Giriş yapmadınız.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

1

30.05.2008, 00:34

Tesettür..!

YıRMı DÖRDÜNCÜ LEM’A

Tesettür hakkındadır

Tesettür örtmek, örtünmek, gizlemek, saklamak vb. gibi manalara gelir. Dis tesettür oldugu gibi ic Tesettür de vardir. Ikisini de Islam emrediyor ve biri digersiz olmaz. Öncelikle herkesin bildigi ve tartistigi dis tesettürü anlamaya calisalim.

On Beşinci Notanın ıkinci ve Üçüncü Meseleleri iken, ehemmiyetine binaen Yirmi Dördüncü Lem’a olmuştur.

Bu Lem´a 1934 tarihinde türkce olarak telif edilmistir. Ayni sene icinde "Kilik kiyafet kanunu" cikti. Bediüzzaman´da hic tereddüt etmeden haksizliga HAK ile karsi cikmistir ve cürük fikirleri yikmistir.

"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar." Ahzâb Sûresi, 33:59.

(ilâ âhir) âyeti, tesettürü emrediyor. Medeniyet-i sefihe ise, Kur’ân’ın bu hükmüne karşı muhalif gidiyor. Tesettürü fıtrî görmüyor, bir esarettir diyor.

(HAşıYE: Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan Lâyiha-i Temyizin müdafaatından bir parça:

"Ben de Adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üçyüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon insanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikatlı bir düstûr-u ılâhîyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli sene zarfından geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidâen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir.")

Elcevap: Kur’ân-ı Hakîmin bu hükmü tam fıtrî olduğuna ve muhalifi gayr-ı fıtrî olduğuna delâlet eden çok hikmetlerinden yalnız dört hikmetini beyan ederiz.

Malesef Türkiyede 1908 tarihinden, 2. mesrutiyetin ilanindan beri Abdullah Cevdet naminda bir din düsmani alenen din aleyhinde ve bilhassa tesettür aleyhinde bulunmustur. Tartismalar bugün degil, 1934´de degil, zemini 1908 yilindan önce baslamistir

BıRıNCı HıKMET

Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünkü kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak için fıtrî bir meyli var.

Allah Celle Celaluhu Kuran´da emrettigi tesettürü Kadinlarin dogusundan itibaren fitratlarina derc etmistir ve böylece bu emre uyabilmeleri icin kolaylik göstermistir.

Hem kadınların on adetten altı yedisi, ya ihtiyardır, ya çirkindir ki, ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır, kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar; taarruza mâruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan, ihtiyarlardır. Ve on adetten ancak iki üç tanesi bulunabilir ki, hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın.

Evet Kadinlarin karakterinde kiskanclik, cekememezlik gibi duygular bulundugundan ve yaratilistan zayif olmasindan tesettür emrini "KADINI KORUMA KANUNU" olarak tesmiye edebiliriz.

Malûmdur ki, insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve serîü’t-teessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz, açık saçıklık yeri olan Avrupa’da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, "Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar" diye polislere şekvâ ediyorlar. Demek, medeniyetin ref-i tesettürü hilâf-ı fıtrattır. Kur’ân’ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.

Simdi bu hal daha da büyük bir dehset almaya basladi. "Dost hayati" adi altinda kadinlari evlenmekten alikoyan ve fuhsiyata sürükleyen dinsiz komiteler yüzünden "STALK" denilen bir ruhi hastalik tevellüd etmistir. Medeniyeti sefihe buna ne kadar piskolojik hastalik dese de hukuk adamlari bunu kanun ile yasaklamaya calisiyorlar. Cünki ayrildigi insanin devamli takip eden, telefon, mesaj, mail yagmuruna tutan gece gündüz pesini birakmayan "ESKI DOSTU" tarafindan terorize edilmis hissediyor.

Hem kadınlarda ecnebî erkeklere karşı, fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten, tesettürü iktiza ediyor. Çünkü, sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmetle çekmekle beraber, hâmisiz bir veledin terbiyesiyle, sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belâsını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vâki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettürle, nâmahremin iştahını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zayıf hilkati emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kalesi, çarşafı olduğunu gösteriyor. Mesmûâtıma göre, merkez ve payitaht-ı hükümette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!

Hatta Avrupada isitiyoruz ve görüyoruz 9-13 yaslari arasinda bir cok kiz hamile kalmakta ve hayatlarini zindana cevirmekteler. Kendini koruyamadigi gibi en cok sevdigi yavrusunu da koruyamiyor hale getirildi Kadin.

devam edecek..
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

2

30.05.2008, 00:45

Abdullah Cevdet ( 09.09.1869)- (29.11.1932)

Osmanlı Devletinin son devirlerinde yaşamış siyaset adamı ve yazar. Jön Türkler hareketlerini başlatanlardan ve ıttihad ve Terakki Cemiyetinin kurucularından. Babası Diyarbekir Birinci Tabur Katibi Ömer Vasfi Efendi olup, 9 Eylül 1869'da Arapkir'de doğdu. 1932'de ıstanbul'da öldü.
ılk tahsilini Arapkir'de ve Hozat'ta yaptıktan sonra Mamüretü'l-Aziz (Elazığ) Askeri Rüşdiyesini bitirdi. Kuleli Askeri Tıbbiye ıdadisinden de mezun olduktan sonra Mekteb-i Tıbbiyeye girdi. Biyolojik materyalist fikirlerin tesirinde kaldı. Dinin insan üzerindeki fonksiyonlarını inkar eden ve her şeyi madde ile açıklamaya çalışan materyalist görüşlere yer veren bazı eserler yazdı.

Talebeyken 1889'da tıbbiyeli arkadaşları ile sonradan ıttihad ve Terakki Cemiyeti adını alacak olan ıttihad-ı Osmani adlı gizli cemiyeti kurdu. Siyasi faaliyetleri sebebiyle birçok defa tutuklandı. 1894'te Mekteb-i Tıbbiyeden mezun oldu. Haydarpaşa Hastahanesinde vazife aldı. Geçici olarak Diyarbakır'a vazifeli gönderildi. Orada ıttihad-ı Osmani Cemiyetine Ziya Gökalp gibi pekçok kimseyi üye kaydetti. ıstanbul'a döndükten sonra siyasi faaliyetlere devam ettiği ve devlete karşı olan faaliyetleri sebebiyle arkadaşlarıyla birlikte tutuklandı. 1896'da Bakanlar Kurulu kararıyla Trablusgarb'a sürüldü. Burada da siyasi faaliyetlere devam etti.

Mizan ve Meşveret adlı dergilere imzasız ve "Bir Kürt" takma adıyla yazılar gönderdi. Fizan'a sürüldü ise de oradan Tunus'a kaçtı. Paris'e geçerek Osmanlı Devletini yıkmak için faaliyet gösteren Jön Türklere katıldı. 1897'de Cenevre'ye giderek ıttihad ve Terakki Cemiyetinin merkez komitesinde yer aldı. Çeşitli gazete ve dergilerde takma adıyla yazılar yazdı. 1899'da Viyana sefareti tabipliğine tayin edildi. 1903'te tekrar Cenevre'ye giderek bir matbaa kurdu ve ıctihad Mecmuası'nı çıkarmaya başladı. 1904'te Osmanlı ıttihad ve ınkılap Cemiyetinin kurucuları arasında yer aldı. Çeşitli gazete ve dergilerde yazdığı yazılarda Sultan ıkinci Abdülhamid Han ve diğer hükumet erkanı hakkında çirkin ifadeler kullandı. 20 Ekim 1904’te ısviçre'den sınır dışı edilince, ıctihad Dergisi ve kütüphanesini Mısır'a naklederek bölücü ve yıkıcı faaliyetlerine devam etti. şura-yı Osmani Cemiyetinin idaresinde vazife aldı. Bu sırada ıslam düşmanı ve müsteşrik Dozy'nin eseri Essai Sur l'histoire de l'ıslamisme adlı kitabını Tarih-i ıslamiyet adıyla tercüme etti. Bu kitapta Peygamberimize karşı saygısız ifadeler kullandığı için dindar insanların samimi duygularını rencide etti. Bu yüzden pekçok kimse tarafından, kendi yanlış fikirlerinden başkasını kabul etmeyen, Allah düşmanı manasında "Adüvvullah Cevdet" diye anıldı. Bozuk fikirlerine zamanın hakiki alimleri tarafından cevaplar verildi.

ıkinci Meşrutiyetin ilanından ve ıkinci Abdülhamid Hanın tahttan indirilmesinden sonra 1910 senesi sonlarında ıstanbul'a dönen Abdullah Cevdet, ıttihad ve Terakki ileri gelenleriyle arası açık olduğundan Cağaloğlu'nda ıctihad Evi adını verdiği binaya yerleşerek ıctihad Dergisini çıkarmaya devam etti. Aynı sene içinde kurulan Osmanlı Demokrat Fırkasının ikinci başkanı oldu. Bu fırka, Hürriyet ve ıtilaf Fırkasıyla birleşince de, siyasi faaliyetlerini Kürt Teali Cemiyetine girerek devam ettirdi. Çıkardığı ıctihad Dergisi, din ve devlet aleyhinde yazılar yazdığı için birçok defa kapatıldı. Bir ara ısviçre'ye giderek Osmanlı Devleti aleyhinde çalışan muhaliflere katılmak istediyse de isteği ısviçre hükumeti tarafından reddedildi. Daha sonra ıttihadcıların desteğiyle çıkan Hak Gazetesinin yazarlarından oldu. Birinci Dünya Harbinden sonra yeniden siyaset ve yayın faaliyetlerine başladı. 1 Kasım 1918'den itibaren ıctihad Dergisini yeniden çıkardı. Tekrar ıttihadcıların aleyhinde yazılar yazdı. ıngiliz Muhibler Cemiyetini kurdu. Ayrıca ıngilizlerle işbirliği yapan Kürdistan Teali Cemiyetinde de önemli roller aldı. ıctihad Mecmuasıında dini tezyif edici yazılar neşr etmeye devam etti. Bir ara Sıhhıye Müdürü olduysa da bu vazifeden alındı. 25 Mayıs 1920'de bu vazifeye yeniden tayin edildi. Fakat yedi ay sonra tekrar alındı. Yeniden neşr etmeye başladığı ıctihad Dergisinin 1 Mart 1922 tarihli 144. sayısında Bahailiğin yeni bir din olarak kabul edilmesini tavsiye etti. ıstiklal Harbinden sonra ıctihad Dergisinde yeni idareyi öven yazılar yazarak nüfuz kazanmak istedi. Bu mecmuada Türkiye'nin nüfus politikasıyla ilgili olarak; "Neslimizi ıslah etmek, kuvvetlendirmek için Avrupa'dan ve Amerika'dan damızlık erkek getirmek gerekir." şeklindeki iddiasının yer aldığı bir yazıyı kendi imzasıyla yayınladı. Bu yazısı bütün yurtta büyük ve derin bir nefrete sebep oldu.
Ömrünün sonuna doğru tamamen yalnız kalan Abdullah Cevdet 29 Kasım 1932'de öldü.

http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=1631
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

3

30.05.2008, 06:47

Tesettür olmayan bir toplumun hastaliklari

Dabbet’ülarz AIDS mi ?

Dabbetül-arz tabiri hem Kur’ân-ı Kerim'de, hem de hadis-i şeriflerde var. Dabbe kelimesi, yerde debelenen, ayakları üzerine yürüyen, canlı demektir. Mevzumuzla alâkalı dâbbe ise, Neml Sûresinde geçer. “O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir dabbe (canlı) çıkarırız; o, onlara insanların, âyetlerimize içtenlikle inanmadıklarını söyler” (Neml/82) Dabbetü’l-arz Efendimiz’in (a.s.m.) mübarek hadislerinde de, Kur’ân-ı Kerim’in anlattığı şekle uygun olarak ele alınmakta ve yapacağı şeylere temas edilmektedir. “Dabbe çıkacak, yeryüzünde dolaşacak ve hemen her tarafta görülecek” …

Ahirzamanda çıkacak olan dâbbetü’l-arz meselesi ile ilgili hadisler risale-i Nur’da şu şekilde tevil edilmiş: “Allahu a’lem, o dâbbe bir nevidir. Çünkü, gayet büyük bir tek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez. Demek, dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak.. Belki, (Sebe’ Sûresi, 34:14.) âyetinin işaretiyle o hayvan, dâbbetü’l-arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü’minler iman bereketiyle ve sefahet ve su-i istimalâttan tecennübleriyle kurtulmasına işareten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş.’’(şualar, 5. şua)

Bu tevil AIDS’e işaret eder mi, birlikte inceleyelim. Evvelâ dabbenin tevile göre özellikleri nelerdir?

1. Tek bir canlı değil, bir canlı türüdür.

2. ınsanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek.

3. ınsanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek.

4. Mü’minler iman bereketiyle sefahet ve su-i istimalattan (kötü kullanım) çekinmeleriyle o belâdan kurtulacak.

AIDS hastalığının özelliklerine baktığımızda, neredeyse yukarıda sıralanan dabbenin özellikleriyle birebir örtüştüğünü görürüz. Hastalığın etkeni HIV denilen bir virüs türüdür. Bununla dabbenin 1. özelliğine uymaktadır. Bu virüs kemik iliğinde gerçekleşen bağışıklık sistemi (savunma sistemi) hücrelerinin üretimini bozarak insanın savunma sistemini altüst etmektedir. Bu yönüyle 2. özelliğe uyduğu söylenebilir. Savunma sistemi çöken insanda en küçük bir mikrop hastalık oluşturur ve tüm sistemlerde kendine has hastalıklar ortaya çıkar. Adeta insan dişinden tırnağına hastalıklarla giriftar olmuştur. Bu yönüyle de 3. özelliğe uyar. Dişler konusunda bir diğer önemli ayrıntı da şudur ki; AIDS’in ağır seyreden olgularında hasta tüm dişlerini 3 ay gibi kısa bir sürede kaybedebilir. Yine AIDS’lilerde tırnak çevrelerinde mantar enfeksyonlarına bağlı tırnakta şekil bozuklukları ortaya çıkabilir.

Son madde hastalıktan korunma yöntemlerini özetlemiş gibidir. Bilindiği gibi HIV virüsünün bulaşma yollarından birisi cinsel temastır. Sefahetten kaçınan ehl-i iman bu bulaşma yolundan da kurtulmuş olacaklar. Bir diğer bulaşma yolu olan steril olmayan enjektörlerin tekrar kullanılması ise, genellikle uyuşturucu kullanan kesimde görülmektedir. Su-i istimalattan çekinen dolayısıyla uyuşturucu bataklığına girmemiş kişiler böyle bir bulaşma şeklinden de büyük ölçüde kurtulmuş demektir. Hastalığın bu yönü de 4. maddeyle uyumlu gözükmektedir. Hal böyle olunca, insanın aklına gerçekten Risale-i Nurda yapılan bu tevil AIDS’e de işaret etmiş olabilir diye bir düşünce gelmiyor değil. Bu, sadece ya da kesinlikle AIDS'ten bahsetmiş demek değildir. Bir çok şeyi işaret etmiş olabilir. Ancak işaret ettiği şeylerden biri AIDS olabilir diyebiliriz. Zaten Bediüzzaman Hazretleri “Bu hadisin tek tevili var, o da budur” demiyor. “Allah-u a’lem bu hadisin bir tevili budur” diyor. Yani başka teviller de yapılabilir. Öyleyse Dabbet’ül Arz=AIDS diyemeyiz. Ancak dabbet’ül arz hakkındaki hadislerin bir tevilinin bir işareti ya da onun bir cüz’ü olabilir denilebilir.

Yani tavşanın suyunun suyu…

Dr. Abdullah Yasin DENıZ
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

4

30.05.2008, 07:21

Ahirzamanda tesettürsüzlük:

1. Zina tesettürsüzlügün bir sebebi..

2. Nikaha olan ragbeti azaltiyor..

3. Kadinlar kendini koruyabilecek erkek bulamadigi icin cocuk dahi yapmiyorlar..

4. Yapanlarda veledi zina olarak Babasiz ve Anneden yoksul büyüyor..

5. Yalniz Almanya da her hafta ortalama 2 cocuk Annesi tarafindan öldürülüyor..

6. Her sene yaklasik 3 million insan aids hastaligi yüzünden ölüyor..

7. 20 sene kadar bu hastaligi üzerinde tasiyabiliyor..

8. Kadinlarin hayati erkeklerin cinsel arzularini yerine getirmekle sinirli..

9. Kadinlara hürmet ve saygi kaldimi yeryüzünde

10. ve cehennem azabi

Bu listeyi ferde, aileye ve topluma verdigi zararlarla cogaltabiliriz. Nitekim Allahin emirlerine uymayan bir topluluk musibeti garantilemistir. "Ben görmedigime inanmam" diyen gayri müslimler ne aciptir ki görmediklerinden ecelden daha cok korkuyorlar.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

5

30.05.2008, 07:28

Zaman tünelinde tesettüre dair levhalar

Tesettür hürriyettir!


Müstehcenlik probleminin kökleri insanlık tarihi kadar derinlere uzanıyor. Tarihî kaynaklar, asırlar boyu tesettürün kadının hür mü, yoksa köle mi olduğuna dair bir “işaret, sembol” anlamını taşıdığını belirtiyorlar. Tarihte, hür kadınlar vücut hatlarını gizleyen örtüleriyle, kendilerini teşhir eden köle kadınlardan ayrılıyorlardı…

Müstehcen giysilerin köle olsun, hür olsun kadınlar arasında revaç bulduğu toplumlarsa hiçbir zaman uzun ömürlü olmadılar. Sözgelimi, tarihin büyük imparatorluklarından Roma’yı yıkan aslî sebeplerden biri de sefahat âlemleri ve kadınlardı. Ünlü filozof Seneca, Romalı kadınların içler acısı halini tarihe şu notla düşmüştü: “Erkekler için kadınların artık çekici kalan hiçbir yanları kalmadı. Nasıl kalsın ki, kadınların artık her şeyleri meydanda…”

21. asrı geçmiş yüzyıllardan ayıran en önemli özelliklerden bir tanesiyse kadının meta olarak kullanılmasının yaygınlaşması. Müzik, sinema, klip, defile, reklâm, magazin dünyasının vazgeçilmez öğesi durumunda kadın.

Hayâ duygusunun giderek aşındığı bu tablo içinde, aile yapısı zedeleniyor, kadına yönelik suçlarda hızlı bir artış görülüyor. Cinsel suçlardaki artış, “Tesettür esarettir!” diyerek Kur’ân’ın tesettür emrine muhalefet eden sefih medenîlerin hayâsız yüzlerine vurulan şiddetli bir tokat değil mi sizce de?

Osmanlı aydınları tesettürü tartışıyor.
Bugün kamuoyunu en çok meşgul eden, devletin en hassas olduğu konuların başında tesettür meselesi gelir. Yüzyılın başında da tablo aynıydı. Yani değişen bir şey yok…

Yakın tarih uzmanları, Cumhuriyet ideolojisi üzerinde etkili olan bazı Osmanlı aydınlarının kıyafeti bir "çağdaşlık projesi" olarak gördüğünü anlatır. Bir türlü tamamlanamayan bu projenin(!) mimarları arasında Abdullah Cevdet, Beşir Fuat, Baha Tevfik gibi isimler vardır. Bu aydınlar fikirlerini ıçtihad, Meşveret gibi dergilerle halka ulaştırırlar.

Mehmet Akif Ersoy, ısmail Hakkı ızmirli gibi Osmanlı aydınları ise tesettürün çağdaşlaşmaya engel olamayacağını makalelerinde ifade ederler. Sırat-ı Müstakim-Sebilürressad, Beynül-hak, ıslâm mecmuası, Volkan gibi dergilerdeki çalışmalarıyla halka ulaşırlar. Sözgelimi; 1914 yılında, ısmail Hakkı ızmirli, Sebilürreşad dergisindeki makalesinde şunları söyler: "Bugün bizi en ziyade meşgul eden bir mesele-i ilmiye var ise, o da tesettür meselesidir."

Osmanlının pozitivist aydınlarından Abdullah Cevdet ise kendi çıkardığı ıçtihat dergisinde başörtüsü aleyhinde yazılar neşreder. Bir makalesinde, Fransız edebiyatçı dostunun tavsiyesiyle “Avrupa’dan damızlık erkek” getirmeye kadar vardırdığı Müslüman kadını çağdaşlaştırma formülünü şöyle izah eder:

“Fermez le Coran, ouvrir les femmes.”
Yani: “Kur’ân’ı kapa, kadınları aç.”

Abdullah Cevdet’in dostlarından ve dönemin aydınlarından Baha Tevfik de bir tesettür aleyhtarıdır. Bir makalesinde “Maddî sebepler ve tesettür insanları birbirinden ayırıyor” der. Evlilik kurumuna şiddetle karşı çıkar.

Tesettüre dair bir risale
Bediüzzaman Hazretleri, Darülhikmeti’l-ıslâmiyede bulunduğu yıllarda (1918–1922), Avrupa’dan tesettür ayeti aleyhine gelen itirazlar üzerine Tesettür Risalesini kaleme alır, ama neşretmez. Neşretmeme sebebini de “ılerideki kanunlara temas etmemek için o Tesettür Risalesini setrettim” diyerek açıklar. Ne var ki, yanlışlıkla bir yere gönderilen bu eser ilmî bir risale olmasına rağmen rejimi tehditkâr bulunur. (Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat 2006 baskısı, s. 344.) Kur’ân’ın tesettür emrinin kadınların fıtratına uygun olduğunu psikolojik, sosyolojik, biyolojik, tarihî yönleriyle anlattığı bu eserindeki iki cümle yüzünden 1935’te tutuklanır. Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinin 19 Ağustos 1935 tarihinde verdiği kararla, hukukî bir suç isnat edilmemesine rağmen, “kanaat-i vicdaniyeye” dayanarak 11 ay hapisle birlikte Kastamonu’da “mecburî ikamet” cezasına maruz kalır, 15 talebesi de altışar ay hapis ile cezalandırılır. (Tarihçe-i Hayat, 2006 Yeni Asya Neşriyat baskısı, s. 11.)

Tesettürle birlikte, miras hakkı ile ilgili ayetlere yaptığı yorum da mahkeme tarafından “irtica fikriyle” suç unsuru olarak gösterilmiştir. “Erkeğin mirastan hakkı iki kadın payı kadardır.” (Nisa Suresi, 176.) “Annenin hakkı altıda birdir,” (Nisa Suresi, 11.) ayetlerine yaptığı açıklamalar 163. Madde ile suçlanmasına neden olmuştur. (A.g.e, s. 399.)

Bediüzzaman Hazretleri, Eskişehir Mahkemesi savunmasında Tesettür Risalesi’nin, “mim”siz medeniyet ve ıngilizlerin siyaset oyunlarına verilmiş ilmî bir cevap olduğunu belirtmiştir. (A.g.e, s. 389.)
Günümüzde, kadınların tesettürü konusundaki yasaklamaları “mim”siz medeniyet ve ıngilizlerin siyaset oyunları içinde bir oyun olarak hiç düşünmüş müydünüz?

Orta Doğu’ya barış ve özgürlük için geldiklerini söyleyen Avrupa ve Amerikalıların işe kadınların kıyafetinden (burkasından, çarşafından…) başlaması boşuna değil anlaşılan. Ne dersiniz?

Yasemin Güleçyüz

http://www.yeniasya.de/bizimaile/?page=article_view&article_id=519
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir