Giriş yapmadınız.

21

02.06.2007, 14:11

ı’lem ey din âlimi! "Ücretim az, ilmime rağbet yok" diye mahzun olma. Çünkü mükâfât-ı dünyeviye ihtiyaca bakar, kıymet-i zâtiyeye bakmaz. Meziyet-i zâtiye ise mükâfat-ı uhreviyeye nâzırdır. Öyleyse, zâtî olan meziyetini mükâfât-ı uhreviyeye sakla, birkaç kuruşluk dünya metâına satma.
Ümitvar olunuz..

22

04.06.2007, 01:04

ı’lem eyyühe’l-aziz! Kâfirlerin medeniyetiyle mü’minlerin medeniyeti arasındaki fark:
Birincisi, medeniyet libasını giymiş korkunç bir vahşettir. Zahiri parlıyor, bâtını da yakıyor. Dışı süs, içi pis; sureti me’nus, sîreti mâkûs bir şeytandır.
ıkincisi, bâtını nur, zahiri rahmet; içi muhabbet, dışı uhuvvet; sureti muâvenet, sîreti şefkat, câzibedar bir melektir.

Evet, mü’min olan kimse, iman ve tevhid iktizâsıyla, kâinata bir mehd-i uhuvvet nazarıyla baktığı gibi; bütün mahlûkatı, bilhassa insanları, bilhassa ıslâmları birbiriyle bağlayan ip de, ancak uhuvvettir. Çünkü, imân bütün mü’minleri bir babanın cenah-ı şefkati altında yaşayan kardeşler gibi kardeş addediyor.

Küfür ise, öyle bir burudettir ki, kardeşleri bile kardeşlikten çıkarır. Ve bütün eşyada bir nevi ecnebîlik tohumunu ekiyor. Ve herşeyi herşeye düşman yapıyor.

Evet, hamiyet-i milliyelerinde bir uhuvvet varsa da, muvakkattir. Ve ezelî, ebedî iftirak ve firakla muttasıl ve mahduttur. Ama kâfirlerin medeniyetinde görülen mehâsin ve yüksek terakkiyât-ı sanayi-bunlar tamamen medeniyet-i ıslâmiyeden, Kur’ân’ın irşâdâtından, edyân-ı semâviyeden in’ikâs ve iktibas edildiği, Lemeat ile Sünuhat eserlerimde istenildiği gibi izah ve ispat edilmiştir.
Ümitvar olunuz..

23

13.06.2007, 00:23

ı’lem eyyühe’l-aziz! Arslan gibi hayvanların diş ve pençelerine bakılırsa, iftiras ve parçalamak için yaratılmış oldukları anlaşılır. Ve kavunun, mesela, letafetine dikkat edilirse, yemek için yaratılmış olduğu hissedilir. Kezalik, insanın da istidadına bakılırsa, vazife-i fıtriyesinin ubudiyet olduğu anlaşıldığı gibi, ruhani ulviyyetine ve ebediyete olan derece-i iştiyakına da dikkat edilirse, en evvel insan bu alemden daha latif bir alemde ruhen yaratılmış da teçhizat almak üzere muvakkaten bu aleme gönderilmiş olduğu anlaşılır.

Ve keza, insan, hilkat semeresi olduğundan anlaşılır ki: ınsanlardan bir çekirdek var ki, Cenab-ı Hak şecere-i hilkati o çekirdekten inbat etmiştir. O çekirdek de ancak ve ancak bütün ehl-i kemalin ve belki nev-i beşerin nısfının ittifakıyla efdalü’l-halk, seyyidü’l-enam Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselamdır.
Ümitvar olunuz..

24

16.06.2007, 09:39

ı’lem eyyühe’l-aziz! Vücut nev’inde tezâhüm yoktur. Yani, pek çok âlemler, haller, vücut sahnesinde içtima eder, birleşirler. Meselâ, gece zamanı duvarları camdan olan ve elektrik yanan bir odaya girdiğin vakit, âlem-i misale bir pencere hükmünde olan camlarda pek çok menzilleri, odaları göreceksin.
Saniyen: Odada otururken, kemal-i suhuletle o misalî odalarda her çeşit tebdil, tağyir, tasarruf edebilirsin.
Salisen: Odadaki elektrik, elektrik misallerinin en uzağına en yakındır. Çünkü, o misalî misallerin kayyûmu odur.
Rabian: Bu maddî vücudun bir habbesi, bir parçası, o misalî vücudun bir âlemini içine alabilir.
Bu dört hüküm, Vâcib ile âlem-i mümkinat arasında da câridir. Çünkü mümkinatın vücudu, vâcibin nurundan bir gölge olduğu cihetle, vehmî bir mertebededir. Vâcibin emriyle vücud-u hariciyeye girer. Sâbit ve müstakar kalır. Demek mümkinatın vücudu bizzat hakikî bir vücud-u haricî olmadığı gibi, vehmî veya zâil bir zıll de değildir. Ancak, Vâcibü’l-Vücudun icadıyla bir vücuttur.
Ümitvar olunuz..

25

22.07.2007, 12:49

ı'lem eyyühe'l-aziz! Bütün kainatı ihata eden bir nurdan hiçbirşey gizlenmez. Ve gayr-ı mütenahi bir daire-i kudretten birşey hariç kalamaz. Ve illa, gayr-ı mütenahinin tenahisi lazım gelir.

Ve keza, hikmet-i ılahiye herşeye değeri nisbetinde feyiz veriyor. Ve herkes bardağına göre denizden su alabilir.

Ve keza, mukaddir olan Kadir-i Hakimin büyüğe olan teveccühü, küçüğe olan teveccühüne mani olamaz.

Ve keza, maddeden mücerred zahir ve batın olan muhit bir nazara, en büyük şey gibi, en küçük birşeyi mazhar ve mahal olduğu san'at nisbetinde büyür. Ve küçük şeylerin nevileri büyük olurlar.

Ve keza, azamet-i mutlaka şirketi asla kabul etmez.

Ve keza, fevkalade bir suhuletle, harika bir sür'atle, müciz bir itkan ve intizamla cüd-u mutlaktan akan asardan anlaşılıyor ki, mikrop gibi en küçük ve daha küçük havai, mai, türabi hayvanlar boş zannedilen alemin yerlerini doldurmuşlardır.

Mesnevi-i Nuriye | şûle´nin Zeyli | 205
Ümitvar olunuz..

26

22.07.2007, 16:50

Allah razı olsun.
Geçen sivrisineği seyrettim. Sineklere baktım.

Düşünebiliyor musunuz, bir sivrisinek ,bacakları iplikten ince ve onun içine damarlar yerleştirilmiş. Belki başka bilmediğim organlar. Sinekteki sanata ise hayret edersiniz. Her organı ayrı bir mucize.

Küçük yaratıklara baksak kafi.Halık'ını bulmak kolay oluyor.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

27

24.07.2007, 22:07

ı'lem eyyühe'l-aziz! Nefsine olan muhabbeti icab ettiren nefsin sana olan kurbiyeti ise, Halıkına muhabbetin daha fazla olmalıdır. Çünkü, nefsinden o daha karibdir. Evet, senin fikrin, ihtiyarın idrak edemedikleri sendeki mahfiyat, Halıkın nazarı ve ilmi altındadır.

Mesnevi-i Nuriye | şûle´nin Zeyli | 205
Ümitvar olunuz..

28

24.07.2007, 22:07

Alıntı sahibi ""Ceka""

Allah razı olsun.
Geçen sivrisineği seyrettim. Sineklere baktım.

Düşünebiliyor musunuz, bir sivrisinek ,bacakları iplikten ince ve onun içine damarlar yerleştirilmiş. Belki başka bilmediğim organlar. Sinekteki sanata ise hayret edersiniz. Her organı ayrı bir mucize.

Küçük yaratıklara baksak kafi.Halık'ını bulmak kolay oluyor.

Muhabbetle


Allah c.c razi olsun Ceka kardes .
Ümitvar olunuz..

29

18.11.2007, 22:00

Meselâ, envâ-ı cevâhiri hâvi ziynetli ve kıymetli bir defineyi keşfetmek için birkaç adam denizin dibine dalarlar. Denizin dibinde araştırma yaparken birisinin eline uzunca bir parça elmas geçer. Definenin müştemilâtını tamamen bu gibi elmaslardan ibaret olduğuna hükmeder. Sonra arkadaşlarından başka çeşit cevherin bahsini işittiğinde, onların buldukları cevâhirin kendi bulduğu elmasın nakışları olduklarını tahayyül eder. Diğeri kürevî bir yakutu bulur. Öteki arkadaşı da başka bir çeşidini buluyor. Ve hâkezâ, herbirisi definenin esas müştemilâtı kendi bulduğu çeşitten ibaret olduğunu ve arkadaşlarının buldukları çeşitler de definenin zevâid ve teferruatından olduğunu itikad eder. Mesele bu şekle girmekle muvazene kayıp ve tenâsüp zâil olur. Sonra meselenin hakikatini keşif ve izah için tevilât ve tekellüfata başlarlar. Hattâ definenin inkârına bile zehab eden olur.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=2400
Ümitvar olunuz..

30

09.01.2008, 21:35

Ey beşerin nefs-i emmâresi! Bu temsile bak, beşeri nereye sevk ettiğini bil. Meselâ bizim önümüzde iki yol var. Birisinden gidiyoruz. Görüyoruz ki, her adım başında biçare, âciz bir adam bulunur. Zalimler hücum edip malını, eşyasını gasp ederek kulübeciğini harap ediyorlar. Bazan da yaralıyorlar. Öyle bir tarzda ki, acınacak haline semâ ağlıyor. Nereye bakılsa, hal bu minval üzere gidiyor. O yolda işitilen sesler zalimlerin gürültüleri, mazlumların ağlayışları olduğundan, umumî bir matem o yolu kaplıyor. ınsan, insaniyet cihetiyle gayrın elemiyle müteellim olduğundan, hadsiz bir eleme giriftar oluyor. Halbuki vicdan bu derece teellüme tahammül edemediğinden, o yolda giden iki şeyden birisine mecbur olur: Ya insaniyetten tecerrüt edip ve nihayetsiz vahşeti iltizam ederek öyle bir kalbi taşıyacak ki, kendi selâmetiyle beraber umumun helâketi onu müteessir etmesin; veyahut kalb ve aklın muktezasını iptal etsin.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=2414
Ümitvar olunuz..

31

24.03.2008, 22:35

ı'lem eyyühe'l-aziz! Bir bürhanla elde edilen netice-i tevhidi bazı insanlar isti'zamla dar zihinlerine sığıştıramazlar. Veya bozuk hayalleri tahammül edemez. Bu hale karşı o kat'i, sahih bürhanı reddetmek üzere, "Bu neticeyi, bu kadar azametiyle, şu bürhan onu intaç edemez" diye bahanelerle kabul etmez. O miskin bilmez mi ki, neticenin kayyümu imandır. Burhan, ancak onu görmek için bir menfezdir. Veya bir süpürge gibi, o neticeye konan vehimleri süpürür. Maahaza, bürhan bir değildir; bin değildir, zerrat-ı alem adedince bürhanlar vardır.


http://www.risaleara.com/oku.asp?id=2451
Ümitvar olunuz..

32

07.04.2008, 14:45

ı'lem eyyühe'l-aziz! Cenab-ı Hakka nazır ve Ona vasıl olan yollar, kapılar, alemin tabakaları, sayfaları, mürekkebatı nispetinde bir yekun teşkil etmektedir. Adi bir yol kapandığı zaman bütün yolların kapanmış olduğunu tevehhüm etmek, cehaletin en büyük bir şahididir. Bu adamın meseli, gayet büyük askeri bir karargahı havi büyük bir şehirde, karargahın bayrağını görmediğinden, sultanın ve askeriyeye ait bütün şeylerin inkarına veya teviline başlayan adamın meseli gibidir.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=2436
Ümitvar olunuz..

33

13.06.2008, 22:59

ı'lem eyyühe'l-aziz! Bu küre-i arz misafirhanesi, insanların mülk ve malı değildir. Ancak insanlar, amele gibi o misafirhanenin çeşit çeşit işlerinde ve tezyinatında çalışırlar. Eğer küre-i arzın haricinden yabancı birisi gelip misafirhanenin bir mucize ve harika olduğuna ve insanların da âciz, fakir, muhtaç olduklarına dikkat ederse, bu insanlar bu binaya sahip ve sâni olacak bir iktidarda değildir, ancak böyle harika bir masnûun Sânii de muciznümâ olduğuna kat'iyetle hükmedecektir. Ve bu insanlar, o Sultan-ı Ezelinin makasıdına çalışan amelelerdir. Bu ameleler, aldıkları ücretlerinden mâadâ bu binadan birşeye mâlik ve sahip olmadıklarına tekraren hükmedecektir. Ve keza, o çiçeklerin zevilhayata karşı gösterdiği teveddüdlerine ve tahabbüblerine ve tebessümlerine dikkat eden anlar ki, bir Hakîm-i Kerîm tarafından misafirlerine hizmetle muvazzaf bir takım hedâyâ ve behâyâdır ki, Sâni ile masnû arasında bir vesile-i teârüf ve tahabbüb olsun.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=2382
Ümitvar olunuz..

34

26.06.2008, 23:14

guzel yazılarınız ıcın allah razı olsn

35

12.07.2008, 11:13

ıKıNCı KATRE: Geçen derslerden anlaşıldığı üzere, Halık-ı Arz ve Semavatın, nev-i beşerin ıslah ve terbiyesi için inzal ettiği Kur'an'ın pek çok vazife ve makamları vardır.

Evet, Kur'an kainatın bir tercüme-i ezeliyesidir. Ve kainatın kendi lisanlarıyla okudukları ayat-ı tekviniyenin tercümanıdır. Ve şu kitab-ı alemin tefsiri olduğu gibi, arz, semavat sayfalarında müstetir Esma-i Hüsnanın definelerini keşşaftır. Ve şu alem-i şehadete alem-i gaybdan bir lisandır. Ve alem-i ıslamın güneşi olduğu gibi, alem-i ahiretin de haritasıdır. Ve Cenab-ı Hakkın zatına, sıfatına, esmasına, şuünatına bir bürhan ve bir tercümandır. Ve keza, nev-i beşerin şeriat kitabı, hikmet kitabı, dua kitabı, davet kitabı, ibadet kitabı, emir kitabı, zikir kitabı, fikir kitabı olmakla, zahiren bir kitap şeklinde ise de, ihtiva ettiği fünun ve ulüm cihetiyle binlerce kitap hükmündedir.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=2479
Ümitvar olunuz..

36

18.07.2008, 16:22

ı'lem eyyühe'l-aziz! Cenab-ı Hakk'ın "A'lem, Ekber, Erham, Ahsen" gibi esma ve sıfat ve ef'alinde kullanılan ism-i tafdil tevhide naks değildir. Çünkü maksat, bizzat ve hakiki bir mevsufu gayr-ı hakiki veya akli bir imkanla veya vehmi bir mevsufa tafdil etmektir.

Ve keza, izzet-i ılahiyeye de münafi değildir. Çünkü, maksat, sıfat ve ahval-i ılahiyeyle mahlükatın sıfat ve ef'ali arasında bir muvazene yapmak değildir. Yani, ikisini bir seviyede tuttuğundan sonra, bunu ona tafdil etmek değildir ki, sıfat-ı ılahiyeye bir naks olsun.

Evet, masnuattaki kemalat, Cenab-ı Hakkın kemalinden in'ikas eden bir gölge olduğuna nazaran, masnuat, sıfat-ı ılahiyeyle muvazene hakkına malik değildir.


http://www.risaleara.com/oku.asp?id=2483
Ümitvar olunuz..

37

25.07.2008, 11:08

ı'lem eyyühe'l-aziz! ıki tarafı birbirinden gayet uzak bir mesele var ki, herbir tarafı bir çekirdek gibi sümbül vermiş, ağaç olmuş, dal budak salmış. Böyle bir mesele üzerine şükûk ve evhâmın konmaması lâzımdır. Çünkü, bir çekirdek diğer bir çekirdekle, çekirdek olarak toprak altında kaldıkları müddetçe iltibas edilebilir. Amma ağaç olduktan, meyve verdikten sonra şek edersen, bütün meyveler senin aleyhinde şehadet ederler. Eğer bu başka bir çekirdektir diye tevehhüm etsen, o ağacın bütün meyveleri seni tekzip ederler. Elma ağacına inkılâp etmiş bir çekirdeği, hanzale ağacının çekirdeği farz etmek sana müyesser olmaz. Ancak tevehhümle veya bütün elmaların hanzaleye tebdil edilmiş olmasıyla mümkündür ki, bu da muhaldir.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=2358
Ümitvar olunuz..

38

25.07.2008, 11:35

Alıntı sahibi ""Nural""

ı'lem eyyühe'l-aziz! ıki tarafı birbirinden gayet uzak bir mesele var ki, herbir tarafı bir çekirdek gibi sümbül vermiş, ağaç olmuş, dal budak salmış. Böyle bir mesele üzerine şükûk ve evhâmın konmaması lâzımdır. Çünkü, bir çekirdek diğer bir çekirdekle, çekirdek olarak toprak altında kaldıkları müddetçe iltibas edilebilir. Amma ağaç olduktan, meyve verdikten sonra şek edersen, bütün meyveler senin aleyhinde şehadet ederler. Eğer bu başka bir çekirdektir diye tevehhüm etsen, o ağacın bütün meyveleri seni tekzip ederler. Elma ağacına inkılâp etmiş bir çekirdeği, hanzale ağacının çekirdeği farz etmek sana müyesser olmaz. Ancak tevehhümle veya bütün elmaların hanzaleye tebdil edilmiş olmasıyla mümkündür ki, bu da muhaldir.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=2358


Allah razı olsun.
Bu kısmı açarmısınız?
''Ey gönül!Canına üflenen nefhayla yan da kavrul!Amma lale gibi ol ki;halinden sadece ''yar'' haberdar olsun.''

39

26.07.2008, 22:13

Alıntı sahibi ""*nuriye""

Alıntı sahibi ""Nural""

ı'lem eyyühe'l-aziz! ıki tarafı birbirinden gayet uzak bir mesele var ki, herbir tarafı bir çekirdek gibi sümbül vermiş, ağaç olmuş, dal budak salmış. Böyle bir mesele üzerine şükûk ve evhâmın konmaması lâzımdır. Çünkü, bir çekirdek diğer bir çekirdekle, çekirdek olarak toprak altında kaldıkları müddetçe iltibas edilebilir. Amma ağaç olduktan, meyve verdikten sonra şek edersen, bütün meyveler senin aleyhinde şehadet ederler. Eğer bu başka bir çekirdektir diye tevehhüm etsen, o ağacın bütün meyveleri seni tekzip ederler. Elma ağacına inkılâp etmiş bir çekirdeği, hanzale ağacının çekirdeği farz etmek sana müyesser olmaz. Ancak tevehhümle veya bütün elmaların hanzaleye tebdil edilmiş olmasıyla mümkündür ki, bu da muhaldir.





Allah razı olsun.
Bu kısmı açarmısınız?




ve bihi nesteinu

Bahsedilen çekirdek NÜBÜVVET çekirdeğidir.. nübüvvet öyle bir çekirdektir ki:
bahsedilen şecere ıSLAMıYET şeceresi(ağacıdır)
ıslâmiyet şeceresi bütün semeratıyla, çiçekleriyle o çekirdekten çıkmıştır.
çiçekler ise müceddidler, müçtehidler, veliler. evliyalar, ileahirlerdir...
Kur'an dahi, seyyar yıldızları ismar eden şems gibi,
seyyar yıldızlar nasıl GÜNEşE müsahhardır ve cazibesinde dönerler... ıslâmiyetin onbir rüknünü intac etmiştir.
islamiyetin 11 rüknünde maksadda 6 sı imanın şartları 5 i islamın şartlarıdır...
Acaba, bu cihan-baha semerelere bakıp gördükten sonra, çekirdeğinde şübhe ve tereddüd yeri kalır mı? Hâşâ...

1400 yıllık islam aleminde yetişen o Mubarek çiçekler (insanlar) çekirdeğin nasıl bir çekirdek olduğunun ve ağacın sıhhatinin şüphe yeri bırakmayacak delillerindendir...



içinde saklı olan manalardan birazı bunlardır dense isabet olur..

aczi_resha

40

28.07.2008, 13:47

Allah razı olsun abi.
''Ey gönül!Canına üflenen nefhayla yan da kavrul!Amma lale gibi ol ki;halinden sadece ''yar'' haberdar olsun.''

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir