Giriş yapmadınız.

61

27.07.2006, 14:07

arkadaşlar

konuya şunu eklemek istiyorum.eşyanın sureten zevale gitmesi ile alakalı,

şöyleki;

bazı varlıklar,bazı mevcudat,yüce ALLAH cc tarafından yaratılır yaratılmaz çok kısa bir zamanda,anlık bir zaman diliminde yaratılır sonra hemen maddi suretini kaybeder,kendisi de alem-i gayba gönderilir.

çok kısa bir zamanda yaratılan bu mahlukatın,varlıkların ,mevcudatın neden bu kadar kısa zamanda hayatta kalmaları,yaratılır yaratılmaz hemen alem-i gaybe gönderilmesi,çok kısa bir hayat verilip bu hayatın onlardan alınması hikmeti nedir acaba, neden bu mahlukat çok kısı bir anlık zaman diliminde yaratılıp alemi manaya gönderilmektedir .MıSAL vermek gerekirse,

tek hücereli varlık olan AMıP yaratılır yaratılmaz belki bir saniye kadarcık çok kısa bir zaman diliminde vucudda kalır ,def aten yüce ALLAH cc ilminde mevcudiyetini muhafaza eder,

buna benzer bakteri ,virüs, gibi canlıları örnek vermek de mümkündür.

şimdi acaba neden bu varlıklar çok kısa bir zaman diliminde yaratılır yaratılmaz sureten derakap zeval perdesinde saklanırlar

62

27.07.2006, 14:21

Ben anlayamadım. Yaratılmış her varlık suret ve şekil değiştirse de hiçbir zaman yok olmaz diye biliyorum. Hatta ses bile bir maddedir. Sesler bile arşta bir yerlerde muhafaza ediliyor biliyorum. Yani kaybolma olayı yok şekil ve kimya değişimi var. Maddenin korunumu kanunu bunu açıklıyor.


Selametle

63

27.07.2006, 14:37

bulut kardeş bu yazıya dikkaet et.


Bir mevcut,(varlık) vücuttan gittikten sonra, zâhiren kendisi ademe,(yokluğa) fenâya gider; fakat ifade ettiği mânâlar bâki kalır, mahfuz olur.

demek varlık görünüşte yokluğa gider amma ifade ettiği manalar baki alır ve muhafaza edilir.nerde işte cevabı;

Hüviyet-i misaliyesi ve sureti ve mahiyeti dahi âlem-i misalde ve âlem-i misalin numuneleri olan elvâh-ı mahfuzada ve elvâh-ı mahfuzanın numuneleri olan kuvve-i hafızalarda kalır.

yani esası,kökü ve mahiteti ve sureti;alemi misalde muhafaza edilir.alemi misal bu gördüğümüz alem ile ruhlar alemi arasında bir berzah,bir perdedir.rüya alemi gibi.hani üstad hüve nüktesinde diyorya gördümkü alemi misal çok fotoğraflar çekiyor bu dünyada taki baki alemde gösterilsin.demek önce alemi misalde ve alemi misalin örneği olan muhafaza edilen levhalarda ve bu muhafaza edilen levhanın bir örneği olan hafızalarda kayedilir.mesela amcan ölmüş amma sureti ve işlediği amelleri bildiğin kadarıyla hafızanda mevcut.hafıza kayedilmekle beraber melekler kayedmişler ve alemi misaldede kayıtlı olduğundan onu rüyada görüyorsun.buna bir çiçeği veya bir hayvanıda örenek verebilirsin.

Demek, bir vücud-u surî (geçici bir varlığı)kaybeder, yüzer vücud-u mânevî ve ilmî (çok hafızalarda yazıldığı kadar manevi varlığı ve ilmi)kazanır.


Meselâ, nasıl ki bir sayfanın tab’ına medar olan matbaa hurufatına bir vaziyet ve bir tertip verilir ve bir sayfanın tab’ına medar olur; ve o sayfa ise, suretini ve hüviyetini, basılan müteaddit yapraklara verip ve mânâlarını çok akıllara neşrettikten sonra, o matbaa hurufatının vaziyeti ve tertibi de değiştirilir. Çünkü daha ona lüzum kalmadı; hem başka sayfaların tab’ı lâzım geliyor.
diyelimki sözler kitabının basılması için matbaaya bir şekil verilir.ve sözler kitabının aslı çok kitaplara kopyalanır.ve kopyalar çoğaltıktan sonra mektubat kitabını basılması için sözler kitabının vaziyeti değiştirilir.çünkü daha ona gerek kalmadı.ifade ettiği manalar çok kitaplarda kayedildi.ve çok ilmi ve manevi vücud kazanmış oldu.

ışte, aynen bunun gibi, şu mevcudat-ı arziye, hususan nebâtiye, kalem-i kader-i ılâhî onlara bir tertip, bir vaziyet verir; bahar sayfasında kudret onları icad eder; ve güzel mânâlarını ifade ederek, suretleri ve hüviyetleri âlem-i misal gibi âlem-i gaybın defterine geçtikleri için, hikmet iktiza ediyor ki, o vaziyet değişsin, tâ yeni gelecek diğer bahar sayfası yazılsın, onlar dahi mânâlarını ifade etsinler


bütün çiçekler ve ağaçlar ve hayvanlar ve insanlar manalarını ifade ettikten sonra alemi misalin defterleri olan kuvvei hafızada kayediltikten sonra zahiren yokluğa giderler.amma manalarını ve esaslarını hafıza levhalarına kayedilmiş olduğundan manevi çok ilmi vücud kazanmış oluyorlar.
hikmet istiyorki sonra gelenlerde manaları ifade edip alemi misalin defterlerinde kayedildikten sonra gelenlere yol açsınlar diye bu kainatta bu faaliyetler oluyor.
bir gelen manasını ifade edip gidiyor.daha ona lüzum kalmadı.ilim defterinde yazılanlar da sırasıyla gelip manalarıni kudret dairesinde ifade eddikten sonra tekrar ilim dairesine geçiyorlar.yani yokluk yoooook.ilimden geliyor kudrete yani diğer tabirle gayb aleminde şu görünen aleme glip tekrar gayb alemine geçiyorlar hemde çok ilmi vücud kazanarak.

demek manasını ifade ettiği için o varlık gidiyor.ta diğeride gelp manasını ifade etsin diye bu faaliyetler oluyor.

selam.

64

28.07.2006, 09:10

değerli abi

vardan yok,yoktan var olmaz maddenin korunumu kanunu sadece kimya biliminde tepkimeye ve reaksiyona giren elemetlerin bileşik oluşturmaları durumunda söz konusu olan bir durumdur.
burda atom açısından küçük miktarlarda reaksiyona giren maddelerde kayıp olup olmadığını tam olarak tesbit etmek çok zordur.hesaplamalarda kolaylığı sağlamak amacıyla farazi olarak kabul edilen yaklaşık bir hesaplamadır.

atom patlaması sırasında çıkan yüksek enerji nereye gitmiştir.?

peki ya şekiller ve suretler her bahar mevsiminde yoktan yaratılmıyorlar mı?

her bahar mevsiminde 3 bin çeşit nebatat ve hayvanat yeniden diriltilip vucud sahasına gönderil miyor mu?

buna binaen yüce ALLAH cc izniyle alemde idam vardır,inşa vardır.Rabbimiz sürekli bir yaratma içindedir.aynı zamanda var olan şeyi yok etmek ve yoktan var etmek en kolay en basit kanunlarından biridir.

65

28.07.2006, 09:24

Metafizik boyut diye buna diyorlar herhalde. Materyalistler ne kadar da bunu kabul etmeseler de varlıkların nereden geldiği sorusuna başka bir şekilde cevap veremiyorlar ve metafizik boyutu kabul etmek zorunda kalıyorlar. Zaten varlık alemini başka türlü izah etmek de mümkün değildir.

Allah'u alem.

66

28.07.2006, 11:13

değerli Ademayazsın abi

senin değerlendirmelerinden istifade ediyoruz.Allah cc razı olsun.renk katıyorsun açılım ve anlatımlara

gerçek şudurki madde dediğimiz hacmi ve ağırlığı ve yoğunluğu olan maddiyat herşeyin gerçek kaynağı değildir.materyalistlerin dediği gibi herşey madde yaratmamış ve varetmemiştir.haddizatında böyle bir şey mümkün değildir.materyalist ve maddeci bilimadamları sırf yüce yaratıcıyı kabul etmediklerinden dolayı dine ve onun getirdiği manevi değerlere düşman olmuş ve onun zıddına giderek materyalist düşünceyi ortaya atmışlardır.Fakat çok yanlış bir yol takip edilmiş ve insanlar bu yolla inançsızlıga ,kaosa,dalalet ve sefahate itilmişlerdir.

materyalist düşüncenin aksine madde mana ile kaimdir.maddeyi ayakta tutan maneviyattır.ruhtur.Onu da yaratan yüce ALLAH cc.dur.


burada konunun dışına çıkmadan hava zerreleri ve atomlar bütün vuzuhuyla,vahdeti,ehadiyyeti,yüce ALLAH cc.ilim ve kudretini ve iradesini bildiğimiz vuzuhatın dışında diğer delillerden daha açık ve net bir şekilde ispat etmiştir.adeta vahdaniyyet iki kere iki dört edercesine hüve nüktesi vasıtasıyla izah edilmiştir.

Vahdaniyyet ve Ehadiyettin delillerinde bize bu imkanı Kur'an vasıtasıyla sunan ve kur andan gelen ışıkların bize de aksedilmesine vesile olan üstad.ra.ebediyyen razı olsun.

67

28.07.2006, 13:59

Üçüncü ışaret
fıkrası ifade ediyor ki:
Dünya bir tezgâh ve bir mezraadır; âhiret pazarına münasip olan mahsulâtı yetiştirir. Çok Sözlerde ispat etmişiz: Nasıl ki cin ve insin amelleri âhiret pazarına gönderiliyor. Öyle de, dünyanın sair mevcudatı dahi, âhiret hesabına çok vazifeler görüyorlar ve çok mahsulât yetiştiriyorlar. Belki küre-i arz onlar için geziyor. Belki denilebilir ki, onun içindir. Bu sefine-i Rabbâniye, yirmi dört bin senelik bir mesafeyi bir senede geçip meydan-ı haşrin etrafında dönüyor.
Meselâ, ehl-i Cennet elbette arzu ederler ki, dünya maceralarını tahattur etsinler ve birbirine nakletsinler. Belki o maceraların levhalarını ve misallerini görmeyi çok merak ederler. Elbette, sinema perdelerinde görmek gibi, o levhaları, o vak’aları müşahede etseler, çok mütelezziz olurlar. Madem öyledir; herhalde, dâr-ı lezzet ve menzil-i saadet olan dâr-ı Cennette, Karşılıklı tahtlarda." Hicr Sûresi: 15:47. * işaretiyle, sermedî manzaralarda, dünyevî maceraların muhaveresi ve dünyevî hâdisâtın manzaraları Cennette bulunacaktır.
ışte bu güzel mevcudatın bir an görünmesiyle kaybolması ve birbiri arkasından gelip geçmesi, menâzır-ı sermediyeyi teşkil etmek için bir fabrika tezgâhları hükmünde görünüyor. Meselâ, nasıl ki ehl-i medeniyet fâni vaziyetlere bir nevi beka vermek ve ehl-i istikbale yadigâr bırakmak için, güzel veya garip vaziyetlerin suretlerini alıp sinema perdeleriyle istikbale hediye ediyor; zaman-ı maziyi zaman-ı halde ve istikbalde gösteriyor ve derc ediyorlar. Aynen öyle de, şu mevcudat-ı bahariye ve dünyeviyede kısa bir hayat geçirdikten sonra, onların Sâni-i Hakîmi, âlem-i bekaya ait gayelerini o âleme kaydetmekle beraber, âlem-i ebedîde, sermedî manzaralarda onların etvâr-ı hayatlarında gördükleri vezâif-i hayatiyeyi ve mu’cizât-ı Sübhâniyeyi menâzır-ı sermediyede kaydetmek, mukteza-yı ism-i Hakîm ve Rahîm ve Vedûddur

68

28.07.2006, 14:02

dördüncü işaret;


Mevcudat, etvâr-ı hayatıyla, müteaddit envâ-ı tesbihat-ı Rabbâniyeyi yapıyor. Hem esmâ-i ılâhiyenin iktiza ve istilzam ettikleri hâlâtı gösteriyor ki: Meselâ Rahîm ismi şefkat etmek ister, Rezzak ismi rızık vermek iktiza eder, Lâtîf ismi lütfetmek istilzam eder. Ve hâkezâ, bütün esmânın birer birer muktezası vardır. ışte, herbir zîhayat, hayatıyla ve vücuduyla o esmânın muktezasını göstermekle beraber, cihazatı adedince Sâni-i Hakîme tesbihat yapıyorlar.
Meselâ, nasıl ki bir insan güzel meyveler yer. O meyveler midesinde dağılır, erir, zâhiren mahvolur. Fakat ağzından, midesinden başka bütün hüceyrât-ı bedeniyede faaliyetkârâne bir lezzet, bir zevk vermekle beraber, aktâr-ı bedendeki vücudu ve hayatı beslemek ve idame-i hayat etmek gibi pek çok hikmetlerin vücuduna medar oluyor. O taam kendisi de, vücud-u nebâtîden hayat-ı insaniye tabakasına çıkıyor, terakki ediyor. Aynen öyle de, şu mevcudat zeval perdesinde saklandıkları vakit, onların yerinde herbirisinin pek çok tesbihatı bâki kalmakla beraber, pek çok esmâ-i ılâhiyenin de nukuşlarını ve mukteziyâtını o esmânın ellerine bırakır, yani bir vücud-u bâkiyeye tevdi ederler, öyle giderler.
Acaba fâni ve muvakkat bir vücudun gitmesiyle, onun yerine bir nevi bekaya mazhar binler vücut kalsa, denilir mi ki "Ona yazık oldu" veyahut "Abes oldu" veyahut "şu sevimli mahlûk neden gitti" şekvâ edilebilir mi? Belki onun hakkındaki rahmet, hikmet, muhabbet öyle iktiza ediyorlar ve öyle olmak gerektir. Yoksa, birtek zarar gelmemek için, binler menfaati terk etmek lâzım gelir ki, o halde binler zarar olur.
Demek Rahîm, Hakîm ve Vedûd isimleri, zevâle ve firaka muarız değiller; belki istilzam edip iktiza ediyorlar.

69

28.07.2006, 14:04

Beşinci ışaret
fıkrası ifade ediyor ki:
Mevcudat, hususan zîhayat olanlar, vücud-u surîden gittikten sonra, bâki çok şeyleri bırakırlar, öyle giderler.
ıkinci Remizde beyan edildiği gibi, Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun kudsiyet ve istiğnâ-yı kemâline muvafık bir tarzda ve ona lâyık bir surette, hadsiz bir muhabbet, nihayetsiz bir şefkat, gayetsiz bir iftihar, tabiri caizse, mukaddes, hadsiz bir memnuniyet, bir sevinç-tabirde hata olmasın-hadsiz bir lezzet-i mukaddese, bir ferah-ı münezzeh, şuûnât-ı rububiyetinde bulunur ki, onların âsârı bilmüşahede görünüyor. ışte o şuûnat iktiza ettikleri hayretnümâ faaliyet içinde, mevcudat, tebdil ve tağyirle, zeval ve fenâ içinde süratle sevk ediliyor, mütemadiyen âlem-i şehadetten âlem-i gayba gönderiliyor. Ve o şuûnâtın cilveleri altında, mahlûkat, daimî bir seyir ve seyelân, bir hareket ve cevelân içinde çalkanmakta ve ehl-i gafletin kulaklarına vâveylâ-yı firak ve zevâli ve ehl-i hidayetin sem’ine velvele-i zikir ve tesbihi dağıtmaktadırlar.
Bu sırra binaen, herbir mevcut, Vâcibü’l-Vücudun bâki şuûnâtının tezahürüne bâki birer medar olacak mânâları, keyfiyetleri, hâletleri vücutta bırakıp öyle gidiyorlar. Hem o mevcut, bütün müddet-i hayatında geçirdiği etvar ve ahvâli, ilm-i ezelînin ünvanları olan ımam-ı Mübîn, Kitab-ı Mübîn, Levh-i Mahfuz gibi vücud-u ilmî dairelerinde vücud-u haricîsini temsil eden mufassal bir vücut dahi bırakıp öyle giderler. Demek, her fâni, bir vücudu terk eder, binler bâki vücutları kazanır, kazandırır.
Meselâ, nasıl ki harikulâde bir fabrika makinesine âdi bazı maddeler atılır; içinde yanarlar, zâhiren mahvolur, fakat o fabrikanın imbiklerinde çok kıymettar kimya maddeleri ve edviyeler teressüp eder. Hem onun kuvvetiyle ve buharıyla o fabrikanın çarkları döner; bir taraftan kumaşları dokumasına, bir kısmı kitap tab’ına, bir kısmı da şeker gibi başka kıymettar şeyleri imal etmesine medar oluyor, ve hâkezâ... Demek, o âdi maddelerin yanmasıyla ve zâhiren mahvolmasıyla binler şeyler vücut buluyor. Demek, âdi bir vücut gider, âli çok vücutları irsiyet bırakır. ışte, şu halde, o âdi maddeye "Yazık oldu" denilir mi? "Fabrika sahibi neden ona acımadı, yandırdı; o sevimli maddeleri mahvetti?" şikâyet edilir mi?
Aynen öyle de, ve lillâhi’l-meselü’l-a’lâ, Hâlık-ı Hakîm ve Rahîm ve Vedûd, mukteza-yı rahmet ve hikmet ve vedûdiyet olarak kâinat fabrikasına hareket veriyor. Herbir vücud-u fâniyi çok bâki vücutlara çekirdek yapar, makasıd-ı Rabbâniyesine medar eder, şuûnât-ı Sübhâniyesine mazhar kılar, kalem-i kaderine mürekkep ittihaz eder ve kudretin dokumasına bir mekik yapar. Ve daha bilmediğimiz pek çok inâyât-ı galiye ve makasıd-ı âliye için, kendi faaliyet-i kudretiyle kâinatı faaliyete getirir. Zerrâtı cevelâna, mevcudatı seyerâna, hayvânâtı seyelâna, seyyârâtı deverâna getirir, kâinatı konuşturur, âyâtını ona sessiz söylettirir ve ona yazdırır. Ve mahlûkat-ı arziyeyi, rububiyeti noktasında, havayı emir ve iradesine bir nevi arş, ve nur’unsurunu ilim ve hikmetine diğer bir arş, ve suyu ihsan ve rahmetine başka bir arş, ve toprağı hıfz ve ihyâsına bir çeşit arş yapmış; o arşlardan üçünü mahlûkat-ı arziye üstünde gezdiriyor.
Katiyen bil ki, bu Beş Remizde ve Beş ışarette gösterilen parlak hakikat-i âliye, nur-u Kur’ân ile görünür ve imanın kuvvetiyle sahip olunabilir. Yoksa, o hakikat-i bâkiye yerine, gayet müthiş bir zulümat geçer. Ehl-i dalâlet için dünya firaklar ve zevallerle dolu ve ademlerle mâlâmâldir. Kâinat, onun için mânevî bir cehennem hükmüne geçer. Herşey onun için âni bir vücut ile hadsiz bir adem ihata ediyor. Bütün mazi ve müstakbel zulümat-ı ademle memlûdür; yalnız kısacık bir zaman-ı halde bir hazin nur-u vücut bulabilir. Fakat sırr-ı Kur’ân ve nur-u ımân ile, ezelden ebede kadar bir nur-u vücut görünür, ona alâkadar olur ve onunla saadet-i ebediyesini temin eder.
Elhasıl, biz şair Mısrî’nin tarzında deriz:
Derya olunca nefes,
Pârelenince kafes,
Tâ kesilince bu ses,
Çağırırım: Yâ Hak, yâ Mevcud, yâ Hayy, yâ Mâbud,
Yâ Hakîm, yâ Maksud, yâ Rahîm, yâ Vedûd!
Ve bağırarak derim



1 Melik, Hak ve Mübîn olan Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Emin ve vaadinde sadık olan Muhammed Onun Resulüdür.

2 "şüphesiz, ölümden sonra diriliş haktır. Cennet haktır. Cehennem ateşi haktır. Saadet-i ebediye haktır. şüphesiz ki Allah çok merhametli ve çok hikmetlidir; O mahlûkatını çok sever ve nihayetsiz bir muhabbetle sevilmeye lâyıktır. Ve şüphesiz ki Onun rahmeti, hikmeti ve muhabbeti, bütün eşyayı bütün şuunatıyla kuşatır.

3 "Dediler: Bizi buna eriştiren Allah’a hamd olsun; yoksa Allah hidayet etmeseydi, biz kendiliğimizden buna erişemezdik. Gerçekten Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirdiler." A’râf Sûresi: 7:43.

4 "Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin." Bakara Sûresi: 2:32.

5 "Ey Rabbimiz, unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesaba çekme

70

28.07.2006, 14:09

ve bu konu burda biter.

eğer bunu baştan buraya kadar anladıksa,
hem tevhidi,
hem eşyanın mahiyetini,
hem ahireti,
hem levhi mahfuzu,
gibi konuları çok iyi anlamış.oluruz.
ne kadar tefekkür edersek o kadarda imanımız artar.

daha güzel konularda buluşmak dileğiyle.

bu konuda fikri olan aktarabilir.

ama benim için konu burda biter.

bunu kitap haline getirirp herkesin anlayacağı şekilde izah eden kardeş
inşaallah çok hizmete vesile olur.
Allah kolaylaştırsın.

hepinize selam ederim.kardeşiniz YUNUSUM.

71

28.07.2006, 14:30

""Demek Rahîm, Hakîm ve Vedûd isimleri, zevâle ve firaka muarız değiller; belki istilzam edip iktiza ediyorlar""

değerli yunus abi buradan şöyle bir açılım yapabilirmiyiz acaba

yüce.ALLAH cc rahim,hakim,ve vedud isimleri ayrılığı iktiza ederler,ona karşı değillerdir.onu isterler ancak bu isteme sadece insan dışındaki mahlukat için mi geçerlidir,yoksa yaratılan tüm mahlukat için mi geçerlidir.insan da dahil olmak üzere

veya bu ayrılık ve ayrılma zevalde kısa bir zamanda kaybolan fani mahlukat için mi geçerlidir.gerçi yokluk yoktur,sadece sureten faniyat vardır.
amma,

neden Rahim,Hakim ve Vedud isimleri firakı ayrılığı istemektedirler.

hakikatta bu isimler devamı,likayı ,ebediyeti iktaza etmeleri gerekmiyor mu?

72

28.07.2006, 14:45

zaten bir varlığın bir an yaşaması veya vücuda gelmesi veya ilim dairesinde olması ebedi bir vücudu kazndırıyor.

bu isimlere mazhar olanlar zaten ebediyeti kazanarak gidiyorlar.

faaliyetin hikmetlerine bakarak bunları daha kolay anlarsın kardeşim.
şimdilik bu kadar yeter.

tüm canlılar için geçerli.
sadece fark hayvanların mesela hepsi cesedleriyle olmayacak,bazıları olacak cennette,ashabı kehfin köpeği,süleyman as karıncası,hüdhüd kuşu vasaire.
diğerlerindede cennet inşa ediliyor.çünkü dünya ahiretin tarlasıdır.mahsulatları burda ekiliyor.ahirette vücud buluyor.

insan ise hemcismiyle,ismiyle ebediyete gidiyor.


selam.

73

09.08.2006, 15:23

Denizli hapsinden tahliyemizden sonra, meşhur şehir Otelinin yüksek katında oturmuştum. Karşımda güzel bahçelerde kesretli kavak ağaçları birer halka-i zikir tarzında gayet lâtif, tatlı bir surette hem kendileri, hem dalları, hem yaprakları havanın dokunmasıyla cezbedârâne ve câzibekârâne hareketle raksları, kardeşlerimin müfarakatlarından ve yalnız kaldığımdan hüzünlü ve gamlı kalbime ilişti. Birden güz ve kış mevsimi hatıra geldi ve bana bir gaflet bastı. Ben o kemâl-i neş’e ile cilvelenen o nâzenin kavaklara ve zîhayatlara o kadar acıdım ki, gözlerim yaşla doldu. Kâinatın süslü perdesi altındaki ademleri, firakları ihtar ve ihsasiyle kâinat dolusu firakların, zevâllerin hüzünleri başıma toplandı.
Birden, hakikat-i Muhammediyenin (a.s.m.) getirdiği nur imdada yetişti. O hadsiz hüzünleri ve gamları, sürurlara çevirdi. Hattâ o nurun, herkes ve her ehl-i ımân gibi benim hakkımda milyon feyzinden yalnız o vakitte o vaziyete temas eden imdat ve tesellîsi için, zât-ı Muhammediyeye (a.s.m.) karşı ebediyen minnettar oldum. şöyle ki:
Ol nazar-ı gaflet, o mübarek nâzeninleri vazifesiz, neticesiz bir mevsimde görünüp, hareketleri neş’eden değil, belki güya ademden ve firaktan titreyerek hiçliğe düştüklerini göstermekle, herkes gibi bendeki aşk-ı beka ve hubb-u mehâsin ve şefkat-i cinsiye ve hayatiyeye medar olan damarlarıma o derece dokundu ki, böyle dünyayı bir mânevî cehenneme ve aklı bir tâzip âletine çevirdiği sırada, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın beşere hediye getirdiği nur perdeyi kaldırdı; idam, adem, hiçlik, vazifesizlik, abes, firak yerlerinde, o kavakların herbirinin yaprakları adedince hikmetleri ve mânâları ve, Risale-i Nur’da ispat edildiği gibi, üç kısma ayrılan neticeleri ve vazifeleri var diye gösterdi.
Birinci kısım: Sâni-i Zülcelâlin esmâsına bakar. Meselâ, nasıl bir usta, harika bir makineyi yapsa, herkes o zâta "Mâşâallah, bârekâllah" deyip alkışlar. Öyle de, o makine dahi, ondan maksut neticeleri tam tamına göstermesiyle, lisan-ı haliyle ustasını tebrik eder, alkışlar. Her zîhayat ve herşey böyle bir makinedir; ustasını tebriklerle alkışlar.
ıkinci kısım hikmetleri ise, zîhayatın ve zîşuurun nazarlarına bakar. Onlara şirin bir mütalâagâh, birer kitab-ı marifet olur. Mânâlarını zîşuurun zihinlerinde ve suretlerini kuvve-i hafızalarında ve elvâh-ı misâliyede ve âlem-i gaybın defterlerinde daire-i vücutta bırakıp, sonra âlem-i şehadeti terk eder, âlem-i gayba çekilir. Demek, surî bir vücudu bırakır, mânevî ve gaybî ve ilmî çok vücutları kazanır.
Evet madem Allah var ve ilmi ihâta eder. Elbette adem, idam, hiçlik, mahv, fena, hakikat noktasında, ehl-i imanın dünyasında yoktur. Ve kâfirlerin dünyaları ademle, firakla, hiçlikle, fânilikle doludur. ışte bu hakikati, umumun lisanında gezen bu gelen darb-ı mesel ders verip, der:
"Kimin için Allah var, ona herşey var. Ve kimin için yoksa, herşey ona yoktur, hiçtir."
Elhasıl, nasıl ki, iman, ölüm vaktinde insanı idam-ı ebedîden kurtarıyor; öyle de, herkesin hususî dünyasını dahi idamdan ve hiçlik karanlıklarından kurtarıyor. Ve küfür ise, hususan küfr-ü mutlak olsa, hem o insanı, hem hususî dünyasını ölümle idam edip mânevî cehennem zulmetlerine atar, hayatının lezzetlerini acı zehirlere çevirir. Hayat-ı dünyeviyeyi âhiretine tercih edenlerin kulakları çınlasın! Gelsinler, buna ya bir çare bulsunlar veya imana girsinler, bu dehşetli hasârattan kurtulsunlar.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir