Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

21

08.03.2007, 21:36

Risale-i Nur eserlerinin anlaşılması kolay yerleri olduğu gibi şahsım adına her okuduğumda zorlandığım ve hep merak ettiğim bahislerin başında Kader Risalesi gelmiştir. Çoğu zaman bu zorlandığım yerleri direk okumuş ve zamana tehir etmişimdir.Ancak ders arkadaşlarımız ve talebelerden de bu bahislerle ilgili çok soru aldığımı da beyan etmek istiyorum.Kendi gayretimle ve müzakereli yaptığımız derslerle bir kısım açılımlar yakaladığımı sanıyorum,ancak yeterli olduğuna inanmıyorum. Bu kısım Kader Risalesinde ve ışaratü’l ı’caz’da geçen aşağıdaki bölümlerdir. Çok uzun olmayan ancak çok sırları ve hayatımıza bakan yönleri olan bahsi birlikte mütalaa edelim ve paylaşımlarla yeni açılımlara ve anlamalara vesile olur inşallah. Daha çok sosyal hayatımıza yansıyan boyutları da incelersek istifademiz daha çok olur.



Bir emrin, behemehal (ıster istemez) bir müessirin tesiriyle vücuda gelmesi lâzımdır ki, tereccuh-u bilâ-müreccih lâzım gelmesin. (ışarat-ül ı’caz-s:74)



Risale-i Nur eserlerinin belki de en fazla zorlandığımız yerlerinden birisidir yukarıdaki cümle.Bu kısmı tamamlayan diğer bir bölüm de Yirmialtıncı Söz ,Kader Risalesinde vardır.ışte o kısım:

“Eğer desen: Tercih bilâ müreccih muhaldir. (Haşiye)[1] Halbuki, o emr-i itibarî dediğimiz kesb-i insanî; bazan yapmak ve bazan yapmamak; eğer mûcib bir müreccih bulunmazsa tercih bilâ müreccih lâzım gelir. şu ise, usûl-ü kelâmiyenin en mühim bir esasını hedmeder?

Elcevab: Tereccuh bilâ müreccih muhaldir.Yani: Müreccihsiz, sebebsiz rüchaniyet muhaldir. Yoksa, tercih bilâ müreccih caizdir ve vaki'dir. ırade bir sıfattır. Onun şe'ni, böyle bir işi görmektir.”



--------------------------------------------------------------------------- -----


[1] (Haşiye): Tereccuh ayrıdır, tercih edici ayrıdır, çok fark var

22

08.03.2007, 21:37

Bu bahis ile ilgili"Tereccuh ayrıdır, tercih edici ayrıdır, çok fark var." kısmı ile ilgili daha önce hazırladığım bir yazıyı eklemek istiyorum.Öce tereccuh ve tercihin farkının ne olduğuna bakalım sonra "Tercih bilâ müreccih muhaldir." ve "Tereccuh bilâ müreccih muhaldir." bahislerine devam ederiz inşallah.


TERECCÜH AYRI, TERCıH AYRIDIR

Kur’an dersleri olan Risale-i Nur külliyatının demir leblebi tabir edilen bölümlerinden biridir Kader Risalesi. Üzerinde günlerce düşünmek ve müzakere etmek icap eder bazen. ışte Yirmi Altnncı Söz ıkinci Mebhasın başında “Ehl-i ilme mahsus,” cümlesine bir haşiye konulmuştur. Haşiye şöyle başlar;”Bu ikinci Mebhas,en derin ve en müşkül bir sırr-ı kader meselesidir.Bütün ulama-i muhakkikînce en ehemmiyetli ve münazaralı bir mesele-i akaid-i kelâmiyedir;Risale-i Nur tam halletmiş.”[1] Bu haşiyeden de anlaşılıyor ki,bu bölüm derin ve müşkül,ancak ehl-i ilim için de halledilmiştir. ınşallah bizler de ıkinci Mebhas içersindeki “Eğer desen tercih bilâmüreccih muhaldir.” Diye başlayan sorunun haşiyesinde bulunan “Tereccüh ayrıdır, tercih ayrıdır; çok fark var.[2]”cümlesindeki tereccüh ve tercihin farkına bakmaya ve anlamaya çalışacağız bu yazımızla.

Tereccüh; üstün olmak, kendiliğinden üstünlüktür. Üstünlük için hiçbir sebep yokken bir şeyin diğerinden üstün olmasıdır.

Tercih ise; üstün tutmak, bir şeyi diğerinden fazla beğenmek, fazla itibar etmektir.

Tereccühte kendiliğinden bir üstünlük söz konusudur. Tercihte ise kişinin üstün tutma, fazla itibar etme durumu söz konusudur. Tereccüh ve tercih arasındaki fark için şunu da söyleyebiliriz sanırım. Tercih bizim irademizle gerçekleşiyor, tereccühte ise irade söz konusu değildir. Çünkü bir şey kendiliğinden üstün ise orada irade iptal demektir. Üstün olan bir şeyi tercih etmek söz konusu değildir. Zaten üstün olan bir şey bizi kendisine zorunlu kılmıştır. Biz hiçbir üstün sebep yokken iki eşit şeyden birini diğerine tercih ederiz ve irademizle bu seçimi yaparız. Çünkü irade bir sıfattır; onun şe’ni, böyle bir işi görmektir.[3] ıradenin zorlandığı yerde elbette ki tercihten söz edemeyiz. Bu olsa olsa tereccüh olur. Tereccühte ise bizi zorlayan üstün olan bir özellik vardır.

Mesela, iki elmadan birisi çürük ve küçük, diğeri sağlam ve iri olsun. Sağlam ve iri elma çürük ve küçük elmaya göre üstün bir özelliğe sahiptir. Bu durumda bir kişiye sen bu iki elmadan birini tercih et diyemezsin. Çünkü elmalar eşit şartlarda değildir. Bu durumda tercih yapmak imkânsızdır. Bir zorunluluk söz konusudur ve kişinin iradesi sağlam ve iri elma yönünde zorlanacak demektir. şimdi eşit şartlarda iki elma farz edelim. Bu durumda ise kişi, elmalar arasında üstünlük sebebi olmadığından birini diğerine tercih edebilecektir. Burada iradenin hür ve serbest oluşu görülmektedir. Zaten iradenin şe’ni de bunu gerektirmektedir. Bu izahattan sonra “Tereccüh ayrıdır, tercih ayrıdır; çok fark var.” diyebiliriz.



Abdulbaki



--------------------------------------------------------------------------- -----

[1] Sözler s:754 (Renkli Y.A.N.)

[2] Sözler s:759 (Renkli Y.A.N)

[3] Sözler s:760 (Renkli Y.A.N)

23

12.03.2007, 10:38

Allah razı olsun.
Tereccüh meselesinin ve Kader meselesinin anlaşılması halinde pek çok dalalet fırkasının mecrasını düzelteceğine inandım

Mesela şia Hz. Aliye sebebsiz üstünlük veriyor. Vahabiler sebebsiz aşağılıyor. Bu meselede orta yolu bulan Ehl-i Sünnet gözüküyor.
Tereccüh meselesini biraz anladığımda ilk aklıma geleen bu mesele oldu. Çok mu siyasiyim? :oops:

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

24

12.03.2007, 11:01

Kader Risalesinde geçen çocuk örneği çok meseleyi aklıma açtı.

Hiç oraya bakmadan aklımda kalanı eleştirinize açıyorum

Mesela, çocuğumu omuzuma aldım. "Seni istediğin yere götüreyim,serbestsin" dedim. Ona bir hür irade verdim. Yürümeye başladık. Orda ateşi gördü. Oraya gitmek istedi. Ben ona "Ateş seni yakar. şerdir" dedim. Ona gülistanı gösterdim. O oraya gitmekte ısrar etti. Götürdüm yandı. Geri dönmek istese çıkartırım. Yok ateşin yanmasından bir haz alır ve yürümeye devam etsek cezaya müstahak olur.
Yada çocuğum ateşe gitmek istedi. Ben onu merhametimden gülüstana götürebilirim.

Yada o gülistana gitmek için ateşe temas etmek gerekir. Onu ordan geçirebilirim. O diyemez ki "beni yaktın". Zaten ordan geçmek istiyordu. Ona bıraksam o ateşten çıkamaz yanardı. Oysa ben merhametimden onu gülistanın yolunu öğrettim.

Aslında burda Allah'ın Külli iradesi gözüküyor.
Mesela ayette diyor "Biz dileseydik herkez iman ederdi".
Yani dileseydik herkezi gülistana götürüdük anlaşılır. Ancak hür iradenin verilmiş olmasının gereğinden müdahale yok. Ancak, gülistanı ararken ateşe düşmüş olanlara Merhameti ile yolu gösteriyor veya götürüyor.

Yada "onlar iman etmezler" denmiş. Yine cüzz-i iradeye atıf var. Yani, onlar ateşe girmiş ve o ateşten tuhaf bir haz alıyorlar. Onlar ordan çekilse dahi çıkmak istemiyorlar" dendiğini anlıyorum. Bıraklımaya müstehak oluyorlar.

Yine aynı şekilde Allah dileseydi kimse iman etmezdi. Dileyebilme iradesi başka Adalet ve Merahamet başka. Dileyemez başka dilemez başka.

Yani ben çocuğumu istesin istemesin ateşede gülistana da götürürüm. Adalet gereği, sözüm gereği iradesine müdahale etmiyorum. Ateşi isterse götürürm. Ancak ateşi istese dahi niyetine göre onu gülistana götürsem Merhametimdendir. Hem Adalete münafi değil. Ateşe götürdüğüm başka bir çocuk olsa diyemez ki "onu niye götürdün beni niye kurtramadım"
O zaman derim "şer olduğunu söylemiştim,dinlemedin"

Neyse çok karıştı. Fikrim kabz oldu.

Konuya devam etmek isterim.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

25

12.03.2007, 13:00

Tereccuh ve tercih bila müreccih konusuna biraz daha devam edelim inşallah.

Eğer desen: Tercih bilâ müreccih muhaldir. Halbuki, o emr-i itibarî dediğimiz kesb-i insanî; bazan yapmak ve bazan yapmamak; eğer mûcib bir müreccih bulunmazsa tercih bilâ müreccih lâzım gelir. şu ise, usûl-ü kelâmiyenin en mühim bir esasını hedmeder?

Elcevab: Tereccuh bilâ müreccih muhaldir.Yani: Müreccihsiz, sebebsiz rüchaniyet muhaldir. Yoksa, tercih bilâ müreccih caizdir ve vaki'dir. ırade bir sıfattır. Onun şe'ni, böyle bir işi görmektir.”

Yukarıdaki soru ve cevapta en önemli cümleler “Tercih bilâ müreccih muhaldir.” Ve “Tereccuh bilâ müreccih muhaldir.” Cümleleridir.Bu cümleleri incelersek;

1.Tercih bilâ müreccih : Sebepsiz tercih, sebepsiz yere üstün tutma, hiç bir üstünlük sebebi yok iken birbirine eşit iki şeyden birisini diğerine üstün tutma, yönelme.

2. Tereccuh bilâ müreccih : Bir şeyin kendi zâtında diğer şeye karşı bir üstünlük vasfı olmadığı hâlde, hiç sebepsiz üstün bulunması.Hiçbir üstünlük sebebi olmaksızın birinin diğerine tercih edilmesi.

Yukarıdaki iki kavramın anlamları ile bu meseleyi tam anlayamayacağız. Biraz daha açılım yapmak gerekiyor.Burada cümlelerin tamamını alarak inceleyecek olursak;

Üstada soru şöyle soruluyor.” Eğer desen: Tercih bilâ müreccih muhaldir.”Yani bizim bir tercih yapmamız için mutlaka tercih ettiğimiz şeyde üstün bir özellik olaması gerekir.Eğer tercin ettiğimiz şeyde diğerinden üstün bir özellik yoksa burada tercih yapmak imkansızdır deniliyor.

Üstad hazretleri ise buna karşı “Tereccuh bilâ müreccih muhaldir.Yani: Müreccihsiz, sebebsiz rüchaniyet muhaldir.” Diye cevap vererek üstün bir özelliği ve sebebi olan şeyi tercih etmenin imkansız olduğunu söylüyor.Yani tercih edilecek iki şeyden biri diğerine üstün ise onu tercih etmek imkansızdır.Çünkü o üstün özellikteki şey bizi kendine üstün özelliği ile mecbur kılmış ve iradamizi iptal etmiş,biz hür ve zorlamadan yapacağımız tercihi üstün özellik yönünde zorlayarak cüz’i ihtiyariye zıt bir davranış yapmış oluyoruz.ışte burası meselenin can alıcı noktası olaması gerekir.

Öbür taraftan “tercih bilâ müreccih caizdir ve vaki'dir” ise sanırım şöyle olmalıdır.Biz iki şeyden birisine tercih yapmak için tercih yapacağımız şey için ille de üstün bir sebep aramayız.Eşit şartlarda iki şeyden birini tercih ettiğimiz zaman irade gereği hür olarak tercih yapmış oluyoruz.Çünkü “ırade bir sıfattır. Onun şe'ni, böyle bir işi görmektir.”

Demekki muhal olan “Tercih bilâ müreccih” değildir. Muhal olan “Tereccuh bilâ müreccih” tir.Bizim hayatımızda yaptığımız tercihlerde caiz ve vaki olan iradenin zorlanmadan serbest ve hür yaptıkları caiz ve vakidir.

Bu meseleyi günlük hayattan, Kur’an,sünnet ve yaşanmış olaylar ile bir takım mezheplerin görüşlerinden örneklerle açıklamaya çalışalım.Böylece mesele bu açıklamalarla daha anlaşılır olur inşallah.

26

14.03.2007, 10:57

Bu meseleyi günlük hayattan, Kur’an,sünnet ve yaşanmış olaylar ile bir takım mezheplerin görüşlerinden örneklerle açıklamaya çalışalım.Böylece mesele bu açıklamalarla daha anlaşılır olur inşallah.

Bekliyoruz Abi :P

Ayrıca Fiili Allah'ın yaratma meselesini daha iyi açıklamak lazım.
Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

pegasoszaza

Orta Düzey

Mesajlar: 206

Konum: ANTALYA

Meslek: TOPTAN

Hobiler: HıZMET

  • Özel mesaj gönder

27

14.03.2007, 11:18

Allah (cc.) Kuran-ı Kerim de Biz sizi varlıkla ve yokluklarla sınıyoruz diyor...

Yani fakirleşen bir insanın fakir oluşunu Allah Teala takdir ediyor..

aynı şekilde zenginliğinde...

insanoğlu varlığa ulaşınca çoğunkukla kendinden bilip ben diyor ve Rabbinden uzaklaşıyor..

yokluk ta da Rabbini daha fazla anıyor..

musibetler şefkat tokadı oluyor yani...

ben büyük umutlarla bir işyeri açıyorum...fakat terslikler yakamı bırakmıyor ve batıyorum...

şimdi kader planında olduğu için mi battım.?
yoksa beceriksizlikten mi battım...?

işlerim çok iyi gitti..milyoner oldum...

çok mu başarılıyım?
yoksa kader planında böyle mi?


kader bahsi aslında çok ince bir bahistir..

bence hazır olmayanların bu bahse dahil olmaması gerekir...

bunun için dar dairelerde mürşitler eşliğinde konu açılımalıdır...

son olarak şunu söylemek isterim...

Rabbimin uygun gördüğü bir zaman diliminde,O nun takdir ettiği bir ailenin çocuğu,yeğeni dayısı vs.vs,O nun takdir ettiği bir cinsiyette,O nun takdir ettiği ile evlenip Onun takdir ettiği çocuklar sahip olarak yani kaderimizle doğumumuz ve ölümümüzle dünya ya geliyoruz.....

bizim yaptığımız tüm fiillerde %99 Külli irade %1 cüz-i irade mevcut diyebiliriz...

biz beşere düşen cüz-i iradesi ile bu kurgudaki bütün fiiller karşısında FıKRETMEK - ZıKRETMEK -VE - şÜKRETMEKTıR...
musibetlere sabır ve Emri ılahiye uymaktır...

bunun arzusu cüz-i iradedendir...

tepkisizlikte gaflettir ve bu eylemleri yerine getirmemek tir.....
Sözlerin kalbinin sesi ve yansıması değil ise, gevezeliğin manası ne...?...

28

14.03.2007, 12:57

Alıntı sahibi ""Ceka""

Bu meseleyi günlük hayattan, Kur’an,sünnet ve yaşanmış olaylar ile bir takım mezheplerin görüşlerinden örneklerle açıklamaya çalışalım.Böylece mesele bu açıklamalarla daha anlaşılır olur inşallah.

Bekliyoruz Abi :P

Ayrıca Fiili Allah'ın yaratma meselesini daha iyi açıklamak lazım.
Muhabbetle


şimdi bu zor kabul ettiğimiz bahsi biraz daha anlamaya vesile olacak açılımlara bakalım.

Biliyorsunuz Allah hepimizi imtihan etmektedir.Her birimizin imtihanı ise faklı olaylarla olabilmektedir.Ayrıca peygamberlerin hayatları da bizim imtihanlarımıza birer örnek ve derslerle doludur.Mesela Hz.ıbrahim (a.s).’in hayatından iki olayla konumuza bakan yönleri nazara vermek istiyorum. Hz.ıbrahim (as) oğlu ısmail (as) ile imtihan edilmektedir.Teferruatına girmeyerek olaydaki incelikten alacağımız dersi nazara vermek istiyorum.Bıçak zahirde kesen bir alettir.Ancak emir altında kesmemektedir.Demek ki bıçağın kesmesi bıçağın zatından değildir.Yani bıçak zatında kesiyordu da Allah bıçağa kesmeyi emretmemiştir.Bıçak emir ile keser ve yine emir ile kesmez.Burada bıçağın kesmesi ,bıçağı üstün bir vasfa taşımaz.eğer bıçak zatında kesiyor olsaydı,ısmail’i kesmesi gerekirdi.Aynı olaya Hz.ıbrahim(as)’in ateşe atılmasında şahit oluyoruz.Zahiren ateş yakar.Ancak emir ile ıbrahim(as)’i yakmamıştır.Demek ateşte emir ile yakıyor ve yine emir ile yakmıyor.Buradan şuraya geleceğiz.Emrin olduğu yerde eşyadaki üstünlük emre bakar.Eşyanın zatında bir üstünlük yoktur.Eşya Allah’ın kudreti ile yaratılmış ve Allah’ın şuunatında zerre ve küreler birdir.

Bu konuyu birde hüsün-kubuh meselesi ile açmaya çalışalım. Biliyorsunuz Mutezile mezhebi ile Ehl-i sünnet mezhebi kubuh ve hüsün(güzel-çirkin) meselesinde zıt itikada sahiptirler.Mutezile der:Eşya zatında çirkin idi ve Allah onun çirkin olması nedeniyle ona çirkin emretti.Burada Allahın iradesi yaratmış olduğu eşyaya zorunlu kılınıyor ki işte bu Allahın yüce sıfatlarına bir eksiklik vermektir.ışte Mutezile böyle bir hata ile eşyaya bir üstün özellik vererek eşya zatında çirkin idi,Allah ona çirkin emretti ve eşya zatında güzel idi ki Allah ona hüsün emretti diyerek en büyük bir itikadi kırılmayı yaşamıştır.Allah’ın sonsuz iradesini yarattığı eşyaya zorunlu bir tercihe zorlanmış durumuna düşürmüştür.

Halbuki ehl-i sünnet böyle bir itikadın hatalı olduğunu ve eşyanın emir ile hüsün(güzel) ve yine emir ile çirkin olduğuna itikat etmiştir.Yani Allah bir şeye emretmiştir o güzel olmuştur,yine emretmiştir o çirkin olmuştur.Burada şu örmeği de verebiliriz.Mutezile der,ikçi zatında çirkin idi Allah ona çirkin emretti.Ehl-i sünnet der,içkiye Allah emretti içki de çirkin oldu.Çirkinlik ve güzellik tamamen emre bakar diye itikat eder.ışte orta yol budur.

Bundan başka şu örmekleri de verebiliriz. Yolculukta namaz kısaltılır. Namazın kısaltılmasının illeti emirdir, yani seferden dolayı Allah namazı kısaltmayı emreder. Hikmeti ise zahmettir. şimdi birisi diyebilirmiki zahmet yok ben namazı kısaltmam. Elbette diyemez. Çünkü sefer var ise başka sebepler emri kesinlikle bozamaz. Burada da emrin olduğu yerde sebeplerin ve eşyanın kesinlikle üstünlüğünden bahsetmemiz mümkün değildir.

Birkaç örnek ile meseleyi biraz daha açmaya gayret edelim inşallah.

Yine biliyoruz ki Hz.Adem topraktan yaratıldı,ıblis ise ateşten.Bu örnekte meselenin anlaşılması daha da kolaylaşacak diye düşünüyorum.Allah Hz.Adem’e karşı meleklere ve ıblise secde etmelerini emretmiştir.Melekler emre itaat ettiler ve secdeyi yaptılar.Olayın ayrıntısına girmiyorum.ıblis ise tamda konumuzun düğüm noktası olan hataya düşmüştür.Yani” Tereccuh bilâ müreccih” vartasına düşmüştür.Adem’in topraktan yaratıldığını ve kendisinin ise ateşten yaratıldığını ileri sürerek kendince zatında bir üstünlük görerek secde emrinin kendisine yapılmasını istemiştir.Çünkü ıblis gururu yüzünden Adem’e secde etmemiş aklınca üstün olduğunu ileri sürmüş,böylece bir tercih yapılması icap edecekse üstün olan kendisine yapılması gerektiğini istemiştir.Halbuki yukarılarda işlemeye çalıştım,Allahın iradesi böyle bir tercihe zorunlu olamaz.Çünkü sonsuz bir irade sahibi nasıl olurda yarattığı bir mahlukun daha fazla üstün olan benim diye isteğine mahkum olabilir.Bu Allah’ın sonsuz olan iradesi ile elbetteki bağdaşmaz.ışte ıblis “ Tereccuh bilâ müreccih” vartası ile huzurdan kovulmuş ve esasında Allah’ın emrine isyanı üstün olduğunu iddia ederek yapmıştır.Allah’ın kudretinde toprak ve ateş birdir.Hangisine emrederse o,o zaman üstün olur.Yani üstünlük eşyanın zatında değil,emirdedir.

Demek ki bizlerde tercihlerimizde bizim irademizi zorlayan yerlerde irademizin Alahı’ın emri doğrultusunda yapmamız gerekir.Yoksa iki eşit şetle karşı karşıya kaldığımızda elbetteki irademizi zorlamadan birini diğerine üstün bir sebep aramadan tercih edebiliriz.Bu ise “tercih bilâ müreccih caizdir ve vaki'dir” sırının gerçekleşmesidir.Yoksa iki varlıktan biri diğerine üstün bir özelliğe sahip ise yani kırık ve sağlam sandalyeden birini tercih et demek iradenin sağlam sandalyenin tercihine zorlanmasıdır ki işte bu da “Tereccuh bilâ müreccih muhaldir” sırırının gerçekleşmesi olur.

ınşallah konuya başka açılımlarla devam edeceğiz.

29

14.03.2007, 15:13

Rabbim razı olsun. Sana hadsiz teşekkür ederim Abi. Mükemmel anlattın. ınan harika tarzınla idrak ettim.

pegasoszaza kardeşin dediği için ne dersin; bu türden meseleler Mürşid eşliğinde mi işlenmeli?


Bir de; bu Mutezile gibi dalalet fırkalarını bu çeşitten hataya düşmelerinde ki sebeb nedir sizce?
Senin için dua ediyorum Abi!
Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

30

14.03.2007, 15:32

Alıntı sahibi ""Ceka""

Rabbim razı olsun. Sana hadsiz teşekkür ederim Abi. Mükemmel anlattın. ınan harika tarzınla idrak ettim.

pegasoszaza kardeşin dediği için ne dersin; bu türden meseleler Mürşid eşliğinde mi işlenmeli?


Bir de; bu Mutezile gibi dalalet fırkalarını bu çeşitten hataya düşmelerinde ki sebeb nedir sizce?
Senin için dua ediyorum Abi!
Muhabbetle

Duana çok muhtacım canım kardeşim.
pegasoszaza kardeşin açıklamalarına inşallah ileride paylaşımlarla devam ederiz.
Bu mutezile gibi dalalet fırkalarını bu çeşit hatalara düşüren elbetteki bir kaç neden olmalıdır.
Birincisi Mutezile imamları aklı vahyin önüne alarak hikmeti emrin önüne koymuşlardır.
ıkincisi çirkinlikleri ve kötü filleri güya Allaha vermeyerek bir nevi Allahı çirkin ve kötü fillerden takdis etmeyi düşünmüşlerdir.tabiki bu doğru değildir.burada da aklı öncelemişlerdir.Bunu üstad şu şekilde ifade eder değil mi?
"Halk-ı şer şer değil,kesb-i şer şerdir."
Selametle canım kardeşim.

31

14.03.2007, 15:54

Allah razı olsun Abi
Duamı eksik etmiyorum.
Senin için Risale-i Nuru şefatçi yaparak dua ediyorum.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

32

14.03.2007, 18:19

Konuya Birinci Sözden devam edelim inşallah.Çünkü Birinci Söz çok sırları ihtiva ediyor."Tereccüh bila müreccih" konusuna birde buradan açılımla bakalım.önce ilgili yeri alalım."

Biliyoruz ki taş sert ve katı bir maddedir.Ancak "Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları "Bismillâh" der, sert olan taş ve toprağı deler, geçer. "Allah namına, Rahmân namına" der; herşey ona musahhar olur." sırrınca taş dahi zahirde sert gözükürken emir aldığında yani Allah namına,rahman namına denilince emre itaat ediyor,üstünlük gibi görülen sertlik o yumuşacık kökler karşısında pamuk gibi yumuşamaktadır.Demek ki sert olan maddeler de Allah'ın emri ile hareket ediyor ve emir karşısında ıblisvari bir duruş değil emre itaat eder bir duruş sergiliyor.
Yine "hem şiddet-i hararete karşı aylarca nazik, yeşil yaprakların yaş kalması, tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor, kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki: En güvendiğin salâbet ve hararet dahi emir tahtında hareket ediyorlar ki, o ipek gibi yumuşak damarlar, birer Asâ-yı Mûsâ (a.s.) gibi 'Vur asânı taşa' buyurduk. (Bakara Sûresi, 2:60.)
emrine imtisal ederek taşları şak eder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince, nâzenin yapraklar, birer âzâ-yı ıbrahim (a.s.) gibi, ateş saçan hararete karşı "Ey ateş, serin ve selâmetli ol." (Enbiyâ Sûresi, 21:69) âyetini okuyorlar.(Birinci Söz)

Burada da aynı sırla karşılaşıyoruz.Ateş ve hararet,emir altında hareket ediyor ve tabiatpereslerin en güvendikleri hararet ve salabet dahi Allahın kudreti altında şekil alıyor ve emir ile yakıyor ve yakmıyor; yine emir ile o sert taşlar yumuşuyor ve yine emir ile sert oluyor.O nazenin yapraklar ve yumuşak kökler tabiatpereslerin rağmına Allaha güvenerek ve "Bismillah" diyerek her şeyin dizgini ve gücü elinde olan Allaha dayanıyorlar.
Demekki eşyanın zatında üstünlük aramak ve bu sebeple eşyaya ve espaba tesir vermek şeytani bir duruş oluyor.Allah'ın ermi karşısında her şey şekil alıyor,o zaman biz kullarda "tercih bila müreccih caizdir ve vakidir" sırrınca tercihimizi emir dairsinde yapmalıyız.Yoksa espaba üstün bir vasıf vererek vahyi ve emri bırakır sadece akılla üstün olanları aramaya kalkarsak "Tereccüh bila müreccih" hatasına düşeriz.O zaman ipek gibi kökler ve nazenin yapraklar ağzımıza birer tokat vurabilirler ve manen "tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor, kör olası gözüne parmağını sokuyor" hakikatini bize ihtar ederler.

ınşallah başka açılımlarla devam edeceğiz.

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

33

14.03.2007, 22:24

hasbünallah demeden edemiyorum!

arkadaslar kader olmasaydı tesadüfe tesadüf denirdi. yani; kader noksanlıkları kapatmıstır. benim anladığım kadarıyla insanlarımız kader kaza ve ata kavramını karıstıryor. bir de su var her petekten bal alınmaz. bala azıcık bile zehir karıssa adamı zehirler. harun yahya'cılar maddi dirilişi inkar ediyorlar kadere saldırmalarının sebebi de bu zaten. aklı bulandırmak amacındalar. 26, söz bizlere kafidir. sorulan sorularda pek ala var orada!!!

34

15.03.2007, 14:22

hayır kardeşim maddi dirilişi inkar etmiyorlardır.

dikkatli konuşmak lazımdır...
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

35

15.03.2007, 16:04

Alıntı sahibi ""Hulusi5""

hayır kardeşim maddi dirilişi inkar etmiyorlardır.

dikkatli konuşmak lazımdır...


kendim okudum kardesim maddi olarak var olduğunu ve maddi dirilişi inkar ediyor.!!!

36

15.03.2007, 16:46

Alıntı sahibi ""Abdulbaki""

Konuya Birinci Sözden devam edelim inşallah.Çünkü Birinci Söz çok sırları ihtiva ediyor."Tereccüh bila müreccih" konusuna birde buradan açılımla bakalım.önce ilgili yeri alalım."

Biliyoruz ki taş sert ve katı bir maddedir.Ancak "Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları "Bismillâh" der, sert olan taş ve toprağı deler, geçer. "Allah namına, Rahmân namına" der; herşey ona musahhar olur." sırrınca taş dahi zahirde sert gözükürken emir aldığında yani Allah namına,rahman namına denilince emre itaat ediyor,üstünlük gibi görülen sertlik o yumuşacık kökler karşısında pamuk gibi yumuşamaktadır.Demek ki sert olan maddeler de Allah'ın emri ile hareket ediyor ve emir karşısında ıblisvari bir duruş değil emre itaat eder bir duruş sergiliyor.
Yine "hem şiddet-i hararete karşı aylarca nazik, yeşil yaprakların yaş kalması, tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor, kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki: En güvendiğin salâbet ve hararet dahi emir tahtında hareket ediyorlar ki, o ipek gibi yumuşak damarlar, birer Asâ-yı Mûsâ (a.s.) gibi 'Vur asânı taşa' buyurduk. (Bakara Sûresi, 2:60.)
emrine imtisal ederek taşları şak eder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince, nâzenin yapraklar, birer âzâ-yı ıbrahim (a.s.) gibi, ateş saçan hararete karşı "Ey ateş, serin ve selâmetli ol." (Enbiyâ Sûresi, 21:69) âyetini okuyorlar.(Birinci Söz)

Burada da aynı sırla karşılaşıyoruz.Ateş ve hararet,emir altında hareket ediyor ve tabiatpereslerin en güvendikleri hararet ve salabet dahi Allahın kudreti altında şekil alıyor ve emir ile yakıyor ve yakmıyor; yine emir ile o sert taşlar yumuşuyor ve yine emir ile sert oluyor.O nazenin yapraklar ve yumuşak kökler tabiatpereslerin rağmına Allaha güvenerek ve "Bismillah" diyerek her şeyin dizgini ve gücü elinde olan Allaha dayanıyorlar.
Demekki eşyanın zatında üstünlük aramak ve bu sebeple eşyaya ve espaba tesir vermek şeytani bir duruş oluyor.Allah'ın ermi karşısında her şey şekil alıyor,o zaman biz kullarda "tercih bila müreccih caizdir ve vakidir" sırrınca tercihimizi emir dairsinde yapmalıyız.Yoksa espaba üstün bir vasıf vererek vahyi ve emri bırakır sadece akılla üstün olanları aramaya kalkarsak "Tereccüh bila müreccih" hatasına düşeriz.O zaman ipek gibi kökler ve nazenin yapraklar ağzımıza birer tokat vurabilirler ve manen "tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor, kör olası gözüne parmağını sokuyor" hakikatini bize ihtar ederler.

ınşallah başka açılımlarla devam edeceğiz.


ıllet ve hikmet meselelerinden "tereccüh bila müreccih" meselesine bakalım.

Zamanımızın zahir ulamasınca çokça serrişte edilen karmaşaların altında da sanırım hikmeti Allah'ın iradesinin önünde görmeleri olmalıdır.Bu nedenlede "tercih bila müreccih muhaldir" mantığını gündemde tutarak "terecüh bila müreccih" anlayışını normalleştirmeye çalışıyorlar.Halbuki bu zahir ulamasının yanıldıkları en önemli yer Allah'ın emirlerindeki illet ile hikmeti ayıramamalarıdır.
Mesela seferde namaz kısaltılır.Namazın kısaltılmasının altındaki illet yani hakiki emre bakan sebep seferdir.Hikmeti ise zahmettir.Bu zamnda zahmet yoktur onun içinde seferde namazı kısaltmaya gerek yok demek "tereccüh bila müreccih" mantığıdır.Burada hikmet illetin önüne geçirilmiştir.Bizler ibadetlerimizde bir üstünlük aramadan sadece ve sadece emir olduğu için o ibadeti yaparız.Allahın bize emrettiği ibadetlerde bir üstünlük aramak ve bu üstünlüğe göre ibadet yapmak "tereccüh bila müreccih" mantığını kullanmak olur ve hikmeti emrin önüne koymak olur.Bu duruş bir kırılmadır.Zaten ıblisinde yaptığı ve yanıldığı yer burası değil midir?Kendini Adem'den üstün görüp Allah'ın emrine itaat etmeyip ateşten yaratılmayı topraktan yaratılmaya üstün görerek Allahı'ın iradesini zahiren kendinde görülen ateş olma üstünlüne tercih etmesini istemesidir.Bu şeytani duruştan kurtulmanın bir yolununda bu meseleyi çok iyi anlamak olduğu kanaatindeyim.
şimdi sosyal hayattan örnekler vermek istiyorum.Yine bazı hocalar hacca gidileceğine fakirlere parası yardım olarak yapılsın diyerek burada da emrin yerine maslahatı koyarak aynı hataya düşmekteler.Binlerce hikmet ve maslahat olsa yinede emri iptal edemez.
Yine kurban kesileceğine yardım yapılsın mantığıda aynı yere hizmet etmektedir.

Çokça şahit olduğum bir kırılmayı daha nazarlara vermek istiyorum.Falan şahıstan başkası bu ülkeyi kurtaramaz.Eğer buda yapamazsa başka kimse yapamaz.Bundan başka çaremiz kalmadı.Eğer falan makamı alırsak işte o zaman her şey hallolacak.Tek şansımız ....kişidir.Bizim partiye gelmezseniz ve oy vermezseniz,bizim sendikaya üye olmazsanız....Cümleler uzuyor gidiyor. şimdi bu yaklaşımların hepsinde bir üstünlük kavramı ile tercih edilmesi istenmiyor mu?Bu üstünlükle güya daha dindar,daha Kur'ani olduklarını söylenerek bu arzi ve içtimai çalışmalara,kişilere dinden bir kudsiyet verilerek insanların iradelerini bu tercihte bir üstünlük var siz bu üstünlüğü tercih etmelisiniz diye zorlamaları nereye koyacağız?Burayı daha çok dikkate almalıyız diye düşünüyorum.
Bu çalışma ister istemez bu tür sosyal hayatın kırılmlarını bana hatırlattı.Bu yazılarımdaki kırık ve dökük izah,kelime cümleler şahsıma aittir.Bütün güzellikler ise şahs-ı maneviye aittir.

37

16.03.2007, 08:35

Alıntı sahibi ""hy120""

Alıntı sahibi ""Hulusi5""

hayır kardeşim maddi dirilişi inkar etmiyorlardır.

dikkatli konuşmak lazımdır...


kendim okudum kardesim maddi olarak var olduğunu ve maddi dirilişi inkar ediyor.!!!


okuduğun yeri ya özel mesajla yada sakıncası yoksa buraya link vererek aktarabilirmisin..

o zaman yanlış düşünmüş olmıyayım..
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

38

16.03.2007, 16:40

Cüz-i ihtiyârînin üssü'l-esâsı olan meyelân, Mâtüridîce bir emr-i itibârîdir, abde verilebilir. Fakat, Eş'ârî, ona mevcud nazarıyla baktığı için, abde vermemiş; fakat o meyelândaki tasarruf, Eş'âriyece bir emr-i itibârîdir. Öyle ise, o meyelân, o tasarruf bir emr-i nisbîdir; muhakkak bir vücud-u haricîsi yoktur. Emr-i itibârî ise, illet-i tâmme istemez ki, illet-i tâmme vücudu için lüzum ve zarûret ve vücûb ortaya girip, ihtiyârı ref' etsin. Belki, o emr-i itibârînin illeti bir rüçhâniyet derecesinde bir vaziyet alsa, o emr-i itibârî sübut bulabilir. Öyle ise, o anda onu terk edebilir. Kur'ân ona o anda diyebilir ki, "şu şerdir, yapma."

Kader Risalesi

Burda anlatılan cüzz-i irade midir?

Cüzz-i iradenin vucud-u haricisi var mıdır?

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

39

17.03.2007, 13:42

Evet bu konu ağırmış. Biraz inceledim. Cevab gelmesede olur.

Neyse. Kader meselesini teorik öğreniyorum. Uygulama alanına taşıyamıyorum. bunun için ne yapmak lazım.

Mesela biri sordu;

Kardeşi çok hatalı bir evlilik yapmış. Bile bile kendini ateşe atmış. Kardeşi "kaderim" diyormuş. Yengem "Kaderin değil,senin hatan "diyormuş. Doğru mu , diye sordu. Ben bildiklerimi biraz aktardım ve "Doğru" dedim.
Ne dersiniz?

Mesela, bazı işler varki hiç elimde olmadan aksaklık çıkıyor. Tahammül edemiyorum. Acelem varken önüme sürekli engeller çıkıyor. Mesela bir araba hiç ummadık bir tarzda yolumu kesiyor.
Bazen günlerce uğraşmam greken bir iş bir iki saatte hal oluyor. ışin içinden çıkamadım.

Yada bir ölçü alıyorum. 338 cm yazmak yerine 238 yazıyorum. Normal şartlarda böyle bir hata yapmak benim ustalığıma uygun değil. O işten külfetli bir zarar çıkıyor. Hikmet veya hayır arıyorum göremiyorum.

Yada bazen benim suçum yokken bir zarara giriyorum. Hatta o işten çıkabilecek muhtemel zararımı görüyorum. ışi yapanı uyarıyorum. Tamda uyardığım yerden zarar ediyorum

Kader bilgimle bu işleri nasıl bağdaştırabilirim

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

40

17.03.2007, 15:27

Alıntı sahibi ""Ceka""

Mesela biri sordu;

Kardeşi çok hatalı bir evlilik yapmış. Bile bile kendini ateşe atmış. Kardeşi "kaderim" diyormuş. Yengem "Kaderin değil,senin hatan "diyormuş. Doğru mu , diye sordu. Ben bildiklerimi biraz aktardım ve "Doğru" dedim.
Ne dersiniz?


elcevap:

sen bir iktidarsız çocuğu omzuna alsan, onu muhayyer bırakıp, "Nereyi istersen seni oraya götüreceğim" desen; o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette, "Sen istedin" diyerek itâb edip, üstünde bir tokat vuracaksın. ışte, Cenâb-ı Hak, Ahkemü'l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin irâdesini bir şart-ı âdi yapıp, irâde-i külliyesi ona nazar eder.

26.söz

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir