Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

10.02.2008, 12:05

Kışır ve Lüb

Kışır:Kabuk, dış taraf,zahir,dıştan görünüş,belki de eşyanın mülk boyutu olarak da kabul edebiliriz.

Lüb:ıç, öz,batın yada eşyanın melekut boyutunu hatırlatan öz olarak da anlayabiliriz.
Konuya daha güzel açılımlar sağlamak için öncelikle Risale-i Nurlardan "kışır ve lüb" ile ilgili yerleri alalım ve sonra bu bölümlerden çıkaracağımız tefekkürlerimizi paylaşalım inşallah.
ıman, kabuğunun içerisindeki lübbü gösterir.
Küfür ise, lüble kabuğu tefrik etmez.
Kabuğu aynen lüb bilir ve insanı cevherlik derecesinden kömür derecesine indirir. ( Mesnevî-i Nuriye)
Lüb, kışrın zararına kuvvetleşir.
ışte, şu kanun, kanun-u tekâmüle dahil olan bütün eşyaya şamildir.
Kâinat hakikat-i uzmâsının kışır ve sureti olan âlem-i şehadet, Fâtır-ı Zülcelâlin izniyle parçalanacak, sonra daha güzel bir surette tazelenecektir.( Yirmi Dokuzuncu Söz)
Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur.
Hakikati tanımayan, hayalâta sapar.
Sırat-ı müstakîmi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer.
Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.
şu çirkin, ölü, câmid ve çoğu kışır olan dünyada hüsün ve cemal, yalnız göze güzel görünüp ülfete mâni olmazsa, yeter.( Yirmi Sekizinci Söz)

Lâfızların tebeddülüyle mânâ tebeddül etmez, bâki kalır.
Kabuk parçalanır, lüb bâki ve sağlam kalır.
Libası yırtılır, cesedi sağlam, bâki kalır.
Ceset ölüp dağılırsa da ruh bâki kalır.
Cisim ihtiyarlanırsa, enâniyet genç kalır.
Çokluk, cemaat dağılır, ama vahid-i fert bâki kalır.
Kesret bozulur, vahdet bâkidir.
Madde kırılır, nur bâkidir.( Mesnevî-i Nuriye)

Tavus kuşu gibi pek güzel bir kuş, yumurtadan çıkar, tekâmül eder, semâlarda tayarana başlar.
Âfak-ı âlemde şöhret kazandıktan sonra, yerde kalan yumurtasının kabuğu içerisinde o kuşun güzelliğini, kemâlâtını, terakkiyatını arayıp bulmak isteyen adamın ahmak olduğunda şüphe yoktur.
Binaenaleyh, tarihlerin naklettikleri Peygamberimiz (a.s.m.) bidâyet-i hayatına maddî, sathî, surî bir nazarla bakan bir adam, şahsiyet-i mâneviyesini idrak edemez. Ve derece-i kıymetine vasıl olamaz.
Ancak bidâyet-i hayatına ve levâzım-ı beşeriyetine ve ahvâl-i zahiriyesine ince bir kışır, nazik bir kabuk nazarıyla bakılmalıdır ki, o kışır içerisinden, iki âlemin güneşi ve tûbâ gibi şecere-i Muhammediye (a.s.m.) çıkmıştır. (Mesnevî-i Nuriye)

2

10.02.2008, 12:06

Kışır yani kabuk bütün kuvveti ile öze yani içe hizmet etmektedir.
Kışır kuvveti ve keskin sertliği ile içindeki özü korumakta ve dışarıdan gelecek bütün tahriplere rağmen öz için bütün hücumlara,salabet ve hararetlere maruz kalmaktadır öz için.Bütün bunları hakiki güzellik ve mükemmellik olan lüb için ve onun muhafazası için yapmakta ve dayanmakatadır.

Bazen olur ki öz için kabuk çok sert olmalıdır.Kışır ne kadar sert ise lüb o kadar güvende olur.Kabuğun sertliği özün muhafazasına bir güvencedir.

Hatta kabukları sert olan yemişleri düşünün.Lübbü o sertliğe göre daha gelişmiş ve korunmuş durumdadır.

Bir de kışırı zayıf olan yemiş ve meyveleri düşünelim.Daha çabuk bozulmaya ve çürümeye maruzdurlar her zaman.

O zaman şöyle de düşünebiliriz.Kur'an hakikatlerini ve sünnet-i peygamberi(asm) korumak için ve yaşamak için sert olamak gerekiyor.Çümkü o sertlik ile öz olah Kur'anın ve sünnetin lübbü gelişecek ve korunacaktır.Bu sertlik elbetteki istikamette olunan ve şeriatın hayata yansıyan boyutlarında olmalı.Sanırım önce kendi hayatımıza islamı yaşamak içinsert olmalıyız.Kışırı ne kadar kuvvetli tutarsak lübü o kadar muhafaza ederiz.

"ıttifak hüdâdadır, hevâ ve heveste değil.
ınsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar. Herşey hür oldu; şeriat da hürdür, meşrutiyet de. Mesail-i şeriatı rüşvet vermeyeceğiz. Başkasının kusuru insanın kusuruna senet ve özür olamaz.(Sünuhat)"

3

10.02.2008, 12:08

Re: Kışır ve Lüb

Alıntı sahibi ""Abdulbaki""

ıman, kabuğunun içerisindeki lübbü gösterir.
Küfür ise, lüble kabuğu tefrik etmez.
Kabuğu aynen lüb bilir ve insanı cevherlik derecesinden kömür derecesine indirir. ( Mesnevî-i Nuriye)
Lüb, kışrın zararına kuvvetleşir.


ıman,özdür,kalbe ilka edilen bir nurdur.Ancak o öz ve nur kabuğa sızmalıdır ve kabuğu da yani insanın dışını ve suretini de güzelleştirmelidir.Bunun içindir ki imanlı insanlar suretlerinden anlaşılır ve o yüzlerde lübden gelen nur yansır.Nur yüzlüdür onlar.

"Eğer nur-u iman, içine girse, üstündeki bütün mânidar nakışlar, o ışıkla okunur. O mü'min, şuurla okur ve o intisapla okutur. Yani, "Sâni-i Zülcelâlin masnuuyum, mahlûkuyum, rahmet ve keremine mazharım" gibi mânâlarla, insandaki san'at-ı Rabbâniye tezahür eder. Demek, Sâniine intisaptan ibaret olan iman, insandaki bütün âsâr-ı san'atı izhar eder. ınsanın kıymeti, o san'at-ı Rabbâniyeye göre olur; ve âyine-i Samedâniye itibarıyladır. O halde, şu ehemmiyetsiz olan insan, şu itibarla bütün mahlûkat üstünde bir muhatab-ı ılâhî ve Cennete lâyık bir misafir-i Rabbânî olur."(Yirmi Üçüncü Söz)

Küfür ise lübe olan nuru kırar Allaha olan intisabı kat eder.Küfür vesilesiyle o insanın kışırında da küfrün tezahuru olan manalar yansır.

"Eğer kat-ı intisaptan ibaret olan küfür, insanın içine girse, o vakit bütün o mânidar nukuş-u esmâ-i ılâhiye karanlığa düşer, okunmaz. Zira, Sâni unutulsa, Sânie müteveccih mânevî cihetler de anlaşılmaz, adeta başaşağı düşer. O mânidar âli san'atların ve mânevî âli nakışların çoğu gizlenir. Bâki kalan ve gözle görülen bir kısmı ise, süflî esbaba ve tabiata ve tesadüfe verilip, nihayet sukut eder. Herbiri birer parlak elmas iken, birer sönük şişe olurlar. Ehemmiyeti yalnız madde-i hayvaniyeye bakar. Maddenin gayesi ve meyvesi ise, dediğimiz gibi, kısacık bir ömürde, hayvânâtın en âcizi ve en muhtacı ve en kederlisi olduğu bir halde, yalnız cüz'î bir hayat geçirmektir. Sonra tefessüh eder, gider. ışte, küfür böyle mahiyet-i insaniyeyi yıkar, elmastan kömüre kalb eder."(Yirmi Üçüncü Söz)

4

10.02.2008, 16:59

lüb, kışrın zararına kuvvetleşir; lâfız, mânâ zararına kalınlaşır; ruh, cesed hesâbına zayıflaşır; cesed, ruh hesâbına inceleşir; öyle de, âlem-i kesif olan dünya, âlem-i latîf olan âhiret hesâbına, hayat makinesinin işlemesiyle şeffaflaşır, latîfleşir. 17.söz

Bizler şahit olmuşuzdur ki meyvelerin özü olgunlaştıkça kışırına yani kabuğuna sızar.Bazen de lüb öyle gelişir ve olgunlaşır ki kabuğunu şak eder ve çatlatır.Bu bir şeriat-ı fıtriye kanunudur.

Yine bazen lafızlar manayı yırtarak hakiki olan hakikatı aşarak o lafız manadan beklenen ihtiyaca cevap olmayabilir.Söylenen cümleelr niyetlenen manaya göre çok kalın ve sathi düşebilir.

Ruh bir emir ve kanun-u namustur.Cesetten daha latif ve şeffaftır.Ceset ruha hakim değil ruh cesede hakim olusrsa o manada ruh daha manalı ve fıtri yapısıana uygun hal alır.
Demekki ceset ruh hesabına zayıflamalı ki insan o şeffafiyet ve nuraniyet ile terakki etsin.Büyük velilerin cesetlerini zayıflatmaları için ve ruhu cesede hakim kılmaları için sadece ot yemeleri buna güzel bir misal olsa gerek.

O halde kesif olan bu dünya da ahiret hesabına çalışmalı ve çalıştırılmalıdır ki ruh gibi latifleşsin ve hakiki mahiyetini bulsun.Ne mutlu şu alem-i kesif olan dünyayı alem-i şeffaf olan ahiret hesabına çalıştırabilenlere.

5

11.02.2008, 11:03

Ruh, cesed hesâbına zayıflaşır; cesed, ruh hesâbına inceleşir; 17.söz

Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.(19.Lema)

ınsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki, bütün âzâsını ve eczasını birbirine yardım ettirir.

Yani, irade-i ılâhiye cilvesi olan evâmir-i tekvîniyeye ve o emirden vücud-u hâricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve lâtife-i Rabbâniye olan ruh, onların idaresinde, onların mânevî seslerini hissetmesinde ve hâcatlarını görmesinde birbirine mâni olmaz, ruhu şaşırtmaz.

Ruha nisbeten uzak, yakın, bir hükmünde; birbirine perde olmaz.

ısterse çoğunu birinin imdadına yetiştirir. ısterse bedenin her cüz'ü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hattâ, çok nuraniyet kesb etmişse, herbir cüz'ü ile görebilir ve işitebilir.(Otuz Üçüncü Söz)

6

11.02.2008, 11:04

Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur. ( Yirmi Sekizinci Söz)

Lübbü bulamayan kışır ile uğraşır ve onunla meşgul olur.Kışır zahirdir.Özellikle bu asrın ulama-i zahir ve insanları zahire göre hükmetmeye ve bakmaya asrın getirdiği tereddütler cihetinden gelen zaaf-ı iman vesilesiyle kışır ile uğraşır ve kışıra daha çok değer verirler.Üstad buna şöyle işaret eder.

"Nev-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki, hakikate nüfuz etsin ve hakikati hakikat tanıyıp kabul etsin.

Belki, surete, hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemed insanlardan işittikleri mesâili takliden kabul ederler.

Hattâ, kuvvetli bir hakikati zayıf bir adamın elinde zayıf görür; ve kıymetsiz bir meseleyi kıymettar bir adamın elinde görse, kıymettar telâkki eder.
(Yirmi Sekizinci Mektup -yeinci Risale)

Güncelliği çok hızlı bir şekilde Ülkemizin gündeminde tutulan "tesettür" meselesinde de aynı durumu görüyoruz.

Birileri halen işin kışır boyutunda bir türlü lüb olam emir boyutuna geçemiyor.Halen ulama-i zahirlerin de aldandıkları yer olan illet ve hikmet meselesi karıştırılıyor.Hikmeti illetinönüne geçirmek ve böylece lübbü kışıra feda etmek olan "Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur." cihetine hamlediyorlar.

Tesettürün hiçbir dünya maslahatı için feda edilmemesi gereği atlanıyor ve kışır yani dış görünüşü ciheti nazarlara sunuluyor.Böylece taife-i nisanın fıtratının gereği olarak emredilen tesettür basitleştirilerek dünyevileştiriliyor ve üzerinde çok ucibe yorumlar yapılıyor.Böylece lübbe ulaşılamayınca ve lübdeki sır kışırdaki surete kurban ediliyor.

Öncelikle tesettürün ruhlarda ve kalblerde makes bulan emir ciheti ve fıtrat yönü yani lübbü öncelenmesi gerekirken kışırı ve kabuğu ile gündemde kalınmasına çalışılıyor.

O zaman lüblerde makes bulacak olan salebet-i tesettürden sonra suretteki görüntülerde hakikate ve rıza makamına ulaşacaktır inşallah.

Musibet sadece kışırdaki kusurlardan değil lübdeki kırılmalardan teraküm eden kaymalar ile verdirilen fetvaların toplamı olmalı ki zalimlerin tasallutu ile tekrar o kalbi ve fıtri lübbe dönülsün ve sadece ve sadece Allah rızası için fiiller deruhte edilsin işte o zaman bütün mesele hallolacaktır inşallah.

7

11.02.2008, 23:12

Lüb, kışrın zararına kuvvetleşir.
ışte, şu kanun, kanun-u tekâmüle dahil olan bütün eşyaya şamildir.şu çirkin, ölü, câmid ve çoğu kışır olan dünyada hüsün ve cemal, yalnız göze güzel görünüp ülfete mâni olmazsa, yeter.


Kainatta tekamül kanunu vardır."Çünkü birşey kanun-u tekâmülde dahil ise, o şeyde alâküllihal neşvünemâ vardır. Neşvünemâ ve büyümek varsa, ona alâküllihal bir ömr-ü fıtrî vardır. Ömr-ü fıtrîsi varsa, alâküllihal bir ecel-i fıtrîsi vardır."(Yirmi Dokuzuncu Söz)

Lübbün kışırın zararına kuvvetleşmesi de yukarıdaki tekamül kanununun bir gereği ve zaruretidir.kabuk lübden gelen tekamül kanununa karşı salabeti ve sertliği ile karşıkoyamaz ve de lübbe teslim olur.

Öyleyse bizlerde özümüzü yani lübdeki (kalbdeki) imanın inkişafı ile çok sert ve salabetli ve de hararetli olarak kabul ettiğimiz kışırların çatlamasına ve karşı koymasına rağmen tekamül kanunu çerçevesinde teslim olamasını görebilriz.

O halde hep birlikte lübbü tekamül kanunu çerçevesinde istimal ederek imanıumızı kuvvetlendirmek ve sert olan kayaların ve kışırların çatlamasını o tekamüle havale etmeliyiz.

8

12.02.2008, 09:56

Maşallah Abdulbaki abi..
Her zaman ki gibi güzel izahlarınız..

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir