Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

1

14.05.2006, 23:31

His ve duyguların inkişaf ve inbisatı

selamın aleykum

risale-i nurda bir çok yerlerde geçiyor bunu pek anlamıyorum his ve duygular iman ve islamiyetle nasıl inkişaf veya inbisat eder? mesela bir yerde diyor ki: her mümin kendi his ve duygularının inkişafı nispetinde saadete mazhar olacak...

1.si: his ve duyguların inkişaf etmesi için iman ve islamiyet mi gereklidir?

2.si: iman ve islamiyetle hisler nasıl inkişaf ve inbisat ediyor?

selametle
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

2

15.05.2006, 11:29

His ve duyguların inkişafı akletme ile olur.Ayetlerin dediği gibi,"Akletmez misiniz,düşünmez misiniz?,...bunda düşünen bir kavim için ibretler vardır.."
ıslam akıl ile muhattabıtır.ıman akıllıya farz edilmiştir.
Aklını kullanarak ıslam'ı ve ıman'ın hakikatlerini ilmelyakın,aynelyakın ve belki de hakkalyakın anlayan insanlar yanlış duygulardan beridir.Mesela; tarafgirlik bir histir. Akleden insan gerçekleri tarafgirlikle aramaz.Mesela;aşk güzel bir duygudur.Aklını ve duygularını ıslam ve ıman ile inkişaf ettiren bir insan daha yüce bir duygu olan şefkate inkılap eder.Kibir,tevzuya;gücü,acze inkılap eder.
Hem zelildir.Yanlız vakurdur.Aczini,fakrını, zelilliğini Rabbine izhar eder.Kula dilencilik etmez.
ıman Sırat Köprüsü gibi ince ve keskin zıt duyguları birbirinden ayırt ettirir.
Cömertlikle,savurganlığı,cimrilikle tutumluluğu ayırt eder.Hislerini akıl ile iltibas etmez.Kullandığı kelimeler bile farklıdır.Mesela,bir musibette "benim suçum ne"
yerine, "Hangi suçumun tokadı" der ve böyle düşünür.
Aslında bu harika konu, iyi bir araştırma ile yazılacak,uzunca bir makale ile açıklanması icab ederdi.Hem kendimizi geliştirebileceğimiz bir konu. ınsanlar duygu ve hislerinde yaptıkları iltibaslarla küfre girecek hatalar yapabiliyorlar. Bilgiyle tanımlanmış bir his, safsatalara,yani görünüşte doğru
aslı sapık olan duygulara kapılamazlar.ıslam ve ıman bilgisini doğru kaynaklardan öğrendiğimizde hayatımız ve Haşir'de hesabımız çok kolaylaşır
Selam ve muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

3

15.05.2006, 19:19

Ben de şu konuya gireyim
Bazı büyük zatların kalp gözü açıktır.Kainattaki bazı gizli defineleri yani esma-ül hüsnayı görmek için de iman kuvveti gereklidir.mesela gözümüzü ele alalım..günlük hayatta gözümü nelere kullanıyoruz?haram bir nazara baktıgımız zaman insana verilen latifeleri -bir daha dirilmemek üzere-öldürüyoruz.bu örneği (yanlış hatırlamıyorsam)malatyada bulunan üstadın suan yaşayan bir talebesi vermişti.umumi dersi işlerken onun notlarında görmüştük takva ile alakalı,günahlardan içtinap etmek vs...
6.söz sizin sorunuza çok güzel cevap veriyor.
gözün,kulagın vs..diğer azaların nasıl kullanılması gerektiğini ve neler yaparsan o azaları öldürürsün vs..

bir örnek anlatayım:Kalp gözü açık olan bir zat varmış.kabirden geçerken kabir azaplarını duyuyormuş.Allah ona o kabileyeti vermiş.ama bir zaman sonra artık dayanamayınca'Ya Rabbi artık bunları işitmeye takatim kalmadı bana yardım et 'diye dua etmiş.başka bir imanli arkadası da 'harama nazar et'demiş.bir harama bakmasıyla ona verilen o kabiliyet gitmiş...
bu örnek yakın bir tanıdıgımın kardeşi oluyor.
işte boyle ...çok güzel bir konuya değinmişsiiniz ve çok ta uzun bir konu çok kapsamlı...
Risale-i nur'da sorunuza verilecek çok yerde cevaplar var.benim aklıma direkt 6.söz geldi..
ya diğer kardeşlerin?

4

15.05.2006, 22:09

Hislerimiz Cenab-ı Hakk'ın biz kullarına lütuflarındandır. Biz kullar, kulluk görevlerimizi yerine getirirsek yani Allah (c.c.)'ya daha yakın olabilirsek, O'nu tüm isimlerinin kainattaki tecelliyatıyla beraber tam manasıyla tanımaya çalışırsak bu hislerin kaynağına da da yakın oluruz. Elbetteki kaynaktan uzaklaştıkça tesir azalır. Hislerimizin de tesirli olması ve inkişaf etmesi için iman ve islam hakikatlerini nefsimize ruhumuza yedirmeliyiz.

Bu inkişafın nasıl olduğuna örnek olarak aklıma şu geliyor: Eğer biz iman nuruyla hayata bakabilirsek, ehl-i dünya insanlara göre düşünce tarzımız ve bakış açımız farklı olacaktır. ımanı kuvvetli olanlar yaptıkları işi Allah rızası için yaptıkları için ahirete yönelik olarak da ecrinin olduğunu düşünerek o işten büyük bir haz alabilir.Fakat iman nuru zayıf olan kişilerde bu bakış açısı olmayabiliyor.Yaptığı işten sıkılıyor ve tabiri caizse hayattan bıkıyor.Çünkü işini yaparken abd olduğunun farkına gerçek manasıyla farkına varamıyor.Eğer her an abd olduğumuzu hatırlarsak bu fani hayattaki hislerimizde ona göre gelişir diye düşünüyorum.

Selametle, Emin Okur

5

15.05.2006, 23:27

alakası yok denilebilir ama. biraz düşününce bilim ilime tabidir. oysaki bilimin ilmen ispat edemediği durumlarda mevcut. efendimizin s.a.v. sadır ilmi ile bir çok konuya ışık tutması Evliyaların, Asfiyaların, Alimlerin v.s. onun varisi olması hasebiyle aklıma bunlar geldi.


Alıntı

1. Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise mâneviyatta kördür.

2. Ehl-i hakikatin sohbetine zaman, mekân mâni olmaz; manevi radyo hükmünde biri şarkta, biri garpta, biri dünyada, biri berzahta olsa da rabıta-i Kur’aniye ve imaniye onları birbiriyle konuşturur.


vaktinizi aldım ise hakkınızı helal ediniz.

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

6

16.05.2006, 21:31

Esbabtan kurtulup,hikmete ,olayın arkasındaki buyuk kudret eline, bakmak...
Abd ile Yaratıcı arasında özel bir bağın olması,farklı şeylerin hissettirilmesi...
Latifelerimizi O'nun istediği dogrultuda kullandıkça,inkişafların başlaması....
Gizli definelerin bir bir görülmesi,duyulması,hissettirilmesi....vs...

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

7

20.05.2006, 19:25

hepinizden Allah razı olsun..gerçi benim beklediğim cevaplar gelmemiş ama farklı noktalara parmak basılmış...

mesela hz. ebu bekir'in sürekli doğru söylemesi onu sıddık derecesine çıkarmış o duyguyu fazla inkişaf ettirmiş...hz. ömere baktığımızda adil olma, davranma , hz. ali'de şecaat ,cesaret, hz. osman'da haya etme duygusunun fazla inkişaf etttiğini görüyoruz.... aslında konu çok geniş...herkesin istidatları da farklı olduğundan bazı hisler daha kolay inkişaf edebiliyor... yine risalelerde geçiyordu sanırım insanda hadsiz istidat ve duygular çekirdekler halinde dercedilmiş... bazı musibet veya bazı olaylarda zahiri kötü görünen bir olayla bu duygular inkişaf edebiliyor...

mesela çok dert ve sıkıntı çeken bir kişide metanet ve sabr duyguları daha çok gelişmesi gibi...

evet problem sanırım bu sınırsız olarak dercedilen hadsiz duygu ve istidatları nasıl inkişaf ettirebiliriz... aslında bu konuda çok şeyler yazılabilir... cevaplarınız için teşekkürler...
selametle
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

8

21.05.2006, 10:02

alkan unal kardeş,sizin istediğiniz cevapları yunusum nickli kardeş ismi azam adlı başlıkta işlemiştir.

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

9

21.05.2006, 10:02

alkan unal kardeş,sizin istediğiniz cevapları yunusum nickli kardeş ismi azam adlı başlıkta işlemiştir.

Mesajlar: 16

Konum: kırşehir-aksaray

Meslek: öğrenci

  • Özel mesaj gönder

10

21.05.2006, 14:01

farklı bir boyuttan arkadaşlar aklıma zübeyir abinib bir sözü geldi
onu sizlere aktarayım inşALLAH
ZÜBEYıR ABı şÖYLE DıYOR:
"gençken insanlar ençok ne iş ile meşgul olurlarsa istidatlarında o inkişaf eder "
asyanın bahtının miftahı meşveret ve şuradır

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

11

21.05.2006, 18:52

Alıntı sahibi ""RÜVEYDANUR""

farklı bir boyuttan arkadaşlar aklıma zübeyir abinib bir sözü geldi
onu sizlere aktarayım inşALLAH
ZÜBEYıR ABı şÖYLE DıYOR:
"gençken insanlar ençok ne iş ile meşgul olurlarsa istidatlarında o inkişaf eder "


hadi ya
duyduğum iyi oldu
Allah razı olsun,hemen not alayım

12

22.05.2006, 11:00

Evet, insan bir çekirdeğe benzer. Nasıl ki, o çekirdeğe Kudretten mânevîve ehemmiyetli cihazât ve kaderden ince ve kıymetli program verilmiş. Tâ ki, toprak altında çalışıp, tâ o dar âlemden çıkıp, geniş olan hava âlemine girip, Hâlıkından istidad lisâniyle bir ağaç olmasını isteyip, kendine lâyık bir kemâl bulsun. Eğer o çekirdek, sû-i mizâcından dolayı, ona verilen cihazât-ı mâneviyeyi, toprak altında bâzı mevadd-ı muzırrayı celbine sarf etse, o dar yerde, kısa bir zamanda, faydasız tefessüh edip çürüyecektir. Eğer o çekirdek, o mânevî cihazâtını, ’nın emr-i tekvinîsini imtisâl edip, hüsn-ü istimâl etse, o dar âlemden çıkacak meyvedar koca bir ağaç olmakla, küçücük cüz’î hakikati ve ruh-u mânevîsi, büyük bir hakikat-i külliye sûretini alacaktır.
ışte, aynen onun gibi, insanın mahiyetine, kudretten ehemmiyetli cihazât ve kaderden kıymetli programlar tevdî edilmiş. Eğer insan, şu dar âlem-i arzîde, hayat-ı dünyeviye toprağı altında, o cihazât-ı mâneviyesini nefsin hevesâtına sarf etse, bozulan çekirdek gibi, bir cüz’î telezzüz için, kısa bir ömürde, dar bir yerde ve sıkıntılı bir halde çürüyüp tefessüh ederek, mesuliyet-i mâneviyeyi bedbaht ruhuna yüklenecek, şu dünyadan göçüp gidecektir. Eğer o istidad çekirdeğini ıslâmiyet suyu ile, imânın ziyâsıyla, ubûdiyet toprağı altında terbiye ederek evâmir-i Kur’âniyeyi imtisâl edip, cihazât-ı mâneviyesini hakiki gâyelerine tevcih etse, elbette âlem-i misâl ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennette hadsiz kemâlât ve nimetlere medâr olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-i dâimenin cihazâtına câmi’ kıymettar bir çekirdek ve revnaktar bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübârek ve münevver bir meyvesi olacaktır.
Evet, hakiki terakkî ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sâir kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, her biri kendine lâyık hususi bir vazife-i ubûdiyet ile meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakkî zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek; ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakkî değil, sukuttur

13

22.05.2006, 11:03

Görüyorum ki, şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki, dünyayı bir misafirhane-i askerî telâkki etsin ve öyle de iz’an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telâkki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rızâyı çabuk elde edebilir. Kırılacak şişe pahasına daimî bir elmasın fiyatını vermez; istikamet ve lezzetle hayatını geçirir.
Evet, dünyaya ait işler, kırılmaya mahkûm şişeler hükmündedir. Bâki umur-u uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. ınsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hâkezâ şedit hissiyatlar, umur-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı şiddetli bir surette fâni umur-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere bâki elmas fiyatlarını vermek demektir. şu münasebetle bir nokta hatıra gelmiş; söyleyeceğim. şöyle ki:
Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır. Veyahut o mecazî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılâp eder.
ışte, insanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin, aşk gibi, iki mertebesi var: biri mecazî, biri hakikî. Meselâ, endişe-i istikbal hissi herkeste var. şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüt altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüt altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder.
Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir. Bakar ki, muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî câh olan merâtib-i mâneviyeye ve derecât-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakikî mal olan a’mâl-i salihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âli bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılâp eder.
Hem meselâ, şiddetli bir inatla, ehemmiyetsiz, zâil, fâni umurlara karşı hissiyatını sarf eder. Bakar ki, bir dakika inada değmeyen bir şeye bir sene inat ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şeye inat namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his böyle şeyler için verilmemiş; onu onlara sarf etmek, hikmet ve hakikate münâfidir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umur-u zâileye vermeyip, âli ve bâki olan hakaik-i imaniyeye ve esâsât-ı ıslâmiyeye ve hidemât-ı uhreviyeye sarf eder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âli bir haslet olan hakikî inada, yani hakta şiddetli sebata inkılâp eder.
ışte, şu üç misal gibi, insanlar, insana verilen cihazat-ı mâneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilâne davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umuruna ve şiddetlilerini vezâif-i uhreviyeye ve mâneviyeye sarf etse, ahlâk-ı hamîdeye menşe, hikmet ve hakikate muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.

14

22.05.2006, 11:05

ı’lem eyyühe’l-aziz! Hilkat şeceresinin semeresi insandır. Malûmdur ki, semere bütün eczânın en ekmeli ve kökten en uzağı olduğu için, bütün eczânın hâsiyetlerini, meziyetlerini hâvidir. Ve keza, hilkat-i âlemin ille-i gaiye hükmünde olan çekirdeği yine insandır.

Sonra, o şecerenin semeresi olan insandan bir tanesini şecere-i ıslâmiyete çekirdek ittihaz etmiştir. Demek o çekirdek, âlem-i ıslâmiyetin hem bânisidir, hem esasıdır. Fakat o çekirdeğin çekirdeği kalbdir. Kalbin ihtiyacat saikasıyla âlemin envâıyla, eczâsıyla pek çok alâkaları vardır. Esmâ-i Hüsnânın bütün nurlarına ihtiyaçları vardır. Dünyayı dolduracak kadar o kalbin hem emelleri, hem de düşmanları vardır. Ancak, Ganiyy-i Mutlak ve Hâfız-ı Hakikiyle itminan edebilir.

Ve keza, o kalbin öyle bir kabiliyeti vardır ki, bir harita veya bir fihriste gibi bütün âlemi temsil eder. Ve Vahid-i Ehadden başka merkezinde birşeyi kabul etmiyor. Ebedî, sermedî bir bekadan maada birşeye razı olmuyor.

ınsanın çekirdeği olan kalb, ubudiyet ve ihlâs altında ıslâmiyetle iska edilmekle imanla intibaha gelirse, nurânî, misâlî âlem-i emirden gelen emirle öyle bir şecere-i nurânî olarak yeşillenir ki, onun cismânî âlemine ruh olur. Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nura inkılâp edinceye kadar ateşle yanması lâzımdır.

Ve keza, o habbe-i kalb için, pek çok hizmetçi vardır ki, o hâdimler kalbin hayatiyle hayat bulup inbisat ederlerse, kocaman kâinat onlara tenezzüh ve seyrangâh olur. Hattâ kalbin hâdimlerinden bulunan hayal, meselâ en zayıf, en kıymetsiz iken, hapiste ve zindanda kayıtlı olan sahibini bütün dünyada gezdirir, ferahlandırır. Ve şarkta namaz kılanın başını Hacerü’l-Esvedin altına koydurur. Ve şehadetlerini Hacerü’l-Esvede muhafaza için tevdi ettirir.

Mâdem benî Âdem kâinatın semeresidir. Nasıl ki, bir harmanda başaklar döğülür; tasfiye neticesinde semereler istibka ve iddihar edilir. Binaenaleyh, haşir meydanı da bir harmandır; kâinatın başak ve semeresi olan benî Âdemi intizar etmektedir.

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

15

22.05.2006, 11:41

Allah razı olsun
Risale-i nur nimetinden dolayı Allah a hamd olsun

16

22.05.2006, 12:10

Değerli Yunusum Kardeşim;
Nur Hadimleri arasında senin gibi gayretli,samimi ve sadık talebeleri gördüküçe kalbim sevinçle doluyor.Umudum ziyadeleşiyor.Maaşallah.
Hizmetinde, şakirtliğinde Rabbim muvaffak etsin.Daim kılsın. Cümlemizi. Bizim için de dua et.Canım Kardeşim
Selam ve dua ile..
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

17

22.05.2006, 15:16

Meselâ, akıl bir âlettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, öyle meş’um ve müz’ic ve muacciz bir âlet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinânesini ve gelecek zamanın ahvâl-ı muhavvifânesini senin bu bîçare başına yükletecek yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner. ışte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz’âc ve tâcizinden kurtulmak için gâliben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikisine satılsa ve Onun hesâbına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazînelerini ve hikmet defînelerini açar. Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye müheyyâ eden bir mürşid-i Rabbânî derecesine çıkar.

Meselâ, göz, bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, geçici, devamsız bâzı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsâniyeye bir kavvat derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesâbına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitâb-ı kebîr-i kâinatın bir mütâlaacısı ve şu âlemdeki mu’cizât-ı san’at-ı Rabbâniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübârek bir arısı derecesine çıkar.

Meselâ, dildeki kuvve-i zâikayı Fâtır-ı Hakîmine satmazsan, belki nefis hesâbına, mide nâmına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i ılâhiye hazînelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.

ışte ey akıl, dikkat et! Meş’um bir âlet nerede, kâinat anahtarı nerede?

Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvat nerede, kütüphâne-i ılâhînin mütefennin bir nâzırı nerede?

Ve ey dil, iyi tad! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazîne-i hâssa-i rahmet nâzırı nerede?

Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü’min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvâfık bir mahiyet kesb eder. Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü’min, imâniyle Hâlıkının emânetini, Onun nâmına ve izni dairesinde istimâl etmesidir. Ve kâfir, hıyânet edip nefs-i emmâre hesâbına çalıştırmasıdır.

18

22.05.2006, 15:23

Diyorsun: "Benim taamlara, nefsime, refîkama, vâlideynime, evlâdıma, ahbabıma, evliyâya, enbiyâya, güzel şeylere, bahara, dünyaya müteallik ayrı ayrı muhtelif muhabbetlerimin, Kur’ân’ın emrettiği tarzda olsa, neticeleri, faydaları nedir?"
Elcevap: Bütün neticeleri beyân etmek için büyük bir kitap yazmak lâzım gelir. şimdilik, yalnız icmâlen bir iki neticeye işaret edilecek. Evvelâ, dünyadaki muaccel neticeleri beyân edilecek; sonra, âhirette tezâhür eden neticeleri zikredilecek. şöyle ki:
Sâbıkan beyân edildiği gibi, ehl-i gaflet ve ehl-i dünya tarzında ve nefis hesâbına olan muhabbetlerin, dünyada belâları, elemleri, meşakkatleri çoktur; safâları, lezzetleri, rahatları azdır. Meselâ şefkat, acz yüzünden elemli bir musîbet olur; muhabbet, firâk yüzünden belâlı bir hırkat olur; lezzet, zevâl yüzünden zehirli bir şerbet olur. Âhirette ise, Cenâb-ı Hakkın hesâbına olmadıkları için, ya faydasızdır veya azabdır (eğer harama girmiş ise).
Suâl: Enbiyâ ve evliyâya muhabbet, nasıl faydasız kalır?
Elcevap: Ehl-i Teslisin ısâ Aleyhisselâma ve Râfızîlerin Hazret-i Ali Radıyallâhü Anha muhabbetleri faydasız kaldığı gibi. Eğer o muhabbetler, Kur’ân’ın irşâd ettiği tarzda ve Cenâb-ı Hakkın hesâbına ve muhabbet-i Rahmân nâmına olsalar, o zaman hem dünyada, hem âhirette güzel neticeleri var.
Ammâ dünyada ise, leziz taamlara, güzel meyvelere muhabbetin, elemsiz bir ni’met ve ayn-ı şükür bir lezzettir.
Nefsine muhabbet ise, ona acımak, terbiye etmek, zararlı hevesâttan men etmektir. O vakit, nefis sana binmez, seni hevâsına esir etmez; belki sen nefsine binersin, onu hevâya değil, hüdâya sevk edersin.
Refîka-i hayatına muhabbetin mâdem hüsn-ü sîret ve mâden-i şefkat ve hediye-i rahmet olduğuna binâ edilmiş, o refîkaya samimi muhabbet ve merhamet edersen, o da sana ciddi hürmet ve muhabbet eder. ıkiniz ihtiyar oldukça, o hal ziyâdeleşir, mesûdâne hayatını geçirirsin. Yoksa, hüsn-ü sûrete muhabbet, nefsânî olsa, o muhabbet çabuk bozulur, hüsn-ü muâşereti de bozar.
Peder ve vâlideye karşı muhabbetin Cenâb-ı Hak hesâbına olduğu için, hem bir ibâdet, hem de onlar ihtiyarlandıkça hürmet ve muhabbeti ziyâdeleştirirsin. En âlî bir his ile, en merdâne bir himmet ile onların tûl-i ömrünü ciddi arzu edip bekâlarına duâ etmek, tâ onların yüzünden daha ziyâde sevap kazanayım diye samimi hürmetle onların elini öpmek, ulvî bir lezzet-i ruhânî almaktır. Yoksa nefsânî, dünya itibâriyle olsa, onlar ihtiyar oldukları ve sana bâr olacak bir vaziyete girdikleri zaman, en

19

22.05.2006, 15:24

süflî ve en alçak bir his ile, vücudlarını istiskâl etmek, sebeb-i hayatın olan o muhterem zâtların mevtlerini arzu etmek gibi vahşî, kederli, ruhânî bir elemdir.
Evlâdına muhabbet ise, Cenâb-ı Hakkın senin nezâretine ve terbiyene emânet ettiği sevimli, ünsiyetli o mahlûklara muhabbet ise, saadetli bir muhabbet, bir ni’mettir. Ne musîbetleriyle fazla elem çekersin, ne de ölümleriyle me’yusâne feryad edersin. Sâbıkan geçtiği gibi, onların Hâlıkları hem Hakîm, hem Rahîm olduğundan, "Onlar hakkında o mevt, bir saadettir" dersin. Senin hakkında da, onları sana veren Zâtın rahmetini düşünürsün, firâk eleminden kurtulursun.
Ahbablara muhabbetin ise, mâdem lillâh içindir; o ahbabların firâkları, hattâ ölümleri, sohbetinize ve uhuvvetinize mâni olmadığı için, o mânevî muhabbet ve ruhânî irtibattan istifade edersin. Ve mülâkât lezzeti dâimî olur. Lillâh için olmazsa, bir günlük mülâkât lezzeti, yüz günlük firâk elemini netice verir. Hâşiye
Enbiyâ ve evliyâya muhabbetin ise, ehl-i gaflete karanlıklı bir vahşetgâh görünen âlem-i berzah, o nurânîlerin vücudlarıyla tenevvür etmiş menzilgâhları sûretinde sana göründüğü için, o âleme gitmeye tevahhuş, tedehhüş değil, belki, bilakis temâyül ve iştiyak hissini verir, hayat-ı dünyeviyenin lezzetini kaçırmaz. Yoksa, onların muhabbeti, ehl-i medeniyetin meşâhir-i insaniyeye muhabbeti nevinden olsa, o kâmil insanların fenâ ve zevâllerini ve mâzi denilen mezar-ı ekberinde çürümelerini düşünmekle, elemli hayatına bir keder daha ilâve eder. Yani, "Öyle kâmilleri çürüten bir mezara, ben de gideceğim" diye düşünür, mezaristana endişeli bir nazarla bakar, ah çeker. Evvelki nazarda ise, cisim libasını mâzide bırakıp, kendileri istikbâl salonu olan berzah âleminde kemâl-i rahatla ikâmetlerini düşünür, mezaristana ünsiyetkârâne bakar.
Hem, güzel şeylere muhabbetin, mâdem Sâni’leri hesâbınadır, "Ne güzel yapılmışlar" tarzındadır. O muhabbetin, bir leziz tefekkür olduğu halde hüsünperest, cemâlperest zevkinin nazarını, daha yüksek, daha mukaddes ve binler defa daha güzel cemâl mertebelerinin defînelerine yol açar, baktırır. Çünkü, o güzel âsârdan ef’âl-i ılâhiyenin güzelliğine intikal ettirir; ondan esmânın güzelliğine, ondan sıfatın güzelliğine, ondan Zât-ı Zülcelâlin cemâl-i bîmisâline karşı kalbe yol açar. ışte bu muhabbet, bu sûrette olsa, hem lezzetlidir, hem ibâdettir ve hem tefekkürdür.
Gençliğe muhabbetin ise, mâdem Cenâb-ı Hakkın güzel bir ni’meti cihetinde sevmişsin, elbette onu ibâdette sarf edersin, sefâhette boğdurup öldürmezsin. Öyle ise, o gençlikte kazandığın ibâdetler, o fânî gençliğin bâkî meyveleridir. Sen ihtiyarlandıkça, gençliğin iyilikleri olan bâkî meyvelerini elde ettiğin halde, gençliğin zararlarından, taşkınlıklarından kurtulursun. Hem, ihtiyarlıkta daha ziyâde ibâdete muvaffakıyet ve merhamet-i ılâhiyeye daha ziyâde liyâkat kazandığını düşünürsün. Ehl-i gaflet gibi beş on senelik bir gençlik lezzetine mukabil, elli senede, "Eyvah, gençliğim gitti" diye teessüf edip, gençliğe ağlamayacaksın. Nasıl ki öylelerin birisi demiş:

Hâşiye
Lillah için bir sâniye mülâkât, bir senedir. Dünya için olsa, bir sene, bir sâniyedir

20

22.05.2006, 15:25

Yani, "Keşke gençliğim bir gün dönseydi, ihtiyarlık benim başıma neler getirdiğini, şekvâ ederek haber verecektim."
Bahar gibi zînetli meşherlere muhabbet ise, mâdem san’at-ı ılâhiyeyi seyran itibâriyledir, o baharın gitmesiyle, temâşâ lezzeti zâil olmaz. Çünkü bahar, yaldızlı bir mektup gibi verdiği mânâları her vakit temâşâ edebilirsin. Senin hayalin ve zaman, ikisi de sinema şeritleri gibi sana o temâşâ lezzetini idâme ettirmekle beraber, o baharın mânâlarını, güzelliklerini sana tazelendirirler. O vakit muhabbetin esefli, elemli, muvakkat olmaz; lezzetli, safâlı olur.
Dünyaya muhabbetin ise, mâdem Cenâb-ı Hakkın nâmınadır, o vakit, dünyanın dehşetli mevcudâtı sana ünsiyetli bir arkadaş hükmüne geçer. Mezraâ-i âhiret cihetiyle sevdiğin için, herşeyinde âhirete fayda verecek bir sermâye, bir meyve alabilirsin; ne musîbetleri sana dehşet verir, ne zevâl ve fenâsı sana sıkıntı verir. Kemâl-i rahatla o misafirhânede müddet-i ikâmetini geçirirsin. Yoksa, ehl-i gaflet gibi seversen, yüz defa sana söylemişiz ki, sıkıntılı, ezici, boğucu, fenâya mahkûm, neticesiz bir muhabbet içinde boğulur gidersin.
ışte bâzı mahbubların, Kur’ân’ın irşâd ettiği sûrette olduğu vakit, herbirisinden yüzde ancak bir letâfetini gösterdik; Kur’ân’ın gösterdiği yolda olmazsa, yüzden bir mazarrâtına işaret ettik.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir