Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

03.02.2004, 09:40

Risale-i Nur'da KADERE İMAN

Değerli Kardeşlerim;

Bildiğiniz üzere Kader'e iman konusu ıslam aleminin en çok tartışılan mühim konularından birisidir. Bu konu ise Risale-i Nurda tamamen halledilmiş. ılim adamı olmayan kişilerin bile rahatlıkla anlayacağı bir izah tarzı ile izah edilmiş.
şayet bu konuda sualleri olanlar var ise buraya suallerini yazsınlar. bilen kardeşlerimiz de bu suallere cevap verirler....


saygı ve muhabbetle...

2

04.02.2004, 21:27

Allah (cc) razi olsun, güzel bir teklif insaallah...

"Kader"i cocuklara/genclere nasil anlatabiliriz ? Yani bunlarin anlayacagi sekilde, ve acik soru birakmayacak sekilde nasil ifade edebiliriz...


Allah (cc) razi olsun...


selam ile...
Su, ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer...

3

05.02.2004, 09:57

tuhana kardeş;

kader konusu ıslam aleminde en mühim konulardan birisidir. ülema arasında da çok tartışılmış. bir çok ülema bu meselenin avam arasında bahsini uygun bulmamışlar. çünkü Mutezila ve Cebriye gibi ehl-i sünnetten ayrılan iki mezhebin ayrılık noktası yine kader konusu olmuş.
bu nedenle bu meseleyi bırakın gençlere, büyüklere bile anlatmak çok kolay değil.
bu hususa Risal-i Nurda şöyle dikkat çekiliyor: "Kader ve cüz-i ihtiyârî ıslâmiyetin ve imânın nihayet hududunu gösteren, halî ve vicdânî bir imânın cüz’lerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir."
yani kader nazari bir bilgiden öte yaşanan bir hadisedir. hali ve vicdani bir iman durumudur.
fakat bu konuda bir çok sualin de var olduğu açık.
onun için özellikle gençlerimize yönelik bazı çalışmaların da yapılması gerekiyor.
bu nedenle inşallah "Gençlik ve Kadere ıman" başlıklı kısa bir makale hazırlayalım.

saygı ve muhabbetle...

4

05.02.2004, 12:03

Allah (cc) razi olsun efendim, cok memnun olurum...sanirim tüm forum sakinleri ayni sekilde yazinizdan faidelenirler...

Rabbim kolayliklar versin
Su, ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer...

5

05.02.2004, 14:10

tuhana kardeşimizin suali üzerine kısa bir cevap olsun diye yazılmıştır.



GENÇLıK VE KADERE ıMAN

Genç Kardeşim!
Allah bu kainatı mükemmel bir tarzda yaratmış. Galaksileri, içindeki binlerce yıldızları, güneş sistemlerini ve uydularını, ayını ve dünyasını mükemmel bir nizam, ince bir intizam, dakik bir düzen, harika bir sistem içinde çalıştırıyor. Hiçbir yerde ne bir eksiklik, ne bir yırtılma, ne bir düzensizlik ve bozukluk yok.
Her şey mükemmel. Her şey mükemmel çalışıyor, mükemmel işliyor. Bu mükemmel işleyiş içinde Allah’ın ilim, irade ve kudret sıfatları açıkça gözüküyor. Yani ilim sıfatı ile bir plan ve program yapıyor, irade ve kudret ile de o plan ve programı icra ediyor. ışte ilim ile yapılan plan ve programa kader, bu plan ve programın irade ve kudretle icra edilmesine de kaza diyoruz.
Yani plan ve program kader, işleme koyma fiili ise kaza’dır.
Kainatta olmuş, olan ve olacak tüm işler ve faaliyetler büyük bir “harddiske” veya bir “CD’ye” kaydedilmiştir. Bunun dini literatürdeki ismi “levh-i mahfuzdur”.
Bunun delilleri küçük "harddisler ve CD’lerdir". Evet, büyük bir ağacın programının küçük bir tohumda yazılması, insanın tüm hayat ve hadisesinin bir DNA içine derc edilmesi, gördüğümüz ve yaşadığımız hayatın hafızalarımıza kaydedilmiş olması büyük "harddiskten" haber veren küçük "harddisklerdir."
Nasıl ki Cenab-ı Hak kader kalemi ile şu kainatın plan ve programını çizmiş, kudret kalemi ile de inşasını yapmış ise, aynı tarzda cennetten bir köşe olarak yarattığı şu dünya meydanı içine yerleştirdiği insan denilen biz kulları için de kaderden bir program tayin etmiş ve bizim meyil ve davranışlarımıza göre de inşa etmekte.
ınsanın kader programını kainatın kader programından ayıran en önemli gösterge ise bir “ıF” eklenmesi yapılmasıdır. Yani şu şekilde yaparsan şöyle bir neticeye ulaşırsın, bu şekilde yaparsan böyle bir neticeye ulaşırsın. ıyi-kötü, hayır-şer,yanlış-doğru, hak-haksızlık hep bu “ıF” eklentisinin sonucudur.
ışte biz bunu serbest davranma, hür olma, istediği gibi hareket etme, fikir hürriyeti içinde olma şeklinde tanımlıyoruz. Yani dini tabiri ile “cüz-ü irade” veya “meyelan.”
Ey Genç Kardeşim!..
Meylini hep Hak yönünde kullan ki, Hakka eresin. Serbest davranma hürriyetini hep iyiye yönlendir ki hep iyiler içine giresin. Cüz-i iradeni Allah Rızası yönünde sarf et ki cenneti göresin…



şimdilik bu kadar… ınşallah devam edeceğiz…

Saygı ve muhabbetle….

6

05.02.2004, 15:28

Allah (cc) razi olsun abi,

Verdiginiz örnek cok güzel.

ınsanın kader programını kainatın kader programından ayıran en önemli gösterge ise bir “ıF” eklenmesi yapılmasıdır.
Su, ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer...

7

06.02.2004, 13:07

değerli kardeşlerim;
ramazanda gazetemizde de yayınlanmış olan Kaderle ilgili bir seriden bazı bölümleri buraya yazıyoruz.
bunlar okunduktan sonra yine suali olan kardeşlerimiz buraya yazabilirler.



Kader nedir?

Kader kelime olarak, miktar ve ölçüdür. Plan ve programdır. Kur’ân-ı Kerimde de bu mânâda kullanılmıştır. “Her şeyi o yaratmış ve her yarattığına bir ölçü ve nizam vererek onun kaderini tayin etmiştir.” “şüphesiz ki biz her şeyi bir takdir ile yarattık.”
Kader bir tespittir
Her şeyin, varlık sahasına çıkmadan önce ve varlık sahasını terk edip gitmesinden sonra yazılıp tesbit edildiğini “Yaş ve kuru ne varsa ap açık bir kitapta yazılmıştır” âyeti gayet veciz bir surette ifade etmektedir. Yazılı Kur’ân’ın ifadesi böyledir. Benzer hakikatleri mücessem Kur’ân olan kâinatın âyetleri de ifade etmektedir. Kâinatta var olan nizam, ölçü, intizam, tasvir, süsleme, her varlığı diğerinden ayıran ona mahsus alâmetler gibi tekvini âyetler de her şeyin vücuda gelmeden önce ve şu varlık aleminden ayrıldıktan sonra onun mukadderat-ı hayatının tesbit edildiğini göstermektedir.
Vücudundan evvel her şeyin yazılı olduğunun delili, bütün tohum ve çekirdekler, miktarlar, suretlerdir. Her tohum, açıldığı zaman, kendisinde ince kalemle tesbit edilen plan ve programa uygun şekilde içinde derc edilen fihristeyi aynen ifade etmektedir. Meselâ; incir ağacı, incir çekirdeğinde var olan plan ve programın, “Kaf-Nun” fabrikasında imal edildikten sonra dış dünyada meydana gelen görüntüsünden ibarettir. Kader, çekirdeğe bir fihriste tevdî etmiştir. Kudret, çekirdeğe konulan o planı aynen uygulamış planın aynısını inşa etmiştir. Burada görülen hem plan, hem de o planın inşası, emsalini hiç bir beşerin yapamadığı bir sanat harikasıdır. ıncir ağacı, bir çamur yemekte, o çamurdan hem odun, hem çuha gibi yapraklar, hem de harika bir şekerleme olan incir meyvesi meydana gelmektedir. Aynı zamanda, yeni bir incir ağacının programı olan çekirdekler o meyvenin içinde saklanmaktadır. O ağaç meydana gelmeden önce, onda var olacak olan bütün bu faaliyetlerin planı o çekirdekte mevcuttur. Atom denilen yapı taşları, bir plan dahilinde işletilmek suretiyle o farklı vücutlar meydana getirilmektedir. Tohum hali, vücudundan evvelki halidir. Ağaç, kudret tecellisine mazhar olmuş ve planın inşa edilmiş şeklidir. Ağaç, ömrünü tamamladıktan sonra, hayatının bekasını, plan ve programını yeni tohumlara havale etmek suretiyle yeniden başa dönmektedir. Ağaç hali, âyette geçen “yaş” kelimesinin muhatabıdır. Çekirdek hali ise, “kuru” kelimesine muhataptır. Yaş ve kuru ne varsa ap açık kitapta (Kitab-ı Mübînde, kader programında, çekirdekte) mevcut olduğunu göstermektedir.
Bitki, hayvan ve insanların tamamını bu misale kıyas etmek mümkündür.
Bütün tohumlar maddeten basittir, bir birine benzerler. O tohumların açılmasından sonraki muayyen miktarlar, yani, her tohumdan meydana gelen, o tohuma mahsus ağaçtaki muntazam miktarlar gösteriyor ki; o miktarlar bir manevî kalıpta dökülmektedirler. Çünkü, çok hikmetli ve harika sanatlı bir şekilde meydana gelmektedir. Kendisi için tayin edilen vücudun bir parçası olma yolunda ilerlerken, vücutta teşkil ettiği o parçanın ne bir adım ilerisine geçmekte, ne de bir adım gerisinde kalmaktadır.

8

06.02.2004, 13:10

Bedihî ve nazarî kader
Her çekirdekte iki tane kader tecellîsi mevcuttur. Birisi bedihî kader, diğeri ise nazarî kaderdir.
Bedihî kader, irade ve tekvinî emirleri içine alan “Kitab-ı Mübin”den haber vermektedir. Bunu daha açık bir misal üzerinde görmek gerekirse, şöyle ifade etmek mümkündür: Bir çekirdeği ele aldığımızda, ileride ondan teşekkül edecek ağacın maddî keyfiyetleri, vaziyetleri ve heyetleridir ki, ileride gözle görülecektir; bunlara ait plan ve programlar o çekirdekte saklıdır. O çekirdekten açılacak olan keyfiyetler, vaziyetler ve heyetlere tekvinî emirler denmektedir. Bunlar o çekirdekte saklanmıştır. Bu planlamanın saklandığı o çekirdek ise onun “Kitab-ı Mübin”idir.
Nazarî kader ise; emir ve ılm-i ılâhînin unvanı olan “ımam-ı Mübin”den haber verir. O çekirdeğin içinde sakladığı, ondan teşekkül edecek olan ağacın, ömrünün sonuna kadar geçireceği tavırlar, vaziyetler, şekiller, hareketler, tesbihatlardır ki, zaman zaman değişen tavırlar, vaziyetler, şekiller, fiiller nazarî kader planının içindedirler. Bunlar Allah’ın emrine ve ilmine bağlı olarak bir plan dahilinde meydana gelirler. Ağacın yaprağındaki ve dalındaki intizam ve düzen gibi, onun manevî hayatında da bir intizam ve düzen vardır. Bu plana, nazarî kader denir.
Bu planlama, herşeyin vücudundan evvel yazılı olduğunu, “Kitab-ı Mübin” ve “ımam-ı Mübin”den haber veren bütün çekirdeklerin dili ile ortaya koymaktadır. Aynı şekilde, herşeyin vücudundan sonra yazılı olduğunu da göstermektedir. “Kitab-ı Mübin” ile “ımam-ı Mübin”den haber veren bütün meyveler; Levh-i Mahfuz’dan haber veren bütün hafızalar bunu ortaya koymaktadır. Küçük küçük cüzdanlar, onların aslı olan bir kütüğün varlığına işaret ederler. Bütün çekirdekler ve insandaki hafıza da Levh-i Mahfuz’un varlığına işaret etmektedir. Ağacın bütün hayatı çekirdeğinde yazılıdır. Her meyve ise, yeni çekirdeği içinde saklamaktadır. Bu ise yeni bir planlama demektir. Emsâllerini, o çekirdeklerden istinsah etmektedir. ınsanın hafızası, hayatının ve hatıratının saklandığı defterdir. Ahirette, o hafıza bir senet hükmüne geçecektir. Çünkü bütün geçmiş hayatı, o hafızada saklıdır. Bazı gelip geçen kısa ömürlü çiçek gibi varlıkların kısacık ömürlerinin filmleri ise, nazarlarda ve hafızalarda saklanmaktadır. Onlar da birer senet olacaklardır. Buna göre, her şeyin sonu da bir plan ve programa bağlanmıştır.
Bir çekirdeğin ve ağacın hayatı böyle plan ve programa tabi ise, kâinatın en üstün varlığı olan insanın hayatının hiç bir anı, hiç bir dakikası o planlamanın dışında olamaz.
Böyle bir planlama insanı rahatsız eder mi?
Kesinlikle, hayır.
Böyle bir planlamanın olmaması veya olmadığına inanılması, insanı derinden derine yaralar. ınsanın dünyaya sığmayan emelleri, bütün dünyanın altından kalkamayacağı kadar ihtiyaçları vardır. Kendi güç ve kuvveti bunların binden birisine kâfi gelmemektedir. Bu acizliğin mânevî yükü altında çok dehşetli azap çekecektir. Bu durum, sırtında yüz kilo yük taşıyan bir hamalın, padişahın gemisine binince, padişaha ve onun gemisine güvenmeyip yükünü gemiye bırakmamasına benziyor. Kendisi geminin içinde, yükü de sırtında, ama gemiye ve geminin sahibine güvenmiyor. Belli bir istikamete giden bu geminin rotasına güvenmiyor. Böyle bir insanın mânevî sıkıntısı, sanki Cehennemdir.
Gemiye, geminin sahibine ve onun rotasına güvenen yolcu ise, gemiye biner binmez, yükünü sırtından indirir. Uygun bir köşeye koyar ve istirahatına bakar. Bilir ki, o gemi padişahındır. Onun memleketine doğru yol almaktadır. Zahmet ve külfeti, padişahın kanununa bırakır, kendisi onun merhametine sığınır, çok büyük bir lezzet alarak yoluna devam eder. Kadere inanan, kederlerden kurtulur.
Kadere iman, hadiseleri başı boşluktan kurtarır. Kâinatın hiç bir yerinde, hiç bir hadisesinde tesadüfün yerinin olmadığını, her şeyin bir plan dahilinde meydana geldiğini ortaya koyar. Kâinatta hiç bir hadise başı boş değildir. Çünkü her sahada teşekkül eden fenler, üzerinde çalıştıkları konularda tesadüfün olmadığını ortaya koymaktadır.
Fen demek, plan ve program demektir; ölçü ve nizam demektir. Müspet ilimlere ait kanunların tamamı, kaderin koyduğu kurallardır. Yer çekimi, suyun kaldırması, hareketin hararet meydana getirmesi, havanın basıncı, vs. hepsi kaderin tayin ettiği kanunlardır. Kur’ân-ı Kerim, bu durumu şerh etmekte ve şu fizik aleminde var olan kanunlarda hiç bir çatlaklığın görülemeyeceğini kesin bir ifade ile söylemektedir. şu halde kader programının dışında hiçbir şey yoktur ve onun her şeyi güzeldir.

9

06.02.2004, 13:13

Kaderde hikmet vardır
Kaderde hikmet vardır. Hikmet ise, ölçülü hareket etmektir. Her yapılanın bir plan ve program dahilinde yapılmasıdır. Fıtrat kanunlarına uygunluktur. Bu kanunların carî olduğu şu âlemde yaşayıp da onlara riayet etmeyen, o kanunların gerektirdiği cezaya hak kazanacaktır. Yüzmesini bilmeden denize açılan, suyun hışmına uğrayacaktır. Yumurtaları yüz derecelik ısıya koyan kimse, ondan civciv elde etmek yerine onları pişirecektir. Bu kanunlara uygun davranmayan zarar görür. Böyle bir insan, başını örse vurup kırar. Çünkü fıtrat fıtrî olmayan işleri reddeder. Allah’ın emir ve yasaklarındaki hikmet ve faydalar hep insana olan merhametinden ileri gelmektedir.
KADERıN TARıFı
Ezelden ebede kadar, olmuş ve olacak şeylerin, nerede, ne zaman ve ne şekilde olacağının Cenâb-ı Hak tarafından bilinip, bu bilgiye uygun olarak tesbit edilmesidir.
TESPıT NEYE GÖRE YAPILMAKTADIR?
Kâinata bakıldığında iki türlü fiil ve hareket olduğu ve bu fiillere uygun şekilde tesbitlerin yapıldığı görülmektedir.
1- ınsan iradesine bağlı olmayan fiiller ve bunlara ait tesbitler.
2- ınsanın iradesi ile yaptığı fiiller ve bunlara ait tesbitler.
Bu iki fiil, ayrı dünyaların işleri değillerdir. Çoğu zaman aynı mekânı, aynı zamanı paylaşır ve bir arada bulunurlar. Meselâ, kalbin, akciğerin, karaciğerin, vb. çalışmaları bizim irade ve talebimize bağlı değillerdir. Onlar kendilerine verilen programa uygun olarak çalışmaya devam ederler. Bizim hayatımızın bütünlüğü içinde çalıştıkları halde, hareketleri bizim irademize bağlı değildir. Onları biz planlamadık. Ne kadar çalışacaklarına biz karar vermedik. Kaderden tayin edilen bir plana göre çalışmalarına devam etmektedirler.
Buna karşılık, elimizi, kolumuzu hareket ettirme isteğimiz, bir yere gitmek arzumuz, bir şey yiyip yememe isteğimiz, vb., bizim irade-mize bağlı işlerdir. Bunları da bu vücudumuzla yaparız. Aynı vücutta hem irade dışı fiiller, hem de irademizle yaptığımız fiiller meydana gelmektedir.

10

06.02.2004, 13:15

Kul haddini aşmamalı

ırademizin dışında meydana gelen fiillerden dolayı, Allah kuluna bir soru sormayacaktır. Yani insana, “Niçin şu millete mensupsun, niçin şu anadan ve babadan meydana geldin, niçin bu memlekette meydana geldin, niçin bu zamanda dünyaya geldin?” diye bir soruyu Allah sormayacaktır. Ancak, soru sorulmaması bunların plansız programsız meydana geldiği anlamına gelmez. Bunlar son derece planlı ve programlı, hata kabul etmez bir planlamaya sahiptirler. Kâinatın şu kurulu düzenine bakan herkes bu planın harikalığına kanaat getirecektir.
Bu kısmın tartışmasını yapmak, beğenmemek, itiraz etmek yasaklanmıştır. Çünkü bunda Allah’a itiraz mânâsı vardır. Hâşâ, kendi hevesini Allah’ın iradesinin yerine koyma arzusu yatmaktadır. Kulun, “kul” olduğunu unutup, hikmetini bilmediği konularda haddini aşması doğru değildir. Bunları tartışmaya kalkmak, hiçbir şey bilmeyen bir erin, genelkurmayın vazifesine müdahale etmek istemesi gibi bir olaydır.
Dünyamızın, insan hayatına elverişli hale gelinceye kadar, bir gül goncası gibi ihtimamla hazırlanması, bizim dışımızda ve gücümüzün çok üstünde bir hadisedir. Binlerce ihtimalin içinden dünyamızın seçilmesi, bütün plan ve programın insan hayatına göre düzenlenmesi çok önemli hadiselerdir. Hedefin insan hayatı olması da bir planlamanın eseridir. Bu planlamada Allah’ın kudreti ile birlikte Rahmeti de bulunmaktadır. ırademizin dışında yapılan her işte insan gözetilmiştir. Meselâ, dünyamızı kat kat atmosfere sarmış, içinde bitkileri meydana getirmiş, onların arasına hayvanları koymuş, dağları ovaları suları yaratmış, mevsimler meydana gelsin diye Güneşi belli bir eğimle döndürmüştür. Bütün bunlar bir merhametin eseridir. Sadece buğdayın yetiştirilmesini insana bıraksaydı, bütün insanlar toplansa bile bu yükün altından kalkamazlardı. Toprağa bir tohum veriyorsunuz, altı ay sonra size buğdayı ikram ediyor. ınsanın payına sabırla beklemek düşüyor. Bu rahmet değil de nedir?
Kalbinin çalıştırılması insana bırakılsaydı, ömrünün sonuna kadar bir saniye istirahat yüzü görmeyecek, bir dakika uyuyamayacak, gaflete dalamayacaktı. Hayat çekilmez hale gelecekti. Onun işletilmesinin insana bırakılmaması büyük bir rahmetin eseridir.
ırade dışı yapılan tesbitlerde hiç bir zaman kula haksızlık edilmemiştir. Yanlış yapılmamıştır. Ona iki göz verilmiş, iki dudak verilmiş, arasında bir de dil verilmiştir. Böyle yapılmakla ona haksızlık edilmiştir diyecek bir kul yoktur.

11

06.02.2004, 13:17

Musibetler haksızlık mıdır?

Canlıların başına gelen musibetlerde, onlara bir haksızlık yapıldığından söz etmek mümkün değildir. şöyle ki:
Var olmak, mutlak hayırdır. Yok olmak ise, mutlak şerdir. Bütün güzellikler, varlığa; bütün çirkinlikler ise, yokluğa çıkar. Varlığın en parlak nuru, hayattır. Hayat, çeşitli hallerde yuvarlanarak kuvvet bulmaktadır. Birbirine zıt hallere girerek saflaşmaktadır. Değişik şekiller alarak, kendisinden beklenilen meyveyi vermekte, kendisine hayatı verenin isimlerine aynalık etmektedir. Varlığa arız olan musibetler; hayat nurlarının yenilenmesine, yokluk karanlıklarının uzaklaşmasına sebep olmaktadır. Hastalanan bir insan, hayatın ve sağlığın kıymetini anlama bakımından, hiç hasta olmamış insandan daha ileridedir. Hastalıktan kurtulduğu zaman da “şafi” ismine mazhar olmaktadır. O hastalığa sabrederek, şifa için duâ ederek, hem terakki etmekte, hem duâ ibadetini yerine getirmektedir. Böyle zamanlar duâların vaktidir. Kul, acizliğini duâ lisanı ile Allah’a arz edecek, Onun yardımını isteyecektir. Görünüşte bela gibi görünen hastalık, kaç cihetten hayat nurunu parlatmaktadır.
Ömrünün tamamında, hiç bir açlık, hiç sıkıntı çekmemiş bir insan, hayatın ve nimetin kıymetini anlamakta zorlanır. Hiç bir değişikliğe uğramadan, hep aynı tarzda devam eden bir hayat, insanı gaflete atar. O insanın, hastayı ve hastalığı anlaması zordur.
Madem ki hayat Allah’ın isimlerinin nakışlarını göstermektedir; şu vücut elbisesi ve ona takılan duygular, Allah’ın isimlerinin nakışlarıdır; öyleyse, o tecellileri ifade eden her şey güzeldir. Hastalık ta onun tecellisi, şifa da onun tecellisidir. Onun hikmeti anlaşılmasa da, rahmetine iltica etmek, onun merhametine sığınmaktan başka yapılacak bir şey yoktur.

12

06.02.2004, 13:20


ıradî fiillerin tesbiti



Bir tarafta Allah’ın ilmi ve iradesi, diğer tarafta kulun cüz’i iradesi vardır. ınsanın iradi fiilleri, kaderin tayininde önemli bir rol ifa etmektedir. Kader ile cüz’i iradenin arası nasıl telif edilebilir? Aralarında nasıl bir münasebet vardır?
Kader ile cüz’i irade arasındaki münasebetleri bir kaç madde halinde ifade etmek mümkündür:
1-Cenâb-ı Hak âdildir. şu kurulu düzendeki nizam ve intizam, onun adaletini göstermektedir. Aynı zamanda hikmet sahibidir. Herşeye lâyığını vermektedir. ışte böyle adalet ve hikmet sahibi, mahlûkatına çok merhametli bir yaratıcı, kullarının sevap ve ceza görmesine esas teşkil edecek bir cüz’i iradeyi kullarına vermiştir.
2-Her insan, vicdanını dinlediği zaman kendisinde bir cüz’i iradenin varlığını hisseder. Vicdanında böyle bir iradenin varlığını bilir. Mahiyetini bilemese de varlığını bilir. O cüz’i iradenin mahiyetini bilmemek, onun olmadığına delil olmaz. Ruhun mahiyetini de bilmiyoruz, ancak varlığı da kesin. Vücut, onun sayesinde ayakta duruyor. Çünkü hayat devam ediyor.
3-Kula cüz’i iradenin verilmesi, kadere ters düşmez. ıradî fiillerdeki kaderin tesbitinde cüz’i irade bir şart olarak kabul edildiğine göre, kader inancı cüz’i iradeyi teyit etmektedir. Kader, bir plandır. Bu planlamayı yapan, Allah’ın ilmidir. Allah’ın ilmi, bu planlamayı yaparken, kulun cüz’i iradesini basit bir şart olarak kabul edip, o istikamette tesbitini yapıyor. Öyleyse, bu planlamanın önemli bir ayağı kulun cüz’i iradesidir.

13

06.02.2004, 13:24

değerli kardeşlerim şimdilik bu kadar...
inşallah devamı gelecek...

14

12.02.2004, 16:39

arkadaşlar bir kaç konu daha vardı ama herhalde bu konuda bir problem yok.
acaba bu konu kafi mi?daha yazmaya ihtiyaç yok herhalde...
bir-iki fikir lütfen...

Sendogan

Orta Düzey

  • "Sendogan" bir erkek

Mesajlar: 193

Konum: Ahlen / Almanya

  • Özel mesaj gönder

15

12.02.2004, 22:33

Tebrik ederim ahmetsaid kardeşim,
yazılarından çok istifade ediyoruz.
Yazmaya devam.
Allah(c.c.) muvaffakiyetler ihsan etsin.

16

05.01.2006, 08:33


Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

17

12.01.2006, 11:41

hepinizden Allah razı olsun kader meselesinden bahsetmeniz içimi rahatlattı

gladi

Stajyer

Mesajlar: 95

Konum: alem i ervah

  • Özel mesaj gönder

18

15.01.2006, 16:23

selam arkadaşlar ... ben 87 yılında ne garip ki .. kader ve alın yazısı konusunda ... ateis olmama vesile oldu ... ve ne garip ki 96 yılında ..


bir gazetede çıkan yazı ilgimi çekti ... köşe yazarı aklımda kaldıgı kadarıyla , mısırlı başka bir yazara kader konusunda hac da bir konuşma geçmiş .. demiş ki sana tarif etmek yerine risale i nur da kader çok kısa yoldan en faz la birinci sayfasında tamamen anlarsın demiş ... aradan zaman geçmiş ve ona telefon açıp mısırlı arkadaşı teşekkür etmiş .. bu yazısı beni etkiledi ve bende risale i nuru tanıma fırsatını o zaman elde ettim

kader konusunu hemen hemen herkezden şimdi iyi biliyorum dersem yalan olmaz ... böyle bir anım var kader le ilgili ... bilmeyince küfre götüren bir mesele benim için ...

daha sorada ... tamamen diger sorularımın cevaplarını buldum ...


ne garip ki , eskiden ben milleti hasta görürdüm .. risale i nuru gördükten sora hastanın ben oldugunu anladım ...

risale i nur bana ekmek gibi dir .. su gibidir ... ilaç gibidir ... soludugum hava gibidir .... en lazım olanındandır ... onunla kurana bakmak bam başkadır ... onunla hayata bakmak bam başkadır ... nere bakarsam bakayım risale i nur suz bakamam ...

dedim ya ben biraz gevezeyimdir risale i nur hakkında kusurum için affedin ...

19

17.01.2006, 01:51

Kaderimizde yazılmışsa...

Kadere imân, Peygamberimizin (asm), “ıman, Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, âhiret gününe ve kadere inanmandır”1 şeklinde formüle ettiği imânın en son sınırını çizen inanç esaslarındandır. Geçmiş dönemlerin Kelâm-Akaid (ıslâmın inanç esaslarını inceleyen ilmî disiplinler) ilimlerinin en müşkül meselelerinden birisini kader oluşturmuştur. O zamanın âlimlerinin sayfalarca ve ancak havassa (yüksek ilmî tabakaya) anlatabildikleri kaderi, Bediüzzaman, “temsilât-ı Kur’-ân” ile avâmın (halkın) da anlayabileceği bir seviyede izâh ve ispat etmiştir.

Kader, ölçü, miktar, plân, program, biçim ve şekil vermek demek olduğuna göre aslında ap açıktır, asla varlığı inkâr edilemez. Ancak, bazı zihinlerin almadığı nokta, Küllî irâde ile her şeyi Allah’ın yaratması, Onun her şeyi bilmesi; insanın “hür irâdesinin” olması, ancak insan dünyaya gelmeden önce kaderinin, yani hayat programının “yazılması” meselesidir. Burada karıştırılan husus şudur: Kader, “Allah’ın ilim sıfatına” bağlıdır; yoksa irâde sıfatına değil. Yâni, bilmek ve yazmak, yaptırımı gerektirmiyor. Diğer bir ifâdeyle, Allah bilip yazdığı için yapmıyoruz bu işleri; biz yapacağımız için Allah yazıyor! Bu noktaları ileride müstakil bir altbaşlık altında ele alacağız.

Atomun alt parçalarından hücre, uzuv, beden, mevsimler, aylar, günler, ağaçların, bitkilerin şekilleri, ay, güneş, gezegenler, samanyolu, galaksiler, nebulalar, quarklar ve kâinatın her tarafındaki mevcutların, nizam/düzen, intizam, ölçü, denge içinde varlıklarını sürdürmeleri; çok hassas ve ince bir plân ve programın işlediğini gösterir. Kadere adeta, varlıklar adedince deliller vardır. Düşününüz, bedenimizde ve özellikle iç organlarımızda maddî bir kalıp olmadığı halde, aynı şartlarda, aynı mekânda, aynı malzeme kullanılarak, atom, hücre ve uzuvların değişik şekillerde teşekkül etmesi; her birisi bir fen ilmine konu olmuş bu harika faaliyetlerde mükemmel bir plân ve programın geçerli olması; arkalarında bir plâncı ve programlayıcının bulunduğunu gösterir. En basit bir ifâdeyle, serçe parmağımızın kısa ve ince, şehâdet parmağımızın uzun, baş parmağın kalın; her parmak izinin ayrı olmasını ve orada ölçülü durmasını maddî bir kalıba verebilir miyiz?

Yine ot, çiçek ve ağaçların aynı şartlarda bulunmalarına rağmen çok çeşitli renk, desen, şekil ve yapıda olmaları da, bize kaderin varlığını ispat etmektedir. Fizik, kimya, biyoloji, gibi fen ilimlerin ince hesapları, hassas formülleri kaderin varlığını apaçık gösteriyor. Ki, âyette buna, “Onun katında her şey ölçü iledir”2 şeklinde işaret edilir. Özetle kader, “Cenâb-ı Hakkın, kâinatı ve içindekileri, zamanı, kıyameti, âhiret âlemlerini, yâni bütün mükevvenâtı yaratmadan önce bir ölçü ve programa göre takdir etmesi ve ‘levh-i mahfûz’ denen ılâhî deftere, levhaya, arşive kaydetmesi ve ona göre nizam vermesi ve mukadderâtını tayin etmesidir” şeklinde özetlenebilir.

Dipnotlar:
1- Buhârî, ımân, 39.; Tirmizî, ımân, 4.; ıbn-i Mâce, Mukaddime: 63; Neseî, ıân: 5;
2-Kur’ân, Ra’d, 8-10


Ali Ferşadoğlu
Yeni Asya - 16.01.2006

20

17.01.2006, 01:53

Hür irâde

Kader konusunun anlaşılmayan ve zihne takılan düğümü şöyle seslendirilir: Mâdem Allah her şeyi ezelden takdir etmiş ve yazmıştır; öyle ise, kötü yola düşen, günah işleyenin suçu ne?

Soruya önce soru ile cevap verelim, sonra açılımını yapalım: Eğer takdir tek belirleyici unsur olsaydı o zaman imtihana, peygambere, güzel ve çirkin

fiillere, sevap ve günaha, Cennet ve Cehenneme ne gerek vardı; neden insan yaptığı kötü işlerden, fiillerden dolayı sorumlu tutulsun ki? Bu meselenin püf noktasını yakalayabilmek için fiillerimizin iki türlü olduğunu kavramamız gerekir:

* ırademizin hiçbir müdahâlesinin olmadığı, mecburî olarak yaptığımız, kabullendiğimiz hususlar, fiiller, işler.

* Hür irâdemizle yaptıklarımız.

Dünyaya erkek veya kız, Türk veya Arap olarak gelmemiz; bizim irademiz dahilinde değildir. Dolayısıyla bunlar, “ızdırârî, mecbûri” hallerdir; irademiz dışında cereyan ederler. Ki, bu ve benzeri durumlardan zaten sorumlu değiliz. Yâni, “Niye sen Kürt doğdun, niye Türk oldun, neden şu ülkede dünyaya geldin?” diye hiç kimse herhangi bir suâle muhatap olmayacak; bundan herhangi bir sevap veya günah da almayacaktır. Allah, dilediğini, istediği millet ve ırktan yaratır.

Meseleyi görmek ve bakmak fiilerinden ele alalım: Görmek, mecburî (ızdırârî) bir fiildir. Bakmak ise, ihtiyâri, yâni, hür irâdemiz içinde olan bir fiildir. Gören bir insan, görme fiilinden dolayı değil, bakma fiilinden ve bakışının mahiyetinden sorumlu tutulacaktır.

Kezâ, bir insanın eğilip kalkma, elini kaldırıp indirme, istediği yere gidip gelebilme kabiliyetinde olması ızdırârî fiillerdendir. Ve bundan dolayı herhangi bir soru ile karşılaşmayacaktır. Ancak, “Belini namazda mı eğdi büktü, yoksa başka kötü işlerde mi, elini iyilik için mi uzattı, kötülük için mi?” gibi fiillerden hesaba çekilecektir. Allah, “sevap ve günaha” sebep olacak ve tercih edecek “cüz’î irâde” dediğimiz bir “hür irâde” bize vermiştir. Hür irâde, isteme, arzulama, düşünme, hareket edebilme, hayatımızı yönetebilme, yönlendirebilme serbestisi demektir. Ne istersek, ne arzularsak, neye inanırsak—derecesine göre—Allah onu yaratır, onu yazar, onu verir.

* Herkes, kendi tercihi ile yaptığı işte, herhangi bir baskıya mâruz kalmadığını bilir. Dolayısıyla, “hür irâdesi” ile yaptığı işlerden mes’üldür. Çünkü, onları yaparken, herhangi bir baskı altında kalmadığını gayet iyi bilmektedir. Meselâ, insan yoldan giderken, önüne büyük bir çukur çıksa, “Ne yapayım, kaderimde bu da varmış!” deyip içine atlamamakta; yolunu değiştirmektedir.

Aslında, kötü işler yapıp, günah işleyip, yoldan sapanlar, “Ben kaderin mahkûmuyum!” diyerek kendilerini mazur gösterirken; iyi işleri kendilerine mâl ediyorlar. Böylece kendilerini müdafaa etmekte ve mazur göstermek istemektedirler. Oysa, cinâyet işleyen, hırsızlık yapan ve bir başka suç ile günâh irtikâp edenler vicdânen bilirler ki, buna mahkûm değiller, zorlanmamakta, herhangi bir baskıya mâruz kalmamaktadırlar. Zîrâ, kendilerini öldürmeye teşebbüs edip, mallarını çalmaya çalıştıklarının “Biz kaderin mahkûmuyuz, ne yapalım, alnımıza yazılmış!” gibi saçma-sapan mazeretlerini kabul etmezler.

Meselâ okul kaderdir. Talebenin “okul” meselelerinde, yalnız “okumak” ve “hocalarla olan münâsebeti” dahilinde mesuliyeti vardır. Dersine çalışmayan, vazifesini yerine getirmeyen bir öğrenci, suçu öğretmene ve okula yükleyemez! Hayrettir ki, hiçbir insan, suratının ortasına yediği yumruk sahibine, “Ne yapalım, sen rüzgârın önüne kapılmış bir kuru yaprak gibisin!” demediği halde; işlediği günahları, kötülükleri kadere yükleme cehaletini gösterebilmektedir.


Ali Ferşadoğlu
Yeni Asya - 17.01.2006

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir