinde bir zevk-i mahsusaları var, nefs-i
ibâdetlerinde derecâtlarına göre tefeyyüzleri var. Demek o
hizmetkârlarının mükâfatı hizmetlerinin içindedir. Nasıl insan mâ, hava
ve ziyâ ve gıdâ ile tegaddî edip telezzüz eder; öyle de, melekler zikir
ve tesbih ve hamd ve ibâdet ve mârifet ve muhabbetin envarıyla tegaddî
edip, telezzüz ediyorlar. Çünkü, onlar nurdan mahlûk oldukları için
gıdâlarına nur kâfidir. Hattâ nura yakın olan râyiha-i tayyibe dahi
onların bir nevi gıdâlarıdır ki, ondan hoşlanıyorlar. Evet, ervâh-ı
tayyibe, revâyih-i tayyibeyi sever. Hem
melekler Ma'budlarının emriyle işledikleri işlerde ve Onun hesâbiyle
işledikleri amellerde ve Onun nâmiyle ettikleri hizmette ve Onun
nazarıyla yaptıkları nezârette ve Onun intisabıyla kazandıkları şerefte
ve Onun mülk ve melekûtunun mütâlâasıyla aldıkları tenezzühte ve Onun
tecelliyât-ı cemâliye ve celâliyesinin müşâhedesiyle kazandıkları
tenâumda öyle bir saadet-i azîme vardır ki, akl-ı beşer anlamaz, melek
olmayan bilemez.
Meleklerin bir kısmı
âbiddirler, diğer bir kısmının ubûdiyetleri ameldedir. Melâike-i
arzıyenin amele kısmı bir nevi insan gibidir. Tâbir câiz ise, bir nevi
çobanlık ederler, bir nevi de çiftçilik ederler. Yani, rûy-i zemin
umumi bir mezraadır; içindeki bütün hayvanâtın tâifelerine Halık-ı
Zülcelâlin emriyle, izniyle, hesâbiyle, havl ve kudretiyle bir melek-i
müekkel nezâret eder. Ondan daha küçük herbir nevi hayvanâta mahsus,
bir nevi çobanlık edecek bir melâike-i müekkel var.
Hem
de, rûy-i zemin bir tarladır; umum nebâtât onun içinde ekilir. Umumuna
Cenâb-ı Hakkın nâmiyle, kuvvetiyle nezâret edecek müekkel bir melek
vardır. Ondan daha aşağı, bir melek bir tâife-i mahsusaya nezâret
etmekle Cenâb-ı Hakka ibâdet ve tesbih eden melekler var. Rezzâkıyet
arşının hamelesinden olan Hazret-i Mîkâil Aleyhisselâm şunların en
büyük nâzırlarıdır.
Meleklerin çoban ve
çiftçiler mesâbesinde olanlarının insanlara müşâbehetleri yoktur.
Çünkü, onların nezâretleri sırf Cenâb-ı Hakkın hesâbiyledir ve Onun
nâmiyle ve kuvvetiyle ve emriyledir. Belki nezâretleri, yalnız
Rubûbiyetin tecelliyâtını, memur olduğu nevide müşâhede etmek ve kudret
ve rahmetin cilvelerini o nevide mütâlâa etmek ve evâmir-i İlâhiyeyi o
nev'e bir nevi ilham etmek ve o nevin ef'âl-i ihtiyâriyesini bir nevi
tanzim etmekten ibârettir. Ve bilhassa zeminin tarlasındaki nebâtâta
nezâretleri, onların tesbihât-ı mâneviyelerini melek lisâniyle temsil
etmek ve onların hayatlarıyla Fâtır-ı Zülcelâle karşı
takdim ettiği tahiyyât-ı mâneviyelerini melek lisâniyle ilân etmek; hem
onlara verilen cihazâtı hüsn-ü istimâl etmek ve bâzı gâyelere tevcih
etmek ve bir nevi tanzim etmekten ibârettir.
Melâikelerin şu hizmetleri, cüz-i ihtiyârîleriyle bir nevi kisbdir,
belki bir nevi ubûdiyet ve ibâdettir; tasarruf-u hakikileri yoktur.
Çünkü, herşeyde Halık-ı Küll-i Şeye has bir sikke vardır; başkaları
parmağını icada karıştıramaz. Demek, melâikelerin şu nevi amelleri ise,
onların ibâdetidir; insan gibi, âdetleri değildir.Ve bu saray-ı kâinatta ikinci kısım amele,
hayvanâttır.
Hayvanât dahi, iştihâ sahibi ve bir nefis ve bir cüz-i
ihtiyârîleri olduğundan, amelleri "hâlisen livechillâh" olmuyor. Bir
derece nefislerine de bir hisse çıkarıyorlar. Onun için Mâlikü'l-Mülk-ü
Zülcelâli ve'l-İkram, Kerîm olduğundan onların nefislerine bir hisse
vermek için amellerinin zımnında onlara bir maaş ihsan ediyor. Meselâ,
meşhur bülbül kuşu; Haşiye gülün aşkıyla mâruf o hayvancığı, Fâtır-ı Hakîm istihdam ediyor. Beş gâye için onu istimâl ediyor:
Birincisi: Hayvanât kabîleleri nâmına, nebâtât tâifelerine karşı olan münâsebât-ı şedîdeyi ilâna memurdur.
İkincisi:
Rahmân'ın rızka muhtaç misafirleri hükmünde olan hayvanât tarafından
bir hatib-i Rabbânîdir ki, Rezzâk-ı Kerîm tarafından gönderilen
hediyeleri alkışlamakla ve ilân-ı sürur etmekle muvazzaftır.
Üçüncüsü: Ebnâ-i cinsine imdad için gönderilen nebâtâta karşı hüsn-ü istikbâli herkesin başında izhâr etmektir.
Dördüncüsü:
Nev-i hayvanâtın nebâtâta derece-i aşka vâsıl olan şiddet-i ihtiyacını
nebâtâtın güzel yüzlerine karşı mübârek başları üstünde beyân etmektir.

Beşincisi:
Mâlikü'l-Mülk-ü Zülcelâli ve'l-Cemâli ve'l-İkramın bârgâh-ı merhametine
en latîf bir tesbihi, en latîf bir şevk içinde, gül gibi en latîf bir
yüzde takdim etmektir.
İşte, şu beş gâyeler
gibi başka mânâlar da vardır. Şu mânâlar ve şu gâyeler, bülbülün Hak
Sübhânehü ve Teâlânın hesâbına ettiği amelin gâyesidir. Bülbül kendi
diliyle konuşur. Biz şu mânâları onun hazin sözlerinden fehmediyoruz.
Melâike ve ruhâniyâtın fehmettikleri gibi kendisi kendi nağamâtının
mânâsını tamamen bilmese de fehmimize zarar vermez. "Dinleyen
söyleyenden daha iyi anlar" meşhurdur. Hem, bülbül şu gâyeleri
tafsilâtıyla bilmemesinden, olmamasına delâlet etmiyor. Lâakal, saat
gibi sana evkâtını bildirir; kendisi bilmiyor ne yapıyor. Bilmemesi
senin bildiğine zarar vermez.
Ammâ o bülbülün
cüz'î maaşı ise, o tebessüm eden ve gülen güzel gül çiçeklerinin
müşâhedesiyle aldığı zevk ve onlarla muhâvere ve konuşmak ve dertlerini
dökmekle aldığı telezzüzdür. Demek onun nağamât-ı hazinesi, hayvanî
teellümâttan gelen teşekkiyât değil, belki atâyâ-i Rahmâniyeden gelen
bir teşekkürâttır.
Bülbüle nahli, fahli,
ankebût ve nemli; yani arı ve vâsıta-i nesil erkek hayvan ve örümcek ve
karınca ve hevam ve küçük hayvanların bülbüllerini kıyas et. Herbirinin
amellerinin bülbül gibi çok gâyeleri var. Onlar için de birer maaş-ı
cüz'î hükmünde birer zevk-i mahsus, hizmetlerinin içinde derc
edilmiştir. O zevk ile san'at-ı Rabbâniyedeki mühim gâyelere hizmet
ediyorlar. Nasıl ki bir sefine-i sultaniyede bir nefer dümencilik edip,
bir cüz'î maaş alır; öyle de, hizmet-i Sübhâniyede bulunan bu
hayvanâtın, birer cüz'î maaşları vardır.


Bülbül bahsine bir tetimme
Sakın
zannetme ki, bu ilân ve dellâllık ve tesbihâtın nağamâtıyla tegannî
bülbüle mahsustur. Belki, ekser envain herbir nevinin bülbül misâli bir
sınıfı var ki, o nevin en latîf hissiyâtını, en latîf bir tesbih ile,
en latîf sec'alarla temsil edecek birer latîf ferdi veya efrâdı
bulunur. Hususan sinek ve böceklerin bülbülleri hem çoktur, hem çeşit
çeşittirler ki, onlar bütün kulağı bulunanların en küçük hayvandan en
büyüğüne kadar olanların başlarında tesbihâtlarını güzel sec'alarla
onlara işittirip, onları mütelezziz ediyorlar.
Onlardan
bir kısmı leylîdir; gecede sükûta dalan ve sükûnete giren bütün küçük
hayvanların kasîdehan enîsleri, gecenin sükûnetinde ve mevcudâtın
sükûtunda onların tatlı sözlü nutukhanlarıdır ve o meclis-i havlette
olan zikr-i hafînin dairesinde birer kutubdur ki, her birisi onu
dinler, kendi kalbleriyle Fâtır-ı Zülcelâllerine bir nevi zikir ve tesbih ederler.
Diğer
bir kısmı, nehârîdir; gündüzde ağaçların minberlerinde, bütün
zîhayatların başlarında, yaz ve bahar mevsimlerinde yüksek âvazlarıyla,
latîf nağamât ile, sec'alı tesbihât ile, Rahmânirrahîmin rahmetini ilân
ediyorlar. Güyâ bir zikr-i cehrî halkasının bir reisi gibi, işitenlerin
cezbelerini tahrik ediyorlar ki, o vakit işitenlerin her birisi lisân-ı
mahsusuyla ve bir âvâz-ı hususi ile Fâtır-ı Zülcelâlinin zikrine başlar.
Demek,
herbir nevi mevcudâtın, hattâ yıldızların bir serzakiri ve nurefşân bir
bülbülü var. Fakat, bütün bülbüllerin en efdali, en eşrefi ve en
münevveri ve en bâhiri ve en azîmi ve en kerîmi ve sesçe en yüksek ve
vasıfça en parlak ve zikirce en etemm ve şükürce en eâmm ve mahiyetçe
en ekmel ve sûretçe en ecmel, kâinat bostanında arz ve semâvâtın bütün
mevcudâtını latîf secaâtıyla, leziz nağamâtıyla, ulvî tesbihâtıyla
vecde ve cezbeye getiren, nev-i beşerin andelîb-i zîşânı ve benîâdem'in
bülbül-ü zü'l-Kur'ân'ı, Muhammed-i Arabîdir.


Elhâsıl:
Kâinat sarayında hizmet eden hayvanât, kemâl-i itaatle evâmir-i
tekviniyeye imtisâl edip, fıtratlarındaki gâyeleri güzel bir vecihle ve
Cenâb-ı Hakkın nâmiyle izhâr ederek, hayatlarının vazifelerini bedî bir
tarz ile Cenâb-ı Hakkın kuvvetiyle işlemekle ettikleri tesbihât ve
ibâdât, onların hedâyâ ve tahiyyâtlarıdır ki, Fâtır-ı Zülcelâl ve Vâhib-i Hayat dergâhına takdim ediyorlar.
Üçüncü
kısım ameleler, nebâtât ve cemâdâttır.
Onların cüz-i ihtiyârîleri
olmadığı için, maaşları yoktur. Amelleri ,"hâlisen livechillâhtır" ve
Cenâb-ı Hakkın irâdesiyle ve ismiyle ve hesâbiyle ve havl ve
kuvvetiyledir. Fakat nebâtâtın gidişâtlarından hissolunuyor ki, onların
vezâif-i telkıh ve tevlidde ve meyvelerin terbiyesinde bir çeşit
telezzüzâtları var. Fakat, hiç teellümâta mazhar değiller. Hayvan,
muhtar olduğu için, lezzet ile beraber elemi de var. Cemâdât ve
nebâtâtın amellerinde ihtiyâr gelmediği için eserleri de ihtiyâr sahibi
olan hayvanların amellerinden daha mükemmel oluyor. İhtiyâr sahibi
olanların içinde, arı emsâli gibi vahiy ve ilham ile tenevvür edenlerin
amelleri, cüz-i ihtiyârîsine itimad edenlerin amellerinden daha
mükemmeldir.

Yeryüzünün tarlasında nebâtâtın her bir tâifesi,
lisân-ı hal ve istidad diliyle Fâtır-ı Hakîmden suâl ediyorlar, duâ
ediyorlar ki, "Yâ Rabbenâ! Bize kuvvet ver ki, yeryüzünün herbir
tarafında tâifemizin bayrağını dikmekle, saltanat-ı Rubûbiyetini
lisânımızla ilân edelim; ve rûy-i arz mescidinin herbir köşesinde Sana
ibâdet etmek için bize tevfîk ver ve meşhergâh-ı arzın her bir
tarafında Senin Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını, Senin bedî ve antika
sanatlarını kendi lisânımızla teşhir etmek için bize bir revac ve
seyahate iktidar ver" derler.
Fâtır-ı Hakîm
onların mânevî duâlarını kabul edip-ki, bir tâifenin tohumlarına kıldan
kanatçıklar verir-her tarafa uçup gidiyorlar, tâifeleri nâmına esmâ-i
İlâhiyeyi okutturuyorlar-ekser dikenli nebâtât ve bir kısım sarı
çiçeklerin tohumları gibi. Ve bir kısmına da, insana lâzım veya hoşuna
gidecek güzel et veriyor, insanı ona hizmetkâr edip her tarafa ekiyor.
Bâzı tâifelerine de, hazmolmayacak sert bir kemik üstünde hayvanlar
yutacak bir et veriyor ki; hayvanlar onu çok taraflara dağıtıyorlar.
Bâzılara da çengelcikleri verip; her temas edene yapışıyor, başka
yerlere giderek tâifesinin bayrağını dikerler, Sâni-i Zülcelâlin antika
sanatını teşhir ediyorlar. Ve bir kısmına da, acı düğelek denilen
nebâtât gibi, saçmalı tüfek gibi bir kuvvet verir ki, vakti geldiği
zaman onun meyvesi olan hıyarcık düşer, saçmalar gibi bir kaç metre
yerlere tohumcuklarını atar, zer' eder, Fâtır-ı Zülcelâlin zikir ve tesbihini kesretli lisânlarla söylettirmeye çalışırlar; ve hâkezâ, kıyas et.
Fâtır-ı
Hakîm ve Kâdir-i Alîm kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel
teçhiz etmiş, güzel gâyelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif
etmiş, güzel tesbihât yaptırıyor, güzel ibâdet ettiriyor. Ey insan!
İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dal
karıştırma; çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma.
Dördüncü
kısım, insandır.
Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar, hem
melâikeye benzer, hem hayvanâta benzer. Melâikeye, ubûdiyet-i
külliyede, nezâretin şümûlünde, mârifetin ihâtasında, Rubûbiyetin
dellâllığında meleklere benzer; belki insan daha câmi'dir. Fakat,
insanın şerîre ve iştihâlı bir nefsi bulunduğundan, melâikenin hilâfına
olarak, pek mühim terakkiyât ve tedenniyâta mazhardır. Hem, insan,
amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için,
hayvana benzer.
Öyle ise, insanın iki maaşı
var: Biri cüz'îdir, hayvanîdir, muacceldir; ikincisi melekîdir,
küllîdir, müecceldir. Şimdi, insanın vazifesiyle maaşı ve terakkiyât ve
tedenniyâtı, geçen yirmi üç adet Sözlerde kısmen geçmiştir; hususan On
Birinci ve Yirmi Üçüncüde daha ziyâde beyân edilmiş. Onun için şurada
ihtisar ederek kapıyı kapıyoruz. Erhamü'r-Râhimînden rahmet kapılarını
bize açmasını ve şu sözün tekmîline tevfîkını refîk eylemesini niyaz
ile, kusurumuzun ve hatâmızın afvını talep ile hatmediyoruz.

106

23.02.2010, 22:17

Sorumu sorayım.Kaderin her şeyi güzeldir, hayırdır. Ondan gelen şer de hayırdır,
çirkinlik de güzeldir. Halbuki, şu dâr-ı dünyadaki musîbetler,
beliyyeler, o hükmü cerh ediyor."
bunun nedenini açıklarmısınız?

107

24.02.2010, 13:57

Dördüncü Mebhas
Eğer desen: "Birinci Mebhasta ispat ettin ki, kaderin her şeyi güzeldir, hayırdır. Ondan gelen şer de hayırdır, çirkinlik de güzeldir. Halbuki, şu dâr-ı dünyadaki musîbetler, beliyyeler, o hükmü cerh ediyor."
Elcevap: Ey şiddet-i şefkatten şedid bir elemi hisseden nefsim ve arkadaşım! Vücud hayr-ı mahz, adem şerr-i mahz olduğuna, bütün mehâsin ve kemâlâtın vücuda rücûu ve bütün maâsi ve mesâib ve nekàisin esâsı adem olduğu delildir.
Mâdem adem şerr-i mahzdır; ademe müncer olan veya ademi işmâm eden hâlât dahi şerri tazammun eder. Onun için, vücudun en parlak nuru olan hayat, ahvâl-i muhtelife içinde yuvarlanıp kuvvet buluyor, mütebâyin vaziyetlere girip tasaffî ediyor ve müteaddit keyfiyâtı alıp matlûb semerâtı veriyor ve müteaddit tavırlara girip Vâhib-i Hayatın nukuş-u esmâsını güzelce gösterir. İşte şu hakikattendir ki, zîhayatlara âlâm ve mesâib ve meşakkat ve beliyyât sûretinde, bâzı hâlât ârız olur ki; o hâlât ile hayatlarına envar-ı vücud teceddüd edip zulümât-ı adem tebâud ederek hayatları tasaffî ediyor. Zîrâ, tevakkuf, sükûnet, sükût, atâlet, istirahat, yeknesaklık, keyfiyâtta ve ahvâlde birer ademdir. Hattâ en büyük bir lezzet, yeknesaklık içinde hiçe iner.
Elhâsıl: Mâdem hayat Esmâ-i Hüsnânın nukuşunu gösterir; hayatın başına gelen Her şey hasendir. Meselâ, gayet zengin, nihayet derecede sanatkâr ve çok sanatlarda mâhir bir zât, âsâr-ı sanatını, hem kıymettar servetini göstermek için, âdi bir miskin adamı, modellik vazifesini gördürmek için, bir ücrete mukabil, bir saatte murassâ, musannâ, yaptığı gömleği giydirir, onun üstünde işler ve vaziyetler verir, tebdil eder; hem, her nevi sanatını göstermek için keser, değiştirir, uzatır, kısaltır. Acaba şu ücretli miskin adam, o zâta dese, "Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla vaziyet veriyorsun, beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun"demeye hak kazanabilir mi? "Merhametsizlik, insafsızlık ettin"diyebilir mi?
İşte, onun gibi, Sâni-i Zülcelâl, Fâtır-ı Bîmisâl, zîhayata göz, kulak, akıl, kalp gibi havâs ve letâif ile murassâ olarak giydirdiği vücud gömleğini Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını göstermek için çok hâlât içinde çevirir, çok vaziyetlerde değiştirir. Elemler, musîbetler nevinde olan keyfiyât, bâzı esmâsının ahkâmını göstermek için lemeât-ı hikmet içinde bâzı şuâât-ı rahmet ve o şuâât-ı rahmet içinde latîf güzellikler vardır.
Kim kadere imân ederse kederden emîn olur.
26. Söz


İkinci Nokta:
âyetinin bir sırrını izah eder. Şöyle ki:
Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakiki bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hâdise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zâhiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle:
Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın tebessümleri saklanmış. Ve güz mevsiminin haşin tahribâtı, hazin firâk perdeleri arkasında, tecelliyât-ı Celâliye-i Sübhâniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tâzibinden muhâfaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nâzenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nâzenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, vebâ gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemâsız kalan birçok istidad çekirdekleri, zâhiri çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güyâ umum inkılâblar ve küllî tahavvüller birer mânevî yağmurdur.
Fakat insan, hem zâhirperest, hem hodgâm olduğundan, zâhire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhâkeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana âit gàyesi bir ise, Sâniinin esmâsına âit binlerdir.
18. Söz

108

24.02.2010, 14:02

Bu sahifenin formatı değişiyor ama ; Üstadımız Hz.lerinin soruya verdiği cevaptan ne anladığımı ifadeye çalışayım....Bismillah....

109

24.02.2010, 14:35

önceki cevaplara göre cevap yazdım ,sonuçta külliyatı ezbere bilmediğimize göre sorun yok ,en azından tekrar araştırıp eksik kalan bilgilerimizi tekrarlıyoruz

110

24.02.2010, 14:48

Suali anlıyalım:Kader'den gelen hayırdır, güzeldir, ama dünyada musibetler var, belalar var. Bu durum güzellik ve hayırla ters orantılı değil mi?
El cevap:
Üstadımız Hz.leri daha sözün başında, bizim derdimizi anlıyor ve neşteri vuruyor.
Ey şiddetli bir şefkat ve merhametten dolayı, elem duyan , üzülen nefsim ve ar ka da şım.
Biz dünyada olan musibetlere , felaketlere , belalara üzülüyoruz. Bu musibetler insanlığın başına geliyor, İnsanlar acı çekiyor, ızdırap duyuyor.
Dolayısıyla bizde bunlara şefkatimizden dolayı üzülüp acı duymaktayız.Hani Kader'in her şeyi güzeldi? Peki , bu musibete düşen insanların durumu ne?
Cenab-ı Hak , '' Hayat'' mu'cizesiyle nukuş u esmasını gösteriyor.İsimlerini hayat ile tecelli ettiriyor ve insanların nazarına kendini tanısınlar diye sunuyor, sergiliyor.
Ve dahi hayat madde gibi katı ve kesif değildir. Hayat şeffaf ve safidir. Bu musibet ve beliyyelerle daha da safileşmektedir.
Bizim bilmediğimiz, aklımızın ermediği hikmetler bu musibetlerin içerisine dercedilmiştir.
Hayatın bize bakan yönü bir ise, Rabbine bakan yönü bindir, binlercedir.Biz , bize bakan vechesiyle değerlendirip hataya düşeriz.Ama Yüce Rabbim bin bir esmasını tecelli ettiriyor, bu tecelliler mutlaka güzeldir. Ama bizim bilmediğimiz sebepler ve hikmetlerden dolayı mahlukatı türlü türlü hallere şekillere uğratır Cenab-ı Hak.Eşyanın bize bakan vechesiyle bu tecellilleri değerlendiripbir anlam da veremiyebiliriz.
Elhasıl'la başlıyan bölümde, Üstadımız Hz.leri çok orjinal bir misalle sorumuzu cevaplamaktadır. Gerçekten çok orjinal bir misal bu.Aklımız gerçekten de bu misalle tatmin oluyor.
Ayrıca 18. Söz'ün i k i n c i n o k t a s ı'nda da her şey hatta en çirkin görünen şeylerin bile , hakiki güzel bir yüzü ve yönü olduğunu Üstadımız Hz.leri izah ediyor..Allah ebeden O'ndan razı olsun...Amin.

111

24.02.2010, 15:44

Hakikat-ı İhlasın esasları nelerdir?

112

02.03.2010, 09:07

Hakikat-ı İhlasın esasları nelerdir?


Ruhefza kardeş soru havada kalmış?

113

28.06.2010, 10:29

Esaslar mı düsturlar mı Ağabey?

114

28.06.2010, 10:33

Arama motorundan kelimeler tıpa tıp bulunup şak diye yazılmasın ki biraz Risale okumaya ve araştırmaya da yönelik olsun İnşallah. Sanırım bir kaç yerde daha sana pas atılmış ama gözünden kaçmış olabilir Ruhefza kardeş..Daha sık uğrada istifade edlim İnşallah.

115

28.06.2010, 10:37

O zaman düsturların özetini mi yazalım?

Aslında ihlası kıran sebebleri bilmek ve onlara dikkat etmek de hakikat-i ihlâsa götürmez mi..?

116

28.06.2010, 10:52

Elbette ki evet. Zaten birer cümleyle özetlenebilir. Ama bakalım kaç şıkta bulabileceğiz ?

117

28.06.2010, 11:00


Dönünce toparlayalım inşAllah Ağabey, tabi başka keçeliler de beni beklemeden yapabilirler özet.. :rolleyes:

118

28.06.2010, 11:19

1- Maddi manevi hiç bir şeye alet etmemek
2- Sadakat
3- Samimiyet
4- Aidiyet
5- Ciddi muhabbet
6- Dürüstlük

Aklıma bunlar geldi ilk olarak.
Allah, yar yar... (Cem Karaca'nın vefatından önce yazıp söylediği son şarkısı)

119

18.08.2010, 09:50

Dönünce toparlayalım inşAllah Ağabey,


evet Ruhefza Nurlarla iştiğale devam ediyoruz:
a-amelimizin hedefi rıza-i ilahi olacak, ibadetin hareket noktası ,sebebi emr-i ilahidir. Neticesi rıza-i ilahiyedir.17.lem'a
b- tarik-ı hakta çalışanlar ve mücahede edenler yalnız kendi vazifelerini düşünmek lazım gelir.Yani kendi vazifesini yapacak vazife-i ilahiyeye karışmıyacak.
c- müsbet hareket etmek de ihlasın hakikatlerindendir.yani ne demek müsbet hareket. delil ve bürhan gösterilecek ,ihtiyar selbedilmiyecek.
d- birbirimize lüzumunda ruhumuzu feda etmeye hizmet-i imaniyeve Kur'an'iyemiz iktiza ediyor.21.lem'a
e-en birinci vazife ve maksat ; iman hizmetini herşeyin fevkınde bilmek ve tutmak.
f-Hizmette önde ücrette geri olmak.Hizmet Rehberi
ğ-Dünyaya yalnız Risale-i Nur için bakmak .Hizmet Rehberi.v.b

120

29.09.2010, 12:50

Sual: Risale-i Nur'un bize kazandırdığı çok kıymetli neticeler var.Bu kıymetli neticelere karşılık , Risale-i Nur bizden ne fiyat istiyor acaba?

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir