Giriş yapmadınız.

1

01.02.2008, 11:26

Teveccüh-ü Nâs

Teveccüh-ü nâs:ınsanların ilgisi, insanların insana vermiş oldukları değer,kıymet ve teveccüh.

Özellikle Risale-i Nur talebelerinin kaçınması gereken bir hal.

Hem teveccüh-ü nas yapanı değil daha çok yapılanı vartalara atan nefsin çok hoşlandığı bir halet.Yılandan,akrepten kaçar gibi kaçınılması gereken bir durum.

Risale-i Nurlardan ilgili yerlerle konuya devamedelim inşallah.
ıhtar:Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir.
Verilse de onunla hoşlanılmaz.
Hoşlansa ihlâsı kaybeder, riyâya girer.
şan ve şeref arzusuyla Teveccüh-ü nâs ise, ücret ve mükâfat değil, belki ihlâssızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır.
Evet, amel-i salihin hayatı olan ihlâsın zararına Teveccüh-ü nâs ve şan ve şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz'iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azâb-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından, Teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır.
şöhretperestlerin ve şan ve şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın!(ıhlas Risalesi-Haşiye)

2

01.02.2008, 11:29

Risale-i Nur'dan Tevccüh-ü Nas

Konuyu Risale-i Nur çerçevesinde değerlendirilmesine dikkat ederek götürmeye çalışalım.

Öncelikle burada Risale-i nurlara muhatabiyet cihetimizn anlaşılması gerekiyor.

Biliyoruz ki geleneksel tarzlarda ıslama hizmet metodları içeresinde şahsa dayalı hizmet muteber ve halen de devam etmektedir.Bizler bu yolla hizmet eden ehl-i iman kardeşlerimizi makul ve olumlu bulmakla birlikte(çünkü onların metodları böyle) Risale-i Nur metodu bu son ahirzaman asrında muhataplarına sahabe metodu ve yolu olan ve de verese-i nübüvvet cihetine bağlı velayet-i kübra yolunu muhataplarına açan bir tarz ve metodla orijinal bir hizmet metodu ortaya koymuştur.

Bu yolda şahıslar dahi hatta yüz dahi derecesinde ve istidadında da olsa hizmet olarak karşı cereyan-ı dalalete karşı mağlup ve mevzi durumda kalmak zorunda kalmaktadır.

Öyleyse öyle bir yol ve cadde-i kübra olmalıdır ki herkes orada kendisine bir yer bulabilmeli ve bu caddede devam edebilmelidir.ışte bunun içindir ki Üstad ıhlas Risalesinde şu kaydı koymaktadır.
" Cadde-i kübrâ-yı Kur'âniye olan şu mesleğimizden..." Yani Üstad mesleğimizin cadde-i Kübra-yı Kur'aniye olduğunu ve bu caddede bütün muhatapların yer bulacağını ve ayrıca inhisarcılığın olmadığını Risale-i Nurların mevzi ve dar bir cadde olmadığını böylece ifade etmiş oluyor diye düşünüyorum.

Üstad kastamonu Lahikasında ise Risale-i Nur dairesinin müteaddid daireler şeklinde olduğunu beyan ediyor."Risale-i Nur, bir daire değil; mutedahil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahipler ve haslar ve nâşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakatları var. "(Kas.Lah.)" Böylece Risale-i Nur mesleği olan cadde-i kübra-yı Kur'aniye mesleği mutedahil dairelerle herkesi içine almaya namzet bir meslek olmuş oluyor.

ışte böyle bir mesleğin elbetteki sahabelerin mesleğinin özelliklerini taşıması gerekiyor ve isar hasleti olan "["Kendileri ihtiyaç halinde olsalar bile onları kendi nefislerine tercih ederler." Haşir Sûresi, 59:9" sırıından bu mesleğe de hisseler düştüğünü Üstad hazretleri izah etmektedir.Ve şöyle devam etmektedir:

"Sahabelerin senâ-i Kur'âniyeye mazhar olan îsâr hasletini kendine rehber etmek, yani, hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-i maddiyeyi istemeden ve kalben talep etmeden, sırf bir ihsan-ı ılâhî bilerek, nâstan minnet almayarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktır. Çünkü, hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada birşey istenilmemeli ki, ihlâs kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetlerini temin etsin. Hem zekâta da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez, belki verilir. Verildiği vakit de "Hizmetimin ücretidir" denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkârâne, başka ehil ve daha müstehak olanların nefsini kendi nefsine tercih etmekKendileri ihtiyaç halinde olsalar bile onları kendi nefislerine tercih ederler." Haşir Sûresi, 59:9"sırrına mazhariyetle, bu müthiş tehlikeden kurtulup ihlâsı kazanabilir.(ıslah Risalesi-Haşiye)

Ayrıca bu hizmetin en önemli husisiyetlerinden birisinin de "Kevsr-i Kur'aniye" olan "şahs-ı meneviye" nin oluşturulmasıdır.Bunu da Üstad yine ıhlas Risalesinin haşiyesinde şöyleifade etmektedir."Evet, bahtiyar odur ki, kevser-i Kur'ânîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev'indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritendir."(ıhlas Risalesi-Haşiye)

ışte böyle bir hizmet anlayışında şahıs değil şahs-ı manevi öncelikli ve bu şahs-ı maneviyeyi nakzedecek ve kıracak olan ve hem yapana hem de yapılana büyük zararları ve hataları olan "tevccüh-ü nas" dan kaçmak elzem ve ürkmek gerekir.

3

01.02.2008, 11:30

Üstadımızın lisanı ile Tveccüh-ü nas

Tveccüh-ü nas ve ammenin Üstadımızın lisanı ile bizlere verdiği dersleri paylaşalım inşallah.

1.Bu âhirde pek ziyade, ahaliyi, memurlar, benimle görüşmekten ürkütmek cihetiyle anladım ki, hakkımda haddimden fazla ve lâyık olmadığım tevccüh-ü âmmeyi kırmak içinmiş.

Ben de size bunu kat'iyen beyan edip ve has kardeşlerime mahremce yazdığım mektuplarda tevccüh-ü âmmeyi kat'iyen-mesleğimize ve ihlâsımıza muhalif olduğu için-şahsıma kabul etmiyorum ve reddediyorum.

Ve o hususta, çok has kardeşlerimin de hatırlarını kırmışım.

Yalnız Kur'ân-ı Hakîmin hakikatını emsalsiz bir surette tefsir eden Risale-i Nur'un kıymetini gösteren eski zatların gaybî haberlerini kabul edip yazmışım.

Ve kendim, âdi bir hizmetkâr olduğumu ispat etmişim. Farz-ı muhal olarak, bu tevccüh-ü âmmeye taraftar olsam da, âsâyiş lehinde hizmet edecek ve sizin gibi âsâyiş memurlarına faydası dokunacak.(Emirdağ Lâhikası )

2.Eğer imana ve Kur'ân'a hizmetkârlığım cihetiyle ehl-i dünya beni tazyik ediyorsa, onun müdafaası bana ait değil. Onu, Azîz-i Cebbâra havale ediyorum.

Eğer asılsız ve riyaya sebep ve ihlâsı kıracak bir şöhret-i kâzibeyi kırmak için teveccüh-ü âmmeyi hakkımda bozmak murad ise, onlara Allah razı olsun diyerek hakkımı helal ediyorum. Çünkü teveccüh-ü âmmeye mazhar olmak ve insanların nazarında şöhret kazanmak, benim gibi adamlara zarardır.

Benimle temas edenler zannederim beni bilirler ki, ben şahsıma karşı hürmet istemiyorum. Hattâ kıymettar mühim bir dostumu, fazla hürmet ettiği için belki elli defa tekdir etmişim.

Eğer beni çürütmek ve efkâr-ı âmmeden düşürtmek ve iskat ettirmekten muradları, tercümanlık ettiğim hakaik-i imaniye ve Kur'âniyeye ait ise, beyhudedir. Zira Kur'ân yıldızlarına perde çekilmez. Gözünü kapayan, yalnız kendi görmez; başkasına gece yapamaz(Tiryak)

4

01.02.2008, 15:19

3.Evet, imanlı fazilet, medar-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdat da olamaz.

Tahakküm ve tagallüb etmek faziletsizliktir.

Ve bilhassa ehl-i faziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevazu ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır.

Lillâhilhamd, bu meşrep üstünde hayatımız gitmiş ve gidiyor. Ben kendimde fazilet var diye fahir suretinde dâvâ etmiyorum.

Fakat nimet-i ılâhiyeyi tahdis suretinde şükretmek niyetiyle diyorum ki:

Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle, ulûm-u imaniye ve Kur'âniyeye çalışmak ve fehmetmek faziletini ihsan etmiştir.

Bu ihsan-ı ılâhîyi bütün hayatımda, lillâhilhamd, tevfik-i ılâhî ile şu millet-i ıslâmiyenin menfaatine, saadetine sarf ederek, hiçbir vakit vasıta-i tahakküm ve tagallüb olmadığı gibi, ekser ehl-i gafletçe matlup olan teveccüh-ü nâs ve hüsn-ü kabul-ü halk dahi, mühim bir sırra binaen benim menfûrumdur, onlardan kaçıyorum.

Yirmi sene eski hayatımı zayi ettiği için onları kendime muzır görüyorum.

Fakat Risale-i Nur'u beğenmelerine bir emâre biliyorum, onları küstürmüyorum.(Yirmi ıkinci Lem'a )

5

01.02.2008, 22:18

4.Bundan otuz sene evvel, Cenab-ı Hakkın inayetiyle,dünyada muvakkat şan ve şeref
ve enaniyetli hodfuruşluk ve şöhretperestlik ne kadar zararlı ve ne kadar faydasız ve mânâsız olduğunu, hadsiz şükür olsun ki, Kur'ân'ın feyziyle anlamış bir adam, o zamandan beri bütün kuvvetiyle nefs-i emmaresiyle mücadele edip, mahviyet etmek ve benliği bırakmak ve tasannu ve riyakârlık yapmamak için, elinden geldiği kadar çalıştığına ona hizmet veya arkadaşlık edenler kat'î bildikleri halde ve yirmi seneden beri herkes kendi hakkında hoşlandığı ziyade hüsn-ü zan ve tevecüüh-ü nâs ve şahsını medh ü senâdan ve kendini mânevî makam sahibi olduğunu bilmekten, herkese muhalif olarak bütün kuvvetiyle kaçtığını, hem has kardeşlerinin, onun hakkındaki hüsn-ü zanlarını reddedip, o has kardeşlerinin hatırlarını kırması ve yazdığı cevabî mektuplarında onların kendi hakkında medihlerini ve ziyade hüsn-ü zanlarını kırması ve kendini faziletten mahrum gösterip, bütün fazileti Kur'ân'ın tefsiri olan Risale-i Nur'a ve dolayısıyla Nur şakirtlerinin şahs-ı mânevîsine verip, kendini âdi bir hizmetkâr bilmesi kat'î ispat ediyor ki, şahsını beğendirmeye çalışmadığı ve istemediği ve reddettiği halde, onun rızası olmadan bazı dostları uzak bir yerden, onun hakkında ziyade hüsn-ü zan edip medhetmek gibi bir makam vermesi...(Emirdağ Lâhikası )

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir