Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

17.10.2007, 09:57

5.Mektub

BEşıNCı MEKTUP




Silsile-i Nakşînin kahramanı ve bir güneşi olan ımam-ı Rabbânî (r.a.), Mektubat'ında demiş ki: "Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim."
Hem demiş ki: "Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."
Hem demiş ki: "Velâyet üç kısımdır. Biri velâyet-i suğrâ ki, meşhur velâyettir; biri velâyet-i vustâ, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır."
Hem demiş ki: "Tarik-i Nakşîde iki kanatla sülûk edilir. Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez."
Öyleyse, tarik-i Nakşînin üç perdesi var:
Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmettir ki, ımam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.
ıkincisi: Ferâiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyyeye tarikat perdesi altında hizmettir.
Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyla sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vacip, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.


Madem hakikat böyledir. Ben tahmin ediyorum ki, eğer şeyh Abdülkadir Geylânî (r.a.) ve şah-ı Nakşibend (r.a.) ve ımam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i ıslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. ımansız Cennete gidemez; fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i ıslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl değil. ışte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur'ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.
Madem hakikat budur. Esrar-ı Kur'âniyeye ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i ıslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu itikadındayım.
Bilirsiniz ki, eğer dalâlet cehaletten gelse, izalesi kolaydır. Fakat dalâlet fenden ve ilimden gelse, izalesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri irşadla yola gelebilirdi. Çünkü, öyleler kendilerini beğeniyorlar. Hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenâb-ı Hak şu zamanda, i'câz-ı Kur'ân'ın mânevî lemeâtından olan malûm Sözleri, şu dalâlet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım.

Said Nursî
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

2

17.10.2007, 09:59

Silsile-i Nakşînin kahramanı ve bir güneşi olan ımam-ı Rabbânî (r.a.), Mektubat'ında demiş ki: "Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim."

bu SÖZDEN NE ANLAMALIYIZ KARDEşLERıM..ABLALARIM..ABıLERıM...
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

3

17.10.2007, 10:00

ÖNCE EZVAK NEDıR?MEVACıD NEDıR?keramet nedir?

bunları bilirsek...anlamış olacağız ..sizce öylemi..hadi yardım..edin..

ıNKışÂF : Gelişme, açılma, keşfetme, meydana çıkma; terakkî etme.
EZVÂK : Zevkler.
MEVÂCıD : Kalbî zevk veren heyecanlar, istiğraklar.
KERÂMET : Allah`ın ihsanıyla velîlerin gösterdikleri adet dışı, olağanüstü haller.

şimdi yorumluyalım ne dersiniz?
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

4

17.10.2007, 10:01

şimdi imamı rabbani hazretleri imanın bir meselesinde inkişafı..binler zevklere,kalbi zevklere ve olağanüstü hallere tercih ediyor..

işte bunun sırrı ne ola?devamında geliyor...bakalım ne diyor..
Hem demiş ki: "Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."

burda ne anlatıyor bize..?
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

5

17.10.2007, 10:02

TARÎK : Yol, tarz, usul, vâsıta, meslek.
NOKTA-ı MÜNTEHÂ : En son nokta.
VUZUH : Açıklık, açık ve anlaşılır şekilde olmak, netlik, aydınlık.

Demekki tasavvufçular olsun..çeşitli tarikatçılar olsun..

onların meşrepleri bir tek noktaya yönelikmiş.

neymiş..oda iman hakikatlarının inkişaf etmesi ve açıklığa kavuşmasıdır..

demek seyru sülüklerde bunun içinmiş..

amma risale böyle seyri sulük yoluna girmeden doğrudan doğruya..hakikata yol açmış..

işte akrebiyetin inkişafı?
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

6

18.10.2007, 08:48

Devam ediyor ımamı rabbani hazretleri;(ra)

Hem demiş ki: "Velâyet üç kısımdır. Biri velâyet-i suğrâ ki, meşhur velâyettir; biri velâyet-i vustâ, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır."

şimdi velayet nedir?

küçük velayet nedir?

bunları anlamaya çalışalım?

Bu konuda ne söyleyebiliriz kardeşlerim..!
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

7

18.10.2007, 08:48

VELÂYET [velayet] : Velîlik, velî olan kimsenin hâli
VELÂYET-ı SUğRÂ [velayet-i suğra] : Küçük derecedeki velilik.VELÂYET-ı VUSTÂ [velayet-i vusta] : Orta derecedeki velilik.
VELÂYET-ı KÜBRÂ [velayet-i kübra] : Büyük velilik. Cenab-ı Hakk`ın insana yakın olmasına bakan ve peygamber varisi olmaktan gelen gayet kısa ve yüksek, tarikat berzâhına uğramadan zahirden hakikata geçen velilik mesleği.

lugatta manaları bu...

küçük velayete ne gibi örnek verilir?

Velilik çok yüksek bir mertebedir.Bu sebeple herkese kolay kolay nasib olmaz.Veliliğin belli çileleri vardır.Gerçek velilerin hayatını okuduğumuzda bu çilelerin neler olduğunu kolayca anlamak mümkündür.
Evliya veli kelimesinin çoğuludur.Veli lugatte dost manasınadır.Din ve tasavvuf istilahında ise;Allahın kendilerini dost olarak seçtiği, keramet sahibi şeriat ehli mümin zatlardır.Velilerde derece derecedir.

Veliliğin en küçük derecesine “velayeti suğra makamı denir.”Bunun işareti şudur:
Bu derecede olan bir veli, yüzlerce sene uğraşsa kalbine Allah fikrinden başka bir düşünce sokmak isteseyinede kalbine Allahtan başka bir düşünce sokamaz.Velayette bu makamın adına fenai kalb makamı denir.Manevi derecesi bu durumda olmayan birine veli veya evliya demek caiz değildir.Yine, bu durumda olmayan birinin velilik iddiasında bulunması dini açıdan son derece mahsurludur.


http://www.sadakat.net/tasavvuf/velilikvedereceleri.htm
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

8

18.10.2007, 08:49

1-Velayeti Kübra: Allah’ın kula yakınlığından inkişaf eden, kisbden ziyade vehbiyyetle gidilen, mahiyeti çok yüksek, meşakkatli, zevk ve lezzetleri az olan velayettir. Misal olarak, Peygamberlerin, Sahabelerin ve ahir zamanda Mehdinin tarzı.

2-Velayet-i Vusta: Bir derece kisb, fakat yüzde doksan mevhibeyi ılahiye olan, ilmi ezelide takdir, tensib ve tavzif edilen, meşakkat ve keşfiyatın beraber olduğu, bazen makam-ı naz ve bazen de makam-ı niyazın hükmettiği, hususi eşhasın velayetidir. Bu makama çalışılarak çıkılmaz. Ancak takdir-i ilahi ile murad olunur. Mesala: Abdulkadir-i Geylani, şah-ı Nakşibend, ımam-ı Rabbani ve Hazreti Mevlana ve bir kısım müceddidler misal olarak verilebilir.

3- Velayet-i Suğra: Bu ise meşhur velayettir. Bu velayette kulun Allah’a yakınlığı dediğimiz kisb ve mücahede ön plandadır. Zaman ve mekana muhtaçdır. Yol meşakkatli ve sıkıntılıdır. Dolayısıyla seyri sülük edenleri teşvik ve taltif için keramet ve keşfiyyat ve zevkler mebzuldür.

http://www.sorularlarisaleinur.com/s...w_qna&id=11006
Velayeti kübra bir uç ise buna yetişme kabiliyeti her insana verilmiş kanaatindeyiz.Ancak kişininin ihlasını uhuvvetini,samimiyetini tam manasıyla ortaya koyduktan sonra cenabı hakkın kendisine bu makamı ikram etmesiyle olur.Yoksa çok çalışıp gayret göstermekle ulaşılabilecek bir makam değildir.Belki nadirattan bazı zatların maneviyat ikliminde fazla kulaç atmalarıyla kendileri bu makamı cüzi ihtiyarilerini de kullanarak ulaşmış olabilirler.Bunların dışındaki kimseler ise ancak cenabı hakkın onlara bu makamı hibe etmesiyle ulaşabilirler.Velayeti kübra makamını bir şahsi manevi olarak düşündüğümüzde tüm nur talebeleri içine girer.Sahabe efendilerimiz peygamberimizin nübüvvet yani ilim sıfatına mazhar olduklarından onlarda keşfu keramet görülmez.Çünkü velayeti kübra makamına mazhar olan sahabeler artık velayeti suğra veya velayeti vustadaki keşf kerametlere ihtiyaç duymazlar.Aynen bunun gibi Risaletinnur da peygamberimizin ilim sıfatından geldiğinden ona tam teslim olup istifade edenlerde bu makama mazhar olacaklarına kanaatimiz var.Ama dediğimiz gibi bu makamı genişçe düşündüğümüzde bu makam içerisinde en ileri seviyede olanlarında en geri derecede olanlarında bulunduğunu müşahede edebiliriz.Güneşin yansıma ve tecillisine baktığımızda bir su kabarcığına da yansıdığını görürüz.Ta bir havuz ve nehir ve okyanusada... Dolayısıyla bu yansıma en küçüğüne de en büyüğüne de olmaktadır.Herkes kendi kabına göre o güneşten istifade ettiği gibi herkes kendi ahvalene göre de velayeti kübraya mazhar olabilmektedir.ışte her şeffaf şey kendi mahiyeti ve kabiliyeti noktasından güneşin ışığını alıp haml ve hazm emektedir.Nur talebeleride islamiyete gelen taarruzları gelen sıkıntıları en evvela kendi omuzları üzerinde hissedip bu sıkıntılaraa çare buldukları veya bu sıkıntıları bertaraf etme gayretleri neticesinde bu makama ulaşabilmektedirler.Tabi bu sır belki diğer islami gruplarda da bulunmaktadır.En iyisini bilen şüphesiz Allahu taaladır.
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

9

19.10.2007, 08:42

Soru; velayet ı kübra vehbidir. suğra ise kesbi. peki velayet i kübrada hiç mi bir şey yapılmayacak. akrebiyetin inkişafı için neler yapılmalı?

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

"Saniyesneteyn " yani ikinin ikincisi ifadesine mazhar olan ve Resulullahtan sonra ashab içerisinde ehli sünnet inancına göre en yüksek makamda olan zat olan Hz. Ebubekir (ra) buyur ki: Her gün ki imanım inkişar etmedi o günü zararda bilirim.

Velayeti kübranın doruğunda olan bu zat böyle diyorsa; herhalde diğer sahabeler o uluhiyet makamını hakkıyla anlamak için çokça ibadet etmişler ve nev-i beşer içerisinde kesreti sucud yani çokça secde edip alınlarında sikkelerin oluşmasını ifade eden Ayeti kerime de nazara alındığında Ashabın ne derece Cenabı Haktan korktuğu ve ona yönelip, ibadet edip yakınlaştıkları vuzuh dercesinde ortaya çıkmaktadır.

Akrebiyetin inkişafı için evvela kuranımızı ve onun manasını iyice bilmeli sünneti seniyye ile telif edip yaşantımıza aktarmanın yollarını bulmalıyız. Bir ömür boyu nefsimizle mücadele etmeli. Ayrıca sahabe hayatından tablolar okuyarak hayatımıza tatbik etme çarelerini bulmalıyız.
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

10

19.10.2007, 08:43

KURBıYET
Yakınlık. ıman, marifet, muhabbet, takva ve salih amel yoluyla Allah’a manevi yakınlık kazanmak.


Cenab-ı Hak maddeden ve mekandan münezzeh olduğundan Ona yakın olmayı kulun kalp ve ruhundaki manevi inkişaf olarak anlamak gerekir. Nitekim, “Kulum bana en fazla farzlarla, sonra nafilelerle yaklaşır” diye başlayan hadis-i kutsî de bize bu dersi verir. Kurbiyetin zıddı bu’diyettir, uzaklıktır.

Bazı zatlar budiyeti, “insanın mümkin olan mahiyetinin Cenab-ı Hak’ın vacip olan varlığından sonsuz derece uzak olduğu” şeklinde açıklarlar. Bazıları da, “mahluk ve sınırlı olan insan aklının Allah’ın zatını ve sonsuz sıfatlarını anlamaktan çok uzak olduğu” şeklinde yorumlarlar.

Ehl-i velayet, Allah’ın manevi yakınlığını kazanmaya çalışırlar. Bu yolda ilerlemek, çoğu kere kesbidir, çalışmaya göredir. Ehl-i nübüvvet ve onların varisleri ise, böyle bir seyr u sülûka ihtiyaç olmadan doğrudan akrebiyetin (ileri derecede yakınlığın) tecellisine mazhar olurlar. Bu ise, vehbidir, çalışmaya terettüp eden bir netice değildir.

http://www.sorularlarisaleinur.com/s...word=akrebiyet
Keşf ve keramet, Allah’ın veli kullarında meydana gelen harikulade hallerdir. Mesela, gönüllerden geçeni bilmek, su üzerinde yürümek, havada uçmak, tayy-ı mekan gibi... Kerâmet, “hayz-ı rical” olarak değerlendirilmiş, dolayısıyla izharı uygun görülmemiştir.

Velayet için illa keşf ve keramet şart değildir. Bütün evliyalardan daha üst mertebede yer alan Resulullah’ın ashabında fazla görülmemiş olması, bunu isbat eder. Asr ı saadeti anlatan kitaplarda zikredilen kerametlerin sayısı, üç-beş tanedir. Bunlardan en meşhuru, Hz. Ömer’in hilafeti döneminde Medine’de birgün hutbede iken “Ya Sariye! Dağa, dağa!” diye bağırmasıdır. Sariye, Hz. Ömer’in komutanıdır. O esnada ıran’da Mecusilere karşı savaşmaktadır. Hz. Ömer’in sesini duyar. Ordunun sırtını dağa yaslar, galip gelirler.

Kerametten daha mühimmi, istikamettir. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hud, 112) ayeti, istikameti emreder. Tarîkattan gaye keramet değil, istikamet olmalıdır. Çünkü, “Bu dünya, daru’l- hikmettir, daru’l-hizmettir. Daru’lücret ve mükafat değildir.”

Allah’ın veli kulları her devirde olmuşlardır ve kıyamete kadar da olmaya devam edeceklerdir. Veli, görüldüğünde Allah hatıra gelen kimsedir. Böyle insanlar, “dikkat edin! Allah’ın evliyası için ne bir korku vardır. Ne de onlar üzülürler” (Yunus 62) ayetinin mazharıdırlar. ıç alemleri çalkantılardan uzaktır. Huzur ve itminana ermişlerdir. ıç âlemlerindeki nuraniyet, dışlarına da aksetmiştir. Onları görmek, insana huzur verir, mukaddes şeyleri hatırlatır.

Veliler rahmetin celbine, belaların def’ine vesiledirler. Birer manevi cazibe alanına sahiptirler. Ordudaki subaylardaki rütbeler misali, onların da rütbeleri vardır. ınd-i ılahide makbul insanlar olduklarından, onlara düşmanlık edenler, semâvi afetlere maruz kalırlar.
http://www.sorularlarisaleinur.com/s...w_qna&id=11465
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

11

19.10.2007, 08:51

Alıntı sahibi ""Hulusi5""

http://www.sorularlarisaleinur.com/s...word=akrebiyet
Keşf ve keramet, Allah’ın veli kullarında meydana gelen harikulade hallerdir.

... onlara düşmanlık edenler, semâvi afetlere maruz kalırlar.
http://www.sorularlarisaleinur.com/s...w_qna&id=11465


@ Hulusi5

Buraya eklediğiniz yazıları başka bir forumdan kopyala & yapıştır usulüyle ekliyorsunuz galiba, çünkü yazılarda geçen linkler eksik. Sadece başkısmı ile sonu var. Bu yazıları aldığınız forumdaki bir yama veya özellik var. Uzun linkleri otomatik olarak kısaltıyor ve sadece başlangıcı ile sonunu gösteriyor. Bu tür linkler o forumda çalışır fakat başka forumlarda çalışmaz! Lütfen kaynak verirken çalışan linkler ekleyelim.

Allah razı olsun...
"We are the Warriors of Love, We Have no Time For Enmity"

12

19.10.2007, 10:24

dikkat etmemiştim webmaster kardeşim..

5.mektubla lakalı bir derleme yapmıştım.

Bu yaptığım çalışmayı faydalı olur diye buraya aktarıyorum.

çaılşan linkler eklemeyeyim..

sadece alıntıladığım yerin adını versem olur mu?
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

13

19.10.2007, 15:33

Senin birinci sualin ki, "Sahabeler nazar-ı velâyetle müfsitleri neden keşfedemediler? Tâ, Hulefâ-yı Râşidînin üçünün şehadetini netice verdi. Halbuki, küçük Sahabelere, büyük velîlerden daha büyük deniliyor."


Elcevap: Bunda iki makam var.


Birinci Makam:
Dakik bir sırr-ı velâyetin beyanıyla sual halledilir. şöyle ki:
Sahabelerin velâyeti, velâyet-i kübrâ denilen, veraset-i nübüvvetten gelen, berzah tarikine uğramayarak, doğrudan doğruya zâhirden hakikate geçip akrebiyet-i ılâhiyenin inkişafına bakan bir velâyettir ki, o velâyet yolu, gayet kısa olduğu halde gayet yüksektir. Harikaları az, fakat meziyâtı çoktur. Keşif ve keramet onda az görünür.
Hem evliyanın kerametleri ise, ekserisi ihtiyarî değil. Ummadığı yerden, ikram-ı ılâhî olarak bir harika ondan zuhur eder. Bu keşif ve kerametlerin ekserisi de, seyr ü sülûk zamanında tarikat berzahından geçtikleri vakit, âdi beşeriyetten bir derece tecerrüd ettiklerinden, hilâf-ı âdet hâlâta mazhar olurlar.
Sahabeler ise, sohbet-i nübüvvetin in'ikâsıyla ve incizâbıyla ve iksiriyle, tarikatteki seyr ü sülûk daire-i azîminin tayyına mecbur değildirler. Bir kademde ve bir sohbette, zâhirden hakikate geçebilirler. Meselâ, nasıl ki dün geceki Leyle-i Kadre ulaşmak için iki yol var:
Biri, bir sene gezip dolaşıp tâ o geceye gelmektir. Bu kurbiyeti kazanmak için bir sene mesafeyi tayyetmek lâzım gelir. şu ise, ehl-i sülûkün mesleğidir ki, ehl-i tarikatin çoğu bununla gider.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=758
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

14

19.10.2007, 15:34

ıkincisi, zamanla mukayyet olan cism-i maddî gılâfından sıyrılıp tecerrüdle ruhen yükselip, dün geceki Leyle-i Kadri öbür gün leyle-i îd ile beraber, bugünkü gibi hazır görmektir. Çünkü ruh zamanla mukayyet değil. Hissiyat-ı insaniye ruh derecesine çıktığı vakit, o hazır zaman genişlenir; başkalarına nisbeten mazi ve müstakbel olan vakitler, ona nisbeten hazır hükmündedir.
ışte bu temsile göre, dün geceki Leyle-i Kadre geçmek için, mertebe-i ruha çıkıp maziyi hazır derecesinde görmektir. şu sırr-ı gamızın esası, akrebiyet-i ılâhiyenin inkişafıdır. Meselâ, güneş bize yakındır; çünkü ziyası, harareti ve misali aynamızda ve elimizdedir. Fakat biz ondan uzağız. Eğer biz nuraniyet noktasında onun akrebiyetini hissetsek, aynamızdaki misalî olan timsaline münasebetimizi anlasak, o vasıtayla onu tanısak; ziyası, harareti, heyeti ne olduğunu bilsek, onun akrebiyeti bize inkişaf eder ve yakınımızda onu tanıyıp münasebettar oluruz. Eğer biz bu'diyetimiz nokta-i nazarından ona yakınlaşmak ve tanımak istesek, pek çok seyr-i fikrîye ve sülûk-u aklîye mecbur oluruz ki, kavânin-i fenniye ile fikren semâvâta çıkıp semâdaki güneşi tasavvur ederek, sonra mahiyetindeki ziya ve harareti ve ziyasındaki elvân-ı seb'ayı uzun uzadıya tetkikat-ı fenniye ile anladıktan sonra, birinci adamın kendi aynasında az bir tefekkürle elde ettiği kurbiyet-i mâneviyeyi ancak elde edebiliriz.
ışte şu temsil gibi, nübüvvet ve veraset-i nübüvvetteki velâyet, sırr-ı akrebiyetin inkişafına bakar. Velâyet-i saire ise, ekseri kurbiyet esası üzerine gider, birçok merâtipte seyr ü sülûke mecbur olur.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=759
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

15

19.10.2007, 15:36

Eğer denilse: "Hazret-i Ömer'in (r.a.) minber üstünde, bir aylık mesafede bulunan Sâriye namındaki bir kumandanına, deyip, Sâriye'ye işittirip, sevkülceyş noktasından zaferine sebebiyet veren kerâmetkârâne kumandası ne derece keskin nazarlı olduğunu gösterdiği halde, neden yanındaki katili Firuz'u o keskin nazar-ı velâyetiyle görmedi?"

Elcevap: Hazret-i Yâkup Aleyhisselâmın verdiği cevapla cevap veririz. Haşiye
Yani, Hazret-i Yâkup'tan sorulmuş ki, "Niçin Mısır'dan gelen gömleğinin kokusunu işittin de, yakınında bulunan Kenan kuyusundaki Yusuf'u görmedin?" Cevaben demiş ki:
"Bizim halimiz şimşekler gibidir; Bazen görünür, Bazen saklanır. Bazı vakit olur ki, en yüksek mevkide oturup her tarafı görüyoruz gibi oluruz. Bazı vakitte de ayağımızın üstünü göremiyoruz."

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=760
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

16

20.10.2007, 01:22

Allah razi olsun calismalariniz paylastiginiz icin.
Ancak su link meselesi yerine sadece Risalei Nur kitap konu sayfa verseniz daha iyi takip olur, mesela üstte 15. Mektup varsa sayfasi yoksada tarfi iste 15.Mektup 1 Nokta vs. gibi. Ben linklere pek girmiyorum, yazilandan dikkati dagitiyor gibi . Farzedin bu calismanizi birisi yazicidan cikarticak olsa kaynaklar gözükmez. Tabi bazi kaynaklarda baska care yokta, özellikle Risalede olsa iyi olur.

Acizane...

17

21.10.2007, 12:28

her dersin kendine has risayeti vardir !

Bismillahirrahmanirrahim

velhamdulillahi rabbil alemin vesselatu vesselamu ala resulina Muhammedin s.a.m ve ala alihi vesahbihi ecmain.. amin.

Her dersin kendi Riyasetinde bir makaminin oldugu o konu islenirken o dersin zimninde islenmesi o dersin inkisafini dahada kisa ve kolay kilar bu malumdur.
24 söz de
zühre
katre
resha
namlari ile 3 cesit ve 3 sekil ve ikiser tarik ile alinan yol seyri sülük anlatilir
orda 9 taifeye belki 27 taifeye isaret edilir
orda kim kendinde ne var ve ne yapmalidir
velayeti sugra vusta kübra nedir nasil olur yolu nasildir aciklanmistir
insallah bu islenmekte olan ders o menzelde ve o dersin riyasetinde islenirse taleb edilen hakikatler zuhur eder...
Allah azze ve celle cümlemize ihsanini bol ve genis vede hayrli olan tarafindan tutup ihsan ede ve bizleri ihlasta sadakatte ve Risale i nur talebesi olmak icin ne gerekiyorsa o haller iole hallendire...
nefsimizin nazarimizin ve aklimizin boyayarak ben böyle anliyorum dan kurtarip Risale i nurda anlatilanlari anlayip tasdik edip iman edip yasamayi bizlere nasib ede amin
Allahim sen bizi siddiklarden salihlerden razi oldugun Risale i nur talebelerinden eyle amin...
O hazret ve hazretlere selatu selam eyle bizi himmetleri ile ehya eyle amin amin amin bi Hürmetil seyidin ...

18

20.08.2008, 09:47

Bu hakikatlardan sonra devam ediyor Hz.ımam Rabbani(ra)

Hem demiş ki: "Tarik-i Nakşîde iki kanatla sülûk edilir.

Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek

ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur.

Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez."

Demekki..imanda tahkikiye ermeden ve dinin farzlarına uymadan tariki nakşide gidilmez..

19

20.08.2008, 09:47

Öyleyse, tarik-i Nakşînin üç perdesi var:
Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye (iman hakikatlarına) hizmettir ki, ımam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir(son) zamanında ona sülûk etmiştir. (imana hizmet yolunu tutmuştur)
ıkincisi: Ferâiz-i diniyeye(dinin farzlarına) ve Sünnet-i Seniyyeye tarikat perdesi altında hizmettir.
Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla emrâz-ı kalbiyenin (kalbi hastalıkların) izalesine( çalışmak, kalb ayağıyla sülûk etmektir.

Birincisi farz,

ikincisi vacip,

bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.

20

20.08.2008, 09:48

Madem hakikat böyledir.
Ben tahmin ediyorum ki, eğer şeyh Abdülkadir Geylânî (r.a.) ve şah-ı Nakşibend (r.a.) ve ımam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar,

bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i ıslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi.

Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir.

ımansız Cennete gidemez;

fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur.

Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir.

Tasavvuf meyvedir, hakaik-i ıslâmiye gıdadır.

Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi.

şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl değil.

ışte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur'ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir