Giriş yapmadınız.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

1

17.06.2008, 15:23

Almnya'da Risale-i Nur günleri

Mainz-Gustavsburg’da bir okuma programı

Gustavburg’taki Nur kardeşlerimizin davetleri üzerine eşim Yasemin Yaşar’la birlikte bir okuma programına iştirak ettik. Almanya’nın beş farklı şehrini (Dusseldorf, Köln, Bayer Leverkusen, Mainz, (Gustavsburg, Ginsheim, Kostaim, Bisofshaim) ve Frankfurt’u kapsayan 11 günlük gezi notlarımızı sizlerle paylaşmayı arzu ettik.

Gezdiğimiz şehirlerdeki hizmet mahallerimize uğramayı ihmal etmedik. Pek çok kardeşimizde tanıştık ve görüştük. Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, gidilen yerler, Nur mekânlarına ve nurlu insanlara uğrayınca anlam kazanıyor. Çünkü kulağa ezanın, kalbe tefekkürün dokunabildiği her yer, iman ve Kur’ân hizmetlerinin dokunduğu yerler anlamına geliyor. Bu çağda, farklı bir hizmet tarzı olan okuma programlarını çok ciddi ele almak gerekiyor. Okuma programları binlerce, yüzbinlerce ehl-i imanın hayatı ve olayları doğru yorumlayabilmesini ve meşru bakış açısı kazanmasını netice veriyor. Ortama yeni katılanlar için ise, algısı farklı apayrı bir iklim yaşanıyor ki, o da, iman kardeşliğidir. Belki sadece annelerde görülen karşılıksız, sadece Allah rızası için atılan pek çok adımlar, yani şefkatli adımlar, okuma programlarında kendini göstermektedir. Rengi, ırkı, memleketi ne ve neresi olursa olsun, iman kardeşini, kendi nefsine tercih ancak bu programlarda öğrenilmektedir. Asr-ı saadet tabloları, ıslâm tarihinin nasıl etkileyici ve farklı manzarası olmuşsa, günümüzde iman kardeşliği de aynı etkileyiciliği ve farklılığı taşımaktadır.


OKUMA PROGRAMLARI SAHABE MESLEğıNıN ÖN ÇALIşMASIDIR


Dünyevi kardeşlikten çok öte bir ebedi kardeşlik yansıması taşıyan bu programlara, sahabe mesleğinin ön çalışmaları demek mümkün.

Tabii bu haliyle, bu programlar, ensar ve muhacir davranışlarına çok benzemektedir. ıman kardeşi için, maddi ve manevi lezzetlerinden azaltmak (aslında çoğaltmak anlamına geliyor), maddi ve manevi emanetlerden kardeşiyle paylaşmak anlamlı birer davranış şeklidir. Buna Kur’ân ve sünnet iklimi demek yerinde olur. Başka bir ifadeyle helaket ve felaketler çağında birer oksijen çadırıdır. Ne zaman geniş ölçekte toplum hayatında da bu iklim yaşanır hale gelirse, işte o zaman hayat cennetâsâ bir bahara dönüşecektir.


BAHTıYAR ALMAN MıLLETı


Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat, s. 1066’da bu iklimi oluşturacak kaynağın, Risâle-i Nur eserleri olduğuna vurgu yapmaktadır. “ıttihad-ı ıslâmı meydana getirmek için çalışan ehl-i ıslâma yegâne çarenin Risâle-i Nur olduğu mütehassıs zatlar tarafından kabul ve tasdik edilmektedir. Hem, bugünkü dünyadaki ihtilâfları halledecek olan; aklen, fikren terakki etmiş yirminci asır insanlarına hak ve hakikatı anlatabilecek yepyeni bir ilmî keşfiyatı ve bir teceddüdü Amerika’da, Avrupa’da hususan Almanya’da, taharri eden cereyanlar meydana gelmiş; eğer idrak edebilirler ve görebilirlerse, işte Risâle-i Nur Külliyatı... Nitekim bu hakikatın idrak edilmeye başlandığını gösteren emareler bahtiyar Alman Milleti içinde görülmektedir.


***


KARDEşLERıMıZLE TANIşTIK


Okuma programı ve bayan seminer programları çerçevesinde eşimle birlikte gittiğimiz Almanya’nın Düsseldorf hava alanında bizi kıymetli dost Erdoğan karşıladı. Erdoğan’la akraba olmamız yanında aynı zamanda sıkı bir iman kardeşliğine de sahibiz. Dolayısıyla onunla karşılaştığımızda pek çok noktadan birlikteliklerimiz bulunan bir iman kardeşiyle karşılaşmış olmaktayız.

Aynı günün ikindisinde Köln’ün hemen yakınında bulunan Bayer Leverkusen şehrine gittik. Burada Bayer ilaç firmasının büyük tesisleri dikkat çekiyordu. Büyük binaların ortasına kurulmuş olan Japron Park, o çevreyi bir dinlenme ve gezinti yeri haline dönüştürmüş. ınsanlar bu harika mekâna gelip dinleniyorlar ve binlerce çiçekler içerisinde vakit geçiriyorlar.

Bir sanayi tesisi ancak bu kadar güzel kamufle edilebilir. Bu parka hiçbir gürültü ve kirlenme gelmemesi ince düşüncenin bir ürünü olduğunu hissettiriyor. Parktaki bir görüntüyü size aktarmadan geçemeyeceğim. Bir fotoğrafçı kocaman fotoğraf makinesiyle bir çiçeğin resmini alabilmek için adeta yerde sürünüyordu. Biz de onun bu halini görüntüledik ve “ışte ılahi sanat eserine ilgi bu” diye aramızda espri yaptık. Aynı günün akşamında akrabalarımıza gittik ve Almanya’nın zengin sofra geleneğiyle karşılaştık. Doğrusu gittiğimiz evlerde taşıdığımız misyonun bir etkisiyle olsa gerek oldukça zengin ve farklı sorularla karşılaştık. Özellikle de aile konusunda çok sıkı çalışmalar gerektiği kanaatine vardık. Buradaki Müslüman kardeşlerimizle çok ciddi ilgilenmek gerekiyor. Çünkü hem manevi beslenme eksikliği hem de çevresel etkilenmeler sonucu pek çok aile dramları yaşanıyor. Bu konuya hem diyanet olarak hem de dini camialar olarak eğilmek bir sorumluk olarak görülmelidir. Köln’de bazı kardeşlerle tanışma imkânı bulduk. Doğrusu Risâle-i Nur mektebinin şubelerini ülkelerin hemen her ilinde faaliyette görmek ve bilmek oldukça heyecan verici bir bilgi. Aynı satırlardan beslenen insanların oluşturduğu güzide topluluk yeryüzü yuvarlağı için bir can simidi konumunda. Onun için dünyanın hemen her yerindeki Kur’ân dersi takdim eden kardeşlerimize duâlar etmeliyiz ve onların da muvaffakiyetleri için Rabbimizden yardım dilemeliyiz.


BAYAN NUR TALEBELERı


Bayanlar, şefkat kahramanı olarak hizmetlere daha yatkınlar. Gustavburg’ta da hanımlar hemen her akşam ev sohbetlerine katılıyor ve Risâle-i Nur sohbetleri yapıyorlar. Ev dersleri, cami sohbetleri, seminer programları ve kermes hanım nur talebelerinin yaptıkları programlar içerisinde.


GUSTAVSBURG’TA BıR GRUP


Gustavsburg’a geldiğimizde bize otelden daha güzel ve anlamlı olur düşüncesiyle Özcan beylerin misafir dairesini bize hazırladıklarını öğrendik.

Okuma programımızın yapıldığı mekân ise, Ayasofya Camii idi. Caminin dernek işlerini yürüten Adnan bey, gerçekten diğer kardeşlerimiz gibi hizmet etmekten zevk alan bir hizmet eri. Hasılı buradaki her bir kardeşimizin takdir edilmesi gereken ayrı ayrı hususiyetlerinin olması iş bölümünü kolaylaştırmış. Adeta Bediüzzaman’ın iğne örneğinde olduğu gibi, kimisi demiri keser, kimisi ucunu sivriltir, kimisi deliğini açar ve bir iğneye bedel yüzlerce iğne yapılmış olur misali, burada kardeşler de, her biri hizmetlerin bir yerinden tutarak yürütmeye çalışıyorlar.


YENı ASYA TÜRKıYE’DEN ADETA BıR DOST ELı


Günlük gazetemiz Gustavsburg’a birkaç gün gecikmeli de olsa geliyor. Değerli eğitimci şemsettin Çakır, her camiye girişte gazete gelmiş mi acaba diyerek ilgiyle bakıyor. Ve gelen gazeteleri tetkik edip, cemaatiyle oradan aldığı bilgileri paylaşıyor. Aynı zamanda Yeni Asya International, ilgiyle takip edilen yayın olarak, Almanya’da yaşayan kardeşlerimize hizmet veriyor.


GUSTAVSBURG’A GELıYORUZ


Öncelikle buradaki kardeşlerimizin bir iki günlük resmi tatillerini, okuma programına hasretmeleri oldukça anlamlı bir davranıştı. Yani tatil deyince akla Risale okumalarının gelmesi manidar. Gustavsburg’ta bulunan bir gurup kahraman kardeşimiz, çalışmaktan fırsat buldukları birkaç günlük tatillerini Risâle-i Nur eserleriyle geçirmek üzere harekete geçiyorlar. Altı ay öncesinden karar alarak, erkekler olarak bir okuma programı ve bayanlara da birkaç tane seminer programı ile birlikte her akşam ev dersleri yapmak konusunda karar veriyorlar. Bu vesileyle de, Türkiye’den de eşim Yasemin Yaşar ile bendenizi aralarında görmek istemişler. Buradaki Risâle-i Nur talebeleri, talebe-i ulum tanımlamasını oldukça liyakatli bir şekilde hak ediyorlardı. Almanya’nın yoğun iş hayatının içerisindeki kendilerine tanınmış olan bir iki günlük bir tatilin, kendi nefislerine uygun bir tatil günü değil de, vicdanlarına, kalplerine uygun bir hayat hali içerisinde bir program kararı gerçekten birer kahramanlık örneği.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

2

17.06.2008, 15:28

Hak üstünlüğü her zaman ön planda

OKUMA PROGRAMINDA NELER VARDI?


Risâle-i Nur okulunun Gustavsburg şubesi oldukça yoğun bir programa ev sahipliği yaptı. Sabah namazıyla birlikte başlayan programımız yatsı namazıyla bitiyordu. Programımızda, namaz sonrası sırası ile kitap takibi, kahvaltı, dinlenme saati, özel okuma, çay molaları, parkta dinlenme ve sportif aktivite ve günün sonunda da gün boyu okunan kitapların bir müzakeresi yapıldı. Bu saat içerisinde ise, okuma esnasında kişilerin kafalarına takılan sorular ve konular müzakere yoluyla tartışıldı.

Gustavsburg, Ayasofya Camii civarındaki yerleşim yerlerinden de programa katılmak üzere gelen nur kardeşlerle oldukça verimli bir program gerçekleştirildi. Yaklaşık on beş kişiyi bulan okuma programı ilgilileri ellerinde kâğıt kalemlerle hazır bir şekilde ve anladıklarını kaydederek sürece katılıyorlardı. Özellikle de emekli grup içerisinde yer alan Erol ağabeyler, gençlere konulara olan ilgisiyle birer örnek oluşturuyordu. Yakın geçmişinde tanıdığı Risâle-i Nurların tadına doyamayan Erol Abi, okuduğu kitapların içerisine aldığı notlar görülmeye değerdi. Adeta Risâleleri geç tanımış olmanın kayıplarını telâfi etme çabası taşıyarak, emekliliğin de verdiği hakları ve avantajları Risâle okuma saatlerinde kullanan Erol Abi, Türkiye’nin ve dünyanın pek çok yaşanan olayları ile ilgili, orijinal çıkarımları Risâle satırlarından çıkarmış ve yakın dostlarıyla paylaşmaktadır.

Genç gurup olarak hizmetlerde yer alan Gustavsburglu genç Nur talebeleri, yakın gelecekte çok güzel hizmetlere imza atacakları anlaşılıyor. Bunlar içerisinde Ergünal, Hasan, Sinan, Said ve şenol kardeşler gençlik heyecanlarını hizmetlerde kullanan kahramanlardan. Özellikle Risâleleri okurken gösterdikleri dikkat, doğru anlama konusundaki itinaları ve gençliklerine rağmen Risâle okuma programı için taşıdıkları heyecan ibretlikti.

Tabiî orta yaşlar gurubu içerisinde yer alan Mükremin, Zafer, Özcan, Yüksel ve şaban Beyleri ayrı zikretmek gerekiyor, çünkü onlar da aile ve çocuklarıyla birlikte hizmetlerde yerlerini almışlar. Onun için bu ailelerde, Almanya’ya örnek Müslüman aile modeli oluşturacak, altyapı ve yaşama gayreti kendini gösteriyor.


NURLAR MEYVELERıNı VERıYOR


Gün boyu okunan Risâlelerden toplanan meyveleri akşam oturumunda kardeşlerle paylaşıyorduk. Herkesin dikkatini çeken mevzular farklı idi. Gustavsburg’taki nur kardeşlerimizde imanın hayata yansıyan tezahürleri oldukça ibretli idi. Bizim için hazırlanmış misafir dairesinde kalırken, buradaki kardeşlerimizde ensar ve muhacir ruhunun varlığını hissediyorduk.

Kendine yapılmasını istediğini sen de mü’min kardeşine yap ya da kendine yapılmasını istemediğini sen de mü’min kardeşine yapma anlayışının tezahürlerini burada daha yakından anlıyor ve yaşıyorduk.

Mü’minlerin birbirlerine karşı olan tavırlarının da nasıl olması gerektiği üzerinde yaptığımız derslerin adeta uygulamasını buradaki kardeşlerimiz, ağabeylerimiz bizlere takdim ediyorlardı. Yani bir taraftan bilgi kazanıyor diğer taraftan da uygulama örnekleriyle karşılaşıyorduk.

ımanî ve içtimaî dersler olarak planladığımız ders programında oldukça dikkat çekici noktalara ulaşmıştık. Bunlardan birisi de, Uhuvvet Risâlesinde geçen bir bölümdü. Mü’min kardeşimizden bize gelen bir fenalığın nasıl değerlendirilmesi gerektiği ile ilgili, tam bir psikolojik tahlil yapılıyordu: Mü'min kardeşinden sana bir “fenalık” geldiğinde... ...bütün bütün ona vermeden, düşün ki, Kaderin onda bir hissesi var, Nefis ve şeytanın da bir hissesi var, Kendi nefsinde görmediğin bir kusurunu gör, bir hisse de ona ver, Bakiye kalan küçük bir hisseyi de uluvvücenaplıkla karşıla ve affet, böylece zarar ve zulümden kurtulasın. (22. Mektup 4. Vecih, 4. Düstur.)

Kanaat olarak diyorduk ki, Kur’ân her türlü soruna çözüm teklifleri getirmiş ancak, bu çözüm teklifleri uygulanmayı beklemektedir. Uygulamaya geçmeye fırsat bulamayan hakikatler, ne onu taşıyana ve ne de onu bilene bir fayda temin etmeyecektir.


ALMANLAR, ıSLÂMIN PEK ÇOK HAKAıKıNı

YAşIYORLAR


Gezdiğimiz şehirler ve yaşanan hayata dair gözlemlerimizi sizlerle paylaşmak istiyoruz. Bediüzzaman’ın tanımlamasıyla bir ıslâm devletine hamile olan Avrupa için, günün birinde doğuracaktır ifadesinin burada neredeyse tahakkuk ettiği anlaşılıyordu. Bilhassa Almanlar için kullanılan ıslâmiyeti taharri etme ve uygulama noktasındaki Risâle satırlarında geçen, ‘bahtiyar Alman milleti’ ifadeleri oldukça dikkat çekicidir. “…şimdi Avrupa’da Kur’ân’a ve ıslâmiyete karşı gösterilen hüsn-ü alâka ve bilhassa bahtiyar Alman milletinde fevc fevc ıslâmiyeti kabul etmek gibi hadiseler…” bu millet hakkında olumlu kanaatler taşındığını gösteriyor. Almanya’daki kardeşlerin ifade ettiği kanaat, Almanlar içinde pek çok bahtiyarın ıslâmı araştırma ve inceleme süreci içerisinde olduklarını ifade etmektedir. ıhtidalar da daha çok okumuş, üst düzey insanlar içerisinde meydana gelmektedir. ınşallah yakın gelecekte Avrupa’da ıslâmın hakaiki daha yaygın yaşanacak ve insanlar bu yaşadıkları hakikatlerin adreslerini de ibraz edecekler. Zaten şu haliyle Almanların yaşadıkları hayata bakılacak olursa, ıslâmın hakaikının pek çoğu yaşanıyor. Bunların barizlerinden olanlar, hak ve hukuk kavramı, tebessüm, nezaket kuralları, temizlik, adalet, dürüstlük, iş ahlâkı, komşuluk ilişkileri..


KURALLAR HAKıM


Almanya’da, şehirde hayat adeta saat gibi işlemektedir. Kuralların tecrübelerle ortaya çıktığı, insanların ona olan ilgilerinden ve bağlılıklarından anlaşılıyor. Trafik ve hayat kuralları, kimse için pek de istisna teşkil etmiyor. Kanun önünde her vatandaş eşit tutuluyor. Kural, kimse için terk edilmiyor. Onun için her Alman vatandaşı adeta bir polis gibidir deniliyor. Bir aksaklık varsa, orada vatandaş o aksaklığı gidermek için, adım atıyor. Yoksa polis çağırıyor. Kimse olup bitenlere karşı duyarsız değil. Elindeki çöpü sokağa atanı, önce o sokakta yaşayan ikaz ediyor.


HAK ÜSTÜNLÜğÜ, ÖN PLANDA


Almanya’da günlük hayat içerisinde kuvvetli olan haklı değil, haklı olan kuvvetlidir. Havayı kirleten bir insan kim olursa olsan ikaza uğrar. Yeşili kesen bir insan cezayı hak etmiş demektir. Cezalara karşı çıkmak diye bir gelenek de oluşmamış. Cezayı hak eden buna karşı çıkmıyor. Daha çok problemlerin doğduğu yerler de Almanlar değil, ifade edildiğine göre, Almanya’ya başka ülkelerden gelen vatandaşlar bulunuyor. Hatta Almanların fazla disiplinlerinden rahatsızlık duyulduğu ifade edilmektedir. Nitekim orada yaşayan Müslümanlar da bu kuralları ihlâl konusunda Almanlar tarafından şikâyetçi olunduğu, kendi vatandaşlarımız tarafından ifade edildi.

Bunlardan bir örneğe bakıldığında, evde tamirat yapılacak saat, belediye tarafından belirlenmiş, bu saatler dışında yapılan tamiratlar komşuyu rahatsız etmektedir. Onun için Almanların böyle kurallara oldukça itina gösterdikleri ama diğer yerleşimcilerin bu gibi konularda titizlik taşımadıkları ifade ediliyor.


BıR YANLIş ÜÇ KEZ NASIL YAPILIR?


Özellikle trafik kuralları oturmuş vaziyette. Kırmızı ışıkta yol tamamen boş da olsa kimse geçmiyor. Yani kırmızı ışık yanıyorsa, kimsenin geçmeyeceğinden, yolun boş olduğundan emin olabilirsiniz. Ama yeşil ışık yanınca da yaya aracın gelmeyeceğinden, çarpmayacağından emindir. Kırmızı ışıkta bir kez geçip yakalanan tabiî ki cezasını çekiyor. ıki kez geçtiğinde aynı kişi yine katlanmış cezasını çekiyor. Aynı kişi üçüncü kez kırmızı ışıkta geçmiş ve yakalanmışsa, o kişi artık ciddî sinyal veriyordur ve ‘aptallık testine’ tabi tutulması gündemdedir. Yani bir insan üç kez bir yasağı ihlâl yapıyorsa, zekâsında bir sorun vardır denilip, teste gönderiliyormuş.


ÖNEMLı BıR UNSUR


ış adamları, çalışanlar, öğrenciler, işçiler tren istasyonuna kadar bisikletle geliyor. Bisiklet parkına bisikletini bırakıyor ve trenle işe gidiyor. Akşam dönerken bisikletine binip evine dönüyor. Bisiklet hayatın vazgeçilmezleri arasında. Oldukça yaygın. Hatta pek çok bisiklet kilitli dahi değildi. Özellikle şehrin bisiklet haritası bulunuyor. Yani nereye bisikletle nasıl gidebilirsiniz, bunu görmek mümkün. Tabiî buna uygun da yapılanma oluşturulmuş. Yaya ile bisiklet çoğu kez aynı hattı kullanıyor. Yaya, bisiklete yer verdiğinde kesinlikle teşekkür ediliyor. Bir Almanın yüzüne bakmışsanız kesinlikle -bazıları hariç- size gülümsenecektir. Almanlarda teşekkür kadar özür dilemek de yaygın.


BıR OSMANLI YADıGÂRI


Bir ayrıntı olarak ifade edildi. Çiftçinin tarlasından eğer vatandaş ekili olan sebze veya meyvelerden yemek isterse, alabilir ve yiyebilir. Hatta evine de bir miktar götürebilir. Ancak tarlanın bir kenarındaki kumbaraya birkaç jeton atarak isterse katkıda bulunabilir. Buna da Osmanlı hatırası diyorlarmış.


TRENLER, TAşIMACILIKTA HAKıM POZıSYONDA



Hızlı trenler oldukça yaygın ve çok tercih ediliyor. Ama biraz pahalı. Saatte 400 km hız yapan trenler var. Tabiî daha yavaş olanlarda. Aynı anda, aynı istasyondan, üç farklı hatta, üç farklı hızda tren kalkıyor. şehirler arası ve şehir içi yolcu taşımacılığı ise, büyük oranda trenlerle yapılıyor. Almanya’da durağan bir şey yok. Hava yolu, su yolu ve kara yolu oldukça dinamik olarak işliyor.


ALMANYA’DA, HAYATA KıTAPLAR YÖN VERıYOR


Almanlar için okuyan insanlar topluluğu demek mümkün. Trende, bekleme salonlarında, hatta kırmızı ışıklarda, yürüyen merdivenlerde elinde kitap okuyan insanlarla karşılaşmak oldukça doğal bir görüntü.

Hatta havalimanında ekrandan giriş çıkışları takip eden iki görevliden birisi ekranı izlerken, diğeri kitap okuyordu.


BıR ANA OKUL GEZıSı


Eşim ve ben; diğer eğitimci birkaç arkadaş ile bir anaokulunu gezmek istiyoruz. Bizimle ilgilenen arkadaşımız iki gün öncesinden randevu alarak, programa katılıyoruz. Burada her şey bir kurala bağlı olarak gelişiyor. Öylesine ve gündem dışı adımlara pek yer yok. Tabiî ana okul gezimiz amaçlı. Almanlar hakkında gözlem edinmek. Ana okulunda bir Alman vatandaşın nasıl yetiştirildiğinin ipuçları vardı. Okul faaliyetlerinde bireysel serbesti hakim ama kurallar içerisinde. Yani çocuk san'atsal faaliyet yapmak istiyorsa, san'at odasına giderek istediği gibi makasla kâğıtları kesiyor, biçiyor, şekil veriyor, yapıştırıyor ve kendisini deneyebiliyor, bu adımlarda kimse de karışmıyor. ısterse de öğretmenden yardım alabiliyor.

Yine mutfakta yiyecekler tercihe bırakılmış olarak sergilenmekte ve kim ne istiyorsa yemek tepsisine koyuyor ve masasında yiyebiliyor. Yine sürece kimse müdahale etmiyor, ama işler bir takım kurallar etrafında olup bitiyor. Kuralsızlık yok.

Çocuk istediği takdirde bahçeye çıkabiliyor, bisiklete binmeye gidebiliyor ama odasından çıkmadan önce, resminin bulunduğu kutucuğu okulun faaliyet alanının bulunduğu panoya yerleştirip öyle gidiyor. Yani kimin nerede olduğunu öğretmen hemen panodan görebiliyor.

Buradan da kuralların sorumlu yaşamayı ama hür olmayı netice verdiğini anlıyoruz. Öğrencilerin fotoğraflarının veya kamera kayıtlarının çekilmemesine itina gösterilmesi isteniyor. Çünkü çocuklarının ebeveylerinin rızaları yok deniyor.


BOşTA GEZEN ıNSAN YOK


Dinlenme saatlerinde gittiğimiz yemyeşil park alanlarında bir tane işsiz, boş gezen bir insanla karşılaşmadık. Herkesin yapabileceği işi için değerlendirilmiş olması, insanları başıboşluktan kurtarmış. Belediyeler insanlara küçük yerleşim yerleri vererek onların oralarda meşgul olmasını sağlamış. Yüzlerce, binlerce küçük küçük parsellerde insanlar barakalarını, küçük evlerini kurarak oraları yaşanır, piknik yapılır yerler haline getirmiş. Belli kurallar etrafında elde edilen bu topraklarda ekip dikmeler, çiçekli bahçeler oluşturmak bir zevk halinde yapılıyor.



REN NEHRı HAYAT VERıYOR


Ren Nehri Almanya’nın pek çok yerleşimine adeta kollarını uzatmış bulunuyor. Ren Nehri, hayata pek çok konuda katkı yapıyor. Özellikle taşımacılık alanında büyük bir ihtiyaca cevap veriyor. Ren Nehrinin pek çok kolları köylere kadar taşımacılık konusunda hizmet veriyor. Hatta bu kollar sonradan açılmış. Yük gemileri köylere kadar giriş yapabiliyorlar. Özel kurulmuş bir sistem sayesinde yük gemileri özel kanallara alınarak, nehir seviyesinden yüzlerce yüksekte bulunan köylere yüklerini taşıyabiliyorlar. Zaten köyler oluşturulurken, önce fabrikaları kurulmuş sonra köyler oluşturulmuş. Köy hayatı, en gözde ve cazip bir hayat. Almanya’da, yeşilin hakim olduğu bir hayat kendini gösteriyor. Çiftçilik oldukça titizlikle yapılıyor. Tarlalar, kontrollerle boş bırakılmıyor. Her mevsimin ürünleri kaldırılıyor.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Hasan_Sinan"

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

3

17.06.2008, 15:29

Ortak doğruya doğru gidiliyor

KıLıSELERıN ETKıSı KALMAMIş



Kiliselerin kişi ve toplum üzerinde bir etkisi yok denecek kadar az. Kiliseler adeta çağla baş edemediğini ilân etmiş bulunuyor. Bir kültürel çeşitlilik olarak varlığını sürdürüyor. Bunu ayin esnasındaki katılımlardan anlamak mümkün. Özellikle de gençlerin kiliseye olan ilgileri yok denecek kadar az. Köln’deki tarihî Dom Kilisesi’ni bir ayin sırasında geziyoruz. Bir tane genç yok. Yaşlı çok az insan ayine katılmış. Kocaman kilise tarihî bir müze konumunda duruyor.

Hayatın hiçbir aşamasına müdahil olmayan bir inanç, haliyle yok hükmündedir. Dolayısıyla da aklı başında olan insanlar sair dinleri ciddî ciddî incelemeye çoktan koyulmuşlar bile. Bunu Risâle-i Nur’un sunduğu müjdelerden de anlamak mümkündür: “…bu fırtınalı ve ilhadlı asırda, biri gizli Alman, üçü aşikâr devletlerin, beşerin bu asırda Kur’ân’a şiddet-i ihtiyacını hissetmesi ve bilfiil kabul etmesi büyük bir hadise-i Kur’âniyedir” şeklinde ortaya konan yorum, asrın Kur’ân asrı olacağının apaçık işaretleridir. Hayatın hemen her aşamasında ve her probleminde beşerin yanında olan ve ona uygun hayat tarzı sunan Kur’ân, bu asırda haliyle söz sahibi olacaktır.


BELEDıYELER ÇOK ETKıLı


Eyalet sisteminin uygulandığı Almanya’da belediyeler çok etkili. Vatandaşın her türlü işinde yardımcılar. ışler belediye ile yürüyor. Evler daha çok belediyenin kontrolünde. ılginç uygulama, 18 yaşına giren bireye belediyeden mektup gidiyor. Vatandaşımız oldun ve şu sosyal imkânlara kavuştun diye. Bu sosyal imkânlar içerisinde; ev, maaş, zarurî giderleri karşılama var.

Belediye vatandaşa özellikle nehir kenarlarında yerleşim yerleri tahsis etmiş. ısteyen hobilerini buralarda yapabiliyor. Toprakla uğraşabiliyor. Ve küçük bir ev yapabiliyor. Ama belirlenmiş iç ve dış standartlar çerçevesinde. Bakımı yapılmadığı takdirde veya kurallara uyulmadığında belediye sözleşmeyi iptal ediyor.


HIRSIZLIğIN ASGARıYE ıNDıRıLDığı BıR

şEHıR HAYATI


Sosyal devlet rolü gereği insanların ihtiyaçlarına cevap veren, onların yanında yer alan, onları gözeten bir yapı pek çok sorunların doğmadan giderilmesine zemin hazırlamaktadır. Adem-i merkeziyeti esas almış olan ve eyalet sistemiyle yönetilen Almanya’da her sorun kendi mahallinde çözüme kavuşturulmaktadır. Devlet böylelikle hantal yapıdan kurtulmuş olmakta ve sorunlara karşı çözüme daha rahat ulaşmaktadır. ınsanların işsizlik durumunda bile, temel kriterlerde gözetildiği belli bir maaşının ve sosyal haklarının bulunduğu Almanya’da, işsizlik maaşı alan kişiler tamamen de kendi hallerine terk edilmiş değiller. Zaman zaman yapabilecekleri işlerde işe çağrılmaktalar ve böylelikle ne işten tamamen koparılmaktalar ve ne de yoğun işler içerisinde çalıştırılmaktalar. Hatta bu davetlere iştirak etmeyenlerin yaz tatil hakları geri alınıyormuş. Özellikle sağlık sorunları bulunan işçilerde bile, o kişinin yapabileceği işlere davet ediliyor ve işe göre de ücretlendirmeler yapılıyor. Yani tembelliğe de alıştırılmıyor, ağır iş de verilmiyor. Kişiler rölantide tutulmuş oluyor. ınsanlar başkalarına muhtaç olmayacak veya başkalarının haklarına göz dikmeyecek kadar gözetilince haliyle hak gasplarına da rastlanmamaktadır. Hırsızlık vakıalarına pek rastlanmadığı, ancak zaman zaman başka ülkelerden gelen -Polonyalılar gibi- insanların verdiği rahatsızlığı ifade edilmektedir. ınsanlar istedikleri ve durumları da müsaade ettiği ölçüde ikinci iş de yapabiliyorlar. Yani daha çok kazanmak isteyenin daha çok çalışması gerekiyor. Onun için de insanların pek çoğu hayatın koşuşturmacası içerisinde ömrünü tüketip gidiyor. Çünkü gayr-i zaruri ihtiyaçlar zarurî konumda değerlendirildiğinde ve bu da giderilmeye çalışıldığında ortaya kapatılması mümkün olmayan bir açık çıkıyor. ınsan da bu yükün altında eziliyor.


SEFıHLERıN BıLE HAKKI HAYATI GÖZETıLMış


Frankfurt’ta gördüğümüz kareler daha da dikkat çekici idi. Bir gurup insan birbirlerine iğne yapıyordu. Aralarında bir şeylerin alış verişlerini yapıyorlardı. Bunlar kimlerdir dediğimizde, onların eroinmanlar olduğu ifade edildi. Sokak ortasındaki bu insanlık dramını yanı başında bulunan polisler izlemekteydi.

ınsanlık dramı dediğimiz ise, gencecik insanlar nefislerinin, heveslerinin eserleri olmuşlardı. Yirmili yaşlarda ama ayakta duracak gücü kalmamış insanlar, hakikaten acınacak bir vaziyete düşmüşlerdi. Bu drama düşmüş insanlar istedikleri takdirde kendilerinin tedavileri yapılıyor. Yoksa devlet onların nasıl yaşamaları gerektiği konusunda bir adım atmıyor. ınsanlar kendi vahim sonlarını hazırlama konusunda serbest bırakılmış. Burada tabiî ki insan Risâle satırlarını daha bir net hatırlıyor. Yani insan hakikî bir insan olmazsa, nasıl duygularına mağlûp düşüyor, nasıl insanlıktan uzaklaşıyor ve esarete yuvarlanıyor daha iyi anlaşılıyor. Hatta böyle bir vaziyette insanın kendine nasıl sözü geçmeyen, duygularına sözü geçmeyen birer hayvan derekesine yuvarlandığı apaçık görülüyor.

“Polisler niçin müdahale etmiyor” diye sorduğumuzda, aldığımız cevap dikkat çekici idi. Polisler birbirlerinin iğnelerini kullandıklarında müdahale eder ki, hastalanıp da devlete daha fazla masraf oluşturmasın. Böylelikle hırsızlığın yok denecek kadar az olduğu bir şehir hayatı elde edilmiş oluyordu anlatılanlara göre. Ayrıca bu koca şehirde 30 yıldır bir gün elektrik kesintisi olmadığı ifade edildi. Bu ayrıntılar da iş hayatının ne denli düzenli işlediğinin birer göstergesi olsa gerek.


DÜNYAYI ıMAR ETMışLER AMA...


Almanlar, Avrupa’nın bir vitrini olarak oturmuş kuralları çalışma hayatıyla dikkat çeken bir ülke. Bu yapıları itibariyle diğer Avrupa ülkelerinden pek çok konuda önde gözüküyor. Ancak son yıllarda ciddî ekonomik krizler yaşandığı ifade ediliyor. Artık fabrikalar her geçen gün işçi çıkarıyor ve onların yerine de makineleşme çerçevesinde makineler yerleştiriyor.

Nitekim gezdiğimiz pek çok yerde -hayvanat bahçesi gibi- biletleri makineler idare ediyor. Mümkün mertebe insan unsuru azaltılmış. Daha önce 40 bin, 50 bin işçinin çalıştığı Opel fabrikalarında son yıllarda on binlere kadar bu sayı düşürülmüş.

Özellikle Almanların iş konusunda, insan unsuru açısından oldukça nitelikli insanlar olduğu ifade edildi. Sürekli kendilerini geliştiren, yenileyen bir yapıda oldukları ifade edildi. Bu da onların sürekli okumalarına bağlandı.


ıSLÂMI YAşIYORLAR


ıslâm Almanya’ya yerleşmiş ama adı ıslâm değil; imansız amel olduğu için sadece dünyaya hizmet ediyor. Bütün bu davranışlarda inançtan kaynaklanan bir ruh olmadığı için, kazanımlar ve olumlu etkenler insanlardaki manevî boşluğu gidermiyor.

Meselâ sokaklar tertemiz. En basitinden alış veriş merkezlerinde poşet bile ücretli. Her maddenin tekrar kullanımına ayarlanmış şartlar. Kullanılan şişeleri toplayıp getirene göz ardı edilemeyecek ücretler veriliyor.


ORTAK DOğRUYA DOğRU GıDıLıYOR


“Duygu Almanların hayatının neresinde?” diye sorduğumuz soruya arkadaşlarımız, Almanlar için “O kaç para eder?” diye cevap verdiler. Yani genel itibariyle Almanların her şeye, kaç para eder gözüyle baktıklarını söylediler. Hatta okudukları kitaplar dahi onların iş hayatına, davranış dünyasına nitelik kazandırıyor ki bu da yine maddî bir dönüşümü beraberinde getiriyor diye okuyor deniliyor.

Tabiî her şeyi maddî yönüyle değerlendirmek hayatı olumsuzlaştırıyor. Onun için de pek de dillendirilmese de, Almanya’da intihar vakıalarının oldukça yaygın olduğu konuşuluyor. Aslında fıtrat konuşuyor. ınsanoğlu sadece maddî yönüyle ne kendisine ve ne de başkasına fayda taşıyamıyor. Hatta maddî kazanımlar çoğu kez yük haline geliyor.

Türkiye toplumuyla mukayese edildiğinde, Almanlarda maddenin öncelendiğini hemen söyleyebiliriz. Türkiye toplumunda da henüz ölmemiş olan ve sürekli dinamiği artan bir maneviyat kendisini gösteriyor. Bu da doğrusu Almanlara çok orijinal geliyor. Yani meselâ bir arkadaşımızın ifadesine göre, karşılıksız yaptığı bir yardımlaşma davranışı iş arkadaşı Almanı çok şaşırtmış ve “sen bu davranışı neden yaptın” diye defaatle sormuş. O da “dinim, inancım bu davranışı emrediyor” dediğinde, bir daha şaşırmış ve inancın insan hayatındaki etkisini orada tesbit etmiş ve hayran kalmış. Hatta ondan sonra o kişinin arkadaşımıza karşı tavrı değişmiş.


HAKıKATE AÇIK BıR TOPLUM


Oluşan kanaat şu ki, Almanlar hakikate açık. Eğer biz zamanında doğru ıslâmı ve ıslâmiyete lâyık doğruluğu davranışlarımızla izhar edebilseydik, bu gün Almanların büyük çoğunluğu ıslâm hakikatlerini yaşıyor olacaklardı. Biraz da bu konuda Müslümanların ıslâma gölge olunduğundan bahsediliyor.

Buna rağmen oldukça ciddî bir kesimin ıslâmiyeti araştırdığı ve pek çoğunun da kabul ettiği ifade ediliyor. Zaten genel yaşantı olarak ıslâmiyete zıt bir durum göstermiyorlar. Temizlik, iş disiplini, karşılıklı hak ve hukuk ölçüleri, komşuluk ilişkileri, adalet anlayışları, rahatsız edilmemek ve kişinin kendisine, çevresine bakım konusunda ıslâmiyet hükümleriyle birebir örtüşüyorlar. Ancak tesettüre ait, ahlâka ait ve sünnet-i seniyyeye ait bazı meselelerde ıslâmın dikkate alacakları hükümleri bulunuyor. Yoksa genel olarak şu an Almanlar ciddî şekilde ıslâmın hakikatlerini yaşıyorlar denebilir.

Yani denilebilir ki, şu an Almanlar Müslüman olsalar değişecek çok az şeyleri olacak. O zaman biz Müslümanların ıslâmiyete lâyık doğruluğu yaşama ve taşıma konusunda ciddî sorumluluğu bulunuyor. Gayr-i Müslimler ıslâma karşı değiller, bizim ıslâmı takdim biçimimize veya yanlış takdimimize karşılar.

Bizim dinimizden gelen mehasinimiz bizde alıcı bulmadığı için bize küsmüş, o güzellikler, Avrupa pazarında alıcı bulmuş; onların kendi ülkelerinde alıcı bulmayan, terk edilen çirkinlikleri ise, maalesef bizim pazarımızda alıcı bulmuş. şimdi yaşanan manzara bu.

Ama onların on yıllarca uğraşarak aldıkları mesafeleri biz inşallah çok kısa sürede alacağız. Belirtildiği şekliyle balona binerek meşrutiyetin önündeki engelleri, çok kısa bir sürede alacağız. Tabiî beşer aklını başına almayıp erken kıyameti başına koparmazsa.

Netice itibariyle diyebiliriz ki, şu istikbal inkılâbatı içinde en yüksek gür seda ıslâmın sedası olacaktır. Tabiî bizim istifademiz ne kadar olacaktır herhalde onu da düşünmemiz gerekecektir.

ıslâmiyeti millet olarak kendimize küstürürsek, o gider başka bir millet aracılığıyla varlığını sürdürür, ama bizim millete yazık olur. Onun için devlet yönetimindeki insanların bir nebze olsun insafları varsa, ıslâmı küstürmeme konusunda ferasetli olurlar. Yoksa kaybeden din olmaz, kaybeden insanlar olur. Zaten ıslâmiyet hakkıyla yaşansa, içinde insaniyet de var. ıslâma lâyık bir hayat yaşayabilmek temennisiyle.


Dizi yazımızı bir “haber”le noktalayalım:


ALMAN POLıSıNDEN OLDUKÇA ıBRETLıK BıR HAKıKAT DERSı



Almanya’dan yurda döndüğümüzün hemen akabinde dostlarla telefon trafiğimiz sürüyordu. Özelikle vakıf başkanı Adnan Beyin, ülkeye döndüğümüz saatlerdeki telefonda söyledikleri hassasiyetlerini gösteriyordu: ‘Siz, evinize ulaşana kadar benim emanetimde idiniz. Evinize ulaşmış olduğunuzu duymak istiyorum. Ancak o zaman rahat edebilirim.” Ülkemize döndükten sonraki diğer bir haber de Ayasofya Camii ile ilgiliydi. Ayasofya Camii kira olarak tutulmuş. Ev sahibi de Müslüman ve caminin üst katında oturuyor. Caminin boşaltılması için, henüz kontrat dolmadığı halde baskı yapıyor. Maksadı camiyi boşaltıp, ikiye bölerek kiraya vermek. Böylece konu tartışma sonrası Alman polisine yansıyor. Dâvâlı olan iki Müslümana Alman polisinin söyledikleri dikkat çekici. Polis henüz kontratın bitmediğini, böylece buraya müdahale edemeyeceğini belirtir. Ev sahibi ayrı bir mazeretle, burasının bir ibadethane olduğunu ve çevreyi gürültü yaparak rahatsız ettiklerini belirtir. Alman polisi ise, “burası için ibadethane olarak izin alınmışsa, ibadetin gereği olan her şey yapılabilir. Buna da karışamazsınız” der. Siz üst katta rahatsız oluyorsanız, çözüm şudur der; “Biz kilise çanından rahatsız olan vatandaşlarımıza, kiliseyi başka bir yere taşıyamayacağımızı, ama kendilerinin başka bir yerleşim yerine taşınabileceklerini öneriyoruz. Böylece siz de aynı kurala tabisiniz “der. Böylece iki Müslümana Alman polisi adaletli bir ders verir.

Sebahattin Yaşar - Yasemin Yaşar
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir