Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

24.04.2010, 18:25

farz olan halvet ihtiyacı

İnsan hayatı yaşadığı gündür desek yalan sayılmaz.İşte yaşamış olduğumuz günler dahilinde kendmizle nekadar başbaşa kalabiliyoruz.Nefsimizi ne kadar dinliyoruz,kalbimizi nekadar dinliyouz,ruhumuz ne diyor,aklımız ne işlerle meşgul ne kadar dinliyoruz.mübtela ve meftun olduğumuz dünya ve dünyanın içinde ne varsa,kalbimize dolan o varlıklardan ve seslerden ne kadar süre ayrılıp kendimize çekilerek yalnızlığı isteyebiliyoruz.



Şu kitab-ı kainat bir kur'andır.Aynen bizlere her an inzal olunan Kur'an gibi,Her vakit ayetlerini latif perdeler arksında okunuyor.Biz ne kadar dünyanın vel velesinden aklımızı ve kalbimzi sıyırıp,her iki kitabıın ayetlerini gün içinde ne kadar huzur-u kalble ve halvet içinde dinleyebiliyoruz.Çiçekleri, gülleri,yıldıları,denizleri,balıkları hava ve suyu,geceyi ve gündüzü duyabiliyormuyuz.Kur'an bir kez inzal olmuş değildir.Her an ve her gün ve her sene ve her asır inzal olunuyor kadar canlı ve diridir.Eğer bizler ruh ve kalb aynalarımızda bir saat olsun tekvini olan kur'anı ve kelami olan kur'an'la ve onun manevi mucizesi olan nurlarla baş başa kalıp halvet ederek onu hakiki dinleyerek rabt-ı kalb ederek,hakiki murakebeyi yapamıyorsak kur'an bize daha inzal olmamış demektir.O hakikat inmemiştir ruhumuza.



Seslerden ve cisimlerden varlıklardan ayrılıp kendimizle baş başa kalaamıyorsak,kendimizle barışık huzur içinde değiliz.Ruhumuzun ve kalbmizin merkezlerini dinleyemiyorsak o merkezleri açamıyor ve hakikat nuruyla dolduramıyorsak zarardayız.huzurun kaynağı kalb ve ruhumuz olmalı.Huzur-u daimiyi o tefekkür-ü zihni ve murakabe-i kalbi ve intisab-ı nur ile kazanmaya çalışmalıyız.

Halvete çok ihityacımız var mı?

Ya sizce..

Bu mesaj 3 defa düzenlendi, son düzenlemeyi yapan "_fedai_" (24.04.2010, 18:49)


Muhammed

Moderatör

  • "Muhammed" bir erkek

Mesajlar: 1,122

Konum: The Collection of Risale-i Nur

Meslek: The Collection of Risale-i Nur

Hobiler: The Collection of Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

2

24.04.2010, 22:24

muhasebe yaptırdın. Allah razı olsun
Bismillahirrahmânirrahîm

" Dedim:''Çok yalnızım.”
Dedi: “Ben sana çok yakınım
.”


Bakara: 186 Ayeti Kerime

3

25.04.2010, 12:30

CEVAP: farz olan halvet ihtiyacı

Nefsimizi ne kadar dinliyoruz,kalbimizi nekadar dinliyouz,ruhumuz ne diyor,aklımız ne işlerle meşgul ne kadar dinliyoruz.Mübtela ve meftun olduğumuz fani dünya ve fenaya gidecek dünyanın içinde ne varsa,kalbimize dolan o varlıklardan ve seslerden ne kadar süre ayrılıp kendimize çekilerek yalnızlığı isteyebiliyoruz.


''Dünyada herkesten ziyade kendimi mes'ud bilirken aynaya baktım; saçımda, sakalımda beyaz kılları gördüm.''11.rica



''Onun eseri olarak, kalben merbut olduğum ve medâr-ı saadet-i dünyeviye zannettiğim hâlâtı, esbabı tedkike başladım. Hangisini tedkik ettimse, baktım ki;



  • çürüktür,
  • alâkaya değmiyor,
  • aldatıyor.''11.rica

Halatı tetkik;Bu durum nefsimizle baş başa zaman ayırmakla olur.Bu bir olmazssa olmaz zarurettir.Bir pencere açmalıyız,Zaman ve mekan penceresi olmalı yalnızlığımıza!Taki hakkıyla o tetkikatı hakkıyla yapabilelim.Çünkü bunu yapmassak kendimizi mesud bildiğimiz dünyanın medarları bize sunduğu nimetler,bizi aldatır.Farkında olmadan kalbimiz o çürük devamsızve aldatan hallere bağlanarak hakiki bağlanması gereken noktaya,rabıtasını kaybeder.

4

25.04.2010, 12:43

CEVAP: farz olan halvet ihtiyacı

''Öyle de Kur'an-ı Kebir olan şu kâinat dahi gösteriyor ki: Netice-i hilkat-i âlemin en mühimmi, şükürdür. Çünki kâinata dikkat edilse görünüyor ki: Kâinatın teşkilâtı şükrü intac edecek bir surette herbir şey, bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor. Güya şu şecere-i hilkatin en mühim meyvesi, şükürdür. Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulâtın en a'lâsı, şükürdür.''28.mektub

Şu kitab-ı kainat bir kur'andır.

5

25.04.2010, 12:59

CEVAP: farz olan halvet ihtiyacı


Şu kitab-ı kainat bir kur'andır.Aynen bizlere her an inzal olunan Kur'an gibi,Her vakit ayetlerini latif perdeler arksında okunuyor.FEDAİ





''Evet, bu âlem-i kebir olan kâinat, şu âlem-i sagir olan insan gibi, onun kudretinin masnu'u ve kaderinin mektubudurlar. Demek kâinatı ibda' edip bir mescid şeklinde yaptığı gibi; insanı da icad edip o mescidde. bir abd-i sâcid vaziyetini vermiştir.



Hem kâinatı bir mülk suretinde inşa ettiği gibi, insanı da onda bir memlûk olarak bina etmiştir.



Hem yine kâinattaki san'at-ı İlahiye o derece hârika ve mu'cizanedir ki; kâinatın hey'et-i mecmuası bir kitab şeklini aldığı gibi, insandaki sıbga-i Rabbaniye dahi onda hitab çiçeğini açmıştır.



Hem kâinattaki âsâr-ı kudret-i Rabbaniye, haşmet ve celali gösterdiği gibi; insanda tecelli eden rahmet-i İlahiye dahi nimetlerini dizip tanzîm ediyor.



Hem kâinattaki saltanat-ı uluhiyetin âsâr-ı haşmetkâranesi onun vâhidiyetine şehadet ettiği gibi, insandaki ni'met-i Rabbaniye dahi, onun ehadiyetini ilan ediyor.



Hem kâinatın küll ve cüz', bütün erkânında görünen sükûn olsun, hareket olsun her şey, onun birer sikke-i samedaniyesi olduğu gibi, insanın cisim ve azasındaki bütün hüceyreler ve zerreler dahi onun birer hatemidirler.''

6

25.04.2010, 17:43

Bir hakikat var : eğer bizler tarafından anlaşılıp izan olunursa halvet ve uzlet insanlarla sohbetten ve onlarla muaşeretten daha hoş gelir.

Bir hakikat var : eğer bizler tarafından anlaşılıp izan olunursa halvet ve uzlet insanlarla sohbetten ve onlarla muaşeretten daha hoş gelir.



''Evet, bu hakîkati, Kur’ân ve îman o derece kat’i bir sûrette isbat etmiştir ki, bütün bütün kalbsiz, ruhsuz olmazsa veyahut dalâlet kalbini boğmamış ise, görüyor gibi inanmak gerektir.



Çünkü; bu dünyayı, hadsiz enva-ı lütûf ve ihsanatiyle böyle tezyin edip, mükrîmane ve şefikane rubûbiyetini gösteren ve tohumlar gibi en ehemmiyetsiz cüz’î şeyleri dahi muhafaza eden bir Sâni-i Kerîm ve Rahîm; masnuatı içinde en mükemmel ve en câmi, en ehemmiyetli ve en çok sevdiği masnuu olan insanı,



elbette ve bilbedahe, sûreten göründüğü gibi böyle


  • merhametsiz
  • âkıbetsiz idam etmez, mahvetmez,

    zâyi’ etmez.

    Belki bir çiftçinin toprağa serptiği tohumlar gibi, başka bir hayatta sünbül vermek için Hâlık-ı Rahîm, o sevdiği masnuunu, bir rahmet kapısı olan toprak altına muvakkaten atar.

    İşte bu ihtar-ı Kur’ânîyi aldıktan sonra, o kabristan İstanbul’dan ziyâde bana ünsiyetli oldu. Halvet ve uzlet, bana sohbet ve muaşeretten daha ziyâde hoş geldi.''26.lema

Bu konuyu değerlendir