Giriş yapmadınız.

1

13.04.2008, 15:19

Sünnet, Ehl-i Beyt ve Risale-i Nur (Bediüzzaman)

Sünnet-i Seniyye Risalesi olan 11.Lem'a'yı son okuduğumda çok ince sırları taşıdığını hissettim.Bu tevafukları ve Üstadımızın vazife ve mahiyetinin ve Risale-i Nurların anlaşılmasına baktığı yönleri paylaşmak istedim.

Öncelikle ilgili yerleri ekleyelim.

1."De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin."( Âl-i ımrân Sûresi, 3,1.)
âyet-i azîmesi, ittibâ-ı sünnet ne kadar mühim ve lâzım olduğunu pek kat'î bir surette ilân ediyor. Evet, şu âyet-i kerime, kıyâsât-ı mantıkıye içinde, kıyas-ı istisnâî kısmının en kuvvetli ve kat'î bir kıyasıdır. şöyle ki:
Nasıl mantıkça kıyas-ı istisnâî misali olarak deniliyor: "Eğer güneş çıksa gündüz olacak." Müsbet netice için denilir: "Güneş çıktı. Öyleyse netice veriyor ki, şimdi gündüzdür." Menfi netice için deniliyor: "Gündüz yok. Öyleyse netice veriyor ki, güneş çıkmamış." Mantıkça, bu müsbet ve menfi iki netice kat'îdirler.
Aynen böyle de, şu âyet-i kerime der ki: Eğer Allah'a muhabbetiniz varsa, Habibullaha ittibâ edilecek. ıttibâ edilmezse, netice veriyor ki, Allah'a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullahın Sünnet-i Seniyyesine ittibâı intaç eder.
Evet, Cenâb-ı Hakka iman eden, elbette Ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâşüphe, Habibullahın gösterdiği ve takip ettiği yoldur.

Elhasıl: Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibâını istilzam edip intaç ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibâından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip bid'alara giriyor.(On Birinci Lem'a)

2.Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim."(Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3:14, 17, 26.) Çünkü, Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyttir.
ışte bu sırra binaendir ki, Kitap ve Sünnete ittibâ ünvanıyla bu hakikat-i hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyyesine ittibâı terk eden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz.(Dördüncü Lem'a)

3.Ben de onlara demiştim: "Ben, kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki âhir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beytten olacaktır. Gerçi mânen ben Hazret-i Ali'nin (r.a.) bir veled-i mânevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Âl-i Muhammed Aleyhisselâm bir mânâda hakikî Nur şakirtlerine şâmil olmasından, ben de Âl-i Beytten sayılabilirim.(Emirdağ Lâhikası (1) - Mektup No: 207 )

4.Ona "Kürdî" denilmesi ve kaside-i Hazret-i ımam-ı Ali'de (r.a.) görülen (yamüdrikân) kelimesinin hazf ve
kalbiyle "Kürt" îma ve işaretinin bulunması, gerçekten Kürtlüğüne delâlet etmez ve onun mânevî silsile-i şerâfet ve siyadetten tenzil ve teb'idini icap ettirmez. Bu isnad ve izafe, Kürdistan'da doğup büyüyen ve bu lâkapla mâruf ve meşhur olan bu zatın Risaletin-Nur'un tercümanı olduğunu sırf âleme ilân etmek içindir; yoksa Kürtlüğünü ispat etmek için değildir.
Kürtçe bilmesi, o kıyafete girmesi ve öyle görünmesi, kendini setr ve ihfa için olup, hakikî hüviyet ve milliyetini ihlâl ve inkâr mânâ ve maksadıyla değildir diye düşünüyorum.
(Emirdağ Lâhikası (1) - Mektup No: 52)

2

13.04.2008, 15:20

Yukarıya aldığım kısımlardan alemimize düşen noktaları paylaşmak istiyorum şöyle ki;

Öncelikle ayette "."De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin."( Âl-i ımrân Sûresi,) " ifade edilen sır çok açık.

Burada ifade edilen hakikat çok net olarak şöyle.

Eğer Allahı seviyorsak Efendimiz(asm)'e uyacağız ki yani sünnete uyacağız ki Allah da bizi sevsin.Allah'ın bizi sevmesinin yolu Efendimizin(asm) sünnetine ittibadan geçiyor.Çünkü Efendimiz(asm) yaşayan Kur'andır.Efendimizin(asm)'in Kur'anı yaşamasındanAllah razıdır.Bizleri de razı olduğu yaşantı olan Efendimize uymayı bizzat rabbimiz istemmektedir.Buradan başka bir noktaya geçmek istiyorum.

Efendimiz(asm) "Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim."(Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3:14, 17, 26.) "buyurarak bizlere her asırda sünnetini devam ettirecek ve yaşayarak numune-i imtisal olarak ehl-i beytini göstermekte ve Efendimize(asm)'e uymamızı sünnetinin mümessilleri olması ciheti ile ihbar etmektedir.

Çünkü, Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyttir.

O halde şöylebir netice çıkıyor.

Yukarıya da aldığımıza göre Üstadımız hem şerif hem de seyyiddir.yani kendi ifadesi ile "Gerçi mânen ben Hazret-i Ali'nin (r.a.) bir veled-i mânevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Âl-i Muhammed Aleyhisselâm bir mânâda hakikî Nur şakirtlerine şâmil olmasından, ben de Âl-i Beytten sayılabilirim. "Al-i beytten olduğunu beyan ediyor ve yine bir talebesinin mektubunda "onun mânevî silsile-i şerâfet ve siyadetten tenzil ve teb'idini icap ettirmez" cümleleri ile şerif ve seyyid olduğunu nazarlara sunmaktadır.

Ben bu derslerden acizane şu sonuca ulaştığımı paylaşmak istiyorum.

Üstadımız Son şahitlerin ikrarıyla ve eserlerinin de işaret ve izahatlarıyla Ehl-i beyttendir.
Öyleyse bütün hayatı sünnet-i seniyyeyi yaşamakla geçmiş ve bir nevi Efendimizin sünnetin ihyası ile haber verdiği ve emanet olarak bıraktığı şahıs olamsı cihetiyle Onun Risale-i Nur külliyatı bu zamnad sünnetin en büyük dairesi olan kitab-ı kainatı okumak ve tefekkür etmek vazifesi ile tam olarak bütün dairelerde ve ayrıntılarda da sünneti ihya etme vazifesini Üstadımız bitamamiha ifa etmişitr.

Ayetteki sır gereği "Allahı seviyorsak Efendimizin sünnetine uymamız gerekiyor ki Allah da bizi sevecek."Öyleyse sünnetin bu asırdaki mümessili ve temsilcisi Üstadımız ise ve Sünnetin en geniş ve ehemmiyetli dairesini iman hakikatleri ve tevhid delilleri ile ortaya net olarak koyan da Üstadımız ise o zaman Risale-i Nurlara ittiba etmek bir nevi Efendimizin de bize bıraktığı ehl-i beyte uymayı gerekli kılıyor.

Buradan şuraya çıkabiliriz.Allah'ın ihtaratla,ilhmatla,feyz-i Kur'anla,sünuhat-ı kalbiyeye doğmalarla ve istidracat-ı Kur'aniyye ile telif olunan Risale-i Nurlar Allah'ın hoşnut olduğu Efendimizin sünnetini ihya etmekte ve bizlere numune-imtisal olmaktadır.

Bu cihetten tefekkürlerimi derinleştirdikçe Üstadımızın mahiyeti ve Risale-i Nurların vazifesinin sünneti bu asırda ve kıyamete kadar ihya eden eserler olarak görmek gerektiği alemime düştü.Rabbim bu hakikatleri hakiki manada anlayan ve bunları hayatımıza tatbik eden kullardan eylesin ve Allahın bizi sevmesinin yolu da böylece açılsın inşallah.

3

13.04.2008, 15:21

Burada bir ayrıntıyı daha nazarlara sunmak gerekiyor.Yine On Birinci Lem'a'dan bir bölüm alalım.

Sünnet-i Seniyyenin merâtibi var. Bir kısmı vâciptir, terk edilmez. O kısım, şeriat-ı Garrâda tafsilâtıyla beyan edilmiş.Onlar muhkemattır, hiçbir cihette tebeddül etmez. (On Birinci Lem'a)

Bizler sünnet olarak daha çok Efendimiz(asm)'in yaşayışını ve giyinişini ve adab tabir eden hallerini anlıyoruduk.Evet bu kısımlarda sünnet.

Yukarıya aldığımız cümlelerde sünnetin mertebelerinden bahsediliyor ve "Bir kısmı vâciptir, terk edilmez.Onlar muhkemattır, hiçbir cihette tebeddül etmez." denilmiştir.

O halde bizler sünnet olarak Efendimiz(asm)'in etvarını,ahvalini ve ekvalini anlamalı ve bu cihetlere muhatab olmalıyız.

Üstad'ın,sünneti vâcip olarak nitelendirdiği ve terk edilemez dediği ve muhkemat olarak tarif ettiği kısımlar Efendimiz(asm)'in ibadetteki farz olan sünnetleridir.Çünkü farz olan ibadetleri de Efendimiz(asm) yaşamış ve bir nevi O'(asm)nun yaşadığı her şey sünnet olduğu için bu cihet nazara sunulmuş olmalıdır.

"Sünnetin meratibi var." cümlesinden çok faklı açılımlar olmalı diye de düşünüyorum.

Efendimiz (asm),'in hayatı yani sünneti yaşanan Kur'andır.Burhan-ı natıktır Efendimiz(asm).

Kitab-ı kainat ise cisimleşmiş Kur'andır.Ve sünnetullahtır.Allah muradını,kendisini tanıttırmayı ve sevdirmeyi Efendimizin(asm) hayatı ve kitab-ı kainattaki delilerle göstermiştir.

O zaman Efendimiz(asm)'in en büyük sünneti Allah'ın varlığı ve birliği delillerini anlatmasıdır.Yani en büyük sünnet sünnetullahı anlamak ve tevhid delilleri ile Rabbimizi anlamak ve O'na hakiki kul olup marziyatı dairesinde yaşamaktır.

O halde en geniş ve tesirli sünnet"La ılahe ıllallahtır." Efendimizin(asm) en büyük davasıda bu tevhid davasıdır.
Her asırda sünneti ihya eden ve numune-i imtisal olan ehl-i beyt ise eserleri ile özellikle bu asırda Bediüzzaman Risale-i Nurlarla sünnetin en kuvvetli ve tesirli delilleri olan tevhid hakikatını ortaya koymuş ve bizlere numune-i imtisal olduğunu ve istikamet yolunun bu olduğunu,Risale-i Nurlarla sünnetin en derin ve geniş yolunun ve ihyasının Risale-i Nurlarda var olduğunu ortaya koymuştur.

Öyleyse bütün gayretimizle sünneti yaşamak ve yaşatmak için bu asırda sünnetin mümessiline kulak vermek ve O'na çalışmak en lüzumlu vazife olsa gerektir.

şu hadis-i şerif de çok manidardır."Hadîs-i şerifte vardır ki: "Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlı olur."(El-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1,310; Gazâlî, ıhyâ u Ulûmi'd-Dîn, 4:409 )

4

13.04.2008, 15:24

Önemli bir sünnet ölçüsünü de ekleyerek devam edelim inşallah.

Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimi, ıslâmiyet alâmetleri olan ve şeâire de taallûk eden sünnetlerdir. şeâir, adeta hukuk-u umumiye nev'inden, cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes'ul olur. Bu nevi şeâire riyâ giremez ve ilân edilir. Nafile nev'inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir.(On Birinci Lem'a)

En mühim sünnetlerden birisi de şeaire taalluk eden ve islamiyetin alametlerini izhar eden kısımlardır.

Üstad Hazretleri Ümmet adına bedeller ödemiş ve şeaire talluk eden sünnetlerden sarığını mahkemelerde bile çıkarmamıştır.En cebbar valilere de pervasızca karşı çıkarak başından sarığını vermemiş ve ecnebi alameti olan serpuşu başına koymamıştır.

Böylece ümmet adına bu şahsi fazlardan önemli olan sünneti ihya etmiş ve ümmeti sorumluluktan kurtamıştır.ıslamın ve imanın izzetini de muhafaza etmiştir.

Bundan başka Üstadımız bid'alarla amel etmemiş Türkçe ezan ve kamet getirmemiş ve böylece esasata ve şeaire ittibada numune-i imtisal olmuştur.

Hatt-ı Kur'aniyeyi muhafaza etmiş,ıslamın başka bir şeairi olan tesettürü "Tesettür Risalesi" ile tefsir etmiş ve bu uğurda mahkemelerde ve ceza evlerinde bedeller ödemiştir.

Demek Üstad şeaire taalluk eden sünnetlerde de azami olarak hassasiyetini göstermiş ve vazifesini tam olarak layıkıyla yapmış ve ehl-i beyt olarak Efendimizin(asm) ihbarını etvarı ile de göstermiştir.

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

5

11.05.2008, 13:13

evet madem seviyoruz sevdiğini de sevecegiz sevdiğimizi de belli edecegiz inş. Allah razı olsun

6

16.06.2008, 15:38

Bismillahirrahmanirrahim

ÜÇÜNCÜ NÜKTE: اِلاَّ الْمَوَدَّ&#157 7;َ فِى الْقُرْبَى âyetinin bir kavle göre manası: "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vazife-i risaletin icrasına mukabil ücret istemez, yalnız Âl-i Beytine meveddeti istiyor." Eğer denilse: Bu manaya göre karabet-i nesliye cihetinden gelen bir faide gözetilmiş görünüyor. Halbuki, اِنَّ اَكْرَمَكُ&#160 5;ْ عِنْدَ اللّهِ اَتْقَيكُم&#161 8;
sh: » (L: 19)
sırrına binaen karabet-i nesliye değil, belki kurbiyet-i ılahiye noktasında vazife-i risalet cereyan ediyor?
Elcevab: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-aşina nazarıyla görmüş ki: Âl-i Beyti, Âlem-i ıslâm içinde bir şecere-i nuraniye hükmüne geçecek. Âlem-i ıslâmın bütün tabakatında kemalât-ı insaniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zâtlar, ekseriyet-i mutlaka ile Âl-i Beytten çıkacak. Teşehhüddeki ümmetin "Âl" hakkındaki duası ki,
اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِي&#160 5;َ وَ عَلَى آلِ اِبْرَاهِي&#160 5;َ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
dir. Makbul olacağını keşfetmiş, yani nasılki millet-i ıbrahimiye'de ekseriyet-i mutlaka ile nuranî rehberler Hazret-i ıbrahim'in (A.S.) âlinden, neslinden olan enbiya olduğu gibi; ümmet-i Muhammediyede de (A.S.M.) vezaif-i azîme-i ıslâmiyette ve ekser turuk ve mesalikinde Enbiya-i Benî-ısrail gibi, Aktab-ı Âl-i Beyt-i Muhammediyeyi (A.S.M.) görmüş. Onun için قُلْ لاَ اَسْئَلُكُ&#160 5;ْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلاَّ الْمَوَدَّ&#157 7;َ فِى الْقُرْبَى demesiyle emrolunarak, Âl-i Beyte karşı ümmetin meveddetini istemiş. Bu hakikatı teyid eden diğer rivayetlerde ferman etmiş: "Size iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz, necat bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i Beytim." Çünki Sünnet-i Seniyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyttir.
ışte bu sırra binaendir ki; Kitab ve Sünnete ittiba ünvanıyla bu hakikat-ı hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı: Sünnet-i Seniyesidir. Sünnet-i Seniyeye ittibaı terkeden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz.
Hem ümmetini Âl-i Beytin etrafında toplamak arzusunun sırrı şudur ki: Zaman geçtikçe Âl-i Beyt çok tekessür edeceğini izn-i ılahî ile bilmiş ve ıslâmiyet za'fa düşeceğini anlamış. O halde gayet kuvvetli ve kesretli bir cemaat-ı mütesanide lâzım ki, Âlem-i ıslâmın terakkiyat-ı maneviyesinde medar ve merkez olabilsin. ızn-i ılahî ile düşünmüş ve ümmetini Âl-i Beyti etrafına toplamasını arzu etmiş. Evet Âl-i Beytin efradı ise, itikad ve iman hususunda sairlerden çok ileri olmasa da, yine teslim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileridedirler. Çünki ıslâmiyete fıtraten, neslen ve cibilliyeten tarafdardırlar. Cibillî tarafdarlık zaîf ve şansız, hattâ haksız da olsa bırakılmaz. Nerede kaldı ki, gayet kuvvetli, gayet hakikatlı, gayet şanlı, bütün silsile-i ecdadı bağlandığı ve şeref kazandığı ve canlarını feda ettikleri bir hakikata tarafdarlık, ne kadar esaslı ve fıtrî olduğunu bilbedahe hisseden bir zât, hiç tarafdarlığı bırakır mı? Ehl-i Beyt, işte bu şiddet-i iltizam ve fıtrî ıslâmiyet cihetiyle Din-i ıslâm lehinde edna bir emareyi, kuvvetli bir bürhan gibi kabul eder. Çünki fıtrî tarafdardır. Başkası ise, kuvvetli bir bürhan ile sonra iltizam eder.



hasbunallahi ve niamel vekil

7

16.06.2008, 15:46

Bismillahirrahmanirrahim

"Size iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz, necat bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i Beytim." Çünki Sünnet-i Seniyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyttir.

Evet Âl-i Beytin efradı ise, itikad ve iman hususunda sairlerden çok ileri olmasa da, yine teslim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileridedirler. Çünki ıslâmiyete fıtraten, neslen ve cibilliyeten tarafdardırlar. Cibillî tarafdarlık zaîf ve şansız, hattâ haksız da olsa bırakılmaz. Nerede kaldı ki, gayet kuvvetli, gayet hakikatlı, gayet şanlı, bütün silsile-i ecdadı bağlandığı ve şeref kazandığı ve canlarını feda ettikleri bir hakikata tarafdarlık, ne kadar esaslı ve fıtrî olduğunu bilbedahe hisseden bir zât, hiç tarafdarlığı bırakır mı? Ehl-i Beyt, işte bu şiddet-i iltizam ve fıtrî ıslâmiyet cihetiyle Din-i ıslâm lehinde edna bir emareyi, kuvvetli bir bürhan gibi kabul eder. Çünki fıtrî tarafdardır. Başkası ise, kuvvetli bir bürhan ile sonra iltizam eder.

Üstadimiz r.a hazretlerinin bizlere gösterdigi yol ile ve yapip yasattigi mücadele ile bu islerin kimler tarafindan yapildigini vazifenin kimlerde oldugu ve fitri taraftarlaigin önemi ve gücü ile yaptigi vazifelerinde nasil yapilip nereden cikip nereye aktigini göstermistir .
Elbette bu dersimizde diger derslerimiz gibi meratiblerle doludur su an istifademizden bu kadar aktarmamiz tümünün bu oldugundan degilde ldaha burdan cikarilacak cok cevherlerin olduguna ve cok usullerin dusturlarin kanunlarin icinde sakli olduguna ve cerayan ettigine isaret nevindendir.

yukardaki alinti 4. lem a dan alinmistir.

Hasbunallahi ve niamel vekil

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir