Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

30.01.2009, 15:58

Siyaset canibiyle galebe neden olmaz?

Alıntı sahibi ""ruhefza""

Bediüzzaman,

rivayetlerde gelen eşhas-ı ahirzamana ait haberlerin

mühim bir kısmını

ve hürriyetten evvel ıstanbul'da tevilini söylediği

hadîslerin ihbar ettiği ahirzamanın dehşetli şahıslarının

alem-i ıslam ve insaniyette zuhur ettiğini görür.

Ve yine, gelen rivayetlerden,

onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan hizbü'l-Kur'an hakkında,

"O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez;

ancak manevî kılınç hükmünde

i'caz-ı Kur'an'ın nurlarıyla mukabele edilebilir"

tavsiyesine müracaatla,

Ankara'da teşrik-i mesai edemeyeceği için,

kendisine tevdî edilmek istenen mebusluk,

Darü'l-Hikmeti'l-ıslamiye gibi Diyanetteki azalığı,

hem Vilayat-ı şarkiye Vaiz-i Umûmiliği tekliflerini kabul etmez.

Kendisini fikrinden vazgeçirmek için çalışan

ve Ankara'dan ayrılmamasını rica için istasyona kadar gelen

bir kısım mebusların da arzularına uyamayacağını bildirerek,

Ankara'dan ayrılır, Van'a gider.

Ve orada hayat-ı içtimaiyeden uzaklaşarak Erek Dağı eteğinde,

Zernebad Suyu başında bir mağaracıkta idame-i hayat etmeye başlar.

Tarihçe-i Hayat - 132

2

30.01.2009, 15:59

Siyâsî tarafgirliği olmayan, ehl-i insaf biri, bu kısmı bize izah etsin..Lütfen ama..

3

30.01.2009, 21:23

Mihengimiz Risâle-i Nur ise…

Ali FERşADOğLU

Mihengimiz Risâle-i Nur ise…





Gerek telefon, gerek e-mail ile arayan muhterem okuyucularımızın, siyasî çizgimiz hakkındaki düşünceleri üç noktada yoğunlaşıyor:

1- “Sizlerin ve diğer yazar kardeşlerimizin sürdürmüş olduğu yayın politikasını ve çizginizi büyük bir iftiharla takip ediyoruz. Sizleri can-ı gönülden destekliyor ve tebrik ediyoruz. Sizlerin şerefli ve tutarlı bir şekilde ortaya koymuş olduğunuz bu isabetli tutumunuzdan rahatsız olanlar olabilir. ınşallah zaman içinde meseleler anlaşılır.” (Yusuf C./Emekli öğretmen)

2- “Bu konuları yazmayın kardeşim, bize zarar veriyor, arkadaşlarımızı, dostlarımızı kaçırıyoruz.” (S. B./Esnaf)

3- “Siyasî duruşumuz temelde isabetli, ancak üslûpta ifrat ediyoruz, biraz daha ılımlı olmalıyız. Her söylediğimiz doğru olmalı, ama, her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir…” (Celal S./Emekli öğretmen)

Elbette bu üç görüş de muhteremdir, saygı duymak mecburiyetindeyiz. Zira, hepimizin gayesi, derdi, gayreti Risâle-i Nur’u anlamak, anlatmak, yaymaktır. Hatta ben bu durumu, Asr-ı Saadet’te, Peygamberimizin (asm) irtihalinden sonra ortaya çıkan üç görüşün yansıması olarak görüyorum:

Sahabilerden bir grup; “Halife Muhacirlerden olmalı!”, diğeri, “Ensardan olmalı”, üçüncü grup ise, “Bir Muhacirlerden, bir de Ensardan seçilmeli” görüşünü savunuyor ve tartışıyorlardı. Sonra, malûm o zamanın şartlarına göre “biat” seçimiyle, “Muhacir’den, Kureyş’ten Hz. Ebûbekir (ra) seçildi ve muhalif düşüncede olanlar omuz omuza vererek hizmetlerine devam etti.

“Tek doğruyu, tek güzeli” değil, “daha doğruyu ve en güzeli!” aradığımıza göre de elbette teferruâtta farklı yaklaşımlar, değişik bakış açıları ve üslup olacaktır. Ki, bu meşveretin, fikir hürriyetinin, demokrasinin gereğidir. Hatta, Ehl-i Sünnet mezhepleri içinde inanç konularında (Eş’âri ve Matüridî); ibadetlerde ve muamelatta (Hanbelî, Malikî, şafiî, Hanefî) farklı bakış açıları, kimi zaman zıt görüşlerin bulunduğunu biliyor, yaşıyoruz. Bu farklılıklar, coğrafyanın/iklimin, şartların, imkânların, mekânların tabiî bir sonucudur. Ve bu farklılıklar güzelliktir, zenginliktir. Dolayısıyla siyasî görüş ve üslûpta da tek bakış açısı, tek kalıp beklenmemeli.

Farklı bakış açılarına saygı duymak başka; hepsini yansıtmak başkadır. Üstelik bu imkânsızdır. Ancak, “Bunları kimin baskısı ve etkisiyle yazıyorsunuz?” diyen bir anlayış kabul edilebilir değildir. Hepimiz, herkesten, her şeyden olumlu, olumsuz, az veya çok etkileniriz. Beşeriz, bazen veya birçok kere şaşarız. Öte yandan, benim bakış açım, düşüncelerimin falanca; sizinki filanca ile örtüşmesi neden baskı olsun! Veya sizin etkinizde kalırsam iyi de, başkasının etkisinde kalırsam niye fena? Öyle ise, mihengimiz, müessirimiz Üstad olmalı. O da:

“Hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir”1 “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz”2 demiyor mu? Gayet tabiî ki, bu telkini verirken, salkımları yutmayacağım; kendim için de düşüneceğim. Öyle ise, birbirimizi mihenge vurmalıyız!

Burada önemli gördüğüm şu noktayı ifade etmem gerektiğini düşünüyorum: Konjonktürel olan “siyâsî inkılâbât”lara bakıp acele kararlar vermemeliyiz. Bunun siyasî tarihimizdeki örnekleri çoktur. Ancak, 1992-95 yıllarını hatırlayınız. RP yükselişe geçmiş ve birinci parti olmuştu. Bugünkü çalkantılı, sarsıntılı havanın aynısı o gün de vardı. Hatta, omuz omuza hizmet ettiğimiz, yazdığımız bazı arkadaşlarımız ısrarla RP’nin desteklenmesi gerektiğini savunmuştu…

Her ne olursa olsun, hangi düşünceyi taşırsak taşıyalım; gayemiz, gayretimiz Kur’ânî ve Sünnetî ölçüleri veren Risâle-i Nur’u özümseyerek etkisinde kalmak, ölçülerini benimsemek, azamî sadakat ve sebatla bağlanmak değil mi? Biz, elimizden geldiğince yorumlarımızın da kaynağını Risâle-i Nur’dan vermeye çalışıyoruz. Bununla birlikte, ister temelde, ister üslûpta hata yapalım; hepimiz şu ölçülerin tesirinde kalarak değerlendirmeli değil miyiz?

- ıktidarın, falan veya filan partinin hatırı için hakkın ve ehl-i hizmetin hatırını kırmamalıyız.

- En müthiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinad eden tenkittir. Tenkidi eğer insaf işletirse, hakikati rendeçler/parlatır. Eğer gurur istihdam etse, tahrip eder, parçalar.3

- Bir şahıs, kendi namına hazm-ı nefs eder, tefahur edemez. Millet (ve cemaat) namına tefahur eder, hazm-ı nefs edemez.4

- Sakın! Dikkat ediniz, ihtilâf-ı meşrebinizden ve zayıf damarlarınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehl-i dalâlet istifade edip, birbirinizi tenkit ettirmeye meydan vermeyiniz. Meşveret-i şer’iyeyle reylerinizi teşettütten (düşüncelerinizi, görüşlerinizi dağılmaktan) muhafaza ediniz. ıhlâs Risâlesinin düsturlarını her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa, az bir ihtilâf bu vakitte Risâle-i Nur’a büyük bir zarar verebilir.5

- Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir. Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.6

- Sizler her zamandan ziyade bu fırtınada tesanüdünüzü ve ittihadınızı ve birbirinin kusuruna bakmaması, birbirini tenkit etmemesi, Risâle-i Nur’un vazife-i kudsiye-i imaniyesi hesabına mükellef ve muhtaçsınız. Sakın birbirinizden gücenmeyiniz ve tenkit etmeyiniz. Yoksa az bir zaaf gösterseniz, ehl-i nifak istifade edip sizlere büyük zarar verebilirler.7

- Uhuvvet için bir düsturu beyan edeceğim ki, o düsturu cidden nazara almalısınız: Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. ımtizaçkârâne ittihad gittiği vakit, mânevî hayat da gider. Tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar.

- Sakın birbirinize tenkit kapısını açmayınız. Tenkit edilecek şeyler kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var.8

- Demek, bu dünyada o adâlet-i ılâhiye noktasında muâmele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemiyeten (sayısal olarak) veya keyfiyeten (nitelik olarak) ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki, kıymettar birtek hasene ile, çok seyyiâtına nazar-ı afla bakmak lâzımdır.”9

- Nefis ve şeytan, sizi, kardeşinize karşı itiraza ve haklı olarak tenkide sevk ettiği vakit, deyiniz ki: ‘Biz, değil böyle cüz’î hukukumuzu, belki hayatımızı ve haysiyetimizi ve dünyevî saadetimizi Risâle-i Nur’un en kuvvetli rabıtası olan tesanüde feda etmeye mükellefiz. O bize kazandırdığı netice itibarıyla dünyaya, enaniyete ait her şeyi feda etmek vazifemizdir’ deyip nefsinizi susturunuz. Medâr-ı nizâ bir mesele varsa meşveret ediniz.10

- Taassup yerinde hak; ve safsata yerinde bürhan; ve tadlil-i gayr yerinde tevfik ve tatbik ve istişare ederse, dünya birleşse, hak olan mezhep ve mesleğini bir parça tebdil edemez. (Bu meseleyi biraz açarsak; taassup, bir şeye körü körüne yapışmaktır. Kişi, taassup değil gerçeğe, saçma-sapan gerekçelere değil delillere dayanıp; başkasını sapıklıkla suçlamaz, istişare ederse kimse onu yolundan caydıramaz.) Nasıl ki, zaman-ı saâdette ve Selef-i Salihîn zamanlarında hükümfermâ hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükûk ve şübehatın hükümleri olmazdı.11

Bu ölçüleri ve prensipleri üst üste, ehl-i hizmetin hizmetlerini ve hatalarını alt alta koyup; “Ey imân edenler! Adalet üzere olun ve Allah için şahidlik edin. Kendi aleyhinize veya anne ve babanızla akrabalarınızın aleyhine olsa bile. Hakkında şahidlik ettiğiniz kişi, zengin de olsa, fakir de olsa doğruluktan ayrılmayın. Çünkü ikisini de Allah sizden daha iyi gözetir”12 hükmünce kararımızı infaz edelim!


Dipnotlar:


1. Münâzarât, s. 49.; 2. Münâzarât, s. 49; 3. Hutbe-i şamiye, s. 147.; 4. Sünûhat, s. 20.; 5. Kastamonu, s. 183.; 6. Lem’alar, 164-165.; 7. Kastamonu, s. 172.; 8. Barla Lâhikası, s. 87.; 9. Mektûbât, s. 354.; 10. Kastamonu Lâhikası, s. 181.; 11. Muhakemat, s. 32. 12- Kur’ân, Nisâ, 135.

13.08.2007

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr

4

30.01.2009, 21:27

Öncelikli meseleler

Ali FERşADOğLU

Öncelikli meseleler





Seçim süreci boyunca birbirimizin yaklaşım tarzlarını eleştirdik veya daha isabetli bir yaklaşımın ortaya çıkması için yardımcı olduk, tahşidâtlar yaptık. şimdi ise, birçok meseleyi, hemen hergün, hemen her saat, çok ciddî tartışmalı, ısrarla müzakere, mütalâa ve meşveret ederek tahşidatlar yapmalıyız. O da, Bediüzzaman’ın tesbitiyle şudur:

şeriatın yüzde doksan dokuzu ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete bakar. Siyaset, imana nisbeten onuncu derecededir.1

Evet, yüzde doksan dokuz iman, ibadet, ahlâk meselelerini hayata ne kadar geçirebildik? ıman esaslarını ne kadar hazmedebildik; ne kadarını aşk ve şevkle anlatıyoruz, ne kadarını halka mal edebildik? Ya ibadetleri ve ahlâkı?

Meselâ Üstad; “Sizler, ara sıra, ıhlâs ve ıktisat Lem’alarını ve bazan Hücumat-ı Sitte risâlesini mâbeyninizde (aranızda) beraber okumalısınız… Dikkat ediniz, bu yeni fırtına sizin tesanüdünüzü bozmasın”2 diyor. ıhlâs Risâlesinin düsturlarını her vakit göz önünüzde bulundurabiliyor muyuz? Yoksa, az bir ihtilâf bu vakitte Risâle-i Nur’a ne kadar büyük bir zarar verebileceğini3 hesap edebiliyor muyuz? “Hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmeyiniz, noksanını ikmal ediniz, kusurunu örtünüz, ihtiyacına yardım ediniz, vazifesine muavenet ediniz”4 ölçülerine ne derecede uyuyoruz?

Peki, Bediüzzaman, “Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. ımtizaçkârâne ittihad gittiği vakit, mânevî hayat da gider. Tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar”5; “Sizler her zamandan ziyade bu fırtınada tesanüd ve ittihada ve Risâle-i Nur’un vazife-i kudsiye-i imaniyesi hesabına mükellef ve muhtaçsınız!”6 tesbit ve ikazlarını;—diğer gruplarımız dahil—ne kadar hayata geçirebildik?

- Tesettür Risâlesi’ndeki ölçülere uyuyor muyuz; çoluk-çocuğumuz için ne kadar çaba sarfediyoruz?

- Adalet-i mahzâyı (tam ve kusursuz adaleti, yani, ferdin en basit hakkını, en cüz’î hukukunu; cemaat ve milletin selâmeti için feda etmeyen adaleti) ne kadar uyguluyoruz?

- Hizmet, “Dine imale (meylettirmek) ve iltizama (taraftar olup yapışmaya) teşvik etmek ve dini vazifelerini hatırlatmaktan”7 ibarettir. Bu yolda da yegâne kuvvet, ıslâmın kesin aklî, mantıkî ve ilmî delilleridir.8 Eğer, hakkı müdafaa için, kuvvet kullanılırsa zulme sebebiyet verilir.9 Bu hakikatleri, topluma mâledebildik mi?

- Din siyasete değil, siyaset dine hizmet edecek. “O takdirde, siyaseti dinsizliğe âlet edenlere, dinin ulviyeti gösterilmiş olur”10 gerçeğini halka indirebildik mi?

Seçim vesilesiyle Üstadın, “imanın özelliği” dediği “hürriyet” anlayışının siyasete yansımasını nazara vermeye çalıştık. Siyasî meseleleri işlediğim bu zaman zarfında inanılmaz olumlu-olumsuz tepkiler, tebrikler, katkılar, tavzihler, izahlar, açıklamalar aldık. Üç ay öncesine kadar, beş seneden beridir iman, ahlâk, tefekkür, kişisel gelişim vs. mevzularını işliyorduk. “Bunlar önemli, devam et!” diye ne kadar olumlu tepki, eleştiri, teşvik, tebrik aldım dersiniz?

Kur’ân ve hadîsçe haber verilen, bütün peygamberlerin ve asırların Allah’a sığındığı Âhirzaman’ın dehşetli hâdiseleri içindeyiz. şeytandan da Allah’a sığındığımız gibi, siyasetin bu dehşetli anlayış ve cazibesinden de sığınmalıyız. Ve özeleştiri yapıp, kendimizi mihenge vurmalıyız. Zira, her tarafı kasıp kavuran deccalizm; ifsat komitelerinin fitnelerine siyasetle değil, ancak imân ve Kur’ân nurlarıyla mukabele edilebiliriz.11

“Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır, elbette en bahtiyar odur ki, dünya için ahireti unutmasın, ahiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyevîye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin…”12

Evet, himmet, gayret, aşk, şevk, eleştiri, teşvik, tahşidat ve enerjimizin kaçta kaçını bu hayatî meseleler için harcıyoruz?


Dipnotlar:


1- Kastamonu Lâhikası, s. 142. 2. Kastamonu Lâhikası, s. 172.; 3. Kastamonu Lâhikası, s. 183.; 4. Lem’alar, 164-165.; 5. Barla Lâhikası, s. 87.; 6. Kastamonu Lâhikası, s. 172.; 7. Sünûhat, Yeni Asya Neşriyat, s. 67.; 8. Hutbe-i şâmiye, Yeni Asya Neşriyat, s. 99.; 9. Lem’âlar, s. 165-166. 10. Emirdağ Lâhikası, s. 53.; 11. Tarihçe-i Hayatı, s. 131.; 12. şuâlar, s. 406.

14.08.2007

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr

5

30.01.2009, 21:32

BU ve benzeri yazı dizini 2007 yılı temmuz seçimleri öncesi ve sonrasında var onları okursan bu soruyun cevabını bulursun

Burdaki mesele Süfyan ve Mehdinin geldiği dönemi içerir. Süfyan ve Mehdinin vazifelerini iyi okur anlarsak senin soruyun cevabınıda bulmuş oluruz.

6

30.01.2009, 23:22

Peki, siyaset âleminden Mehdi beklemek, daha açık yazayım,

bugünkü hükümetin başına "siyasi âlemin mehdisi" demek,

Nurculuğun nesi ile izah edilebilir..?

Hani "siyasetten Allah'a sığınıyordu" Nurcular..?

Takiyye mi yapmışlar bunca yıldır..?

Veya şöyle sorayım, bu tâbire göre demek ki, Nurcuların gizli bir siyasi tezgâhları var devleti ele geçirmek için..?

ıman hizmeti kâfi değil demek ki..?

7

31.01.2009, 13:50

ÜSTAD iman hayat şeriat diyor. bu vazifeyide risalei nurlara veriyor. yani şahsi maneviye, üstadın emirdağı lahikasında dp partiden üç isteği var. ezanın aslına dönmesi, ayasofyanın ibadete açılması ve risalei nurların devlet eliyle basılması ve alemi islama neşri,
Nurcuların siyasi partisi yok. Ama siyasetende ehven olarak görülen DP yi ehveni şer olarak desteklemiş. yine emirdağı risalesinde bu vatanda 4 parti var hangisinin hangi pozisyonda olduğunu orada belirtiyor. nurcular derken, nurcularda hizmet metodu olarak 1 kaç değişik düşünce var. bunların bir kısmı dp harici partileri desteklemişlerdir. her defasında da bu partileri değiştirmişlerdir. mesala 70 li yıllarda msp 80 li yıllarda anap 90 lı yıllarda dyp geri dönüş ve rp ve 2000 li yıllarda akp YENı ASYA CEMATı HARıCı GRUPLAR tarafından desteklenmiştir. sadece yeni asya nurcuları üstadın ehveni şer olarak gösterdiği çizgiye uymuş ve halende dp yi desteklemektedir. diğer grublar ise dünyevi ve ahirete yönelik menfaatleri düşünerek. bu siyaset noktasında YENı ASYA ile ayrı düşmüştür. NURCULARIN PARTıSı OLMAZ. OLMAMALIDA ama demokrasi içerisinde bir partiyede oy kullanılması lazım. bizim 99 iman ise 1 siyaset düşüncemiz olması lazım oda seçim sathına girildiği için. şahıs bazında risalei nur talebeleri siyasetle iştigal edebilir. şahsi olarak aday olabilirler ama şahsını ön plana çıkarark. davasını alet etmeden. Bugünkü iktidarı destekleme konusunda üstadın çizdiği çizgiye gelseler, dini siyasete alet etmeseler, demokrasi, insan hakları noktasında AB kıriterlerinde samimi olsalar. Tabi ki Dp lara verilen destek bu iktidara da verielbilir. şu aşamada akp için ölçü ihtilalci zihniyetin ve süfyan komitesinin çizgisi dahilinde görülüyor. şunu da belirtiyim iktidarın müsbet hareketlerini destekleyeceğiz. menfi hareketlerinide medyamızla hatırlatacağız. biz siyasi parti ve teşkileti değiliz. bu benim acizane şahsi görüşüm. Senin sorularıyın cevabının hepsi lahikalarda mevcut. kafanıda fazla meşgul etme . 4. meseleyide oku.

YUKARIDAKı SORULARINI YENı ASYA CEMAATıNE SORMUYORLAR . Fethullahcılık diye bilinen değişik bir hizmet modeline soruyorlar. Bu soruların cevabi yeni asya cemaatinden ziyade , o gruba sorulsa daha iyi olur.

8

31.01.2009, 23:13

‘Vazifemiz siyaseti dine âlet ve dost yapmaktır&am

Ali FERşADOğLU

‘Vazifemiz siyaseti dine âlet ve dost yapmaktır’





Kamuoyunda öne çıkan bazı kişiler Nur hareketi içinde gibi gösterilerek; şahsî, siyasî görüş ile faaliyetleri haksız ve insafsızca Nurculuğa mâl ediliyor. Halbuki, Risâle-i Nur’un siyaset sahasına verdiği rehber ölçüler başka; onun dairesinde bulunmayanların onu kavramaları, kabul etmeleri, uygulamaları veya uygulayamamaları başka bir şeydir. Kimi zaman, Risâle-i Nur dairesi içinde olanlar bile, onun prensip ve stratejilerini tam olarak yansıtamayabilir. Bu, onların şahıslarından kaynaklanan bir durumdur.

Nur Talebelerinin siyasetle ilgilerine gelince... Kur’ân ve Sünnet’ten ilham alarak ictimaî, siyasî sahada da ölçüler verip stratejiler çizen Risâle-i Nur’u anlamak, yaşamak ve anlatmak tarzındadır. Yoksa, fiilen siyasete girerek, iktidarı ele geçirmek, makam, mevkî ve güç elde etmek, yönetime talip olmak değildir.

Zira, Nur mesleğinin esası ihlâs sırrına dayandığından hedef dünya değil, ahireti kazanmaktır.1 Bu dünya fanidir. En büyük dâvâ, bakî olan âlemi kazanmaktır. ınsanın itikadı sağlam olmazsa, dâvâyı kaybeder. Hakikî dâvâ budur. Bunun haricindeki dâvâlara karışmak zarar getirebilir. Siyasetle meşgul olan, ehemmiyetli hizmetlerinden geri kalır. Hem de siyaset boğuşmalarına kapılanlar, selâmet-i kalbini kaybeder.2 Dolayısıyla Nur talebeleri ve dindarlar, iktidar ve güç peşinde olamazlar, olmamalıdırlar. Risâle-i Nur’a göre gerçek güç, zenginlikte, para-pulda, iktidarda ve sayı çokluğunda değil ihlâstadır. Takip edelim:

Bu dünyada, özellikle ahirete yönelik hizmetlerde en mühim bir esas, ihlâstır. En büyük bir kuvvet, ihlâstır. En makbul bir şefaatçi, ihlâstır. En metin/sağlam bir istinat noktası, ihlâstır. En kısa hakikat yolu, ihlâstır. En makbul manevî bir duâ, ihlâstır. Maksatlara ulaşmada en kerâmetli (harika) vesile, ihlâstır. En yüksek bir haslet, ihlâstır. En safi kulluk, ihlâstır.3

Bediüzzaman, “Kur’ân bizi siyasetten şiddetle menetmiş; îman ve Kur’ân hizmeti, maddî ve mânevî hiçbir makama basamak yapılamaz”4 der ve şöyle devam eder:

“Risâle-i Nur’un vazifesi ise, hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi de dehşetli bir zehire çeviren küfr-ü mutlaka karşı îmânî olan hakîkatlerle, gayet kat’î en mütemerrid zındık feylesofları dahi îmâna getiren kuvvetli bürhanlarla Kur’ân’a hizmet etmektir.”5

Kaldı ki, siyasetle meşguliyet, enerjinin, gücün, imkânların heba edilmesi demektir. Zira, Müslümanlar, iman esaslarını bilmiyor, ıslâmın şartlarının gereklerini bilmiyor ve ibadetleri yerine getirmiyor. Kur’ân’ı yüzünden bile okuyamıyor. Nerede kaldı ki, Kur’ân siyasetini bilip uygulasınlar!

Öte yandan, şeriatın yüzde doksan dokuzu, ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete bakar; onu da ulü’l-emirler, yani idârecilikle ilgilenenler düşünmeli.6

Elbette her insan ülkesinde cereyan eden hâdiselere bîgâne kalamaz, kalmamalıdır da. Ancak, her şeyde olduğu gibi, “memleket meseleleri”nde de dengeli ve ölçülü olmalıdır:

Vazifemiz siyaseti dine âlet ve dost yapmaktır.7 Demokratlara mânen ve maddeten yardımcı,8 müttefik,9 ve bir dayanak noktası olmaktır.10 Hürriyetçilere, demokratlara sahip çıkmak, yardımcı ve destekçi olmak. Çünkü, biliyoruz ki, dine ve insanlığa hizmet, ancak hürriyet zemininde mümkündür.11

Nur Talebeleri ve dindarlar siyasette de müsbet hareket etmek mecburiyetinde. “şiddete, kuvvete ve siyasal” anlayışa dayanan hiçbir hareketin başarılı olamayacağının, olamadığının şuurundadır. Hakikat-i ıslâmiye bütün siyâsâtın üstündedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir. Hiçbir siyasetin haddi değil ki, ıslâmiyeti kendine âlet etsin.

Bu stratejiye aykırı hareket eden, ya Risâle-i Nur’larla ilgisi yok, ya istifade etmekle sınırlı veya meselenin bu cihetini özümseyip benimseyememiş.



NOT: Yönetim Kurulu eski üyemiz Mehmet Aybak’ın kardeşi Abdullah Aybak’a ve Bursa temsilcimiz Hüseyin Hiçdurmaz’ın babası Abdullah Hiçdurmaz’a Cenâb-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret, yakınlarına ve dostlarına sabr-ı cemil niyaz ederim. Sâniyen; başarılı bir ameliyat geçiren hocamız Abdülhamid Oruç ve kardeşimiz Süleyman Alıç’a geçmiş olsun der, Cenâb-ı Hak’tan acil şifalar dilerim.


Dipnotlar:


1- Divân-ı Harb-i Örfî, s. 28.

2- Emirdağ Lâhikası, s. 15.

3- Lem’alar, s. 163.

4- Lem’âlar, s. 165-166. der ve şöyle devam eder:

5- Tarihçe-i Hayat, s. 481.

6- Tarihçe-i Hayat, s. 131.

7- Beyanat ve Tenvirler, s. 198.

8- Age, s. 200.

9- Age, s. 201.

10- Age, s. 202.

11- Emirdağ Lâhikası, s. 271.

01.02.2009

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr

9

07.06.2009, 10:58

Kat'iyen haber aldık ki:

Hariçte bazı yerde bir milyon gençler

"Müsalemet-i umumiyeyi temin edecek Risale-i Nurdur" demişler.

Sulh-u umumî taraftarı Almanya ve Amerika gibi bazı ecnebîlerin de

Risale-i Nur'u tercümeye başladığını haber aldık.

Emirdağ Lâhikası 451

_______


Bediüzzaman, Risâle-i Nur'un şahs-ı mânevîsiyle yalnız bir devleti değil,

dünya yüzündeki milletlerin idâresi ona verilse,

onları selâmet ve saadet içinde idâre edecek bir iktidar ve inâyete mâliktir."

Sözler | Konferans | 713

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

10

13.06.2009, 13:09

bizler risaleleri kendimizi ispatlamak için değilde doğru için okursak yada davamıza yarayanları almak yerişne davamızı risalelere uydurursak bu durum çözülecek inşaallah
hy120 nickim değişti

11

13.06.2009, 16:45

Alıntı sahibi ""ruhefza""


Bediüzzaman, Risâle-i Nur'un şahs-ı mânevîsiyle yalnız bir devleti değil,

dünya yüzündeki milletlerin idâresi ona verilse,

onları selâmet ve saadet içinde idâre edecek bir iktidar ve inâyete mâliktir."

Sözler | Konferans | 713


Evet Zübeyir ağabey gibi kahramanlar olursa o şahs-ı manevide, dünyayı da idare eder. Ama benim gibiler olursa, 3-5 bin kişilik bir cemaat bile iktidar kavgaları yüzünden birbirine düşer. Yüzlerce hak hukuk zayi olur...

Bırakın kardeşim bu siyaset safsatalarını. ıki elimizle imana sarılalım, yönetim bize göre değil...

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

12

27.06.2009, 13:41

Ali FERşADOğLU

Mihengimiz Risâle-i Nur ise… bu yazısı çok güzel..

evet cenabı hak ahir zamanda nurla mücadeleyi istiyor çünkü medenilere galebe çalmak ancak ikna iledir cebirle olmaz ya gücün yetmez yada nünafık edersin. siyasi iknaya gelince ancek binde bir kişi ikna olur çünkü meseleler inat gömleğinde tartıuşma havasına girer göre göre inkar edemez zaten bu yüzden değilmidir din adına çıkanların dine zarar vermesi ?

yada, bunun cevabı üstadımın neden din adına siyasete katılanlar dine zarar verir ve din adın ortaya atılana değilde demokratları oy verin demesinde saklıdır.
hy120 nickim değişti

13

13.10.2009, 11:09

Siyaset yoluyla mücadele


Siyaset yoluyla mücadele


Süfyanizm, dünyayı saran büyük deccalizmi güya tel’in eder. Ama, komünizmi, süfyanizm ile ihyâ eder! Münafıkâne giderek Müslümanları da aldattı ve Bediüzzaman Said Nursî hâriç, hemen hemen bütün hocaları kendisine fetvâcı yaptı… Kimi asıldı, kimi sürgüne gönderildi, kimi de makam, maaş verilerek satın alındı.

Bediüzzaman, deccalizm akımının Türkiye’deki yansımasını, İstiklâl Savaşını kazanan bu milletin sevinçli günlerinde görüp teşhis eder. Ehl-i îmanın kuvvetli fikirleri içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek, bozmak ve zehirlendirmek için dessasane çalıştığını görür. Ve hayıflanarak, bu ejderhanın îmanın erkânına ilişeceğini tesbit eder. Yani, resmen inkâr-ı Uluhiyete gidileceğini tesbitle, Allah’ın varlığı ve birliğini ispat eden özlü bir eser yazar. Ne var ki, Arapça bilenler ve dine ilişmeye karşı olanlar az olduğundan, gerekli tesiri gösteremediğini; o dinsizlik fikrinin hem geliştiğini, hem de kuvvet bulduğunu söyler.1

Süfyanizmin, insanları, en zayıf damarları olan “tama ve enaniyetten” yakaladığına dikkat çeker:

“Onun rahmetini itham etmek derecesinde ve keremini istihfaf eder bir sûrette, gayr-ı meşrû bir tarzda yüz suyu dökmekle, vicdanını, belki bazı mukaddesâtını rüşvet verip, menhus, bereketsiz bir malı haramı kabul eden düşünsün ki, ne kadar muzaaf bir divaneliktir!

“Evet, ehl-i dünya, hususan ehl-i dalâlet, parasını ucuz vermez, pek pahâlı satar. Bir senelik hayat-ı dünyeviyeye bir derece yardım edecek bir mala mukabil, hadsiz bir hayat-ı ebediyeyi tahrip etmeye bazen vesile olur. O pis hırsla, gazab-ı İlâhîyi kendine celb eder ve ehl-i dalâletin rızasını celbe çalışır.

“Ey kardeşlerim! Eğer ehl-i dünyanın dalkavukları ve ehl-i dalâletin münafıkları, sizi, insaniyetin şu zayıf damarı olan tamah yüzünden yakalasalar, geçen hakikati düşünüp, bu fakir kardeşinizi numune-i imtisal ediniz. Sizi bütün kuvvetimle temin ederim ki, kanaat ve iktisat, maaştan ziyade sizin hayatınızı idame ve rızkınızı temin eder. Bahusus size verilen o gayr-ı meşru para, sizden, ona mukabil bin kat fazla fiyat isteyecek. Hem her saati size ebedî bir hazineyi açabilir olan hizmet-i Kur’âniyeye sed çekebilir veya fütur verir. Bu öyle bir zarar ve boşluktur ki, her ay binler maaş verilse, yerini dolduramaz.”2

Evet, Deccalizme karşı bir strateji geliştirmek gerekiyordu. Onun da, siyaset ve maddî güç olmayacağı şüphesizdir. Siyaset ve madde ile bu akımlara karşı cevap verilemez, mukabele edilemez. Çünkü, hücumlar “ilim, akıl ve fen”den gelmekte; münâfıkane bir siyaset, dessasane idârî mekanizmalara ve teknolojik güce dayanmaktadırlar. O halde, siyasetin hangi prensibi, hangi düsturu, hangi malzemesi, hangi esasları ile bu zihniyetin hücumları durdurulabilir? Üstelik siyaset değişkendir, hem de her siyasî akım, herkesi bağlamaz. Ancak Kur’ân nurları ve imân hakikatleri ile cevap verilebilir. Çünkü, cihanşumûldürler. Takip edelim:

“Bediüzzaman, rivayetlerde gelen eşhas-ı ahirzamana ait haberlerin mühim bir kısmını ve hürriyetten evvel İstanbul’da tevilini söylediği hadîslerin ihbar ettiği âhirzamanın dehşetli şahıslarının âlem-i İslâm ve insaniyette zuhur ettiğini görür. Ve yine, gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan hizbü’l-Kur’ân hakkında, ‘O zamana yetiştiğinizde, siyaset cânibiyle onlara galebe edilmez; ancak mânevî kılınç hükmünde i’câz-ı Kur’ân’ın (Kur’ân’ın mucizelerinin) nurlarıyla mukabele edilebilir.”3 Ve Ankara’yı terk eder...

Şu halde, İslâma hizmetle tutuşan gönüller, birinci plâna imân esaslarını almak mecburiyetindedirler. Evvelâ fikrî ve itikâdî yapı, kültürel altyapı sağlamlaştırılmalıdır.

Dipnotlar: 1-Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, s. 132.; 2-Mektûbât, s. 406407.; 3-Tarihçei Hayat, s. 131132.

13.10.2009

E-Posta: afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr

14

19.10.2009, 19:54

Ey kardeşlerim! Kırk beş sene evvel Eski Said'in bu dersinden anlaşılıyor ki;

o Said siyasetle, içtimaiyat-ı İslamiye ile ziyade alakadardır.

Fakat, sakın zannetmeyiniz ki, o, dîni siyasete alet veya vesîle yapmak mesleğinde gitmiş.

Haşa, belki o, bütün kuvvetiyle siyaseti dîne alet ediyormuş.

Ve derdi ki: "Dînin bir hakîkatini bin siyasete tercih ederim."

Evet, o zamanda kırk-elli sene evvel hissetmiş ki,

bazı münafık zındıkların siyaseti dinsizliğe alet etmeye teşebbüs niyetlerine ve fikirlerine mukabil,

o da bütün kuvvetiyle siyaseti İslamiyetin hakaikına bir hizmetkar, bir alet yapmaya çalışmış.


Fakat, o zamandan yirmi sene sonra gördü ki;

o gizli münafık zındıkların Garplılaşmak bahanesiyle siyaseti dinsizliğe alet yapmalarına mukabil,

bir kısım dindar ehl-i siyaset dîni siyaseti İslamiyeye alet etmeye çalışmışlardı.

İslamiyet güneşi yerdeki ışıklara alet ve tabî olamaz;

ve alet yapmak, İslamiyetin kıymetini tenzîl etmektir, büyük bir cinayettir.

Tarihçe-i Hayat - 85


dîni
siyaseti İslamiyeye alet etmeye çalışmışlardı.


Bu ksımda bahsedilenler kimlerdir..?





15

19.10.2009, 22:44

Siyaset canibiyle..

Hutbe-i Şamiye'nin haşiyesi olduğuna göre 1910 lu yıllara ait..Üstad 40-50 yıl önceden hissetmiş..1910'a 40 yıl koyalım...birde 20 yıl sonra diyor..oda 1930 lara tekabül eder.Ama zaten 1945 lere kadar tek parti var . bu tarihten sonra 17 parti kurulmuş bunlar içerisinde islam demokrasi, islam kalkınma, ittihadı islam gibi oluşumlar var.Üstad'ın 20 yıl sonra dediği tarihlerde de malum katı bir batı taklitçiliği ve din aleyhtarlığı söz konusu.Üstad'ımızda ,Hutbe-i Şamiye'yi yazdığı dönemlerde var gücüyle siyaseti İslam Hakikatlerine hizmetkar yapmaya çalışmıştır.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir