Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

30.06.2008, 20:31

"Ene"den "Hüve"nin Tebarüz Etmesi

Ene ve Enaniyet.Bu iki kelime arasında fark var mı bilemiyorum.Belki de Eneden Enaniyet tebarüz ediyor.Halbu ki "“Ene”den “hüve”nin tebarüz etmesi" gerekiyor.

Ene ve enenin mahiyeti üzerine Üstadımız müstakil olarak Otuzuncu Sözü yazmış.Özellikle Mesnevi-i Nuriye eserinde de çok önemli açıklamalar yapmış.Risale-i Nur külliyatının değişik eserlerine Ene ile ilgili açıklamalar serpiştirilmiş.Ancak Otuzuncu Söz bu konuda müşahhas olarak ene meselesini ayrıntısı ile izah etmiş.

Ene hatt-ı zatında kendiside muğlak bir mahiyettedir.Zaten ene kendisi bilinse kainatın sırları da bilinecek ve çözülecek. ınsanın nefsine takılan ene anahtarı hayır cihetinde kullanılınca kainatın gizli hazineleri açılacak ve kul Rabbini bilecektir.Böylece yaratılış gayemiz olan kulluğun gereği Nübüvvet çizgisi ile kemalata doğru çıkabilecektir.

Üstad Hazretleri enenin mahiyeti için çok enterasan izahlar yapmaktadır.Mesela Mesnevi-i Nuriyede şöyle der:

Ene, haddizatında bir hava, bir buhar gibi iken, verilen ehemmiyete göre mâyi haline gelir. Sonra ülfetle kalınlaşır. Sonra gaflet ve isyan ile öyle kalınlaşır ki, sahibini yutar.(Mesnevî-i Nuriye - şemme)

Bu başlıkta inşallah önce eneyi tanımaya sonra da enenin hayır cihetini nasıl kullanmamız gerektiğini mütaala etmeye çalışalım inşallah.

2

30.06.2008, 20:32

“Ene” ve "Tabiat"
Otuz seneden beri iki tâğut ile mücadelem vardır. Biri insandadır, diğeri âlemdedir.
Biri ene'dir, diğeri tabiattır.
Birinci tâğutu gayr-ı kastî, gölgevâri bir ayna gibi gördüm.
Fakat o tâğutu kasten veya bizzat nazar-ı ehemmiyete alanlar, Nemrud ve Firavun olurlar.
ıkinci tâğut ise, onu ılâhî bir san'at, Rahmânî bir sıbğat, yani nakışlı bir boya şeklinde gördüm.
Fakat gaflet nazarıyla bakılırsa, tabiat zannedilir ve maddiyunlarca bir ilâh olur.
Maahaza, o tabiat zannedilen şey, ılâhî bir san'attır.
Cenab-ı Hakka hamd ve şükürler olsun ki, Kur'ân'ın feyziyle, mezkûr mücadelem her iki tâğutun ölümüyle ve her iki sanemin kırılmasıyla neticelendi.
Mevhum olan tabiat perdesi parçalanarak altında şeriat-ı fıtriye-i ılâhiye ve san'at-ı şuuriye-i Rahmâniye güneş gibi ortaya çıkmıştır.
Ve keza, firavunluğa delâlet eden ene'den, Sâni-i Zülcelâle râci olan Hüve tebârüz etti. .( Mesnevî-i Nuriye)

Demek ki ene miftahıyla künuz-u mahfiye olan ilahi hazineler açılarak “ene'den, Sâni-i Zülcelâle râci olan Hüve” ye kavuşarak enfüsi tefekkür ile kendisi de muğlak bir ölçek olan ene kıyas-ı vahidi ile ilahi sanatlar bilinebilir ve marifetulah delilleri ile insan yaratılış sırrına ulaşabilir.

3

30.06.2008, 20:33

ıNSANIN YARATILIşI VE ENENıN MAHıYETı

1. ınsanın hilkatinden maksat, mahfî hazine-i ılâhiyeyi keşifle göstermek ve Kadîr-i Ezelîye bir burhan, bir delil, bir mâkes-i nurânî olmakla cemal-i ezelînin tecellîsi için şeffaf bir mir'at, bir ayna olmaktır.
2. Hakikaten, semâvat, arz ve cibâlin hamlinden âciz kaldıkları emâneti insan haml ettiği cihetle cilâlanmış, cilvelenmiş bir şekle girmiştir.
3. Çünkü, o emânetin mazmunlarından biri de, insanın sıfât-ı ılâhiyeyi fehmetmek için bir vâhid-i kıyasî vazifesini görmektir.
4. ınsanın hilkatinden maksat bu gibi şeyler olduğu halde, kısm-ı ekserîsi perde olurlar, sed olurlar.
5. Vazifesi fetih ve açmak iken kapatıyor, bağlıyor.
6. Ziya ve ışığı neşir iken söndürüyor.
7. Allah'ı tevhid etmek yerine şirk yapıyor.
8. Ve keza, nur-u imanla Allah'a bakıp mülkü ona teslim etmekle îtikaden mükellef iken, ene rasadıyla halka bakarak Allah'ın mülkünü onlara taksim ediyor.
9. Hakikaten ınsan çok zâlim ve çok câhildir.( Mesnevî-i Nuriye)

4

30.06.2008, 20:34

ENENıN ıKı VECHı VE MAHıYETı

Ene'nin iki veçhi vardır. Bir veçhini nübüvvet almıştır, bir veçhini de felsefe almıştır.
Birinci Vecih
1. Ubudiyet-i mahzâya menşedir.
2. Mahiyeti harfiye olup müstakil değildir.
3. Vücudu tebeî olup aslı değildir.
4. Mâlikiyeti vehmî olup hakikî değildir.
5. Vazifesi Hâlıkın sıfâtını fehmetmek için bir mîzan ve bir mikyas olmaktır.
6. Enbiya (aleyhimüsselâm) enâniyetin bu veçhine bakmakla, mülkü tamamen Allah'a teslim ederek ne mülkünde, ne rububiyetinde, ne ulûhiyetinde şeriki olmadığına hükmetmişlerdir.
7. Ene'nin bu veçhinden, Cenab-ı Hak şecere-i tûbâ-i ubudiyeti inbat edip dal ve budakları kâinat bahçesinde enbiya, evliya, sıddîkîn gibi mübarek semereleri vermiştir.

ıkinci Vecih
1. ıkinci veçhi alan felsefe, ene'nin vücudunu aslî ve kendisini müstakil ve mâlik-i hakikî olduğunu zu'm etmişlerdir.
2. Vazifesi de yalnız hubb-u zâtıyla tekemmül-ü hayattır.
3. Ene'nin bu siyah yüzünden envâen şirkler, dalâletler çıkmıştır.
4. Ezcümle: Kuvve-i behîmiye dalında sanemler doğmuşlardır.
5. Kuvve-i gadabiye gusnundan firavunlar, nemrutlar çıkmıştır.
6. Kuvve-i akliyeden dehriyun, maddiyun, felâsife çıkmışlardır ki, Vâcibü'l-Vücuda bir mahlûk-u vahidi verir, bâki kalan mülkünü gayra taksim ederler.

Ene, haddizatında bir hava, bir buhar gibi iken, verilen ehemmiyete göre mâyi haline gelir. Sonra ülfetle kalınlaşır. Sonra gaflet ve isyan ile öyle kalınlaşır ki, sahibini yutar. Halkı, esbabı da kendisine kıyas ederek Hâlıkın evâmirine mübarezeye başlar. Küçük âlemde, yani insanda ene, büyük insanda, yani kâinatta tabiata benziyor. ıkisi de tâğutlardandır.( Mesnevî-i Nuriye - şemme)

Evet, küçük alemin zerresi ene ve büyük insanın enesi zerre .Bu bahsi birde bu bakış açısı ile mütalaa edebilir miyiz?
Sanırım insanın ve kainatın sırlarının açılması bu iki sırrın anlaşılması ve doğru kullanılmasına bağlı olsa gerek.ışte o zaman insanda ve kainatta tezahür eden ilahi şuunat-ı ilahi tecellileri anlaşılacak ve o tezahurların anlaşılması için ise yukarıya aldığımız tefekküri yolları kullanmamız gerekir diye düşünüyorum.

Rabbim bizleri enenin birinci vechini anlayıp kullanabilenlerden eylesin. Nefsimize takılan ene miftahını doğru olarak kullanmayı nasip etsin.

5

01.07.2008, 13:58

Biliyoruz Cenab-ı Hak eneyi nefse bir anahtar olarak takmış ki kainatın hazinelerini açması için ve mülkü Malik-i Mülke vermek için.Buhar halinde bulunan ene anahtarını kullanan nefistir.Nefis ya kendi istekleri istikametinde eneyi kullanacak ve bu kullanış enenin şer cephesine kapı açacaktır.Kul kendini mülkün sahibi kabul edecek ve nefsin hazcılık dediğimiz istekleri ile ene buhar halinden mayi sonra da katılaşacak ve sahibini yutacaktır.ışte böyle bir hal alan kişi eneniyet cihetinde firavunşalacak ve daha ileri giderek kendini ilah gibi görmeye kalkacaktır.

ışte Allah'ın nefse taktığı ene anahtarını kalbdeki iman ile ruhtan gelen ihtizazat ve ihtiyacat ile Nübüvvet cephesine yönelecek ve eneyi buhar halinde kullanacak eneyi bir kıyas-ı vahidi olarak istimal edecek ve sonunda benlik ile kendi mülküne önce sahip olup sonra buraya kadar benim, buradan sonrası kimindir? Sorusunu sorarak eneyi hakiki manasında istimal edecek ve bütün mülkü Malik-i Mülke vererek hakiki kul olmak yolunda kulluğun gereği yönünde terakkiye ve arş-ı kemalata uruc edecektir.

ışte suret-i faniyeden ve kendinden yani enenin şer ve mülke sahibiyet veçhesinden vaz geçmek, böylece fenadan bekaya namzet olmak ve namzet olduğunu anlamak kulluğun ve imtihanın gereği olacaktır. Ne mutlu enenin bu veçhesini istikamette kullananlara.


Ene kendisi de muğlâk ve bilinmeyen bir duygudur. Ene kendisi bilinse ve şifreleri çözülse ve tanınsa kâinatın da şifreleri çözülecek ve Esma hazineleri açılacaktır.

O zaman Risale-i Nurlar enenin hem bilinmesi, tanınması ve şifrelerinin çözülmesi, hem de enenin kullanma kılavuzudur. Ne kadar çok Risale-i Nurlara yoğunlaşırsak enemizi Nübüvvet veçhesinde istimal etmiş oluyoruz.

6

01.07.2008, 13:59

Ene bir vahid-i kıyasidir diyor Üstad.Bizler şahadet aleminde bir çok bilgiye bu vahid-i kıyasi ile ulaşıyoruz.Mesela;

Gündüzün varlığını gece ile,
Sıcaklığı soğuk ile,
Açlığı tokluk ile,
Muhabbeti adavet ile,
hakeza....

Aynen öyle de,
Sonsuz uzunluğu metre ile,
Sıcaklığı termometre ile,
Havanın basıncını barometre ile biliyoruz...hakeza.

Metre olmazsa hakiki uzunluğu tam ve net ölçmemiz çok zordur.Çünkü kainat sınırsız bir uzunluktadır.Bizler bu sonsuz uzunluğa vehmi bir hattı metre ile çizerek metreyi kıyas aleti olarak kullanıyoruz ve o vehmi ölçtüğümüz uzunluğu sahipleniyoruz.ışte bu sahiplenme duygusunu ve kıyas-ı vahidi bizler ene ile yapıyoruz.

Nasılki hadsiz uzunluğu metre ile sınırlayarak bir hat altına alıp burası benim diyorsak kainatın hakiki sahibini de tanımak için önce sahiplenme ile yani ene ile sonsuz mülkün bir cüzüne sahip çıkacağız.Ancak bu sahiplenmekte hakiki manayı kaçırmadan Allah'ın bizlere verdiği kalb,akıl cihazatları ile sahip olamadığımız mülkün hakiki sahibini aramaya çalışacağız.Bizlere malik-i mülkün hakiki sahibini tanıtan ve bildiren Nübüvvet cihetine hamlederek bütün kainatı hakiki mülkün sahibine verek önceki sahiplendiğimiz mülkün de Allah'ın olduğunu anlayarak Ene ile Allah'ı bileceğiz.

Ene olmasaydı sahiplenme duygusu olmazdı ve insan mülkün bir parçasını sahiplenmeden sonsuz mülkün sahibine kıyas da yapamazdı.

Ene'den Nahnü'ye tebarüz etmek,eneden eneniyetin şer cephesine geçmemek ve enenin mahiyetine ve de nübüvvet cihetinde kullanılmasına geçmek için Risale-i Nur kullanma klavuzunu istimal etmek elzem görünüyor.

Esasında bizler Risale-i Nur dersleri ile enenin Nübüvvet veçhesini kullanıyoruz.Ancak farkında değiliz diye düşünüyrum.Nasılki okuma yazma bilmeyen birisi oksijeni teneffüs ediyor ve suyu içiyor.Ancak oksijen ve suyun mahiyetini ve de özelliklerini bilmiyor.

7

01.07.2008, 14:34

Abi bu konuya uzun bir yazı yazdım. Bir hata sonucu silindi. şimdi ona söyleniyordum. :hayır2:

Allah razı olsun Abi. Daha sık bekleriz.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

8

01.07.2008, 15:04

Evet güzel olmuş MaşaAllah, insan enesini bildikçe acizleşip Rahmanın dergahına daha da çok yaklaşıyor.
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

9

03.07.2008, 16:02

Çok güzel bir konu açmışınız abi Allah razı olsun.

Devamını bekliyoruz inşallah.Biraz daha açarsanız seviniriz.
''Ey gönül!Canına üflenen nefhayla yan da kavrul!Amma lale gibi ol ki;halinden sadece ''yar'' haberdar olsun.''

10

05.07.2008, 09:05

Nefis ve Enenin Mahiyeti

Nefis (nefs) Risâle-i Nur’da, Cenâb-ı Hakkın abdi ve memlükü olarak tarif edilmektedir.1 Lugatta ise; can, kişi, kendi, öz varlık; bir şeyin zatı olan, kendisi; şehvet ve gadabın mebdei (kaynağı) olan kuvve-i nefsâniye; fıtrî meyil, bedenin hissî istekleri olarak mânâsını bulmaktadır.
Yunus Emre nefsi, kısa ve öz olarak şöyle tarif etmiştir: “Nefistir seni yolda koyan (yürümeni sağlayan, yolda tutan, ilerleten) / Yolda kalır nefse uyan (nefs-i emmâre)” Nefis insanın yaşaması, hayatını sürdürebilmesi, yemesi, içmesi ve çoğalıp üremesi ve nihayetinde Yaratanını bilmesi için yaratılmıştır. Ruh bir kanundur, bir emirdir ve kanunun işleyeceği bir zemin gereklidir. Nefis bu kanuna insan bedeninde manevî bir mekân teşkil etmektedir. Belki nefis, kuvvelerin2 yerleştiği bir zemin, bir yerdir.
Nefsi anlamakta zorlanmamızın bir sebebi de soyut bir varlık olmasıdır. Vücudumuzun neresinde? Nasıl bir şekli var? Mahiyeti ve işleyişi nasıldır? Tam olarak bilemiyoruz. Hatta hayal bile edemiyoruz.

Akla yakınlaştırmak için; insan bedenini yanan bir kandile benzetirsek:
Kandilin yağı: Nefis
Camı: Ene
Yanan alevli kısım: Ruh
Fitil ve diğer kısımları: Diğer lâtifeler
Anne rahmindeki bir ceninde, ruhun üflendiği 4. aya kadar, kalbi, beyni ve diğer organlarının hepsi muntazaman çalışmaktadır. Fakat bunun bir bitkiden çok farkı yoktur. Yani bu cenin, yanmayan bir kandil gibidir. Ruh üflenince, aynı beden birden insan oluverir. Misaldeki kandilin yanmaya başlaması gibi.

Lambanın yanmasını yağ sağladığı gibi, ruhun o bedende devamlılığını da nefis sağlar. Yağ olmasa kandil kısa süre sonra ışık vermez olur. Yani nefis olmasa ruh da o bedende tutunamaz.

Dışarıdan gelen hava, yağın yanmasını sağlar. Havanın yağı yakması gibi, dış malûmatlar nefsi harekete geçirir. Çünkü dışarıdan gelen malûmatın insanın manevî âleminde bıraktığı mühim bir tesir vardır.

Yağ sâfî ve halisse, güzel yanar ve etrafa nur saçar. Yağın kalitesi bozulursa (sulanırsa, yanmayan madde karışırsa), kandil eskisi gibi yanamaz. Nefis de emmâre yani terbiye edilmemiş ise, üzerinde tecellî eden Allah’ın isimlerine tam bir âyine olamaz.

Hava yağ ile buluşuyor, cam sayesinde parlıyor. Kandilin camı ne kadar temiz, ince ve şeffafsa, etrafa saçtığı ışık da o kadar parlaktır. Bunun gibi ene de şeffafsa, tecemmüd etmemişse (katılaşmamışsa), kendisindeki iman nurunu ziyadeleştirerek etrafa saçar. Ene kalınlaşırsa içindeki nuru boğar, hem kendisi, hem de etrafı zulmet içinde kalır. Rabbini tanıyamaz, O’na hakikî kul olamaz.

Nefis ve ene ekseriyetle birbirine karıştırılmaktadır. Kısaca temas etmek gerekirse ene, bir vâhid-i kıyasî (ölçü birimi) olarak Cenâb-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarını anlayabilmemizi ve tanıyabilmemizi sağlayan, nefse takılmış bir anahtardır. Asıl itibariyle nefsi ve nefse takılı diğer lâtifeleri bir bütünlük içinde tutan bir kanundur. Enenin (benliğin) bozulması durumunda kişinin ruh ve beden bütünlüğü dağılır, zaman ve zeminden, olaylardan habersiz, aklî melekelerini kaybetmiş bir mecnun olur. Bu durumun tıptaki karşılığı şizofreni hastalığıdır.
Kaynaklar:
1-Nursî, Bedîüzzaman Said, Lem’alar, s: 193, Yeni Asya Neşriyat, ıstanbul.
2- Nursî, Bedîüzzaman Said, ışârâtü’l-ı’câz, s: 29, Yeni Asya Neşriyat, ıstanbul.
(Dr. Dudu Sümeyra Ayçiçek)

11

05.07.2008, 15:47

Alıntı sahibi ""Abdulbaki""


Dışarıdan gelen hava, yağın yanmasını sağlar. Havanın yağı yakması gibi, dış malûmatlar nefsi harekete geçirir. Çünkü dışarıdan gelen malûmatın insanın manevî âleminde bıraktığı mühim bir tesir vardır.

Dışarıdan gelen malumatları temyiz edici bir alet gerekir.Çünkü dışarıdan gelen malumatlar ve etkenler nefsin isteklerine uygun da olabilir.ışte bütün sır buradadır.ıman ile nurlanmış olan bir kalb dışarıdan gelen malumatlar ve etkenleri ve de nefis ve hevadan gelen meyalanları ruh ile birlikte ene de nübüvvet cihetinde çalıştırılırsa tard edebilir.Böylece dimağ da imana bekçi olur.Bütün sır imandadır.Çünkü ruh iman ile harekete geçer.Ruhun ihtiyaçlarını ancak iman nuru kraşılar.Dışarıdan gelen etkenlere de ruh kalbdeki imanın derecesine göre yararlı ve ihtiyacına uygun ise yol verir,zararlı ve nefsin isteğine uyguun ise tard eder ve kovar.Ene parlak ise ruhu da muhafaza edebilir.Nefis ise bütün lezzetlerin mahzenidir.Önemli olan nefse meşru lezzzetleri depo ettirmek ve tattırmaktır.Onun içindir ki Üstad" Helal dairesi keyfe kafidir,harama girmeye lüzum yoktur." der.

12

05.07.2008, 17:04

Eğitimciler bilirler,derslerin müfradat programları vardır.Bu programlar genel amaçlar,ilkeler ve hedefler doğrultusunda her ders için ayrı ayrı o derse uygun konular ve kazanımlar olarak hazırlanır.Ancak bu programı hayata tatbik edip kazanımları öğrencilere kazandırmak için ders ve etkinlik kitapları araç olarak hazırlanır ve talebelere dağıtılır.Bu programların hedefe ulaşması için gerekli alt yapı hazırlanır ve eğitim öğretim başlar.Burada öğretmenlerin misyonu da çok önemlidir.Çünkü bir kitap muallimsiz olmaz.Bu programların uygulanmasında ve ders kitaplarının tatbiki noktasında öğretmenlere programların kullanma klavuzları verilir.Öğretmen o dersin kılavuz kitapları ile dersin programını tatbik eder ve uygular.Klavuzlarda dersin işlenişi ve tatbikatı ile ilgili bütün ayrıntılar vardır.

ışte bunun gibi ılahi bir program olan Kur'an ve sünnetin bu son ahirzaman asrında kullanma klavuzu Risale-i Nurdur.Risale-i Nurlar hem kalbin,hem dimağın,hem ruhun,hem enenin,hem nefsin,hem ...hem...hem...bütün latifelerin istikamet ve emir dairesinde kullanma klavuzudur.Kimki ona elini atsa necat bulur.

"Risaletü'n-Nur bu asırda, bu tarihte bir urvetü'l-vüskadır. Yani çok muhkem, kopmaz bir zincir ve bir hablullahtır. Ona elini atan yapışan, necat bulur diye mânâ-yı remziyle haber verir."(On Birinci şua)

13

11.04.2009, 00:04

30.Sözün basinda Bediüzzaman söyle demistir,
Gök , zemin, dag tahammülünden cekindigi ve korktugu emanetin müteaddit vücühundan bir ferdi , bir vechi Enedir.


Burda bir ferdi demesi, o emanetin daha farkli seylerden mütesekkil bir grup oldugunumu isaret ediyor ,ve diger vecihleri neler dir, bilen duyan varmi?

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir